Aylık arşivler: Ocak 2017

SLAYT SHOW : İSVİÇRE TEKNOLOJİSİ


[status draft]

SwissTechnology.ppsx

MİT DOSYASI : Milli İstihbarat Teşkilatı telefon dinleme kriterini açıkladı…


MİT, "Eğer yabancı ülkelerin istihbarat kuruluşlarının ağına düşmemişseniz telefonunuzun dinlenmesi için hiçbir neden yoktur" dedi.

MİT, yenilenen internet sitesinde daha önce "Merak edilenler" bölümünde yer alan soruların sayısını ve kapsamını genişletti.

MİT’in sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

KİMİN TELEFONU DİNLENİR?

Telefon dinleme, yargı kararı ve yasa ile sınırlanmış özel durumlarda başvurulan bir uygulamadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına ve güvenliğine, anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen faaliyetlerde bulunmuyorsanız ya da yabancı ülkelerin istihbarat kuruluşlarının ağına düşmemişseniz telefonunuzun dinlenmesi için hiçbir neden yoktur. Ama yine de telefonunuzun dinlenildiğinden şüphe duyuyorsanız, cumhuriyet savcılıklarına başvurup durumun incelenmesini isteyebilirsiniz.

DİZİLERDEKİ AJANLAR

Senaryo yazarları, ürünlerini pazarlayabilmek için eserlerine doğal olarak gerçeğin ötesinde heyecan ve cazibe katma ihtiyacı hisseder. Yarattıkları karakterlere odaklanan film yapımcılarının gerçekle kurgu arasındaki aralığı genişletmeleri yanlış anlamaları da beraberinde getirebilmektedir. Bu tür yapımların, ticari kaygıları da içerdiği izleyici tarafından göz ardı edilmemelidir.

KADINLAR AJAN OLABİLİR Mİ?

Kadınların MİT Müsteşarlığı’nda görev yapmalarına engel bir husus bulunmamaktadır. Halen, teşkilatımızın yönetim kademeleri de dahil olmak üzere birçok kademe ve görevde kadınlar yer almaktadır.

YABANCILARLA EVLİLİK YASAK

Teşkilatımızın yürüttüğü görevin özelliği ve önemi nedeniyle personelin ilgili mevzuatımızda öngörülen bazı şart ve vasıfları haiz bulunması gerekmektedir. Yabancı asıl veya uyruklu kişilerle evlenme yasağı da bunlardan biridir. Yabancılarla görüşme hususu da anılan şart ve vasıflar kapsamında olup, MİT Müsteşarlığı personelinin sadece amirlerinin bilgileri dahilinde yabancılarla görüşmeleri mümkündür.

Kaynak : http://www.internethaber.com/milli-istihbarat-teskilati-telekulak-mit–397569h.htm#ixzz1kbLwT3hx

[status draft]

SLAYT SHOW : Galapagos


[status draft]

bozkurtatila-Galapagos.pps

SLAYT SHOW : KÜRESEL ÖRGÜTLER VE GELECEĞİN ARABALARI


[status draft]

KRESEL RGTLER VE GELECEN ARABALARI.pps

SLAYT SHOW : DÜNYAMIZ


[status draft]

htatlisu7-Dunyamiz.pps

SLAYT SHOW : BÜYÜKLER BİLİR


[status draft]

polyanna56 BYKLER BLR.PPS

FAİLİ MEÇHULLER DOSYASI /// Emrah Akgün : UĞUR MUMCU VE HRANT DİNK


Gençliğe yeni adım atıyordum. Uğur’u parçaladılar. Kapağında sakallı adamların resimleri olan kitaplarla daha yeni yeni tanışıyordum. Okuduklarımı pek anlamıyordum. Uğur’un söylediklerini de anlamıyordum. Fakat inanmış, yürekli bir adamın sözleri hemen diğerlerinden ayrılıyordu. Onun bu hali ona daha fazla önem vermemi sağlıyordu.

Sonuna kadar okuduğum ilk kitap onun kitabıdır. Onu anlamaya başlıyordum. Uğur, herkesin anlayabileceği şekilde anlatıyordu. Uğur, her türlü kirli oyunu, benim bile anlayabileceğim şekilde herkese anlatıyordu.

Farkettiler. Farkettiler benim bile Uğur’u anlayabildiğimi. Köylü Mehmet’in, kasap Receb’in, ırgat Süleyman’ın, overlokçu Fatma’nın; karagecenin, kara adamlarının bu topraklarda ve hatta tüm dünyada döktükleri kara zehiri Uğur’un zihniyle anladıklarını farkettiler ve Uğur’u parçaladılar.

Uğur’u bizlerin yüzünden parçaladılar. Bizler artık anlamaya başladığımız için parçaladılar.

Bomba başka bir şeydir. Onu kullanmak başka bir ruh ve başka bir durumdur. Bombayı patlatma emrini veren kişinin, bombanın hedefindeki kişiden ne denli korktuğunu gösterir.

Uğur’u parçaladıkları bombayla; bir gemiyi, bir binayı, insanoğlunun eliyle inşaa edebileceği ne varsa, bir büyük dağın önemli bir bölümünü havaya uçurabilirsiniz. Uğur’a duydukları korku, onu ancak böyle yok edebileceklerine inandırdı onları.

Bilmem hangi sınırdan geçirerek, bilmem hangi tür bir bombayla, bilmem hangi adamları kullanarak Uğur’u parçaladılar, ama yok edemediler.

Kulakları sağır eden bir patlama ve havalanan bir kuş sürüsüyle ufka doğru uçtu Uğur, desem; ne de şiirsel olur değil mi? Hayır, hiçbir yere havalanmadı, burada Uğur. Gitmez, gidemez. Emperyalizme karşı verilen bu kavga bitmeden bir yere gidemez Uğur. Ben ölmeyeyim diye, sizler ölmeyesiniz diye bir yere gitmez Uğur.

Karla kaplıydı Ankara. Etrafımdaki herkes ağlıyordu. Ben, henüz neyi kaybettiğimizin farkında değildim. Ağlayanlara bakıp ağlıyordum. Olmaz diyordum. Bir insana bu yapılmaz. Bu canilik insanlığa sığmaz. Oysa böyle değildir dünyamızda. Ne yazık ki, bir aydın bombayla parçalanıyorsa, bu o aydının, ne denli hedefe yakın olduğunu, ne denli karanlığı korkuttuğunu gösteriyordu. O ise, cenazeye gelen onbinlerce insanın üstünde, bir kütle, bir dağ gibi büsbütün bir halde duruyordu.

Uğur neden öldürüldü anlamaya çalışıyordum. Cenazede sloganlar atılıyordu;

“ Mollalar İran’a”

Anlamaya çalışıyordum; demek ki bu ülkede mollalar var ve İran’a gitmek, ya da burayı İranlaştırmak istiyorlardı. Uğur’u da bu yüzden öldürmüşlerdi. Demek ki Uğur, bir ülkenin başka bir ülke olmasını engelleyebilecek bir kişiydi. Dedim ya, ne denirse inanıyordum o yıllarda.

Aradan ondokuz sene geçti, dile kolay. Ben, bu yıllar içerisinde, üzerinde sakallı adamların olduğu kitaplardan çokca okudum. Kurcalamadığım, sorgulamadığım öğreti kalmadı. Örgütlere girip, eğitimlere katıldım. Örgütlerde, partilerde önemli görevlerde bulundum. Sokaklarda bildiri dağıttım. Dergi sattım. İşçi eylemlerine katıldım. Üniversite eylemlerine katıldım. Mitinglere halkı örgütleyip, otobüsler kaldırdım. Çok insan tanıdım. On üniversite bitirseniz bu eğitimi alamazsınız.

Ve öğrendim ki, Uğur’u öldürenler “mollalar” değildir. Ben bütün bu çabaları, bu slogan doğru mu, değil mi diye öğrenmek için verdim.

Ve gördüm ki, Uğur yalnızdır. Uğur anlaşılmamıştır. Onbinlerce insan ordaydı, ama Uğur kendi cenazesini kendi kaldırdı. Çünkü bir tek o, kendini kimin parçaladığını biliyordu. Kalabalığın çıkarttığı gürültü; Uğur’un katillerini gizlemekten başka bir işe yaramadı. Eğer biz o gün katillerin kim olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyabilmiş olsaydık; Gaffar Okan, Hrant Dink öldürülemeyecekti.

Şöyle diyordu Uğur:

“ Emperyalizm şunun peşindedir: bugün Kuzey Irak’da yıllık onaltı milyar dolarlık petrol rantı vardır. Bu rantı ele geçirebilmek için Kürt’ü Kürt’e, Türk’ü Türk’e kırdırmaktadırlar…”

Vay, vay, vay… dikkat ediniz Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e demiyor, Uğur. Biraz daha derine gidiyor; “Kürt’ü Kürt’e, Türk’ü Türk’e…” diyor. “Emperyalizm” diyor. Siz ise “ mollalar İran’a” diyorsunuz. Bizleri siz öldürüyorsunuz!

Yıllar sonra Cumhuriyet mitingleri için Ankara’ya gittik. Benim bulunduğum bölümün sorumlusu benim, Anıtkabir önüne geldiğimizde benim bölümümden bir gurup slogan atmaya başladı:

“ Mollalar İran’a”

İran kadar taş düşsün başınıza. Farkında değil misiniz, CİA neye düşmansa sizi de ona düşman olmaya sevk ediyor? Hemen arkama döndüm, yüksek bir yere çıkarak bağırdım:

“ Susun! Doğru değil bu… Durum bu değil, anlayın artık!”

Kalabalıktan diğer insanlar da bana hak verdi, geriye doğru bağırdılar ve slogan kesildi. Bugün daha da ortadadır: bu arkadaşların İran’a göndermeye çalıştığı mollalar, ABD’nin emri üzerine İran’la savaşmaya hazırlanıyorlar!

Molla dediğin bir sefil adamdır. Yaparsın devrimini, bir tanesi kalmaz ortada, senden benden Kemalist, senden benden Marksist oluverirler. Bu devrim olduğuna göre Allah böyle istedi derler. Demek ki doğru olan buymuş derler. Mesele onların arkasındaki emperyalizmdir. Onlara bu gücü veren emperyalizmdir.

Eğer siz bunları göremezseniz, boş tenekelere vurup gürültü yapmaya devam ederseniz; birgün gelir beni de vururlar, bir gün gelir sizi de vururlar.

Hrant Dink’i öldürülmeden önce tanır, yazıları okur, söyleşilerini dinlerdim. Söylediklerine katıldığım yönler vardı, katılmadığım yönler vardı. Beğendiklerimi alkışlar, beğenmediklerimi eleştirir, bence nasıl olması gerektiğini yazardım sağda solda. Doğrusu da bu değil mi? Aydınlar birbirini eleştirirler böylelikle dil güzelleşir, fikirler güzelleşir, dünya daha yaşanılır bir yer olur.

Aydınlar işin dozunu kaçırıp birbirine hakaret ettiğinde, mahkemeler devreye girer, para cezası verir, e bakar ki aydın cüzdan yanmaya başladı; hakaret bile edecekse daha bir edebi davranmaya çalışır dil güzelleşir, fikirler güzelleşir, dünya daha yaşanılır bir yer olur.

