Günlük arşivler: 1 Aralık 2016

KÜRT SORUNU DOSYASI : Türkiye ve Kürt Realitesi (RAPOR)


image00120

trkiye ve krt realitesi

IRAK DOSYASI : Musul Dosyası (RAPOR)


musul-dosyasi

ALEVİ DOSYASI : Türkiye’nin Suriye Politikası ve Bölge Alevileri Üzerine Etkileri (RAPOR)


DÖKÜMANI İNDİRMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

CIA DOSYASI : CIA’den Trump’a ‘Aptal’ tepkisi


CIA’den Trump’a ‘Aptal’ tepkisi

İran’la nükleer anlaşmayı sona erdireceğini duyuran ABD’nin seçilen başkanı Donald Trump’a CIA’den büyük tepki geldi. CIA Direktörü John Brennan, "Yeni yönetimin anlaşmayı bozması aptallığın zirvesi olur" dedi.

ABD Merkez Haberalma Teşkilatı (CIA) Direktörü John Brennan, İran’la nükleer anlaşmayı sona erdireceğini duyuran Donald Trump’ı uyararak, "İran’ın da içinde yer aldığı program, bölgedeki diğer ülkelerin kendi programlarına girişmesine neden olabilir. Yeni yönetimin anlaşmayı bozması aptallığın zirvesi olur" dedi.

BBC’ye röportaj veren CIA Direktörü John Brennan, İran’la nükleer anlaşmayı sona erdireceğini duyuran Donald Trump’ı uyardı. Brennan, ABD’nin İran ile vardığı nükleer anlaşmanın bozulmasının "aptallığın zirvesi olduğunu" ifade ederek bunun bir felakete yol açacağını dile getirdi.

"Washington ve Moskova ilişkileri gelişmeli"

Brennan, "İran’ın da içinde yer aldığı program, bölgedeki diğer ülkelerin kendi programlarına girişmesine neden olabilir. Yeni yönetimin anlaşmayı bozması aptallığın zirvesi olur" dedi. Trump’ın Suriye krizi ile ilgili de Rusya karşısında dikkatli olması gerektiğini bildiren CIA Direktörü, "Washington ve Moskova arasındaki ilişkilerde gelişme olmasını umuyorum. Trump ve yeni yönetimin Rusya sözleri karşısında dikkatli olması gerekiyor" ifadesini kullandı.
Brennan’ın görevi Ocak ayında son bulacak.

‘Trump yönetimi dirayetli olmalı’
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Başkanı John Brennan, BBC ile yaptığı söyleşide, terörle mücadele ve bu kapsamda kullanılan dil, Rusya ile ilişkiler, İran ile yapılan nükleer anlaşma ve diğer birçok konuda Trump yönetimine "dirayetli ve disiplinli" davranma çağrısında buludu.

Trump’ın ekibinin, seçim kampanyası sırasında savunduğu, İran ile varılan nükleer anlaşmadan cayılması fikrini "felaket" olarak nitelendiren Brennan, "Öncelikle, bir yönetimin, kendinden önceki idarenin yaptığı anlaşmayı feshetmesi görülmemiş bir olay. Böyle bir tavır, İran’daki muhafazakarların güçlenmesi ve başka ülkelerin, İran’ın yeniden başlayacak nükleer faaliyetlerine karşı kendi nükleer programlarını geliştirme risklerini beraberinde getirecektir." dedi.

"Trump, Rusya ile ilişkilerinde daha temkinli olmalı"
CIA Başkanı, Obama yönetiminin Suriye’de izlediği politikanın, Esed rejimi, İran, Hizbullah ve Rusya’nın "saldırgan" tavırlarına karşılık, bu saldırılara direnen ılımlı isyancıları desteklemek olduğunu söyledi.

