PSİKOLOJİ DOSYASI : DİNLEME SANATI (Michael P. NICHOLS)


DİNLEME SANATI (Michael P. NICHOLS)

Derleyen: Halit YILDIRIM

Giriş

Önemsediğimiz insanların bizi gerçek anlamda dinlemediklerini hissetmek kadar acı bir şey yoktur. Duygularımızın anlaşılmasına duyduğumuz ihtiyacı hiçbir zaman aşamayız. Dert ortaklığının insan ilişkilerinde bu kadar etkili ve önemli olmasının sebebi budur. Anlaşılamamanın verdiği acı da bu yüzdendir.

Karşınızdaki kişiyi dinlemeden konuşmak, bir elektrik kablosunu ortadan ikiye kestikten sonra ampulün bir şekilde yanacağını ummaya benzer. Elbette çoğunlukla bu bağlantıyı bile isteyerek koparmayız. Hatta çoğu kez bir anda karanlıkta kalıvermenin şaşkınlığını yaşar, dehşete kapılırız.

Sanki yaşı kemale ermiş insanlar haline geldiğimizde, küçüklüğümüzde bisikletimizin yan destek tekerlerinden kurtuluverdiğimiz gibi, ilgi ve dikkat çekme ihtiyacımız da geçebilirmiş gibi…

Günümüzde çağdaşlığın getirdiği zorlamalar yüzünden ne yazık ki dikkat süremiz azaldı ve dinleme kalitemiz düştü. Sürekli bir koşuşturma içinde, alelacele yaşıyoruz. Aksam yemeği hop mikrodalgaya atılıp, hop çıkarılıveren bir şey haline geldi, son çıkan kitapları ve filmleri takip etmek ise ancak özetlerine bakıp eleştirilerini okuyabilmek demek oldu. Artık ancak bu kadarına zamanımız yetiyor işte …

Televizyondur, e-postallardır, gereksiz gönderiler- internet, cep telefonları, Blackberry, iPod, çağrı cihazı, fakslardı derken öyle bir görsel bombardıman altındayız ki dikkatimiz hep bölünüyor. Pek çok işi bir arada yapabilme konusunda kendimizi becerikli ve başarılı hissetmeyi istiyoruz. Kendimizde "multitasking" denilen, pek çok işi bir arada yapabilme yeteneği olduğuna inanmak istiyoruz. Telefonda konuşurken e-postalarımıza bakıyoruz. Televizyon izlerken kataloglardan satın alınacak ürünler beğeniyoruz. Kendimizi bir anda birkaç işi birden yapabiliriz diye kandırıyoruz ama sonuçta her şeyi yarım yamalak yaptığımızla kalıyoruz.

Birbirimizin bakış açısını anlasak, tüm anlaşmazlıklar ortadan kalkacak diye bir şey yok ama birbirimizi anlamazsak her şeyin daha beter hale geleceği kesin. Öyleyse neden birbirimizin söylediklerini dinleyip anlamaya biraz zaman ayırmıyoruz? Son derece basitmiş gibi görünen DİNLEME SANATI aslında hiç de kolay değil de ondan.

Genelde karşımızdakinin ne anlatmaya çalıştığına odaklanacağımıza, söylediklerine tepkimizi ortaya koymaya çalışırız…

Bu kitap birbirimizi dinleme ve anlama biçimleri üzerinde düşünmeye bir davettir: Dinlemek neden hayatlarımızda bu denli büyük bir güçtür; insanlar birbirlerini kendilerini onların yaşadıklarına vererek nasıl dinleyebilir ve kötü alışkanlıkların etraflıca dinlemeyi mahvetmesi nasıl önlenir?

Her ne kadar doğal bir şey olarak kanıksamış olsak da dinlemenin önemini azımsayamayız. İnsanlara dikkatimizi verme ve anlayış gösterme becerimiz kendilerini adam yerine konmuş, kabul görmüş ve değerli hissetmelerini sağlar.

Dinleme ve etraflıca dinleyebilme becerimiz ise bize iyi niyet olarak geri döner. Oysa etkin dinleme aynı zamanda başkalarından bir keyif almanın, onlardan bir şeyler öğrenmenin ve onlarla iyi zaman geçirmenin en iyi yoludur. Umarım bu kitap birbirimize karşı hislerimizi gösterebilmeye doğru bir adım atabilmemizi sağlar.

“SÖYLEDİĞİMİ DUYDUN MU?” DİNLEMEK NEDEN ÇOK ÖNEMLİDİR?

İyi dinlemenin esasi empatidir, empati kurmak ise sade kendimizle meşgul olmayı bir kenara bırakıp başka bir insan dünyasına girmekle mümkündür. İnsanlar arasındaki bağlar biraz sezgiler sayesinde ve biraz da çaba göstermek koşuluyla, empatiyle oluşturulur.

Dinleyen kişinin empatisi-ne söylemeye çalıştığımızı anlaması ve bunu bize göstermesi-arada bir anlayış bağı kurulmasını sağlar ve böylece bizi dinleyen ve anlayan, bizi umursayan biriyle aramızda bir köprü oluşur. Böylelikle duygularımızın yerinde ve anlaşılır olduğu hissini tadarız. Empati kurarak dinlemenin gücü ilişkileri dönüştürebilen bir güçtür. Derinden hissedilen ama ifade edilmemiş hisler kelimelerle şekillenerek yüksek sesle dile getirilince iyice netleşir. Bunun sonucunda da anlaşıldığımızı hissederek rahatlarız ve bizi anlayan kişiyle aramızda paylaşmaktan kaynaklı bir minnettarlık hissi doğar.

DİNLEMEK dikkat etmektir, özen göstermektir, ilgilenmektir. Dinlemek kulak vermek, dikkate almaktır, önemsemektir, adam yerine koymak, kabul ve takdir etmektir. Dinlemek insanın varoluşunun o kadar merkezindedir ki sıklıkla gözden kaçırılır ya da daha doğrusu o kadar farklı kisvelere bürünür ki ne kadar kapsayıcı bir ihtiyaç olduğunun pek farkına varılmaz.

Yeni bir işe başlayıp başlamama konusunda kararsız kalınca bir arkadaşımızı arayıp konuşmaya karar verirsiniz. Arkadaşınız size ne yapmanız gerektiğini söylemez ama sizi dinlemesi, gerçekten dinlemiş olması ayrıntıları daha net görmenizde size yardımcı olur.