Fakat silah başka birşeydir. O başka bir dünya ve başka bir ruhtur. Namlunun ucundaki kişiden, namluyu doğrultturan kişinin ne kadar korktuğunu gösterir bu eylem.

Ve ne oldu? Cenazeye Türk bayrağı sokulmadı. Oysa bu bayrak, dünyada emperyalizme karşı verilmiş en büyük savaşın ve zaferin simgesi ve aynı zamanda üzerinde yaşadığı toprakların Hrant’ı sahiplenmesinin göstergesiydi. Bunun görünmesini istemediler.

“ Hepimiz Ermeniyiz” dediler. Hiç umrumda değil nereli olursanız olun. Ama bunun bir anlamı var. Bu sloganın tepki göreceği biliniyordu. Atlantik ötesinden bu hesaplanmıştı.

Hrant Dink, Ermeni olduğu için öldürülmedi. Emperyalimi farketmiş, emperyalizmin bu topraklarda yaşayan halkları birbirine düşürmeye çalıştığını farkeden bir Ermeni olduğu için öldürüldü. Uğur Mumcu’un katilini doğru teşhis edemediğiniz için öldürüldü.

Sizin arkanıza saklanabileceklerini bildikleri için bu kadar rahatlar. Sizlerin her zaman başka hedeflere saldıracağınızı bildikleri için bu topraklarda altmış senedir emperyalizm sahilde yürür gbi rahat dolaşıyor.

O cenazede, bir kişi çıkıpta şunu diyemedi:

“ Diaspora Hrant’tan rahatsızdı. Patrikane Hrant’ı düşman ilam etmişti. Diaspora, CİA’dan istedi, CİA Fethullahçı Gladyoyu devreye soktu ve Hrant Öldürüldü.”

Ne oldu? Çok mu karmaşık geldi? Ne de olsa kolayı var değil mi? Hepimiz Ermeniyiz, faşist devlet… Bitti gitti öyle mi? Beşiktaş Adliyesi önünde, Zekeriya Öz’e teşekkür edenler ne oldu gördünüz mü örgüt neredeymiş, nasıl olurmuş?

Ben hala o kalabalıkların Hrant’ın yazılarını okumadıklarına eminim. Öne çıkartılan bir iki makalesinden başka diğerleri asla konuşulmuyor. Oysa okusalar, “ diaspora, kendi çıkarları için burada bizim huzurumuzu kaçırmakta. Bizi bıraksalar biz kendi sorunlarımızı çözeriz…” dedikten sonra o Karakinlerin onun hakkında neler düşündüğüyle ilgili biraz fikir sahibi olabilirlerdi. Bir slogan uyduruldu, kavga çıkartıldı arada katiller unutuldu gitti.

İşte Gaffar Okkan suikastını planlayan kişi olaydan sonra yakalandı, onsekiz sene hüküm giydi ve bugün yarın çıkar.

İşte Hrant’ın katilleri, dışardalar. Samast kim, Hayal kim? Bu işi yapabilirler mi? Gidin sorun Samast’a Hrant’ı tanıyor mu? Sorun Hayal’e diaspora nedir biliyor mu? Sorun Tuncel’e bizlerin onun gibilere F Tipi Gladyo dediğimizden haberi bile var mı?

Yine aynı gürültüler, yine aynı hatalar ve katiller yine bu karmaşadan sıyrılıp gidecekler. Yazıktır yapmayın! Daha kaç Uğur, daha kaç Hrant, daha kaç Gaffar parçalanacak, parça parça olmadan önce biz.

Bu böyle devam ettikçe beni de vuracaklar, sizleri de. Öldürülmek bize koymaz, bu bizim ne kadar doğru yolda olduğumuzu gösterir. Bizi yolumuzdan eden sizlersiniz. Bizleri rahat bırakın.

Mumcu, Dink, Okkan, Bitlis bugün hayata dönseler kendilerini kimin öldürdüğünü size açık açık anlatırlardı. Onlar bunu biliyordu. Onlar kendilerini kimin öldürebileceğini bildikleri için öldürüldüler.

Bu yüzden yüzbinler cenazelerine toplanmış olsa da, onlar yalnızdırlar ve kendi cenazelerini kendileri kaldırırlar.

Emrah Akgün

[status draft]

SLAYT SHOW : KULELER


[status draft]

KULELER.PPSX

KÜRT SORUNU DOSYASI : Genel affa doğru / Apo’yu sempatikleştirme / Kürt baharı


Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast vb. tertip davalarının vicdanlarda yarattığı rahatsızlık ortada. Henüz bitmeyen yargılamalar var ama onlara da yargılama denilemeyeceği için, sonuç şimdiden belli: ağır hapis cezaları.

Aslında amaç da bir süredir belli.

Bu davalarda o denli bir mağduriyet yaratılacak ki, kamu serbest kalmaları için her şeyi göz önüne alacak. Genel affı bile!..Bundan PKK/KCK tutukluları da yararlanacak. Plan bu…

Konu ile ilgili ilk açıklamalar hemen türemeye başladı zaten. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon’daki hukuksuzluklara yönelik mağduriyetin giderilmesi için genel af öneriyordu.

Öcalan genel aftan yararlanabilir mi? Cevap aramamız gereken soru bu…

Geçtiğimiz aylardaki "açlık grevleri" malumunuz 68 gün sürdü. Açlık grevleri, "ölümcül" aşamaya geldiği sırada kronolojik şekilde "ilginç" olaylar yaşandı. Bakın bakın neler olmuş!

14 Kasım‘da Apo’nun kardeşi Mehmet Öcalan açıklama yapıyor: Seneye kürt sorunu çözülecek ve ağabeyim serbest kalacak! + Ağabeyinin mesajını iletiyor: Yeni gelişmeler olacak! (Bkz)

16 Kasım‘da Bülent Arınç durduk yere bir açıklama yaptı. "Açlık grevleri her an bitebilir" dedi. (Bkz)

17 Kasım‘da Apo, kardeşi Mehmet Öcalan’la haber yolladı: Açlık grevlerine son verin! (Bkz)

Vaay anasını yaa…

Bir yandan "bunlar açlık grevi yapmıyor, yalaaannn böhğğüüüü" diyen bir yandan da ip sallandıranlar, diğer bir yandan Öcalan’la neyin pazarlığını yaptı acaba?

Gelelim Öcalan’a prestij kazandırma meselesine…

Şehit cenazelerine haber bültenlerinde fazla yer verilmesini "terör örgütünün propagandası" olarak nitelendirip yasaklayan hükümet bugün terör örgütünün nasıl propagandasını yapıyor bakın.

Açlık grevini büyük bir fedakarlıkla(!) bitirten Öcalan, basın sayesinde "kurtarıcı lider" gibi oldu. Çocuk katili gitti, yerine kahraman geldi amk.

Bu ilk aşamaydı.

İkinci aşama ise Bülent Arınç’ın sözleri ile başladı.

Gülten Kışanak’la empati yapıp "Ben de dağa çıkardım" diyen Bülent Arınç, daha sonra da üç arkadaşın hikayesini anlatıyor.

Neymiş efendim, bunlar beraber okuyormuş, beraber namaz kılıyormuş. Birinin adı Durmuş Yılmaz, birinin adı Yakup İnce diğerinin adı ise Abdullah Öcalan‘mış!

Vay efendim vay.

Lider Öcalan(!) yetmedi, şimdi de dindar Öcalan geldi.

Hükümeti eleştirdiği için "halkı silahlı isyana teşvik" etmekle suçlanan gazeteciler yıllardır tutuklu lan bu ülkede. Bunlar ney amk? Terörist başını övmek, terör örgütünü meşru kılmak değil mi?

Arınç bu açıklamaları ile adeta "domino"ya start verdi. Bu açıklamalardan sonra medya, mal bulmuş mağribi gibi bu konuya atladı. İlk durakları üç kişilik hikayedeki AKP’li Durmuş Yılmaz oldu.

Taha Akyol’a konuşan Durmuş Yılmaz, Öcalan’ı şöyle tarif etti:

"Evet dindar biriydi. Namazını kılardı. Hemen hepimiz gibi Anadolu’dan, köyden büyük şehre gelmiş bir öğrenciydi. Mütevazı, çekingen biriydi. Hatta pasif diyebilirim."
Medyanın bir sonraki durağı ise hikayedeki diğer isim Yakup İnce oldu.

Yakup dayı da şöyle diyor:

"O dönem Maltepe’de camiye beraber giderdik. O bizimle gelmek istedi. Bir gün bir arkadaş ben, Abdullah Öcalan ve Durmuş Yılmaz’ı Risale-i Nur talebelerinin evine davet ettiler. Ben o anda ‘Abdullah sen okula git’ dedim. Eğer o gün git demeseydim Nurcu olmuştu.

İzleyin…

VİDEO : Abdullah Öcalan Namaz Kılardı ?

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=hiGaTFhVjvk

Yakup İnce, "Öcalan’a ‘git’ demeseydim Nurcu olacaktı" diyor… Bu kadar emin konuştuğuna göre hikayedeki üç kişiden ikisi nurcu olmuş belli ki.

Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels ne diyordu:

“Yeterince tekrar ederseniz ve halkın psikolojisinden anlarsanız, bir karenin hakikatte bir çember olduğunu ispat etmeniz imkânsız değildir. Bunlar yalnızca sözcüklerdir ve sözcükler kılık değiştirtilerek onlara fikirleri giydirene kadar bir kalıba sokulabilirler.”
Bugün yapılan da budur… Önümüzdeki süreçte Öcalan’ın daha çooook hikayelerini dinleyeceğiz ve Öcalan’ın PKK/KCK/BDP’nin eylemlerine yönelik vicdani yüzü(!) ile karşılaşacağız. Demedi demeyin.

2003’te AKP’nin onayladığı uluslararası İkiz Yasalar, Türkiye’de tıpkı Arap ülkelerindeki gibi bir "bahar"ın hakkını tanıyor. Yasayla, devlet içerisinde yaşayan ve kendisine "halk" diyen kitlelere "kendi kaderini tayin etme hakkı" tanınmış oldu. BDP’lilerin "Kürt halkı" vurgusunun sebebi budur.

BDP Eşbaşkanı Ahmet Türk 8 Haziran 2011’de ne demişti?

"Demokratik özerklik dünyanın her yerinde merkezi hükümetler ile uzlaşarak anlaşarak, yürütülen bir çalışma. Ama tabi ki hükümet, devlet Kürtlerin bu taleplerini görmezlikten gelirse Kürtler kendi örgütlenmesini iç dinamiklerini gündeme getirerek, kendi kendini yönetme gibi bir çalışmayı başlatır." (Bkz)

Olası bir "Kürt baharı"nın zemini yasal olarak zaten hazır anlayacağınız. Sadece start verilmesi kaldı.

5-6 Aralık’ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen "AB, Türkiye ve Kürtler" (9. Uluslararası Kürt Konferansı) adlı konferansta bu açık açık dile getirildi.