ABD’nin Suriye’deki politikasının değişikliğe uğramadan devam etmesi gerektiğini vurgulayan Brennan, Suriye’nin geleceğinde "kilit" rol oynayan Rusya’nın, "kuşkucu ve samimiyetsiz" pazarlık taktiğiyle, istediklerini elde etmeden geri durmayacağı inancında olduğunu ifade etti.

Brennan, Moskova ile daha yakın ilişkiler içinde bulunma önerisinde bulunan Trump ve ekibine, Rusya’nın taahhütleri konusunda daha temkinli olma çağrısı yaptı.

Rusya’nın, ABD’deki seçimleri etkilemek için sisteme "korsan saldırı düzenleme" girişiminde bulunduğu iddialarını da doğrulayan Brennan, bu teşebbüsün etkisiz olduğunu kaydetti.

KÜRT SORUNU DOSYASI : Geçici Köy Koruculuğu ve “Çözüm Süreci” (RAPOR)


gecici-koy-koruculugu-ve-cozum-sureci

ALEVİ DOSYASI : Kürt Alevileri ve “Çözüm Süreci” (RAPOR)


kurt-alevileri-ve-cozum-sureci

İLLUMİNATİ DOSYASI /// AZİZ ÜSTEL : İllüminati’nin Çin’deki uzantısı Lee Ailesi Türkiye’de


İllüminati dendiğinde akla hemen Amerikalı ve Avrupalı zengin sülaleler gelir. Rockefeller, Dupont, Astor gibi. Ancak İllüminati’nin İ3 ailesi içinde kökeni MÖ 2 bin yılına uzanan Lee Ailesi vardır ki bugün kıta Çin’den, Hong Kong, Singapur, Macao ve Tayvan’ı perde arkasından yönettiği söylenir.

Lee Ailesi MS 618’den 906’ya kadar süren Tang Hanedanlığı’nın kurucusuydu. Bu hanedan döneminde Çin ilk kez kağıt parayla tanıştı. Aile Asya’yı, deyim yerindeyse bir ahtapot gibi sarmıştır. Yakın tarihten Lee Ailesi’nin üç önderine bir göz atalım etkisini anlamak için:

1. Hong Kong fiili hükümdarı ve milyarder Lee Ka-Shing.

2. Kızıl Çin’in “Kutsal Önderi” Lee Peng.

3. Singapur Başkanı Lee Kwan Yew.

Söz konusu ülkeleri el altından hala yönettikleri için, dünyanın en güçlü ailelerinden biridir günümüzde de. Hatta Lee Ailesi’nin Rockefeller’lar kadar güçlü olduğunu söyleyenler de vardır.

Çin’de iktidarı elde tutanların çok zengin oldukları herkesin bildiği bir sırdır. Örneğin Wikileaks’i ortaya çıkardığı belgelere göre elektrik sektörü tümüyle Lee Peng Ailesi’nin elindedir. Lee sülalesinin en yaşlı üyesi Lee Pen, 1987’den 1998’e kadar Çin Halk Cumhuriyeti’nin Başbakanıydı.

Lee Hanedanlığı, İllüminati’yi oluşturan 13 ailenin en acımasız üyelerinden biri belki de başlıcasıdır. Aile dünyanın en büyük deniz ticaret filosuna sahiptir. Sahibi olduğu gemilerle hem Çin hem de Filipinlerin ihraç mallarını dünyanın dört bir yanına taşır. Aile, Çin-Tayvan-Filipinler-Hong Kong’da at koşturan, Asya Mafyası olarak bilinen Triad’ın da kurucusudur. Triad, Uzakdoğu’da uyuşturucu kaçakçılığını elinde tutmaktadır. Gelen kara parayı kendi banka ve finans kuruluşlarında aklarlar. Binondo Merkez Bankası adı altında çalışan Triad bankası tümüyle Lee Ailesi’nin, dolayısıyla da İllüminati’nin denetimindedir. Bankanın, Vancouver Kanada, Barcelona, San Francisco, New York, Londra, Manchester, Amsterdam ve Hong Kong’da şubeleri vardır. Bu banka şubelerinde Triad uyuşturucu, gasp, kumar, fuhuş gelirlerini aklar. Uyuşturucu işinde ortağı CIA’dir!