Konuşmak ve dinlemek konuşmacıyla dinleyicinin sürekli rolleri değişerek iki tarafın da birbiriyle rekabet halinde atağa geçerek yarattıkları kendine özgü bir ilişkiye meydan verir. Bundan şüpheniz varsa birine yasadığınız bir sorunu anlatmayı deneyin. Bakın bakalım ne kadar zaman sonra sözünüzü kesip kendi deneyimlerinden birini anlatmaya ya da size öğüt vermeye başlayacak -ki bu öğüt sizden çok kendisi için geçerlidir.

Tanıklık Etmek

Dinlemenin tek değil iki amacı vardır: Bilgi almak ve başka birinin deneyimine tanıklık etmektir.

Birilerinin bizi dinlemesi kendimizi güvende hissetmemize yardımcı olur ama bazılarımızın inanmak istediklerinin tam tam tersine bu şekilde asla tam ve eksiksiz, heykel ya da bir anıt gibi bitmiş bir eser olmayız. Dinleniliyor olmak değer duygumuzu besler.

Kendimize güvenimiz ne kadar az olursa, o kadar onaylanmaya ihtiyaç duyarız. Ancak hepimiz, ne kadar güvenli ve uyumlu olursak olalım, yolumuza cesaretle devam edebilmek için dikkat çekmek isteriz. Bu aklınıza pek yatmadıysa, kendinizle ilgili haberleri başkalarına nasıl vermeyi tercih ettiğinize bir bakmanız yeterli. Örneğin, karımın bana haberleri varsa, beni hemen ofisimden arar ya da eve gelir gelmez her şeyi anlatır. Söyleyecek bir şeyi varsa içinde tutmaz, hemen söyler. Ben öyle değilimdir. Güzel bir haberim varsa bana ilgi gösterilmesi için yanıp tutuşsam da, müjdeyi tantanalı bir şekilde vermek üzere haberlerimi biraz kendime saklarım.

İyi bir dinleyici yaşadıklarımızın yargıcı değil tanığıdır.

Normalde kanıksanmış olsa da, dinlenilmeye duyulan ihtiyacın insan doğasının en kuvvetli dürtülerinden biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Dinlemek kendimizi anlaşılabilir ve kabul edilebilir bulmamız ya da bulmamamızı sağlayan bir araçtır. Bizi dinleyen insanları önemseriz. Hatta onları sevebiliriz bile.

Dinlenilmek demek, ciddiye alınmak demektir. Dinlenilmek, kendimizi ifade etmeye ve başkalarıyla aramızda bağ kurmaya duyduğumuz ihtiyacı karşılar. Algısı açık dinleyiciler duygu ve düşüncelerimizi açıkça ifade etmemizi sağlar.

Dinlenilmek ve onaylanmak kendi benlik duygumuzu kuvvetlendirme sürecinde hem duygularımızı hem de düşüncelerimizi netleştirmemize yardımcı olur. Bizi dinleyenler bize anlaşılabilir olduğumuzu teyit ederek paylaştığımız bir değeri; insanlığımızı hatırlatır.

Dinlenilmemek ise görmeden gelindiğimiz ve takdir görmediğimizi hissettirir, kendimizi dış dünyadan kopuk ve yalnız hissetmemize neden olur. Tanımak isteği, bilinmek ihtiyacı ve dinleyen biri tarafından kabul görmek arzusu insan kalbinin havası, suyu, besinidir.

İNSANLAR NEDEN DİNLEMEZ?

İnsanlar Neden Dinlemez? Bu sorunun öyle kısa yoldan bir yanıtı yok. Çoğu insan dinleyene odaklanır. (Kocaların hiç halden anlamayan, berbat dinleyiciler oldukları konusunda kötü bir şöhretleri var.)

İnsanlar bizi dinlemediklerinde onları suçlamaktan kendimizi alamayız: Bencildirler, düşüncesizdirler…(Biz dinlememişsek, o sadece yorgunluktandır, canımız sıkıldığı için ya da aşağılandığımızı hissettiğimiz için de dinlememiş olabiliriz.) İşin gerçeği, dinlemek karmaşık bir süreçtir. Dinlemedeki aksaklıkların tümü de sesimizi duyuramamış olduğumuz acı gerçeğine çıksa da, insanların birbirlerini dinlememek için pek çok sebepleri vardır.

Yanlış anlamalar can acıtır ve canımız acıdığında sebepleri daha çok kendi dışımızda arama eğilimindeyizdir. Ama sorun sadece işler yolunda gitmediğinde suçlayacak birini aramamızda değildir. Buradaki sorun lineer düşünmedir.

Burada sorun, insan etkileşimini kişilik sorunlarına indirgememizdedir. “Dinlemiyor çünkü fazlasıyla kendiyle ilgili.” “Kadını dinlemek çok zor çünkü uzatıp duruyor.” Bazıları da kendilerini suçlar (“Belki ben de o kadar ilginç biri değilim.”) ama yine de başkalarının katkısını fark etmek daha kolaydır.

Bazı insanlar bizi ne kadar umursarlarsa umursasınlar, onların da bizi dinleyecek enerjileri ve sabırları olmadığı zamanlar olur. Bir koca karısını işyerinden arayıp o kadar da önemli olmayan bir konu hakkında uzun uzadıya konuşursa, kadın buna aynı konuşma evde olsaydı sinirleneceğinden çok daha çabuk sinirlenebilir. Buna karşın eğer kocası genellikle günün sonunda gazetesinin arkasına çekiliyorsa, kadın adamın dikkatini çekebilmek için ihtiyaç belirtmek zorunda kalabilir: "Hayatım, seninle bir şey konuşmam gerek."

Ne yazık ki pek çok ilişkide insanların konuşmayı tercih ettiği zamanlar farklıdır. Erkek akşam eve geldiğinde konuşmak ister. Kadın ise daha ilerleyen saatleri, televizyon izlerlerken ya da yatağa girmeye hazırlandıkları zamanları tercih eder. Olmayacak zamanlarda anlayış görmeyi beklemek, güneş tam tepedeyken öğle sıcağında alabalık avlamaya benzer.

Sürekli kendileri ve kendi sorunları hakkında konuşan insanları dinlemek zordur.