Toplantıda hemfikir olunan konu: "Kürt baharının zamanı geldi!"

Katılımcılardan İsrailli akademisyen Ofra Bengio (Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Merkezi Kürt Araştırmaları bölümü başkanı) “Son yıllarda PKK bölgede güçlendi. İsrail’in geleceği için bu çok önemli, İsrail’in desteği sürecek” dedi ve ekledi: Sıra "Kürt baharı"nda…

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: ‘Bir tarafın en önemli aktör olarak gördüğü kişiyi, bir adada tutarak sonuç alamazsınız. Şartlar eşitlenmeli. Öcalan İmralı’dan çıkarılmalı. Ama önce silahları bırakın demek müzakerenin ruhuna terstir. BDP Öcalan’la görüşebilmeli.

Gazeteci Cengiz Çandar da, "Kürt baharı"nı dile getirdi ve “Türkiye, PKK’yı ve onun temsilcilerini tanımak zorunda kalacak. Biz bunun için çalışacağız. İsrailli dostum Ofra Bengio da bunun için çaba harcayacak” dedi.

Konferansa katılanlar arasında Türkiye’den AKP’li milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP’li Rıza Türmen, BDP’li Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş vardı. Gazeteciler arasında ise Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Serdar Akinan, Ahmet Şık, Nuray Mert gibi isimler vardı.

Konferansta tüm devletler ‘PKK’yı terör örgütü listesinden çıkartmaya’ davet edildi, Türk hükümetine "Yeni Anayasa" sözü hatırlatıldı.

Türk hükümeti ile PKK arasında başlatılması istenilen yeni müzakere sürecinin yol haritası ise şöyle belirlendi:

  • Türkiye, AB’ye üyelik zorunluluklarına cevap olmak için daha fazla reform yapmalı.
  • Sayın Öcalan’ın müzakerelerde tam bir rol oynayabilmesi için koşulları düzenlenmeli.
  • Türkiye ve Kürtler arasında doğrudan görüşmeler derhal ve koşulsuz olarak başlamalı.
  • AB, Türkiye ile Kürt temsilciler arasında müzakere ve diyalog için resmi destek vermeli.
  • Daha geniş müzakereli bir barış süreci için genel siyasi bir af zemini hemen yaratılmalı.
  • Müzakereyi kolaylaştırmak için devletler PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesinden çıkarmalı.
  • Adli reform onbinlerce Kürt’ün cezaevlerinden çıkmasını sağlayacak şekilde genişletilmeli.
  • Türk makamları müzakereler temelinde yeni demokratik ve sivil anayasa sözünü tutmalı.

Adli reform (4. yargı paketi) ve yeni anayasa kim için hazırlanıyormuş anladınız mı?

Bu oyun tutmaz. PKK sorununun temelli çözülmesi karşılığında bile bu millet Öcalan’ın serbest kalmasına göz yummaz, yumamaz. Fakat KCK tutukluları ve "terör örgütü yandaşları" bir şekilde serbest bırakılacak. Bu da Kürt Baharı’na(!) kapı aralayacak. Küresel güçlerin planı açıkça bu. Fakat dikkat ederseniz, hiçbir planda hiçbir konferansta Türk milletinden ve göstereceği tepkiden söz edilmiyor. Bu milleti hala tanıyamadıkları buradan belli…

[status draft]

MK ULTRA PROJESİ : Tavistock, Medya, Davranış Biçimi Kontrolü ve Kitle Hipnozu


Öncelikle şunu söyleyeyim: Tavistock’tan önce medya konusuna değinerek başlıyorum, sabrederek okuyun. Çünkü anlattıklarım en nihayetinde Tavistock’a bağlanacak.

Medya, kitleleri yönlendirmede birincil etkendir. O “medyaya güven sıffıır sıffır” diyen sikimsonik anketlerin amına koyayım ben. Siktir edin onları. Herkes “medya yalan söylüyor” diye bağırıyor ama herkes medyada dayatılanları kabul ediyor. Bu psikoloji ile alakalı bir konu. Bir insana 40 kere deli dersen deli olur. Saçma gibi gözükse de bu söz doğru. Aşağıda çeşitli örneklerle bunları daha detaylı göstereceğim.

Bu yazıda subliminal mesaj örnekleri falan vermeden medyanın kitleleri nasıl yönlendirdiğinden söz edeceğim. Öyle çizgi filmlerden subliminal yarak resmi falan yok yani, daha derine iniyorum, işin mantığına… Subliminal mesajlarla ilgili amlı yaraklı resimleri bir çok blogda ve forumda bulabilirsiniz.

Ana başlıklara ayırırsak, medya; kitleleri iki şekilde hipnoz eder.

1. Toplumlara gerçeği değil, kendi yarattıkları gerçekleri defalarca göstererek.
2. Hazırlanan belirli formatlarla izleyicilerin bilinçaltlarına ve davranışlarına hükmederek. (İzleyiciyi formatlayarak)

Birinci maddede sözünü ettiğim konuyu detaylandırmaya gerek yok, en büyük örneği 11 Eylül’dür. Konu ile ilgili belgeselini izleyebilirsiniz. Hollywood’un terör temalı filmlerinde Arapların ve İslam dininin terörle bağlantılı gösterilmesi de bunun en basit örneklerindendir.

Güzel bir karikatür vardı, çoğunuz görmüştür ama görmeyenler için yayınlayayım.

Türkiye’de ise en güzel örneği Ergenekon davasıdır. Her “operasyon dalgası” sonrasında defalarca terör örgütü vurgusu yapılmıştır; bu “örgüt” ve operasyon Türk milletinin kutsalı diyebileceğimiz “Ergenekon” adıyla anılmıştır. Zir Vadisi’ndeki kazılar başlamadan kazılardan çıkacak olan mühimmat listeleri televizyonlarda yayınlanmıştır. Kazı esnası da devlet televizyonu TRT başta olmak üzere dinci kanallar ve haber kanallarında da canlı olarak yayınlanmıştır. Tüm ülke bunları izledi. Peki Zir Vadisi’ndeki kazılarda çıkan mühimmatların 2 gün önce gömüldüğünün ortaya çıktığında bu kanallar neden görmezden geldi? Düşünün, mühimmatların üzerindeki gazete küpürleri bile kazının yapıldığı tarihten 2 gün önceye ait. Bu kadar dalga geçiliyor bu milletin zekasıyla…

Geçtiğimiz gün Ergenekon davasındaki hukuk katliamına "dur" demek isteyen, davanın aslında tamamen siyasi olduğunu, ortada bir tertip olduğunun farkına varan binlerce kişi Silivri’de buluştu. Adeta isyan etti… Peki internet medyası bunu nasıl verdi?

Bakın şimdi:

Zaman Gazetesi’nin internet sitesinden küçük bir kare…

Ensonhaber adlı bir site var, bu da oradan…

Yorum yapmaya gerek bile duymuyorum, durum ortada…

Her neyse…

İkinci madde ise, medyanın kullandığı dil, öncelikli olarak bilinçaltı ve daha sonra davranışlarla ilgilidir. Bu davranışlar toplum mühendisleri, psikologlar, sosyologlar ve bilim adamlarının incelemeleri ve araştırmaları sonucunda çeşitli saldırılarla şekillendirilir.

Şöyle açıklayayım; Belirli seslerin, sembollerin ve renklerin tekrarlanması, insanın bilinçaltında farklı şeylerı tetikler. Yani dış telkinler, en nihayetinde insanların davranışlarında sonuç verecektir.

Bu telkinler bazen açık, bazen yarı açık, bazen ise kapalı yapılır. Porno filmler, açık telkindir. Aksiyon filmindeki esas kızın kırmızı renkteki kıyafetinin cinselliği çağrıştırması yarı açık telkindir. İzlediğimiz bir filmin herhangi bir sahnesinde geçen 25. kare ya da subliminal mesajlar kapalı telkindir.

Bu televizyon programları neyi amaçlıyor?

“Kadın programları”nın amacı ne? Aile içindeki çarpık ilişkiler, ensest, yayına bağlanan karı kocanın birbirini milyonlar önünde eleştirmesi, aldatma hikayeleri, küfür, kıyamet…

Evlilik programları? Yaşlı başlı insanları uçkur peşinde gösteren, kendine talip olan erkeklere “neyin var, araban var mı, evin var mı?” diyen “ajans orospuları” üzerinden kadınları parayla elde edilebilen varlıklar haline indirgeyen zihniyet…

Yemekteyiz? Biz ekmek yere düştüğünde kaldırıp önce üfleyip sonra üç kez öpüp başımıza koyan ve daha sonra yüksek bir yere bırakan kültürden geldik. Ekmek kutsaldır. Bu yüzden yemeğe “nimet” deriz. Peki televizyonda ne pompalanıyor?

Nüfusunun yarısından fazlasının yoksulluk sınırının altında olduğu bir ülkede, ulusal kanalların birinde yemek beğenmeyen tiplere yer veriliyor yarışma programında. Bunlar, yemek yerken dahi birbirleriyle kavga ediyor, hakaretler yağdırıyor. Bir çok kez gayimsi efemine tipler programa alınıyor.

Bugün herkesin önünde şapka çıkardığı Acun Ilıcalı gerçekten başarılı olduğu için mi programları bu kadar izleniyor yoksa işin içinde başka bir şey mi var? Popstar yarışmaları (American Idol), Yetenek Sizsiniz (Got Talent), Survivor, Wipeout… Bu programlar dünyanın bir çok ülkesinde yayınlanmış programlar. Sanki virüs amına koyim. Kendi çalışanlarına hak ettiği ücretin yarısını bile vermeyen, iş saatleri konusunda çalışma koşullarını hiçe sayarak hayvan muamelesi gösteren TV kanalları ve yapım şirketleri, televizyon formatı için neden para yağdırıyor?

Survivor yaklaşık 50 ülkede yayınlandı şimdiye kadar. Aksiyonu bol, duygu sömürüsü ile yer yer hüzünlendiren, hede hödö falan işte.

Peki Survivor’da bilinçaltına verilen mesaj ne? Arkadaşını satmak. Brütüslük. Sırtından hançerlemek. Çıkarcılık. Nerede o eski “sağlık olsun, önemli olan yarışmaktı” temalı yarışma programı amk?

Ya Popstar ve Yetenek Sizsiniz yarışmaları? Kapitalist sistemin temel mantığı bu yarışmalarda da vardır. Tüketim toplumu her şeyi olduğu gibi, idolleri de tüketir. Onlar gibi olmak ister. Onlar gibi giyinmek, onlar gibi davranmak, onlar gibi bakmak, onlar gibi lüks içinde yaşamak…

Yetenek Sizsiniz’e katılan 5 yaşındaki bebelere bakın. Michael Jackson taklidi yapıyor ve bunlar gösterildikçe daha da artıyor. Diyarbakır’dan yarışmaya katılan ergen çocuk, İngilizce şarkı söylüyor. Daha doğrusu söylemeye çalışıyor. Çünkü İngilizce bilmiyor, ama özentilik söylettiriyor.