Lee Ailesi Türkiye’ye İzmir üzerinden girer

Ailede hayırseverliğiyle tanınan Lee Ka-Shing, Güney Çin’de, Shantou Üniversitesi ve hastanesi kurulması için bir çırpıda 95 milyon Amerikan doları bağışta bulunmuş. Tabi bu Lee Ka-Shing için çerez parasıdır; Fortune Dergisi’ne göre 1991’de gayrimenkul alışverişlerinden 13.5 milyar dolar kazanmıştır! Dünyada limanların özelleştirilmesi sonucu bugün, Lee Ailesi’nin resmi kuruluşu Cheung Kong Holding, beş kıtada, 18 ülkede 44 liman işletmektedir. Holding’in iştirakı Hutchison Whampoa Akdeniz çanağında Uzakdoğu’daki Singapurlu rakibi PSA karşısında ayakta durabilmek için 2007 yılında İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en büyük ihracat limanlarından İzmir Limanı’nın işletim hakkını 1 milyar 275 milyon dolara kazandı. Böylece, İllüminati’nin en güçlü ailelerinden Lee Sülalesi de, Rockefeller ve Dupont’tan sonra Türkiye’ye giriyordu…

ATATÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİLERİ DOSYASI : İşte devlet böyle kurulur, devlet böyle adamlarla y önetilir.


Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin Özmen’dir. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.

Bakanın gür sesi : “Giriniz!”

Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Bakan konuklara yer gösterir ve kendisine iletilen zarfı acar.

Atatürk’ten gelen bir mektuptur bu : “Bay Abidin Özmen, Milli Egitim Bakanı…”

Abidin Özmen zarfı özenle acar ve mektubu dikkatle okur:

“Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz, bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın…”

Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan Özmen, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve su direktifi verir:

“Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpasa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp, her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz” der.

Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin Özmen de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar.

Mektubun içeriği şöyledir:

“Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocukları fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum…”

Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek : “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı” diyerek olayı anlatır.

İnönü, Bakan adına özür diler.

Atatürk : “Yok! Der, özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse.”

Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan Bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi Özmen, 15 Ağustos 1985 günü bu mektubu gazeteci-yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15 Eylül 1985’te gazetesinde yayımlar.

İşte devlet böyle kurulur, devlet böyle adamlarla yönetilir…

Mustafa Kemal’in Bakanları böyleydi.
Ya şimdi?
Bir de şimdiki bakanlara bakınız !!!

DİN & DİYANET DOSYASI /// VİDEO : Tanrı Var mı – İslam veya Başka Bir Din Doğru Olabilir mi – Dinler in Mantıksal Çelişkileri Nelerdir ??


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Txoj0tFcg74&feature=youtu.be

TARİH : KRAL ODİN’İN TURKLAND’DAN İSKANDİNAVYA’YA GÖÇÜ


İskandinavya kültüründe Türklükle ilgili öğelerin aranması kuşkusuz uç bir fikir olarak görülecektir. Ama hem bu bölgenin Avrasya jeopolitik alanının bütünleyen bir uzantısı olması, hem de Türk varlığı ve etkisinin İskandinavya’dan çok daha ücra köşelere ulaşmış olması, böyle bir incelemenin konusunu görecelileştirmektedir. Dolayısıyla, aslında böyle bir incelemede geç kalındığını vurgulamalıyız. Biz Türklükle İskandinavya’yı telif eden ilk bahislere dokuz yıl kadar önce rastlamış ve bir kısmını İran ile Turan adlı kitabımızda kullanmıştık (Karatay 2003: 84-85, 204). Daha sonra araştırmalarımız derinleşti ve nihayet bunun bir araştırma projesi içinde ele alınmasının uygun olduğu düşüncesiyle konuyu üniversite destekli tez projesi olarak bir öğrencimize havale ettik. Bu çalışma halen devam etmektedir ve ilk ürünleri Nisan 2010’da Çeşme’de yapılan II. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresi’nde sunulmuştur. Bu bildiride bu serüvenin başlangıcını belirleyen, bizi bu çalışmaya sevk eden tarihi kaydı aktarıp yorumlamak istiyoruz.