Bir insanın baş ağrısı, onu sürekli olarak dinlemek zorunda kalan bir başkasının baş ağrısı haline gelebilir. Bizi yoran sadece sürekli tekrarlananları dinlemek değildir, çözümsüz ya da en azından çözümü şikâyet edenin görmeyi reddettiği bir sorunun kurbanı durumundaki birinin size biçtiği çaresiz dinleyici rolüne saplanıp kalmaktır.

Çok konuşan insanların bazıları herkesle böyle çok konuşur ama hoşumuza gitsin gitmesin, bizimle bu kadar uzun konuşmalarının sebebi genellikle başkalarıyla pek az konuşmalarıdır. Arkadaşı olmayan bir adam karısından başka kiminle konuşabilir ki?

Gillian’a göre; erkekler kuleler inşa eder, kadınlar ise ağlar örer…

“BENİM SIRAM NE ZAMAN GELECEK?”

Dinlemek, dinleyene bir külfet yükler. Bir başka insanın dinlemeye ihtiyacı olduğunu hissederiz. Dikkatimizi ona vermemiz gerekmektedir.

Ama buna itiraz ederek "Ama empati zaten benliğin ifadesi değil midir?" de diyebilirsiniz …

Dinlemek, insan olmanın bir parçası olarak otomatikman birbirimize karşılıklı olarak sunduğumuz bir şey değil midir? Hem evet, hem de hayır. Empati, aktif bir angajman formudur.

Bazen karsımızdakinin ne dediği bizi ilgilendirir, o zaman dinlemek zahmetsiz ve kolaydır. Ancak kendimizi bu kadar kaptırmanın da bir sonu vardır ve an gelir dinlemekten sıkılmaya başlarız veya karşımızdakinin sözünü kesmeye kalkarız. İşte dinlemenin insanın kendine hakim olmasını ve kontrol etmesini gerektirdiği anları bunlardır.

Gerçek dinleme hafızayı, arzuları ve yargıları bir kenara bırakmakla başlar ve en azından birkaç dakikalığına başka bir insan için var olmak demektir.

Konuşma ihtiyacını dizginlemek sanıldığından çok daha zor olabilir. Sonuçta sizin de aklınızda pek çok şey vardır. İyi dinleyebilmek için kendinizi itiraz etmekten veya akıl vermekten ya da kendinizi anlatmaya başlamaktan alıkoymanız gerekir.

Dinlemek, en azından kısa bir süreliğine tek taraflı bir eylemdir.

İyi dinleyebilmek için konuşanın ihtiyaçlarını iyi okuyabilmek ve onu bu doğrultuda yanıtlayabilmek gerekir.

Örneğin, anne babalar "Bugün okulda ne yaptınız?" diye sorduklarında çocuklar genellikle "Hiç" derler. Bunun arkasından ise sorulan çeşitli sorulara verilen tek hecelik yanıtlar gelir. Velinin öğrenmek istediği okulda neler olduğudur ama çocuğun dediklerini dinlemiyordur. Çocuk, "Anlatmak istediğim bir şey yok, bana göre pek ilginç bir şey olmadı. Şu anda kafamı dinlemek istiyorum" gibi bir şey demek istiyordur.

Bazen çocuklar "hiç" derler ama aslında gerçekten de söyleyecek bir şeyleri vardır. Belki de onlara gerçekten anlatacaklarıyla ilgilendiğinizi göstermeniz gerekir ki size açılabilsinler. Çocuklara günlerinin nasıl geçtiğini sormak ve gerçekten dinlemeye hazır olmak, onlarla ilgilendiğinizi gösterir. İlgi göstermek kadar nasıl yanıt vereceklerini onlara bırakmak ise saygı göstermektir.

Zaman zaman empati sempati ile karıştırılır.

Sempati daha sınırlı ve sınırlayıcıdır; anlaşmaktan çok aynı şeyleri hissetmek demektir.

Empati ise pek çok kişinin düşündüğünün aksine vesvese yapmak, tezahürat yapmak, yağcılık yapmak, teselli etmek ve hatta yüreklendirmek de değildir. Empati anlayış demektir.

“Bak, ben senin yerinde olsam …” (Çevirisi: “Dırdır edip kafamı ütülemeyi bırak da artık bir şeyler yap.)

Bazı uzmanlara göre; erkekler ilgilerini öğüt vererek, kadınlar ise benzer deneyimleri paylaşarak gösterir. İstenmeden/sorulmadan verilen öğütler can sıkıcıdır. İnsana sanki biri size ne yapmanız gerektiğini söylüyor gibi gelir, bu hissettiklerinizin sayılmayacağını çünkü konuşmakta olduğumuz şu pek yardımsever tipin dediklerini yapsak böyle olmazdı denilmiş gibi olur.

Birisine bir sorundan söz ediyor ya da başından geçen bir şeyi anlatıyorsam o da bana istemediğim halde akıl vermeye kalkıyorsa, “Teşekkürler ama öğüde ihtiyacım yok. Tek istediğim beni dinlemen” derim.

Hepimiz zaman zaman dinliyormuş gibi yaparız ama bazılarımız bunu alışkanlık haline getirmişlerdir.

Sahte dinleyiciler şekil şekildir. Belki aşağıdakilerden bazılarını tanırsınız:

…Mış Gibi Yapanlar

Bu tipler dikkatle dinleme numarası yapar. Siz konuşurken onların gözleri sürekli üzerinizdedir. Bakışlarındaki kararlılık konsantre oldukları ve sizi dinledikleri izlenimi verir ama aslında pek dinlemiyorlardır. Bu -mış gibi yapan sahtekâr dinleyicilerden

birine henüz rast gelmediyseniz (tebrikler!) bir politikacıyla tanışmayı ya da televizyona çıkmayı deneyin.

Kendine Dönük Dinleyici

Kendine dönük dinleyici dinliyor görünmek ister ama onun için dinlemekten çok dinliyor görünmek önemlidir. Size bakarlar ama, acaba nasıl görünüyorum diye düşünürler. İyi görünüyor muyum?

Amatör Terapistler

Amatör terapistler dinleyici rolü oynamaya çok hevesli olabilir ama dinlemekten çok rolü iyi oynamakla ilgilidirler. Bu tipler dinleyenin destek verici rolünü dinleyenin başrolüyle karıştırırlar.

Aktif Dinleyici

Aktif dinleme, dinleyenin konuşanın dediklerini kendi kelimelerine dökerek tekrarladığı/yorumladığı faydalı bir tekniktir.