Peki Wipeout? Gurursuzluğu, onursuzluğu aşılıyor. Programa özellikle özgüveni düşük, psikolojik problemleri / davranış bozukluğu olan insanlar seçiliyor. Para için afederseniz şebek yerine konuluyor o insanlar.

Kapitalist sistem size bunu aşılıyor; “Ne deniliyorsa yap, para için onur, gurur, şeref her şeyini bırakacaksın.”

Son olarak Kanal D’de başlayan bir program var, “Ben Bilmem Eşim Bilir” adında. Bu programda eşlerin yarışmadaki sözleri dikkat çekiyor. Partnerini/eşini motive etmek için “Beni başkasıyla düşün”, “minicik etek var üzerimde, her yerim ortada”, “uykusuz gecelerimizi düşün” cümlelerini kurduran bir sistem var. Bunlar her hafta süregelen şeyler, rastlantı olamaz. Program yarışmacılarının cast ajansından geldiği çok açık. Burada alenen aptal yerine konuluyor izleyici.

Dikkat edin, hepsinin formatının hedef noktasında kutsallar, aile yapısı ve genel ahlak düzeni var. Bunlara günün her vakti fütursuzca saldırıyorlar.

Muhteşem Yüzyıl için kükreyen “ecdad ve ahlak bekçileri” bu programlara neden sesini çıkarmıyor?

Bakın, bugün televizyonda izlediğimiz programlar hep belirli bir formatta hazırlanıyor.

Kadın ve yarışma programlarıyla ahlak yapısı çökertiliyor, ele geçirilen medyayla ulus devlete olan güven sarsılıyor, hükümet yargı ile birlikte orduyu devredışı bırakıyor, tüm kurumlar ele geçiriliyor… Geriye kalan tek şey bölücülük. Yıllardır süregelen AKP politikaları Türk / Kürt ayrışmasını patlama noktasına getirmiş durumda.

Konumuza dönersek…

Geçtiğimiz gün ABD’de “düşünce kuruluşu” adı verilen aslında ABD’nin ‘Ulusal İstihbarat Konseyi’ne bağlı Atlantic Council’in yayınladığı " “Küresel Trendler 2030”" adlı raporda çok önemli bir tespit vardı; “Kürdistan’ın yükselişi Türkiye’nin bölünmezliğine bir darbe vuracak ve çevresindeki komşularıyla büyük bir ihtilaf riskini artıracak.”

Dikkat! Bu rapor CIA bağlantılı ve tüm açık yayınlanan bir rapordur! Kapalı kapılar ardında konuşulan değil. Bu raporların amacı, içeriği ile bazı ülkelere gaz vermek bazı ülkelere de tehdit saçmaktır. ABD, kendi eliyle hazırladığı “sürekli sorunlu bölge Kürdistan”ın Türkiye’nin başına bela olabileceğini açık açık söylüyor. Raporun bir kısmında ise Türkiye’nin Ortadoğu’da kilit rol üstlenebileceğinden ve yükseleceğinden bahsediyor. Bunun meali şu; Ortadoğu’da ABD’nin direktifleri ile hareket etmezseniz, Irak’ın Kuzeyi başınıza bela olur.

Peki bu haberi TRT nasıl verdi dersiniz? Övüne övüne, alkışlaya alkışlaya, salyalar saça saça!

İzleyin! http://tvarsivi.com/player.php?y=20&z=2012-12-11%2018:36:46

İşte medya böyledir.

Size, CIA’in tehdit mektubunu “CIA Türkiye büyüyecek dedi, heyyoo” şeklinde sunar medya…

Türkiye, medya konusunda batıyı kendine örnek alır. Örnek almaktan ziyade, kaynak olarak batıyı seçer. Bütün olay da burada başlıyor. Dünyayı batının gözünden görüyoruz. Daha doğrusu 6 şirketin gözünden. Kazakistan’da ABD üssünün kapatıldığını batı medyasında göremezsiniz. Orta Asya’da Gülen okullarının CIA ile bağlantılı olduğu için kapatıldığını batı medyasında ve doğal olarak Türk medyasında göremezsiniz.

Her neyse, 6 büyük şirket demiştik. Bunlar;

Walt Disney, Time-Warner, Viacom, Newscorp, CBS Corporation ve NBC Universal.

İkiz kuleler palavrasına tüm dünyayı inandıran 6 büyük şirket… Savaş çığırtkanlığı yapan 6 büyük şirket. Batıda hatta yavaş yavaş tüm dünyada medya bunların elinde…

Fakat o kanatta güçler savaşı var. Buna bir başka yazıda değineceğim. Zira bana göre çok önemli bir konu o.

Tavistock

The Tavistock Institute ya da Tavistock Institute of Human Relations… Ne derseniz deyin. Kurumsal olarak legal olsa da illegal işler yapan bir örgüt. İlluminati bok yemiş yanında!

Yıllardır “İlluminati öcüsü”nün ne kadar büyük ne kadar güçlü olduğu ile ilgili yazılar okuyup durdunuz. Herkesin konuşmaya başladığı güç, gücünü kaybediyordur. Çünkü İlluminati’nin gizli bir örgüt olması gerekirken herkesin dilinde oluşu, hayali bir “aşırı güçlü” imajı yaratılmaya çalışıldığının göstergesidir. Bu söylediğimi unutmayın.

Türkiye’de Ergenekon nedir biliyor musunuz? 100 yıllık ulus bilincidir. Örgüt değildir; milli duruştur, fikir birliğidir, zihniyettir. Heh, İlluminati de nedir biliyor musunuz? ABD’deki neocon zihniyetidir. Silahı tercih eden bir örgüttür. Belki artık fiziksel bir örgüt bile değildir, örgütleri kullanan bir zihinsel yapıdır. Ancak Tavistock, tüm bunlara şemayı çizen oluşumdur.

Kafanız mı karıştı? Durun açıklayacağım.

Tavistock, genler üzerinde araştırmalar yapan, insan davranışlarını kontrol etmek üzere çalışmalar yapan, kitlelerin yönetilmesi için uygulanması gereken planları hazırlayan kurumdur. Yani İlluminati, CFR, CIA, QDDR, OEF ve daha onca bok püsür… Hepsinin beyni = TAVISTOCK!

Tavistock aslında kimyasal bir maddeydi. Rengi, kokusu ve tadı olmayan bir madde. Tavistock’u kullanan kişi, dış telkinlere açık hale gelir. Böylece zihin kontrolü kolaylıkla mümkün olur. Bir nevi uyuşturucudur yani. Yıllar önce bunu ilaçla yapanlar, bugün kitle iletişim araçları ile aynı şeyi yapmaya çalışıyor.

Artık bir çoğunuzun duyduğu MK ULTRA (zihin kontrolü) da aslında bir Tavistock uygulamasıdır.

Hem ülkeler, hem toplumlar üzerinde oynanan psikolojik savaşların planını Tavistock hazırlar.

1.Dünya savaşı sonrasında psikolojisi bozulmuş İngiliz askerlerinin ruh hallerini hem araştırmak hem de tedavisini karşılamak amacı ile yaratılan bu örgüt, daha sonra Rockefeller’ın desteği ile tam bir psikolojik savaş örgütü halini alıyor.

Tavistock’un çıkış noktası yani bir nevi ilham kaynağı Sigmund Freud’dur. Lisedeki bilgilerinizi tazeleyelim biraz. Aranızdaki liseliler kasmasın tamam, sakin gençler.

“Psikanalitik kuram”ın kurucusu Freud’un olayı neydi? Özetle, “DAVRANIŞ BİLİMİ” ile ilgileniyordu. Psikanalitik kuram, 5 öğretiye ayrılır ve bunların en önemlisi bana göre

“TOPOĞRAFİK ÖĞRETİ”dir.

Topoğrafik öğreti; bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı olarak 3’e ayrılır. Tavistock’un ilgilendiği kısım da bana göre tam olarak bunlardır.

Konuyu daha detaylı olarak araştırırsınız, lisedeki psikoloji dersine dönmesin şimdi. Anlatmak istediğimi anladınız.

Tavistock ve çalışma mantığını daha sonraki yazılarda detaylı olarak anlatmaya çalışacağım.

Selman Uygun

ÖZEL BÜRO GRUBU ÜYESİ

[status draft]

KÜRESEL ÖRGÜTLER DOSYASI : Türkiye’deki seçilmişler kim ? / Deri n vakıflar ve Bilderberg


Bu yazıda küresel güçlerin ve vakıflarının ülkemize nasıl "adam yetiştirdiklerine" yer vereceğim. Alınmak gücenmek yok, gerçeklerle yüzleşelim. Yazının bazı kısımlarında ismi geçen kişilerle ilgili biyografik alıntılar yapacağım.

2009’da gazeteci Arslan Bulut’un ortaya çıkardığı bir gerçek vardı. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Kültürel İşler Bürosu’nun (The Bureau of Educational and Cultural Affairs) resmi sitesinde Abdullah Gül‘ün adı, International Visitor Leadership Program (Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı) ile "yetiştirilen" dünya liderleri arasında gösteriliyordu. Yetiştirilen isimler, ECA ve Fulbright bursları altında listeleniyordu. Daha sonra ilgili içerik siteden kaldırılmış. Fakat snapshot var panpa.

Arslan Bulut bu durumu fark edene kadar Abdullah Gül’ün 1995’te ‘Milli Kültür Vakfı’ bursu ile ABD’ye gittiğini sanıyorduk. Bugün ortaya çıkıyor ki Gül ile birlikte Fehmi Koru da ABD burslarına tabi tutulmuş…

CIA bağlantılı "düşünce kuruluşu" olan Rand Corporation‘un yayın organı Ocak 1996’da Recep Tayyip Erdoğan‘ın Başbakan, Abdullah Gül‘ün ise Dışişleri Bakanı yapılacağını açıkça yazdı. 1996’da ABD’nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz’le Erdoğan arasında bir yakınlaşma başlıyor. Erdoğan’ın yıldızı o dönemden sonra parlatılmaya başlıyor. Durumu fark eden Aydınlık, 20 Ekim 1996 tarihinde "Abramowitz, Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor" manşeti ile çıkıyor…

İlerleyen süreçte Erdoğan ve Gül’ün ABD’li yetkililer ve çeşitli yahudi lobileriyle olan yakınlaşmalarını izliyoruz…

ABD’nin ECA ve Fulbright’la yetiştirdiği dünya liderlerinden bazıları:

  • Heinz Fischer (Avusturya Cumhurbaşkanı)
  • Yves Leterme (Belçika 48. Başbakanı)
  • Željko Komšić (Bosna-Hersek eski Cumhurbaşkanı)
  • Lars Løkke Rasmussen (Danimarka eski Başbakanı, Liberal Parti Venstre lideri)
  • Tarja Halonen (Finlandiya eski Cumhurbaşkanı)
  • Matti Taneli Vanhanen (Finlandiya eski Başbakanı)
  • Nicolas Sarkozy (Fransa eski Cumhurbaşkanı)
  • François Fillon (Fransa eski Başbakanı)
  • Mikheil Saakashvili (Gürcistan Cumhurbaşkanı)
  • Fatmir Sejdiu (Kosava eski Devlet Başkanı)
  • Dalia Grybauskaite (Litvanya Cumhurbaşkanı)
  • Andrius Kubilius (Litvanya eski Başbakanı)
  • Nikola Gruevski (Makedonya Başbakanı)
  • Lawrence Gonzi (Malta Başbakanı)
  • Jan Peter Balkenende (Hollanda Eski Başbakanı)
  • Jens Stoltenberg (Norveç Başbakanı, İşçi Partisi Genel Başkanı)
  • Donald Tusk (Polonya Başbakanı)
  • Anibal Cavaco Silva (Portekiz Cumhurbaşkanı)
  • Robert Fico (Slovakya Başbakanı)
  • Fredrik Reinfeldt (İsveç Başbakanı)
  • Gordon Brown (Birleşik Krallık eski Başbakanı)

Her neyse, devam edelim…

Bugün Türkiye’de kimsenin sevmediği adam Süleyman Demirel, Eski ABD Başkanı Dwight Eisenhower adına 1954’de kurulan Eisenhower Vakfı‘nın bursuyla gerekli "eğitim" ve "beyin yıkama" operasyonundan geçirildikten sonra Türk siyasetinde uzun soluklu bir dönem geçirmiştir.