Sağalar çoğunlukla 1190’dan itibaren İzlanda’da kayda geçirilmiş olan, kuzeyin German halklarının kahramanlık hikâyeleridir. Almanya ve İngiltere’ye uzanan geniş bir sağa dünyası vardır ama biz bu kelimeden daha çok İskandinavya bölgesinin sagalarını anlıyoruz ve Danimarka, Norveç ve İsveç’in eski ahalisinin önde gelenlerinin destan; tarihlerini okuyoruz. Bunlardan en önemlisi 1230 civarında İzlanda’da Snurri Sturlusor adlı rahip tarafından kaleme alınan ve bizim Heimskringla adını verdiğimiz bir sağa külliyatıdır; bu sagaların her biri münferit bir krala adanmıştır ve bunlar tarihi bilgilerdir. Ama kitap ilk sayfasında esrarlı coğrafi tariflerin bulunduğu bir giriş sagasıyla başlar ki, çağdaşlarımız burayı ‘ustûre’ bölümü olarak görmüş, hatta bazı yayınlarda kitaba alma ihtiyacı bile duymamışlardır.[1] Norveç hanedanı Ynglinga’nın kökenini açıkladığı için bu adla ayrı sağa olarak değerlendirilen bu giriş bölümünde, hanedanın atası olan, sonradan müşrik Viking zihninde avenesiyle birlikte tanrılaştırılan Odin adında birinin Orta Asya’dan İskandinavya’ya göçü anlatılmaktadır. Sturluson bu eserinden on yıl kadar önce de Hıristiyanlık öncesine ait bilgileri bir araya getirip ayrı bir eser kaleme almıştır. Prose Edda olarak bilinen eser, önceki dönemi daha büyük ayrıntılarla sunar. İki eser arasında Odin’in göçüyle, daha doğrusu göçten önce yurduyla ilgili bilgi seviyemizi kökten etkileyecek bir fark yoktur, ancak Prose Edda’da Ynglinga’da tahmin edeceğimiz bazı şeylerin cevapları açık olarak bulunur.

Bu göçten önce birkaç kelimeyle Odin’den bahsetmek gerekir. Orta Asya’nın batısından, As halkının önderi olan Odin, her şeyden önce bir kahramandır ve elhak savaşçıdır. Bütün savaşları kazanmak onun yazgısıdır. Hatta Asların Odin’in yönetiminde yaptığı Don nehri boylarındaki Vanlarla savaş insanlık tarihinin ilk savaştır ve pek çok eski Norse kaynağında geçer (O’Donoghue 2008: 24). Böyle güçlü birinin fizik ötesine uzanması da tabiidir ve Odin savaşçılığının yanında güçlü sihir bilgisiyle de karşımıza çıkar (Porsteinsson 1972: 12). Dolayısıyla, bir düşünceye göre, onu bu yönleriyle bir baş kam olarak görmek daha doğrudur (Jön 1999: 69). Onun bilgeliği ve sihir gücü, bir sihir sistemi ile telif edilen oyma yazıya da şamildir. Beklendiği şekilde, Odin Türklerin de kullandığı bu yazıyı icat eden kimsedir (Looijenga 2003: 80; Daly 2004: 78). Bu kadar üstün niteliği şahsında birleştiren Odin’in tamamına yakını bu niteliklerin tarifi olan 200’e yakın lakabı vardır (Daly 2004: 63, 67). Bu kadar çok övülen ve üstün tutulan bir kahraman, daha sonraki kuşaklar içinde tanrılaştırılacaktır ama tuhaf olan şey niteliklerinde değişme olmamasıdır. Yani, tanrı olarak görülmekle birlikte, aslında üstün güçleri olan bir insandır. Bunu Hıristiyan bir rahibin hiç sansüre tabi tutmadan yazması da ilginçtir ve Avrupa Ortaçağ’ında beklenmeyecek bir tutumdur. Belki başka bir ülkede bu olmayacaktı. Odin tanrılaştırılınca, German kavimlerinin kültüründe pek çok izinin kalması tabiidir. Örneğin, İngilizcede Çarşamba demek olan Wednesday köken olarak “Odin Günü” (Wodan’s Day) demektir (Looijenga 2003: 80).