“İNSAN SADECE DUYMAK İSTEDİKLERİNİ DUYAR”

Dinlemek çaba gerektirir. Dinlemeye etki eden kuvvetler hakkında bir şeyler öğrenmenin bir yolu da aynı hikâyeyi iki taraftan da dinlemektir.

Kendi yetersizliklerimizi öyle kolay kolay kabullenmeyiz ve dinlemedeki başarısızlıklarımızla yüzleşmek zorunda kalmak da acı vericidir. Böyle bir durumda kalırsak, doğal olarak cesaretimiz kırılır: "Ben berbat bir dinleyiciyim", "Ben bencilim", "Ben çok kontrolcüyüm". Kendimizi böyle kocaman olumsuz terimlerle tanımlamaktansa sadece bir parçamızın dinleme sorunu yasadığının farkına varmamız mümkündür. Biraz hayal gücü kullanarak parçalarımızı alt kişiliklerimiz olarak tanımlayabilirsek, işin kaynağına inebiliriz.

Örneğin; karısı sürekli ona daha fazla zaman ayırsın diye dırdır ettiği için kulaklarını tıkayan bir kocayı ele alalım. Biraz daha derinlere baksak, orada annesi tarafından azarlanmayı bekleyen küçük bir çocuk görebiliriz. Annesinin onu azarlayan sesini duymak istemeyen küçük bir çocuk, annesinin eleştirileri ile küçücük kalan, aşağılandığını hisseden, sürekli kontrol altında tutulduğu için yalnız kalmak isteyen bir ufaklık… Koca içindeki bu “küçük çocuk rolü”nü karısının annesi olmadığının farkına vararak-bunu gerçekten idrak ederek-susturabilir. Karısı onu kontrol etmeye çalışmıyordur. Sözleri eleştirilerle dolu olsa bile, aslında kendi yalnızlığını ve kocasına duyduğu ihtiyacı dile getirmeye çalışıyordur. Dinlemeye korktuğumuz biz değiliz, dinlemeye korktuğumuz içimizde bir kez tetiklendi mi bizi çocukluktaki güvensiz halimize döndürüveren korku içindeki taraflarımızdır.

Utanç ve güvensizlik insanların eleştiri karsısında vahşice tepkiler vermesine neden olabilen yaralardır. Bazı insanlar incindiklerinde geri çekilir, bazıları ise saldırıya geçer. Utanca karşı en büyük hassasiyete sahip insanlar en ufak bir eleştiride hemen parlayıverirler. Böyle insanlarla yaşamak zordur. Ancak, eleştiriye karşı acı ve öfkeyle tepki vermek hepimizin yaptığı bir şeydir. Tek farkımız tepki eşiğimizdedir.

Eleştiriye olan bu aşırı duyarlılık evrensel olan sevgi ve takdir özlemi ile ilintilidir. Gerçekten duymak istediğimiz harika olduğumuzdur (bazen "fena değilsin" de yeter).

Eleştiriye olan duyarlılığımız duruma bağlı olarak değişir. Bizi en çok bizim önemli bir parçamız gibi gelen şeylerin eleştirilmesi incitir-örneğin motivasyonlarımız ya da yaratıcılığımızla ortaya koyduklarımız veya ergenlik çağınca (bazen sonrasında da) görünüşümüz … Özellikle de düşüncelerine önem verdiğimiz insanların eleştirilerine karşı hassasızdır.

Doğru insanın yanlış şeyi söylemesi egomuzu balonu patlatan bir iğne misali kocaman bir delik açabilir.

Bizi Tahammülsüz Yapan Nedir? Kendinizin ya da bir başkasının neden böyle aşırı tepki verdiğini düşünürken anlamanın/an1ayışın en büyük ironilerinden biri aklınızda bulunsun: Başkalarını da ancak kendimiz kadar kabullenebiliriz. İşte kendine saygı ile yetiştirilmiş şanslı insanların iyi birer dinleyici olmalarının sebebi budur. Yine de kendinizi bulunduğunuz noktada sıkışıp kalmış hissetmeyin. Başkalarının duygularına saygı göstermeyi öğrenebilirseniz, kendi duygularınıza da daha nazik yaklaşmayı öğrenebilirsiniz.

Başkalarında tahammül edemediklerimiz, kendimizde tahammül edemediklerimizdir.

Bazı taraflarımızın sevi1meye değer olmadığı, saygıyı hakketmediği ve bize asla adil davranılmayacağı gibi yanlış fikirlere sahip olduğumuz surece başkalarını iyi dinleyemeyiz. İnsanın saygıdeğerliği büyük ölçüde kendine saygıdan doğar ve beslenir. Kendimize ve başkalarına gösterdiğimiz tahammül ve takdir, kin ve öfke duygularının arkasında yatanları görmemizi ve anlamamızı saylar. Duygularımızı bir duyan, bir anlayan olmayınca ruh halimiz bozulur ve duygularımız bastırılır.

Dünya haklı olduğunu düşünen insanlar arasında pay edilmiştir.

Dinleme becerisi, kendimizi tutup karşımızdakinin haline duygusal bir tepki vermemeyi ne kadar başarabildiğimize bağlıdır.

Bir daha bir seminere ya da konferansa gittiğinizde düşmanca sorulara dikkat edin. Çoğu sorunun soru bile olmadığını, konuşmacının haksız, dinleyenin hâkli olduğunu göstermeye yönelik retorik girişimler olduğunu fark edeceksiniz. Sonra da konuşmacının bu sorulan nasıl ele alıp yanıtladığına bakın. Bazı konuşmacılar anlaşacak bir konu bularak sakin kalmaya çalışır, bazılarıysa savunmaya ya da kontra atağa geçer.

Bir konuşmacı kendisine yöneltilen sorunun onu haksız çıkarmak için sorulduğunu hissederse savunmaya geçebilir. "Affedersiniz ama herhalde şu konuyu göz ardı ettiniz (seni geri zekalı!)" Bu "dinleyiciler” den pek azı sorularına gerçekten yanıt bekler, onların salt arzuları haklı çıkmaktır. Savunmaya geçip soru sorana karşı çıkmaya çalışan (daha doğrusu karşı tarafı bastırmaya çalışan) konuşmacı genellikle "Doğrusu hayır … (Ben haklıyım, sen haksızsın)" diyerek konuyu kapatacağını umar.