Bilderberg katılımcılarından Enis Berberoğlu’nun eşi Oya Berberoğlu, Eisenhower’ı şu sözlerle övüyor: "…Bu tanış durumu ileriki dönem hayatlarında müthiş kolaylıklar sağlıyor.

Gittikleri ülkelerde kapılar hemen açılıyor…"

Rahmi Koç, Eisenhower Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi’dir. Vakfın Türkiye sorumlusu ise bir dönem yine vakıf tarafından burs verilen Radikal gazetesinden Murat Yetkin.

Eisenhower Vakfı’nın bursiyerlerinden bazıları:

  • Süleyman Demirel (Eski Cumhurbaşkanı)
  • Yılmaz Argüden (Rothschild Bankası Türkiye Temsilcisi, KalDer Yönetim Kurulu Başkanı)
  • İsmail Üstel (Kişisel Gelişim Uzmanı, Adalet Bakanlığı, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Başbakanlık, MEB, MSB, Türk Telekom gibi bir çok kamu/özel sektöre eğitim ve danışmanlık hizmetleri)
  • Duran Taraklı (ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü. Emekli Öğretim Üyesi)
  • Okan Karagözoğlu (Eski Bürokrat, Meka Beton Santralleri Satış ve Pazarlama Dep. Gen. Md. Yrd.)
  • Akın İzmirlioğlu (Eski Enerji Bakanlığı Müsteşarı)
  • Erdal Kabatepe (İşadamı, TURKAB Genel Başkanı)
  • Yurdakul Yiğitgüden (Maden Yüksek Mühendisi, Uluslararası Enerji Danışmanı) Bkz 1 / Bkz 2
  • Aydın Ayan (Ressam)
  • Nilüfer Narlı (Sosyolog)
  • Tuğraberk Usul (13 yaşında Eisenhower bursu kazanan genç, şu an 18 yaşında) Bkz
  • Serbülent Bingöl (80 darbesi sonrası Bülend Ulusu hükümetinin TBMM dışından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı)
  • İpek Cem Taha (İstanbul’daki Columbia Küresel Merkezi’nin Direktörü, İsmail Cem’in kızı)
  • Murat Yetkin (Köşe yazarı/Radikal)
  • Şaban Karataş (TRT Eski Genel Müdürü)

Uzun yıllar CHP’de Genel Başkanlık koltuğuna oturan ve giderken "okyanus ötesine" selam gönderen Deniz Baykal, 1963-1965 yıllarında Rockefeller Foundation bursu ile ABD’de kaldı…

Rockefeller Foundation’ın misyonuna bakalım:

"Bu kuruluş tüm ülke öğrenci ve akademisyenlerine, geri kalmış ülkelerin iktisadlarınıi geliştirecek projelerin hazırlanması ve uygulanması programlarında çalışmak üzere eğitim, staj ve istihdam olanakları vermektedir."
HE CANIM HE. Neyse…

Solun unutulmaz lideri Bülent Ecevit 1957’de Rockefeller Vakfı‘nın bursu ile ABD’ye gidiyor, Harvard Üniversitesi‘nde Ortadoğu ile ilgili incelemeler yapıyor… O sırada, Henry Kissinger da Harvard’da rektör… Ayrıca Ecevit’in hocalarından biri…

Peki Henry Kissinger kim? Nobel Barış Ödülü almış bir katil. Bilderberg‘in Türkiye sorumlusu…

Bilderberg ne ola ki? diyen varsa, özet geçeyim:

Bilderberg, gelişmemiş, gelişmekte olan ve bazı gelişmiş ülkelerin bile geleceğine karar veren oluşumun üçüncü ayağıdır.. Bu üç ayağın tepedeki karar mekanizması CFR (Dış İlişkiler Konseyi)‘dir. Bir altında Trilateral Commission (Üçlü Komisyon) ve en altta Bilderberg vardır.

Erol Bilbilik’ten de alıntı yapayım: "Bilderberg Amerikan sermayesinin ve CIA’in Avrupa ayağıdır."

Türkiye’den Bilderberg’e katılan isimler arasında geçmişte Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Cem Boyner, İsmail Cem, Gazi Erçel, Emre Gönensay gibi isimler vardı.

1995’te Bilderberg toplantısına katılan Cem Boyner, toplantıdan sonra parti kurar. İsmi bugünlerdeki bir hareketi anımsatıyor; Yeni Demokrasi Hareketi. Partinin katılımcıları arasında Kemal Derviş, Cengiz Çandar, Etyen Mahçupyan, Kemal Anadol, Mehmet Altan gibi "ilginç" isimler vardı. Seçimler hezimet oldu.

Son yıllarda Türkiye’den Bilderberg’e katılan isimler şunlar:

  • Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı),
  • Mustafa Koç (Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı),
  • Faik Öztrak (CHP milletvekili),
  • Fehmi Koru (Gazeteci),
  • Ferit Şahenk (Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı, Garanti Bankası Yönetim Kurulu Başkanı)
  • Enis Berberoğlu (Gazeteci),
  • Hikmet Çetin (CHP eski Genel Başkanı, TDH üyelerinden),
  • Kemal Derviş (Eski Bakan ve Milletvekili),
  • Arzuhan Doğan Yalçındağ (Doğan TV Holding A.Ş. Yön. Kur. Bşk., TÜSİAD eski Başkanı),
  • Muhtar Kent (Coca Cola Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı)
  • Ümit Boyner (TÜSİAD Başkanı),
  • Cem Duna (Bürokrat, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Bşk. Yrd.),
  • Emre Gönensay (Işık Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi, Eski Dışişleri Bakanı),
  • Cengiz Çandar (Gazeteci),
  • Mehmet Ali Birand (Gazeteci),
  • Sami Kohen (Gazeteci),
  • Suzan Sabancı Dinçer (Akbank Yönetim Kurulu Başkanı),
  • Agah Uğur (Borusan Holding CEO’su),
  • Serpil Timuray (Vodafone Türkiye CEO’su),
  • Zeynep Damla Gürel (Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı, CHP eski Milletvekili),
  • Ruşen Çakır (Gazeteci),
  • Fuat Keyman (Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi),
  • Süreyya Ciliv (Turkcell CEO’su),
  • Tayyibe Gülek (Eski Devlet Bakanı ve eski Milletvekili),
  • Şefika Pekin (Avukat),
  • Zeynep Göğüş (Gazeteci)

Bu isimlerle ilgili Wikipedia’dan ve başka kaynaklardan "biyografik" alıntılar yapacağım.

Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı):

1990 yılında Fulbright bursu kazanarak, ABD’ye gitti.

1990-1992 yılları arasında ABD Chicago’da bulunan Northwestern Üniversitesi Kellogg School of Management‘da İşletme dalında yüksek lisans (MBA) yaptı.
Şu meşhur Fulbright bursları… Ülkelere ajan yerleştirmek için kullanılan Fulbright’lar… Ülkemizdeki üniversitelere "ajan" öğretim görevlileri gönderen Fulbright’lar… Amacı misyonundan belli:

"Komisyonumuz 60 yıldır Türk ve Amerikalı öğrenci, akademisyen, öğretmen ve profesyonellere kültürel değişime katkıda bulunmak amacıyla burslar sağlamaktadır. Ayrıca EducationUSA danışmanlarımız Amerika’daki eğitim olanakları hakkında öğrenci ve araştırmacılara bilgi vermekte, yol göstermektedir."

Mustafa Koç (Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı):

İsviçre’de Lyceum Alpinum Zuoz (1980) ve ABD’de George Washington University (1984) mezunu.

Suzan Sabancı Dinçer (Akbank’ın Yönetim Kurulu Başkanı):

Lisans öğrenimini İngiltere’deki Richmond College‘da Finans ve Uluslararası Pazarlama üzerine yaptı. Sabancı Dinçer, ayrıca ABD’de Boston Üniversitesi‘nden işletme dalında lisans üstü (MBA) dereceye sahiptir.

· National Bank of Kuwait Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi,

· Blackstone Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi,

· Chatham House Mütevelli Heyeti Üyesi,

· Institute of International Finance’in Yönetim Kurulu Üyesi,

· Gelişmekte Olan Ülkeler Danışma Kurulu Üyesi,

· Global İlişkiler Forumu Yönetim Kurulu Üyesi,

· Forum İstanbul Onursal Danışma Kurulu Üyesi,

· TÜSİAD Üyesi.

Hikmet Çetin (CHP Eski Genel Başkanı):

ABD’de Williams College‘de kalkınma ekonomisi üzerine master yaptı. 1968 yılında ABD’de Kaliforniya eyaletinde Stanford Üniversitesi‘nde planlama modelleri üzerine araştırma çalışması yaptı.

2004 Ocak ayında NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi görevini üstlendi. Bu görevini 2006 Ağustos ayında tamamladı. CHP içinde Deniz Baykal’a karşı muhalefette yer alan Çetin, bir süre Mustafa Sarıgül’ün liderliğindeki Türkiye Değişim Hareketi (TDH) içinde yer aldı.

Kemal Derviş (İktisatçı, Siyasetçi):

İngiltere’de Londra Ekonomi Okulu‘ndan ekonomi alanında lisans ve lisansüstü derecelerini aldıktan sonra ABD’nin Princeton Üniversitesi‘nde doktorasını yaptı. 1973-77 yılları arasında ODTÜ ve Princeton Üniversitesi‘nde ekonomi alanında ders verdikten sonra, 1977’de Dünya Bankası‘na girdi. Bu kurumda 1996 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu başkan yardımcılığına yükseldi.

3 Kasım 2002 Seçimlerinde CHP’den İstanbul milletvekili seçildi. 9 Mayıs 2005’de milletvekilliğinden istifa ederek Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanlığı görevine atandı.

Serpil Timuray (Vodafone Türkiye CEO’su):

Üsküdar Amerikan Lisesi’ni bitirdi. ABD’de North Caroline Aswille High School’dan mezun oldu. İstanbul’a dönerek Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme okudu.
YASED ve TUSİAD üyesi.