Heimskringla’nın Odin’in göçünden bahseden kısımları (Ynglinga) şu şekildedir:[2] “Kuzeyden, tüm yerleşilmeyen bölgelerin ötesindeki dağlardan, Svıthjöth boyunca tam ismi Tanais (Don) olan bir ırmak akar. Irmak üç kıtayı böler. Doğusu Asya, batısı Avrupa’dır.”

Svıthjöth aslında İsveç’tir. 9. yy’da İsveçli Rus bir kabilesinin savaşçıları Rusya’yı ele geçirdiklerinde, Rusya’nın adı ‘Büyük İsveç’ haline geldi. Prose Edda Don nehrinden bahsetmez ama dünyayı üçe ayırdıktan sonra Asya’yı tarif eder:[3] “Dünyanın bu bölümü hoş ve güzeldir… Orası aynı zamanda dünyanın ortasıdır. Orası öteki parçaların her yerinden daha güzel ve iyi olduğu gibi, halkı da armağanları, bilgeliği, güçleri, güzellikleri ve her türden bilimleriyle ünlüydüler. “

Ynglinga’da bu Asya tarifi yoktur ama Prose Edda’da olmayan bir bilgiyi verir ve As halkından bahseder: “Don nehrinin doğusundaki memlekete Asaland veya Asaheim (As ülkesi veya yurdu) denir ve bu memleketin başşehrini Asgard adlarlar. “

Aynı yazarın bir eserinde kıta tarif edilirken, diğerinde o kıtaya isim veren halktan bahsedilmesi herhalde Sturluson’un araştırmalarının gelişimiyle alakalıdır. 1220 sonrasındaki araştırmalarında As halkıyla ilgili bilgileri derinleşti ve bunun sadece bir kıta adı olmadığına kanaat getirerek ve eski kaynaklardan As yurdunun tam yerini tespit ederek Ynglinga’ya ekledi. Bu As bahsi Sturluson’un bilgisinin güncelliği veya eskiliği konusundaki tartışmalarda şaşırtıcı bir gerçeğe işaret eder. Hunların gelişinden önceki dönemde Don nehrinin doğusundaki Aral boylarına kadar uzanan düzlüklerde As adlı bir kavim başı çekiyordu.[4] Vakıa, zamanla onların yönettiği topluluklardan biri olan Alan öne çıkmış, Hunlar da Alanları yenerek bu bölgeyi ele geçirmişlerdir. Güncel durumu çok iyi bildiklerini düşündüğümüz Vikinglerin bir kaynağının bu şekilde hayli eski ama tastamam doğru bir bilgiye sahip olması, sadece eski Yunan ve Latin yeryazım bilgisine vakıf olmalarıyla açıklanamaz. Bu köklü bir geleneğe, eskilerden gelen bir söylenceye işaret ediyor ve başka bir kavmin değil, hâkimiyet alanları nispeten dar olan ve kısa süren As kavminin adını veriyor. Batı bozkırlarında Asların adını taşıyan bir kent, hatta onlarla özdeşleşmiş bir kent bilmesek de, sonraki zamanda derlenen anlatılarda onlara kendi adlarını taşıyan bir şehrin atfedilmesini tabii karşılamalıyız. Ynglinga’dan devam edelim:

“Bu başşehirde adı Ödin olan bir yönetici hüküm sürüyordu… Ödin büyük ve uzak ülkelere gidip çok memleketi alan bir savaşçıydı. O derece muzafferdi ki, her savaşta zafer onun yanında olurdu. Zaferin her savaşta onun oluşu halkının inancıydı… Sık sık o kadar uzağa gidiyordu ki, seyahatinde yıllar geçiyordu. “

“Kuzeydoğudan güneybatıya Büyük Swithiod’u diğer memleketlerden ayıran bir dağ silsilesi uzanır. Bu silsilenin güneyi Odin’in büyük mülkünün bulunduğu Turkland’a uzak değildir.”

İlk bakışta şöyle bir değerlendirme yersiz olmayacaktır: Ural dağlarının bir bütün olarak algılanması eski yeryazım kitaplarında bilinmediği gibi, Rusya sınırı da o kadar öte gitmezdi ve burada belirtildiği gibi Don nehrinin yukarı mecralarında biterdi. Bu bölgede memleketleri ayıracak derecede kaydadeğer olarak sadece Kafkaslar göze çarpıyor. Onda da yön sorunu vardır. Karpatlar burada dendiği istikamette uzanır ama işbu bahiste kapsam dışı kalmaktadır. Kafkasların güneyi Sturluson’un yaşadığı günlerde elhak Turkland idi. Ancak Sturluson’un önceki eseri olan Prose Edda’da Turkland başka anlatılır: “Dünyanın ortasının yakınlarında bizim Turkland dediğimiz yere, en gösterişli yapı yapıldı ve yurt kuruldu. Buraya Troya dendi… (Troya krallarından Mennon’un oğlu Tor) kendisini şimdi bizim Trudheim dediğimiz Trakya ülkesi için çalışmaya verdi. Daha sonra ülkeden ülkeye gezmeye başladı… (Onun neslinden gelen Friallaf’ın da) bir oğlu vardı. Adı Voden idi. Biz ona Odin diyoruz. O bilgeliği ve becerileriyle ünlüydü. “

Bu metinde çağdaş eleştirmenlerin isim benzerliğine bağladıkları öğeler tastamam vardır. Yazar Troya, Trakya ve Türk kelimelerinin ses çağrışımlarından sonuna kadar istifade etmiştir. Bugün Kuzeylilerin en çok kullandığı özel isimlerden biri olan Thor da buna eklenir. Ama bunu yukarıda belirttiğimiz gibi, ‘müdakkik araştırmalar’ öncesindeki bilgisiyle açıklamalıyız. Öbür türlü, Anadolu Selçuklu devleti Alaaddin Keykubat önderliğinde en parlak devrini yaşıyor olsa da, o günlerde sadece Trakya değil, Batı Anadolu’nun dahi Turkland olarak görülemeyeceğini, Bizans’ın hala kaya gibi yerinde durduğunu biliyor olacaktır. Eskiçağlarda Batı Anadolu’da bir Turkland aramak için ise ne Sturluson’un, ne de bir başkasının faydalanabileceği bir kaynak bulunmamakta, en azından henüz bilinmemektedir. Dolayısıyla Prose Edda’daki bu bilgiyi geçmeliyiz. Zaten yazar 10 yıl kadar sonra yazdığı yeni eserinde Troya veya Trakya atfını kullanmaz. O da eski bildiklerini geçmiştir.