Düşmanca yaklaşan bir dinleyiciyi, konuya olan hakimiyeti ve üstün bilgisiyle akıllı bir konuşmacı bile nadiren geri püskürtebilir.

Dinlemesi en zor kişiler bize duygularımızı hiçe sayacak kadar diktatör gibi yaklaşanlardır.

“ACELE ETME -BEN SENİ DİNLİYORUM”

(Kendimizi Bir Yana Bırakıp Karşımızdakini Dinleyebilmek)

Duygu ve düşüncelerini pek belli etmeyen biriyle sohbet etmeye çalışırken bu insanın içinde olup bitenlerle ilgili empatik tahminlerde bulunmanın faydası olabilir.

"Zor bir gündü herhalde" gibi sözler ya da "Canın bir şeye mi sıkkın?" veya "Ne derdin var senin?" diye sormak, karsımızdaki insanın sizin onunla gerçekten ilgilendiğinizi düşünmesini sağlayabilir ama insanların açılmalarını sağlayan belli bir teknik ya da soru yoktur. Bu iş, sözlerinizin içten olmasına bakar.

İlgi gösteriyormuş gibi yapan dinleyenler insanı fazla kandıramaz -bazen onlar kandırabilseler de …Siz konuşmaya başlayınca yüze otomatikman yerleşiveren o gülümseme, vur-kaç yöntemiyle sorulan sorular, gözlerindeki o huzursuz bakışlar:

Bunların tümü, bu insanın söyleyeceklerinizle gerçekten ilgilenmekten çok iyi bir dinleyici sanılmayı istediğini ele veren ipuçlarıdır. Gerçek anlamda dinlemek, tüm bunları bir kenara bırakmak demektir. İyi dinleyicilerin böyle aciz davranmaya ihtiyaçları yoktur. Onlar insanları etkilemeye çalışmaz, pohpohlamaz, kışkırtmazlar ve sözlerini de kesmezler. Hiç öyle bana bak, beni dinle, beni beğen ya da takdir et yapmazlar. Hem de hiç. Kendi benliklerini bir yana koyar ve dinlerler.

İnsanların birbirlerini anlamaları bir alma-verme işidir. İstediğiniz şekilde dinlenmeyi sağlamanın en iyi yolu, önce karşınızdaki insana iyi dinlenildiğini hissettirmektir.

Biri konuşurken kendinizi savunmaya geçmek zorunda hissediyorsanız ya da sabırsızlanıyorsanız, bu duyguyla ve karşınızdaki sözlerini bitirene kadar kendinizi tutmanız önemlidir. Sadece çenenizi kapalı tutmaya özen gösterin yeter. Dinliyormuş gibi yapmak insanların sözünü kesmekten iyi olabilir ama bu gerçekten dinlemekle aynı şey değildir, Gerçekten dinlemek için karşınızdaki insanın neler hissettiğini anlamaya çalışın. Onun yerinde olsanız siz neler hissederdiniz, bunu hayal etmeye çalışın.

Kendi dertlerinizi karşınızdaki insanı dinleyecek kadar bir süreliğine bir yana bırakabilmek, iyi bir dinleyici olmanın bir parçasıdır. Ancak dertleri bir yana bırakmak kendinizin dışına çıkabilmekle aynı şey değildir.

Bazen ihtiyaçlarınızı karşılamadan onları askıya almanızın mümkün olmadığını bilmelisiniz. Bu yüzden, bencilce görünse bile, eşinize gününün nasıl geçtiğini elbette dinlemek istediğinizi ama öncelikle kendi sorunlarınızın ağırlığını üzerinizden atmak istediğinizi söylemek doğru olabilir. Bir de sizin canınız hiç dinlemek istemezken konuşmak isteyen birine en dürüst ve en düşünceli yaklaşım “Şu an söylediklerine konsantre olamıyorum. Akşam yemeğinden sonra konuşsak olur mu?” demektir. Hazır olmadığınız zaman birilerini dinlemeye çalışmak empati kapasitenizi kurutur.

İnsanların bizim onları dinleyip dinlemediğimizi merak etmelerinin bir nedeni de söylediklerini anlayıp anlamadığımızı bilmektir. Sessizlik belirsizliktir.

Psikanalist W. Bion iyi dinlemek için “Hafızayı, tutkuları ve yargıyı bir kenara bırakmalısınız” demiştir. Bu dinleyenlere önyargılarını, varsayımlarını ve kendi ihtiyaçlarını askıya alma çağrısında bulunan bir açıklık formülüdür. Gerçekten dinlemek, bir kendini aşma eylemidir.

Ama iyi dinlemek iki basamaklı bir süreçtir: Önce konuşanın ne dediğini anlarız, sonra da ona bunu bildiririz. Yanıt vermeyi atlamak, bir mektubu yanıtlamamak gibidir; o kişiye ulaşıp ulaşamadığınızı asla bilemezsiniz.

Hayatınızdaki zor karakterlerle başa çıkmanın püf noktalarından biri, oyunda kağıtları nasıl bir el dağıtıyor acaba diye korkmaktansa size dağıtılan eli nasıl oynayacağınızı bilmekten geçer.

Hayatımızda bazı insanların tek boyutlu kalmalarının nedeni, onlarla gelebileceğimiz son noktanın ancak orası olmasıdır.

Bazen başkalarının bize erişimlerini kontrol altına almak istediğimizde onlara bakmaktan kaçınırız. Televizyon izleyen bir adam karısı onunla konuşmaya çalıştığında yüzüne bakmayabilir. Benzer bir şekilde garsonlar çok meşgul olduklarında gözlerini siparişlerini yerine getiremeyecekleri müşterilerin bakışlarından kaçırırlar.

Size hakaretler yağdıran, son derece duyarak içinden hissederek küfreden birini dinlemek hiç de kolay değildir. Böyle bir durumda sizi savunmacı bir tavır almaktan alıkoyabilecek tek şey, karşınızda bağıran sinirli kişinin sesindeki duyulmak için yırtınan küçük mutsuz çocuğun sesini duyabilmektir.

Konuşan kişinin ne kadar zor bir insan olduğuna değil de kendi dinleme çabanıza ve aşırı bir tepki vermemeye çalışmaya odaklanabilirseniz, bu ilişkideki gerilim de dinmeye başlayacaktır.