Süreyya Ciliv (Turkcell CEO’su):

Ankara Fen Lisesi’nden 1976’da mezun olduktan sonra 1977’de eğitimini sürdürmek için ODTÜ’yü terk ederek ABD’ye gitti. University Of Michigan‘da, endüstri mühendisliği ile birlikte bilgisayar mühendisliği eğitimi aldı. 3.5 yılda, University of Michigan’dan iki diploma ile mezun oldu. 1981 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra, Harvard Business School‘da iki yıl iş idaresi yüksek lisansı aldı. 4.5 sene Metagraphics’de çalıştı. Buradan ayrıldıktan 8 ay sonra, Metagraphics’in en büyük ortağı oldu. 1987 yılında ABD’li bir arkadaşı ile Novasoft’u kurdu. Daha sonra IBM’in de ortak olduğu firma, Gartner Group tarafından en vizyonel şirket seçildi. 1997 yılında Türkiye’ye dönerek Microsoft Türkiye‘nin genel müdürlüğünü üstlendi. Bu görevi 3 yıl yürüttükten sonra şirketin ABD’deki merkezine transfer oldu. 2000 yılından sonra ABD’de Microsoft Global Satış, Pazarlama ve Hizmet Grubu’nda çeşitli yöneticilik pozisyonlarında bulundu. En son Microsoft Global Saha Hazırlık Stratejileri ve Sistemleri’nde Genel Müdür olarak görev yaptı. 9 Ocak 2007 tarihinden itibaren Turkcell’in Genel Müdürü oldu.

Faik Öztrak (CHP milletvekili, Kemal Derviş politikalarının destekçisi):

1973 yılında İstanbul Saint Joseph Lisesi‘ni ve 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Ekonomi Bölümü’nü bitirmiştir. İngiltere’de Birmingham Üniversitesi‘nden kalkınma finansmanı konusunda master derecesi almıştır.

Sami Kohen(Gazeteci):

Sami Kohen 1928 yılında İstanbul’da doğdu. Yahudi bir aileden gelir. Gazeteci Albert Kohen‘in oğludur.

Milliyet gazetesindeki köşe yazarlığının yanı sıra ABD’de yayınlanan "Christian Science Monitor" ve New York Times gazetelerinde de makaleler yazmaktadır.1954 yılından bu yana aralıksız olarak Milliyet gazetesinde yazarlık yapmaktadır.

Agah Uğur(Borusan Holding Genel Müdürlüğü):

İngiliz Erkek Lisesi ve İngiltere’de Birmingham Üniversitesi üretim mühendisliğinden mezun olmuştur. 1987-1989 yılları arasında Emlak Bankası Mali İşler Grup Müdürü olarak çalışmıştır.

TÜSİAD, KALDER, GYİADüyesi…

Fehmi Koru(Gazeteci):

Gazeteciliğe Zaman gazetesinde başladı. Zaman’dan ayrıldıktan sonra bir müddet Turkish Daily News gazetesinde yazdı. ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Harvard Üniversitesi‘nde yüksek lisans ve doktora eğitimi almıştır.
Harvard… Tıpkı Ecevit gibi… Güzelmiş.

Nedir lan bu Harvard? Her mezun olan bi’ yerlere geliyor. Özenti piçler atlamasın şimdi "ismi yetiyor, prestij, bıdıbıdı" diye. Harvard, tıpkı Yale Üniversitesi gibi ABD’nin kendi çıkarlarına yönelik "lider" yetiştirme üniversitesidir. David Rockefeller, 2008 yılında bu yüzden Harvard Üniversitesi’ne 100 milyon dolar bağışta bulunmuştur. (Bkz)

Harvard mezunu isimlerden bazıları:

  • George W. Bush (ABD Eski Başkanı)
  • John F. Kennedy (ABD Eski Başkanı)
  • Theodore Roosevelt (ABD Eski Başkanı)
  • David Rockefeller (İş adamı, petrol zengini, Yeni Dünya Düzeni ve Dünya İmparatorluğu ütopyasının mimarlarından)
  • Ban Ki-mun (BM Genel Sekreteri)
  • Morton I. Abramowitz (ABD’nin eski Türkiye Ankara Büyükelçisi, CFR üyesi) – (AKP’yi doğuran isim)
  • Henry Kissinger (Bilderberg’in Türkiye sorumlusu)
  • Dean Acheson (ABD eski Dışişleri Bakanı, 4 Başkan’ın danışmanlığını yapmış isim, Truman Doktrini ve Marshall planının mimarı)
  • Abdiveli Muhammed Ali (Somali Eski Başbakanı)
  • Kerim Ağa Han (Nizari İsmaili Tarikatının 49. İmamı)
  • Tayyibe Gülek (Eski milletvekili, bakan, 2008’de Davos tarafından Geleceğin Genç Liderleri arasında gösterildi, 2011’de Bilderberg’e katıldı)

Dikkat edin, bu işin solu sağı yok. "Gerçek sol"u kontrol altında tutmak için zamanında eğittiklerini "ortanın solu" düsturuyla önümüze sunanlar da, ülkeyi faşizan dinciliğe temsil edenler de aynı odak. Şucu bucuyu bir kenara koyup, "önce vatan" dememizin vakti çoktan geldi de geçiyor bile…

Bu yazı ileride güncellenebilir. Yorulduğum için yayına alıyorum, iyi bir arşiv halini alacak diye düşünüyorum.

SELMAN UYGUN

ÖZEL BÜRO GRUBU ÜYESİ

[status draft]

KÜRT SORUNU DOSYASI : İç Savaşa Sürüklenen Türkiye / İmralı tutanaklarındaki acı gerçek


Merhaba yüzde 90’ı milliyetçi geçinen kamiller. Acun’un programlarından kafanızı kaldırdıysanız, biraz da ülke gündemine bakalım.

En son söylemem gerekeni ilk başta söyleyeyim de daha vurucu olsun; Türkiye, tarihindeki en büyük tehlike ile karşı karşıya. Bu tehlike belki de Kurtuluş Savaşı’ndan daha tehlikeli bir sürecin içerisine itilmemizden kaynaklanıyor.

Başbakan, bir yandan büyük çoğunluğu milliyetçi olan ülkede milliyetçiliğe saldırıp, bir yandan “barış” diyedursun, ülke gündeminin İmralı olması kadar acı bir noktaya geldik.

İmralı görüşmeleri ile başlayan süreçle birlikte son dönemlerde herkesin ağzında dolaşan bir kelime var; barış! “Neyin barışı aga bu?” diye soran da yok. Bu ülkede savaş çıktı da haberimiz mi yok? Dikkat etmeniz gereken tehlikeli bir “dil” var. Soğuk savaş döneminden sonra “barış, özgürlük, terör, insan hakları” kelimeleri ile bir “üstü kapalı” saldırı dili türetildi. Küresel güçlerin ve onların kalemşörlerinin sürekli ağzında bu kelimeler… Kim sürekli “barış” diyorsa oturup düşünün. Kesin o konuda bir bit yeniği vardır. Şu an içinde bulunduğumuz süreç de tam anlamı ile budur.

Erdoğan’ın birkaç yıldır süren açılım sürecinde kullandığı dile dikkat edelim. Alt kimlik-üst kimlik açıklamaları ve o günden beri süregelen “36 etnik grup” vurgusunun ayrıştırıcılığı bir yana dursun, bir de şu açıklamalara bakalım:

VARAN 1: “KÜRT SORUNU” MU? YOKSA “PKK SORUNU” MU? SORUNSALI

Yıl 2002: “Var diye inanmayacaksın. Sorun yok diye inanacaksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Sorun yok dersen sorun ortadan kalkar. Biz diyoruz ki, bizim için böyle bir sorun yok.”

Yıl 2005: “Kürt sorunu benim sorunumdur”

Yıl 2009: “Buna ister “Kürt sorunu” deyin, ister “Güneydoğu” sorunu deyin, isterseniz son olarak adlandırdığımız “Kürt açılımı” diyelim, ne dersek diyelim bunun üzerinde bir çalışma başlattık.”

Yıl 2011: “Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Bu ülkede PKK sorunu vardır.”

Yıl 2013: “Tutturmuşlar şimdi bir Kürt sorunu diye, Millet Kürt sorunu diye bir şey tanımıyor. Vatan topraklarında asla ameliyata izin vermeyiz.”

VARAN 2: KÜRT SORUNUNDA MUHATTAP KİM?

5 Nisan 2012:Hükümet olarak terör örgütünü asla ve asla muhatap almayız, biz terör örgütüyle de asla masaya oturmayız, bunu herkes bilsin.”

27 Eylül 2012: “Terör örgütüyle mücadele ama siyasi uzantılarıyla müzakere dedik. Bakıyorsunuz bu partinin 9 milletvekili teröristlerle kucaklaşıyor, yanak yanağa öpüşüyor… Artık siyasi uzantılarla müzakere noktasında değilim.

VARAN 3: DOKUNULMAZLIKLAR VE İDAM KONUSU

3 Kasım 2012: “Şu anda birçok insanımız kamuoyu araştırmalarında “idam yeniden gelsin” diyor. Çünkü öldürülenin yakınlarının canı yanıyor.”

4 Aralık 2012: “BDP’nin hukuku, yasaları, hatta insani değerleri çiğneyen söylem ve eylemlerine daha fazla seyirci kalamayız. Bunun bedelini ödemeyecekler mi? Milletvekilliği bunun için zırh olamaz. Buna sessiz kalacak olursak halk bizi affetmez, Allah da affetmez.

VARAN 4: ERDOĞAN’IN ÇELİŞKİLİ MİLLİYETÇİ SÖYLEMLERİ

26 Aralık 2010: “Değerli arkadaşlarım, benim milletimin dili tektir, bu Türk Milletidir…”

25 Mayıs 2011:Ben ne Tek dil dedim, ne tek din dedim. Hiçbir yerde benim böyle bir ifadem yoktur. Çünkü bunlar yalan makinesi.”

4 Mayıs 2012: “Biz tek bayrak tek millet dedik ama tek din demedik

5 Mayıs 2012:Tek dil değil, tek din dedik

Bu çelişkili açıklamalar, Erdoğan’ın planı-programı dahilinde değil muhtemelen. Söylemlerini kontrol edemediği için, sürekli ortaya çıkan çelişkiler, yeni sorunların temelini hazırlıyor. Bu da birilerinin ekmeğine yağ sürüyor olsa gerek. Çünkü Erdoğan’ın yaptığı milliyetçi çıkışlar, bazen Hitler’i aratmayacak noktaya geliyor ve sonra bir anda en baba sosyalistin atamayacağı adımları atmaya çalışıyor. Bu zaten kopma noktasına gelen Türk-Kürt ilişkilerini daha da pamuk ipliğine bağlı hale getiriyor.