Yetişkin ya da olgun dinleyiciler kendi tepkilerinin sorumluluğunu kendileri taşır. "Bilmem ne imkânsızdır" diye düşünmek yerine onlara söyleneni dinler, tepkilerini yoklar ve sonra nasıl bir yanıt vereceklerine karar verirler.

Size açık olmayan birini "dinlemek" onun fazla bir şey anlatmak istemediğine tanık olmak demektir. Kendini geriye çeken bu insan yakınınız ise, bu insanı önemsiyor ona değer veriyorsanız kendinizi dışlanmış hissedebilirsiniz.

Birine açılsın diye baskı yapmak, dinlemek değildir. Belki de gerçekten onu dinlemek istiyorsunuzdur, ona gerçekten yardımcı olabileceğinize inanıyorsunuzdur, biraz daha açılsa ve konuşabilseniz hem onun için hem de bu ilişkiniz için çok daha iyi olacağını düşünüyorsunuzdur ama baskı baskıdır.

Duygusal olarak içine kapalı insanlara yaklaşmanın en iyi yolu, onlara fazla baskı yapmadan iletişim kurmaktır. Baskı yapmadan açılmaya teşvik etmek, açılmanın güvensiz olduğu inancını biraz gevşemesine yarar.

Bu Adamın Nesi Var Böyle? Aşırı tepkiselliğe çözüm sağlamanın yolu yargılamak değil, anlamaktır. Annesinden laf işiten bir çocuğun fırlayıp odadan çıktığını düşünün. Bir çocuk neden o kadar üzülsün ya da sinirlensin? Genellikle annesinin sözleri onu utandırmıştır da ondan. Bir insan üzerine gelindiğini hissettiğinde ter ter tepinecek kadar bunalabilir; o anda o sinirle beni haksız gösteriyorlar diye düşünmektedir. İnsanın özsaygısına yapılan saldırılarda aldığı yaralar kadar can acıtır. Çocuğa ne oldu diye sorsanız büyük ihtimalle size "Annem bana bağırdı" ya da “Yok bir şey, beni rahat bırakın!" der.

Bir insan söylediğiniz bir söz yüzünden çok sinirlendiyse, onun onurunu nasıl zedelemiş olabileceğinizi düşünün. Ona bebekmiş gibi mi davrandınız? Düşüncelerinin saçma olduğunu mu ima ettiniz? Gereksiz duygulara kapıldığını mı söylediniz ona?

"Aşırı” dediğimiz duygusal tepkileri çözmenin yolu suçu karşınızdakinde-ya da kendinizde-bulmak değildir, açığa çıkan bu duygunun ne olduğunu bulmaktır.

“ARTIK HİÇ KONUŞMUYORUZ”

(Çiftlerin Birbirini Dinlemesi)

Birliktelik yasayan çiftlerin ilişkilerinde anlayışın önünde duran en büyük engel haksızlığa uğramış olmanın verdiği incinme hissidir ve bu his bize uğradığımız hayal karıklığının sebebini kendimizin dışında aramaya iter. Kendimizi eşimizin anlattıklarımıza biraz daha ilgili olmasını ve onun hakkında söylediklerimiz karşısında da hemen savunmamaya geçmemesini istemekten alıkoyamayız. Bu noktalara gelinmişse, evliliğin başlardaki o romantik görüntüsü yerini bir melodrama bırakmaya başlar -mutsuz evliliklerde insanların önce kendilerine ve işler daha da kötüye giderse sonradan dinleyecek birini bulduklarında başkalarına da anlattıkları cani ile kurbanın hikayesidir bu …

Pek çok çift birbirlerinden çok şey bekler ve yaşadıkları zorlukları olduğundan çok daha fecaat görürler. Bu trajik bakış açısındaki asil trajedi, gerçekte olan biteni görme kapasitemizin baştan kararlaştırılmış olmasıdır.

Partnerinizin yaptığı size acı veren kaçınma-küsme, bencillik ya da asabiyet gibi şeylerden başlayın ama hemen sonra kendinize şunu sorun: Bunun arkasında yatan, bu davranış kalıbını tamamlayan diğer yarısı nedir?

Kadın daha çok konuşmak istiyor. Erkek daha az kavga istiyor. Hedeflerine ulaşabilmeleri için ikisinin de karşısındakinin istediklerini biraz daha fazla yapması gerek. Eğer kovalayanlardansanız, biraz geri çekilmeyi deneyin. Birkaç günlüğüne karşınızdaki insana fazla odaklanmayın.

Kovalamayı bıraktığımızda neler olduğuna bir bakın. Kovalamanın ne kadarını kendi kaygılarınızla başa çıkma yöntemi, ne kadarının haytamızdaki diğer tatminsizlik yaşadığımız alanlarla ilgili olduğunu bir düşünün.

Kaçan birinin size doğru attığı her adımı kabul edin -bu bir şikâyet bile olsa … Bu çok önemli. Kovalayanlar partnerlerinin onlarla duygularını paylaşmalarını istediklerini söyler ama kast ettikleri hep olumlu duygulardır.

Kaçanlardansanız, size kovalayan biriyle yaşamak zor gelir. Sizi savunmaya geçme durumunda bırakır. Biri peşinize düşmüş sizi kovalarken koşmamak insanın elinde değildir. Burada ilk fark edeceğiniz şey sizi sadece birinin kovalamadığı, bunun bir peşine düşmekle-kendini korumak oyununa benzediğidir. Kovalayandan kaçmak yerine onunla kendi istediğiniz biçimde bir iletişime geçin. Partnerinizi gün ortasında arayın, onu yürüyüş yapmaya davet edin. Aklınızdan geçenleri söyleyin, ona aklından neler geçtiğini sorun.

Değişim Üç Basamaklı Bir Süreçtir

Kaçan kovalanır oyunundaki rolünüzü bir haftalığına değiştirirseniz, değişimin üç basamaklı bir süreç olduğunu fark edeceksiniz:

1. Önce siz değişirsiniz.

2. İkinci olarak partneriniz bir tepki verir-genellikle kısmen hoş kısmen de sinir bozucu şekillerde …

3. Üçüncü olarak da bu tepsiye sizin vereceğiniz tepki gelir -ya tekrar eski halinize dönersiniz ya da böyle devam edersiniz.

Erkekler arasında hayatlarındaki kadınların dırdırcı olduğundan daha sık rastlanan bir şikâyet daha yoktur. Herhangi biri dırdırcı olarak yaftalandığında, bu herhalde kadının derdini uzun zamandır bir dinleyen olmamış demektir. Duygu ve düşüncelerimiz samimiyetle dinlendiğinde, anlaşıldığımızı hisseder ve rahatlarız.

Dinlenmemek insanları kırar. Başkalarına dırdırcı gibi görünmelerine hiç şaşmamalı…

Eleştirdiğiniz insanla olan ilişkinizi şöyle bir gözden geçirin. On iki yaşındaki çocuğunuza bahçenin çimlerinin ayda iki kezden daha sık biçilmesini istediğinizi söylemek başka eşinize söylemek başka bir şeydir. Eşinize böyle bir şey söylediğinizde size tepkisi şöyle olabilir: Ne sanıyor bu kendini acaba? Annem falan mı?

Kendilerine yetişkin muamelesi yapılmasını isteyen eşler, çamaşırların nasıl katlanması gerektiğinin, bulaşık makinesinin nasıl yerleştirileceğinin ya da arabanın nasıl park edilebileceğinin anlatılmasını istemezler. Bu gibi işlerin farklı bir şekilde yapılmasını istiyorsanız, belki de bunları kendiniz yapmalısınız.

Şikâyet etmeye hakkınız olduğuna karar verdiyseniz, karşınızdaki insanın değişip değişmeyeceğine bir bakın. Araştırmalar; doğru şekilde motive edilirlerse bazı erkek homosapienlerin kirli tabakları lavaboya koymayı öğrenebildiklerini kanıtlamıştır

Yine de pek azımız sadece bir başkası öyle düşünüyor diye kilo veririz ya da egzersize başlarız. Partnerinize kırk defa kirli tabakları salonda bırakmamasını tembih etmek zorunda kalıyorsanız, belki de bu işin peşini bırakmalısınız. Belki de insanların kendilerini karşılarında sağır etmeyi öğrendikleri sürekli bir eleştirmen rolü oynamak yerine bazı şeyleri olduğu gibi bırakmak daha iyidir-bu haksızlık olsa bile…

Bir erkeğin annesinden şikâyet etmesi normaldir ancak bunu siz yaparsanız, çizgiyi aşmış olursunuz. Bazı insanlar partnerlerini eleştirmek için özellikle başka bir çiftle beraber oldukları zamanları kollarlar. Bu ortamda yapılan yorumlardan yola çıkarak dalga geçerler. Hiç komik değildir.

"Neden Her Dediğime Karşı çıkıyorsun?"

Sürekli tartışmak kadar ebeveynleri çileden çıkaran pek az şey vardır. "Yapmak zorunda mıyım?" "Bu hiç adil değil" "Yapmak istemiyorum" ve tabii ki "Neden? Ama neden? Neden ama?"

Bunları bütün gün kim duymak ister ki?

Tartışmaları yatıştırmanın en iyi yolu iletişimin sözel ve sözel olmayan fonksiyonlarını ayırmaktır. Çocukların şikâyet etmesine izin verin. Anlayışınızı dinleyerek gösterin. Son sözü söyleyecek kişi siz olduğunuz sürece dinlemek o kadar da zor olmamalı.

Ne yazık ki şu genel "Anlıyorum, ama …" formülü pek ise yaramaz. Çocuklara kendilerinin ciddiye alındığını hissettiren, onların söylediğini başka kelimelerle söylemek veya onu anladığınızı söylemek değildir; kendilerini ifade etmelerine izin vermektir. Bu da dinlemekle olur.

Etkileşimli dinleme; çocukları konuşturup ne istediklerini söylemeye cesaretlendirerek ve istekleri mantıklıysa, kararı daha sonraya erteleyerek yapıldığında işe yarar. Çocukları kendilerini ifade etmeye ne kadar çok teşvik ederseniz ve diyalogu o anda kurallar koyup direktifler vermekten ne kadar uzak tutabilirseniz, çocuklar da kendilerine söyleneni yapmayı o kadar kolay kabul ederler.

Çocuk psikologları, ebeveynlere mızmızlanmayla manipule edilmeyi reddetmelerini önerirler. En etkili yöntem mızmızlanmayı yok saymaktır. Tepki yok, pekiştirme yok. Mızmızlanma kalabalıkta, izleyiciler önünde olursa, azarlayıp tartışmayın. Çocuğu oradan uzaklaştırın. Çocuğun bununla alacağı ders, mızmızlanmanın dışlanmaya yol açtığıdır.

Eğer evde olursa, ebeveynlerin ilgi göstermemesi tavsiye edi¬lir. Nutuk çekmeden, yaygara koparmadan kendi işleriyle meşgul olmaya devam etmelidirler. Nutuk çekmek ve yaygara koparmak tartışmanın öteki yarısını oluşturur. Mızmızlanan bir çocuğu görmezden gelmek yalnızca onunla çekişmemeyi değil, ayrıca iç çekip kızgın bakmamayı da içerir. Bu sözsüz işaretler aynı zamanda tepkidir ve azarlamak kadar mızmızlanmanın süresini uzatır.

Mızmızlanmayı ortadan kaldırmak istiyorsanız, görmezden gelmek iyi bir öneridir. Bu tarz davranışları azaltmanın en iyi yolu bunlara tepki vermemektir.

Ergenleri Dinlemek: Gençlerle ebeveynler arasında iletişim eksikliğinin en büyük nedenlerinden biri kaçınılmaz gerçeği kabullenememektir: Çocuklar büyür, kendilerinden daha yaşlı nesilden uzaklaşır. Gençlerin işi ebeveynlerini eleştirmektir. Bir zamanlar "Anneciğini ve Babacığını” asla hata yapmayan devler olarak gören çocuklar, artık ebeveynlerini hiçbir şeyi doğru yapamayan örümcek kafalılar olarak görüp aşağılarlar. Bu kibirli davranış, ailenin evriminde ve kişiliğin gelişmesinde doğal bir asamadır. Birey olmamız için gerekli bir roldür.

Gençlerin herkesi ve her şeyi eleştirdiğini duymak hoş olmayabilir, ancak bu, özgüveni inşa etme sürecinin bir parçasıdır. Çocuklarını eleştiri yapmakla eleştiren ebeveynler yangına körükle gider.

Ebeveynler esneklikten ne kadar uzaklaşırsa, çocuklar da o kadar küstahlaşır.