Yıllarca "Kürt sorununu çözeceğiz" dediler ve şimdi muhatap olarak PKK ve Abdullah Öcalan’ı alıyorlar. Mantık bunun neresinde? Bu, toplumun bilinçaltına Kürt = PKK mantığını oturtmuyor mu? PKK’ya soğuk bakan Kürtleri de PKK’ya itmiyor mu? Hepsinden önemlisi, devlet olarak PKK’yı meşrulaştırmış olmuyor musun? Yarın bir gün, dünyanın hangi ülkesine bugün masaya oturduğun PKK’nın bir terör örgütü olduğunu kabul ettirebileceksin? Sen PKK’yı legalleştiriyorsun, "PKK ile barışı getireceğiz ama başkaları (CHP, MHP ve diğer milli kitleler) istemiyor" diyorsun.

İçinde bulunduğumuz sürece "Kürt sorununun çözümü" adını verenlerin, barış naraları atmaları, toplumun bilinçaltında "savaş var" algısını oturtmaktan başka hiçbir şeye yaramıyor. Bu toplum, ister inanın, ister inanmayın ama savaşa programlanıyor.

“BDP’lilerden hesap soracağız” ve “halk idamı istiyor” açıklamalarından bir ay sonra (-ki bu açıklamalar gerçekten de halkın büyük kesimini memnun etmiştir), Öcalan ile masaya oturmak akla mantığa sığacak şeyler değil. Erdoğan’ın bu ülkede yüzde 50’lik bir kitlesi var ve bu kitlenin zihnini sürekli bulandırıyor.

Geçtiğimiz birkaç ay önce, yazılarda altını çizdiğim bir konu vardı. Derin devlet, hükümet yetkilileri ve bunlara çanak tutan medya, Öcalan’ı toplum nazarında “lider” konumuna getirmeye çalışıyor ve utanmadan bunu yaparken “dini kullanmayı” da esgeçmiyordu. Belli ki bir şeyler hazırlanıyordu. Ben de yazılarımda bunları değerlendirip, ikinci açılım sürecinin kapımızda olduğunu ve bu sürecin sonunda “genel af” konusunun masaya yatırılmaya planlandığını dile getirmiştim. Zaten bunu az biraz düşünen herkes farketmişti.

*Konu ile ilgili yazılarım: Genel affa doğru / Genel affa doğru 2

Diğer bir saptamam ise, bu sürecin bir noktasından sonra işlerin çığrından çıkarılıp “barış” kelimesi ile pohpohlanan sürecin “Kürt Baharı”na dönüştürülmeye planlandığıydı.

BDP’lilerin Öcalan’la görüşme tutanakları Milliyet gazetesinde yayınlandı. Tutanakların tümünü burada yayınlamıyorum, sadece önemli cümleleri alacağım. İsteyen tümü rahatlıkla bulabilir. Hala okumayan varsa zaten siktirsin gitsin.

Öcalan’ın BDP ile görüşmesindeki bazı sözleri:

  • Rejim değişikliği olacak.
  • Felsefi ve örgütsel birikimimi PKK’yı hazırlamak ve dönüştürmek için kullanıyorum.
  • AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim.
  • Sayın Başbakanı buna inandıran ekip (2011’de) PKK’yi bitireceğiz’ dedi. 10 bin kişiyi (KCK) içeriye aldılar, Bu güç MİT’e de darbe planladı. Ben hemen devreye girdim, ‘bu darbedir’ dedim. Ergenekon’dan farkı yok. Başbakan MİT’e darbe yapılınca sıranın kendisine geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. (Durdu yeniden söze başladı) Genelkurmay Başkanının (İlker Başbuğ’u kastetti) tutuklanması da budur.
  • MİT’i düşürseydiler. Türkiye’de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu… Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım.
  • Süreç başarısız olursa ‘Apo öldü’ diyeceksiniz. Ben yokum. BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem.
  • Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’.

Öngördüğüm gibi, bu sürecin sonunda Öcalan dahil tüm tutukluların serbest kalması planlanıyor. Bu yüzden “barış” sözcüğü herkesin ağzında dolaşıyor. Ergenekon tutuklulukları da teröristlerle birlikte serbest kalabilecek, plan bu.

Buna Öcalan inanmış gibi gözüküyor. Bana kalırsa, küresel güçler bu süreci nasıl önümüze sürdüyse, bu süreci öyle bir noktada sonlandıracaklar ki kendimizi bir anda iç savaşın içinde bulacağız. Zaten Öcalan’ın “Başarılı olamazsam halk savaşı olacak” dediği de bir anlamda bunun göstergesi. Yani önceki yazılarımda da belirttiğim üzere tıpkı Arap Baharı gibi tezgahlanan bir Kürt Baharı kapımızda…

Öcalan’ın "MİT’e darbe planlanıldığı" tespiti doğru. Öcalan’ın "son kale" dediği MİT’e operasyon yapanlar sizlerin de bildiği üzere cemaatin ekibiydi. Öcalan, cemaati açık tehdit gördüğünü dile getiriyor. Bu tutanaklardan sonra cemaatin yazarları da olabildiğince sert çıkışlar yapmış Öcalan’a… E destek veriyordunuz, "hayır sulhtadır" diyordunuz, "el etek bile öpülür"dü hani? N’oldu tatlım?

Bu tutanakların sızdırılması hükümete tehdit niteliğinde bana göre. BDP laf cambazlığı yapıyor ama durum gayet açık ortada. Sızdırma yapılacağı biline biline bazı şeyler konuşulmuş. Çünkü tutanakları dikkatlice okursanız, Öcalan sanki siyasi lidermişçesine "daha fazla özgürlük", "Anadolu’nun özgürleşmesi" gibi popülist söylemler kullanıp durmuş. Bunları toplumun karşısında söylersin de, BDP’lilerle konuşurken söylemezsin. Çocuk mu kandırıyorsunuz lan amına koduklarım? Tutanaklar sadece ve sadece Öcalan’ı "Kürt lideri" konumuna getirmek için hazırlanmış. Baksanıza, darbe önlüyor, iktidarı belirliyor, savaş çıkarabiliyor. Vay amına koyim be Rıfat abi.

Hükümet “barış” sözcüğü ile girdiği süreçte bir anda “Özgür olacağımızı göze al, geri adım atarsan savaş başlatırız” tehditi ile karşı karşıya kaldı. Erdoğan, kısa bir süre içerisinde ya ülkeyi iç savaşa sürükleyecek ya da Başkanlık Sistemi’ne geçebilirse, yeterli gücü elinde bulundurduğu için masaya oturdukları ile tek tek hesaplaşmaya başlayacak, o laf ettiği Esad’ın durumuna düşecektir ve bu da iktidarının sonunu getirecektir.

Ne yazık ki Türkiye, batı tezgahı ile adeta rehin alınmıştır. Eli kolu bağlıdır. Yeniden milli mücadele artık kaçınılmazdır.

SELMAN UYGUN

ÖZEL BÜRO GRUBU ÜYESİ

[status draft]

İLLUMİNATİ DOSYASI : İlluminati, sömürülenler ve uyanış


Google’ın sunmuş olduğu bir hizmet vardı Google Trends adında. Yıllardır bir işime yaramıyordu; eminim bir çoğunuz hiç kullanmamışsınızdır bile. Sabah sabah aklıma geldi, bi kullanayım dedim. İlginç veriler elde ettim.

Google Trends, kelimelerin dünyada aranma popülerliğini gösteren bir sistem. Fazlaca detaylı üstelik. Bölge, ülke, şehir, tarih gibi geniş seçenekler de sunuyor. Neyse lan bu ne, Google Trends’i tanıtıyorum amk.

Konumuza dönelim.

İlluminati kelimesini arattım. 2004-2012 arasında İlluminati kelimesinin search grafiği aynen şöyle;

2004-2012 Google’da illuminati kelimesi arama istatistikleri

Görüldüğü üzere büyük bir uyanış var. Grafik çok ilgimi çekti, hemen detaylara baktım. Siz de bakın, bakmayanları uyarın.

2004-2012 Google’da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Ülkeler)

Tuhaf değil mi? Dışarıdan bakınca "eğitim seviyesi düşük", "gelişmekte olan", hatta "gelişmemiş" diye tanımlanan ülkelerde yoğun bir araştırma var konu ile ilgili.

Mesela ilk sırada Haiti var. Anarşinin hakim olduğu, batı yarımkürenin en fakir ülkesi…

İkinci sırada Nijerya var. "Petrol zengini" Nijerya’da halk, sömürgeciler yüzünden hiç de zengin değil. OPEC’teki (Petrol İhraç Eden Ülkeler) tek Afrika ülkesi Nijerya olmasına rağmen, halk tıpkı Türkiye’deki gibi varlık içinde yokluk çekiyor.

Dünyadaki kronik fakir nüfusun yüzde 6’sı Nijerya’da yaşamakta. Ülke nüfusunun yarısının günlük kazancı 1 Dolar’ın altında… Henüz 1960’da sona erdirilen İngiliz işgali yerini örtülü işgale bırakmış durumda. Belirli aralıklarla tekrarlanan askeri darbeler, Shell, Chevron gibi petrol devi küresel şirketlerle kolkola girmiş, ülkenin kasasına bir kuruş koymamıştır. Tüm bunlara teslimiyetçi ekonomi politikaları da eklenince ülkenin belini doğrultamasının sebebi gayet açık sanırım.

Bu arada Tıpkı Türkiye’deki "Hedef 2023" projesi gibi Nijerya’da da "Vizyon 20:2020" adında bu yıl açıklanmış bir proje var. Ve üzgünüm ama yine tıpkı Türkiye’deki gibi Nijerya’nın da ekonomi politikası "özel sektöre destek ve teşvik"ten başka bir şey değil.

Liste Kenya, Ruanda, Namibya, Uganda gibi ülkelerle devam ediyor. Hepsinin durumu ortada…

Zenginler tarafından yönetilen yoksulluk, insanlara hayatlarını kurtarmak için sadece hayal peşinde koşmayı öğretir. Bu yüzden Afrika’da çocukların en büyük hayali futbolcu olmaktır. Türkiye’de de Trabzon futbolcu yetiştirme konusunda birinci şehirdir fakat bunun yoksullukla alakası yok, Karadeniz’de dağlar denize paralesadfasdf.

İlluminati kelimesinin en çok arandığı şehirlerde ise İstanbul ikinci, Ankara ise altıncı sırada.

2004-2012 Google’da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Büyük şehirler)

Birinci sırada Nijerya’nın en büyük şehri Lagos var. Listede yer alan diğer şehirler nüfusu kalabalık, nam-ı diğer metropoller. Listedeki 10 şehirden 5’inin ABD’de yer alması da dikkat çeken diğer bir ayrıntı. Dünya çapında arama sonuçlarında şehirler dediğimizde sadece büyük şehirler esas alınıyor sanırım. Çünkü aşağıdaki veriler çelişkili bir sonuç ortaya koyuyor.

Türkiye’de İlluminati kelimesinin en çok arandığı şehir İstanbul. Şaka lan değil. Çok ilginç, bakın.

2004-2012 Google’da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Türkiye/Şehirler)

Evet yanlış görmediniz. 2004-2012 yılları arasındaki arama istatistiklerine göre ilk sırada Yozgat var. İstanbul ise 8’inci sırada. Ankara, İzmir gibi büyükşehirler listede bile yok!

Hep siyasi harita görmeye alışanlar için gelsin, işte Türkiye’nin İlluminati arama haritası. Sivas’ın doğusuna zor da olsa geçtik. Ehe.

2004-2012 Google’da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Türkiye haritası)

SELMAN UYGUN

ÖZEL BÜRO GRUBU ÜYESİ

[status draft]

TURİZM DOSYASI : Gelibolu 360 derece 3 boyutlu (arşivlik)


Olağanüstü ! Haritada bir noktayı tıklayın, gerisini izleyin…

LİNK : http://www.360tr.net/17_canakkale/gelibolu/

[status draft]

OKUNMAYA DEĞER HİKAYELER /// Voltaire’in Yaşam Sırları /// ÇOK DİKKATLE OKUNMALI !!!!


Voltaire : ‘O kadar mutluyum ki, utanıyorum’

Fransız düşünürü Voltaire (1694-1778), neredeyse bütün hayatı boyunca ya hastaydı ya hastalık hastası. 41 yaşında bir arkadaşına yazdığı mektupta ‘gene’ hastalandığından şikâyet etti ve ‘Birkaç yıllık ömrüm kaldı’ dedi. Voltaire, bu mektubu bitirdikten 43 yıl sonra öldü. Her Allah’ın günü bir şeyin kanser yaptığı veya kansere iyi geldiğinin açıklandığı bir dünyada yaşıyoruz. Sıska, sıkı ve sağlıklı yaşamak neredeyse din haline geldi. Voltaire, kolesterol, trigliserit, AIDS ve kuş gribinin bilinmediği çağların adamıdır.

Bir şeyleri doğru yapmış olmalıydı ki, insanların genellikle kırkına gelmeden öldüğü on sekizinci yüzyılda, 84 yaşına kadar yaşadı ve bir daha kalkmamak üzere yatağa düşünceye kadar aktif bir hayat sürdü.

Voltaire’in uzun ömrünün sırrı NE olabilir? Uzun yıllar düşünür için sekreter ve uşak karışımı bir şey olan Sebastien Longcahmps, Voltaire’in hep ‘İnsanın sağlığı tamamen kendi ellerindedir’ dediğini yazdı.

‘Bunun üç temel ayağı var derdi: ayıklık, her şeyde ölçülü olmak ve hafif egzersiz yapmak. Kaza dışında, insanın başına gelen bütün hastalıklarda bizi sağlıklı halimize iade etmeye uğraşan doğaya yardımcı olmak yeter.

İnsan aşağı yukarı her zaman diyetinde sıkı olmalı, uygun ve sürekli sıvı almalı ve hep basit şeyler yemelidir.

Yanında bulunduğum süre içinde onu hep bunları yapar gördüm.’

Uzun ömrün sırrı

Bunlar büyük bir sır değil aslında. Her şeyde ölçülü olmak aklı başında her insanın uyguladığı bir prensiptir. Bence Voltaire’in uzun ömrünün sırrı vücudunda değil kişiliğindedir. Voltaire uzun yaşadı, çünkü mutluydu. Öğrenmeye meraklıydı ve müthiş zengin olmasına rağmen, bir dakikasını boşa harcamadı. Ölmeye vakti yoktu. Binlerce mektup, yüzlerce sahne oyunu, kitap, makale yazdı.

Saray yavrusu evinde her zaman misafir vardı. ‘Ben Avrupa’nın hancıbaşısıyım’ dedirtecek kadar. Adaletsizliğe hiç tahammülü yoktu.

İlkel Fransız yargısının hışmına uğramış insanları kurtarmak için, tek başına, tarihe geçmiş kampanyalar yürüttü. İnsanların hakları olmayan bir dönemde insan hakları için mücadele etti. Kiliseyle ve bağnaz rahiplerle yaşam boyu dalga geçti. Ölüm döşeğinde papazlar onu pişmanlık getirmeye, şeytanı lanetlemeye davet ettiklerinde

‘Şimdi yeni bir düşman kazanmanın zamanı değil’ dedi.

Bence, Voltaire’in en büyük özelliği yaşamdan zevk almasıydı. ‘O kadar mutluyum ki utanıyorum’ diye itiraf etti bir arkadaşına. ‘Ben neredeysem dünya cenneti oradadır’ dedi.

Son bir şey daha var, onu unutmayayım: Hiç evlenmedi!!! 🙂

MADENLER & YERALTI KAYNAKLARI DOSYASI /// Kasıtlı Körlük : SOMA Faciası


Kastl Krlk – SOMA Facias.pdf

TÜRKİYE VE DÜNYA DOSYASI : Türkiye’de ve Dünya’da Vatandaşlık – 2014 ISSP Araştırma Raporu


Trkiye’de ve Dnya’da Vatandalk – 2014 ISSP Aratrma Raporu.pdf

DİN & DİYANET DOSYASI /// “Gençlerin Potansiyeli ve Din Eğitimi : İmam-Hatipler ve Din Dersleri”


Genlerin Potansiyeli ve Din Eitimi – mam-Hatipler ve Din Dersleri”.pdf

GEZİ PARKI EYLEMLERİ DOSYASI : Siyaset ve Toplum Bilim Perspektifinden Gezi Parkı Olayları – Çalış ma Grubu Raporu


Siyaset ve Toplum Bilim Perspektifinden Gezi Park Olaylar – alma Grubu Raporu.pdf

AMERİKA DOSYASI : ABD’nin Güvenli Bölgeden Anladığı Nedir ?


ABD’nin Güvenli Bölgeden Anladığı Nedir?

Donald Trump’ın bir Amerikan televizyonuna verdiği mülakatta “Suriye’de halk için mutlaka güvenli bölgeler kuracağım” şeklindeki sözleri Türkiye’de çok farklı şekillerde yorumlandı. Neredeyse bu açıklamayla eş zamanlı olarak, kaynağının kim veya hangi kurum olduğu belli olmayan sözde bir plana ilişkin “içerik” de bir yerlerden basına sunuldu. Sözde plana göre, ABD Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt özerk bölgesi kurulması fikrini desteklemekteydi.

Trump’ın ayrıntıya girmeden yaptığı “güvenli bölgeler” açıklamasıyla, kaynağı meçhul “ABD destekli Kürt özerk bölgesi” bilgisi bir araya gelince üzerinde tartışılacak bir durum ortaya çıktı. Nitekim son üç gündür basınımızda bu konuyla ilgili çok sayıda yorum yer aldı.

Obama döneminde ABD’nin PYD’ye yardım ederken, karşılığında özerklik sözü verdiği yönünde çok fazla haber çıkmıştı. Washington resmî yollardan bu yönde hiçbir açıklama yapmamış ama DEAŞ’la mücadele adı altında PYD’yi desteklemeyi sürdürmüştü. Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen ABD bu politikasından vazgeçmemişti.

Yine Obama döneminde PYD’nin Ayn el-Arab ile Afrin arasındaki bölgeyi ele geçirerek, Hatay vilayetine doğru uzanan bir koridor oluşturması düşüncesi ABD silahlı kuvvetleri tarafından desteklenmişti. Hatta söz konusu bölgenin PYD için “temiz” hale getirilmesinde ABD hava kuvvetleri doğrudan görev almıştı.

Fırat Kalkanı harekâtı bu oyunu bozdu. Koridora dönüştürülmek istenen alanın TSK ve Türkiye’ye müzahir Suriyeli muhaliflerce denetlenmesi, DEAŞ’ın bu bölgeden tamamen çıkarılması ve PYD’nin de bölgeye girmesine izin verilmemesi Obama’nın koridor hedefine darbe vurdu.

Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekâtıyla alanda varlığını tescil etmesi, Suriye için kurulan diplomasi masasında da yerini almasını temin etti. Bugün Türkiye-Rusya-İran öncülüğünde yürütülen bir süreçten söz ediyoruz. Astana görüşmelerinde ulaşılan önemli ilerlemelerin önümüzdeki hafta Cenevre’de BM ve Batılı devletlerin katılımıyla yapılacak daha geniş çaplı bir toplantıda pekiştirilmesine çalışılacak.

Suriye Üçlüsünün bugüne kadarki görüşmelerde üzerinde mutabakat sağladığı en önemli başlıklardan biri, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması hususudur. Yani, Türkiye, Rusya ve İran Suriye’nin bölünmesini istemiyorlar. Hâl böyle iken, Suriye’de bir Kürt özerk bölgesi kurulmasını gündeme getirmenin bu üç devlet arasındaki mutabakatı bozmaya müteallik bir hamle olduğu açık.

Trump’ın “halk için güvenli bölge” ifadesini hangi çerçevede kullandığını şu an için bilmiyoruz. Fakat söz konusu “güvenli bölge” Türkiye’nin yıllardır dile getirdiği ama Obama yönetimine bir türlü kabul ettiremediği tarzdan bir güvenli bölge ise, bunun herhangi bir memnuniyetsizliğe yol açmasına gerek yok. Zaten Türkiye sayesinde ortada fiilî bir güvenli bölge var. El-Bab’ın DEAŞ’tan Menbiç’in de PYD’den tamamen temizlenmesini müteakip burası Suriyeli sivillerin sığınacağı emniyetli bir hayat alanına dönüşecektir. Fırat Kalkanı’na başlarken Türkiye’nin kendisine stratejik hedef olarak belirlediği ve dünyaya da ilan ettiği zaten budur.

O hâlde Trump liderliğindeki yeni ABD yönetimine düşen Suriye’de ne şekilde olacağı veya hangi amaca hizmet edeceği belli olmayan yeni arayışlara girmeden önce, Türkiye’nin başlattığı girişimlere tam destek vermek olmalıdır. Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmaktan söz eden yeni ABD yönetimi bu çerçevede üç adım atabilir.

Birincisi, PYD’ye verilen desteğin derhal kesilmesidir.

İkincisi, silahlı PYD terör unsurlarının Menbiç’ten tamamen çıkartılması için gerekli baskının yapılmasıdır.

Üçüncüsü, Fırat Kalkanı sonucunda oluşan fiilî güvenli bölgenin, Birleşmiş Miletler tarafından hukuken de güvenli bölge ilan edilmesi için Güvenlik Konseyi’nde gerekli desteğin verilmesidir…

Türkiye’de bir kesim Suriye’de bir Kürt özerk bölgesinin kurulmasını ve ABD’nin de buna destek olmasını çok arzu ediyor. Bu hevesle, ABD’den gelen her açıklamayı kendi istedikleri gibi yorumlayarak, bir yandan da Obama döneminde PYD ve FETÖ sebebiyle sarsılan Türk-Amerikan ilişkilerinin daha da bozulmasını istiyorlar. Türkiye’nin alanda ve diplomasi masasında attığı adımların, bu beklentilerin gerçekleşme ihtimalini sıfırladığının henüz farkında değiller. Ya da farkındalar da, melunluk hücrelerine işlediğinden huylarından vazgeçemiyorlar.

Prof. Dr. ÇAĞRI ERHAN
Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü

LİNK : http://akademikperspektif.com/

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.