DOSTLARI ve ÇALIŞMA ARKADAŞLARINI DİNLEYEBİLME

En iyi dinleyiciler dostlardır, arkadaşlardır. Belki bizi ailelerimiz kadar çok sevmiyor ve bizden çok şey istemiyor olabilirler ama bu ancak onları daha iyi dinleyici yapar. Arkadaşlarımızla ne kadar yakın olursak olalım, onları kontrol etme ya da kendimizi koruma ihtiyacı duymaksızın onları dinlememize izin veren emin olduğumuz bir özgürlüğü sürdürürüz.

Arkadaşlık ilişkisi gönüllülük esasına dayanır. İstediğimiz zaman oracıkta kesebiliriz. İşte bu yüzden de arkadaşlıklarda dürüst olmak daha güvenlidir.

Dinleyen arkadaşlar bize kendimizi ilginç biri gibi hissettirirler ve bu da daha enteresan şeyler söyleyebilmemiz için bize ilham verir.

Arkadaşlıkların nasıl sona erdiğini düşününce, Woody Allen’in sözünü hatırlarım: Bu dünyada en fazla anlam ifade eden şeyler, en zevkli şeylerdir ve kendiliklerinden gelir. Çaba harcamakla olmaz.

Bazen böyle hissederiz ama hissettiğimiz gibi olmaz. Belki çocukken arkadaşlıklar kolaydır ama büyüdükçe çaba harcamamız gerekebilir. Arkadaş edinmek ve onları devam ettirmek eşyanın tabiatına aykırı olabilir ama bazı şeyleri yapmaya değdiği de doğrudur.

Fakat sağlam temellere dayanan birçok arkadaşlık bile zaman zaman onarıma ihtiyaç duyar. Sizinle birlikte gelişen bir arkadaşlık için biraz caba sarf etmek zorunda kalabilirsiniz.

Ya Patron Size Dinlemezse?

Üstlerimiz tarafından dinlenmediğimizi düşündüğümüzde bazılarımız hemen pes etmezler. Notlar yazar, onlarla görüşmek ister, ihtiyaçlarımızı açıklamaya çalışır ve görüşümüzü bildiririz. Ancak ondan sonra vazgeçeriz. Eninde sonunda da başkalarına şikâyet ederiz.

Dedikodu bir şuuru alçaltma şeklidir. Oyunun kuralları basittir: Oyuncular odada kim yoksa onu çekiştirmekte özgürdür. (İpucu: Bu oyunu oynuyorsanız, odadan çıkmayın.)

Üç-ayaklılık-Hayal kırıklıklarını uyuşmazlığın kaynağından ziyade üçüncü şahıslarda yöneltme-iş yerlerinde salgın gibi bir boyuttadır. Başkalarını şikâyet edip öfkeyi boşaltmak son derece insanidir. Ancak buradaki sorun şu ki; sürekli üstlerimizden şikâyet etmek bizi edilgenliğe ve küskünlüğe tutsak eder.

Bir ara altı terapistle birlikte, direktör dışındaki herkesin her gün birlikte öğle yemeğine dışarı çıktığı bir klinikte çalışıyordum. Sohbetin ana konusu neydi bilin bakalım? Direktör ve onun ne kadar katı bir adam olduğu. Sanki kendileri dirençli bir güç ve direktör de yerinden oynamaz bir nesneymiş gibi sürekli şikâyet ediyorlardı.

Bazılarınız patronunuzun gerçekten duyarsız olduğunu düşünebilir. Onunla konuşmayı denedim ama adam beni dinlemedi bile!

Hiç şüphem yok, öyledir. İnsanlar yalnızca iyi dinleyici oldukları için terfi etmezler. İyi çalışanlar, belki de iyi konuşmacı oldukları için terfi ederler. Dahası, yetkili pozisyondakiler insan doğasının direktif alan yönünü teşvik ederler, sıklıkla da itaat pahasına. İnsanların anlayışsız yöneticilerle baş etmeye çalışırken yaptığı hata, çoğumuzun hayatımızdaki zor insanlarla uğraşırken yaptığı hatayla aynıdır: Onları değiştirmeye çalışırız. Ve bu işe yaramadığı zaman, vazgeçeriz.

İşyeri ailemizin evi değildir. Yine de çoğumuz patronlarımızla sanki onlar ebeveynlerimizmiş gibi bir ilişki kurarız.

SONSÖZ

İyiliğe ve diğer insanların haklarına hepimiz inanırız. Merhamete, adalete ve herkesin sesini duyurmaya hakkı olduğuna da inanırız. Elbette bu standartlar hep tecavüze uğrar. Yine de geçerli standartlar olarak kalır ve bizi harekete geçirmek için ateşler-heyecanlı bir tartışmanın ortasında kavga etmek yerine her nasılsa dinlemeyi becerdiğimiz zaman veya birinin hayatında ne olduğunu duymak için fazladan zaman ayırmayı hatırladığımızda.

Dinleme zorunluluğuna bir yük olarak maruz kalabiliriz bazen hepimiz böyle hissederiz. Ancak, hayatımızdaki insanların son derece dinlenmeye değer olduklarının bilinciyle, onların onur ve değerlerinin idrakiyle hareket etmek oldukça başkadır. Hepimizin ekleyebileceği tek şey biraz anlayış göstermek, saygı, şefkat ve iyilik gibi temel değerleri dinleyerek nakletmektir.

Kitabin başında da söylediğim gibi, dinlenmeyi bu kadar istememizin nedeni apayrı, kişisel dünyalarımızda yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlatma ihtiyacının asla önüne geçemeyişimiz.

Maalesef dinleme ihtiyacıyla karşılaştırılacak başka bir şey yok. Belki de bu yüzden dinlemek bazen az bulunuyor. Dinlemek bir ihtiyacımız değil, verdiğimiz bir hediyedir.

KAYNAKÇA

DİNLEME SANATI- The Lost Art of Listening

Michael P. NICHOLS (Psikoloji Prof.)

Çeviri: Duygu Günkut

Kuraldışı Yayıncılık-

I. Basım: Eylül 2016 (363 Sayfa-27 TL)

Etiketlendi:, ,

1 thoughts on “PSİKOLOJİ DOSYASI : DİNLEME SANATI (Michael P. NICHOLS)

  1. haticeozcan2014 2 Aralık 2016, 08:57 Reply

    Reblogged this on tabletkitabesi.

    Beğen

www.ozelburoistihhbarat.com

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.