Göçün sebebini her iki kaynak da Odin’in gururunu incitmeden açıklamaya çalışır. Prose Edda’ya göre Odin “bilgeliğiyle dünyanın kuzeyinde adının çok yüksek tutulacağını ve bütün kralların hepsinden fazla onurlandırılacağını anladı. Bu onda Turkland’dan[5] ayrılma hissi uyandırdı.” Ynglinga’da göç çok somut bir sebebe, bir dış tehdide bağlanır: “O zamanlar Romalıların reisleri dünyanın çok yerine yayılıp tüm halkları kendilerine bağlamışlardı ve bu sebeple pek çok reis kendi mülkünden kaçmıştı. Fakat uzak görüşlü olan ve sihir gücü bulunan Odin kendi soyunun dünyanın kuzey yarısına gelip yerleşeceğini biliyordu. “

Buradaki Roma baskısı öğesi ilk bakışta Turkland’ın Türkistan olma ihtimalini bir kez daha bertaraf etmektedir. Ayrıca, Odin dünyanın güney yarısı veya tarafı olarak nitelenebilecek bir yerde yaşıyordu ki, herhalde Vanaland ve Asaland ile aynı enlemde olan Türkistan bu şekilde görülemezdi. Buna karşılık, yoğunlaşılan bölgenin güneyine düşen Azerbaycan, Kafkas dağlarının kuzey ile bağlantıyı kesmeleri hasebiyle, güney ile daha bütünleşiktir.

Odin’in Göç Yolu

Göç bahsini Prose Edda şöyle anlatır: “Arkasında genç, yaşlı, kadın, erkek, kalabalık bir grupla yola çıktı. Yanlarında çok değerli şeyler vardı. Hangi ülkede nereden geçerlerse geçsinler haklarında övgüyle söz ediliyordu. Onların insandan çok tanrılara benzedikleri söyleniyordu. Saxland’a gelinceye dek durmadılar. Odin burada bir süre konakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliğine aldı. Ülkenin korunmasını üç oğluna verdi… Odin daha sonra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Reidgotaland’a (Danimarka) geldi.”

Ynglinga’daki bahisler bu metinle uyuşur, ancak ‘tanrı gibi’ olan Odin ve avenesi, on yıl sonra ‘tanrı’ haline gelirler: “Bu yüzden kardeşleri Ve ve Vilje’yi Asgard’da bıraktı ve kendisi tüm tanrılar ve diğer insanların büyük bir kısmıyla önce batıya Gardarike’ye, sonra da güneye Saxland’a doğru göçe başladı. Pek çok oğlu vardı, Saxland’da geniş bir devlete boyun eğdirdikten sonra oğullarını o memleketin yönetimine bıraktı. Kendisi kuzeye denize doğru gitti ve Fyen’deki Odins denen bir adayı kendine yurtluk aldı. “

Biz göçten sonra kuzeyde yapılanlar konusuna girmeyeceğiz. Destanda beklendiği üzere, sağa sola fütuhat girişimleri, yerli halk ile ilişkiler, hanedanın yerleşmesi ve nihayet yeni bir ulusun doğması konuları izlenmektedir.

Bu bahisleri tastamam efsane, dolayısıyla uydurma olarak gören halkiyatçılar, ardından adı geçen mekân ve kavramlara derin mitolojik manalar yüklemişlerdir. Örneğin, Asgard basitleştirici bir anlatımla tanrıların mekânı olarak sunulur. Merkezîdir. Onun etrafında Midgard (‘Orta Kent’) vardır. Burası insanların mekânıdır. Bilinen dünya ile engin okyanuslar arasında ise devlerin mekânı vardır (O’Donoghue 2008: 17). Halbuki burada tarihi bir hadiseye işaret edilmektedir. Bir göç vardır. Metinlerde bu göç hikâyesini İsrailiyyat bilgisine bağlayacak, dolayısıyla Babil’den başlatacak bir veri bulunmuyor. Troya iyi bilinir ama Yunan barbarlığı karşısında uğradığı felaketiyle bilinir. Buradan göç alışıldık bir figür değildir. As ülkesinden göçün ise, bildiğim kadarıyla, başka hiçbir yerde örneği yoktur. Ulusların türeyiş ve köken efsanelerinde göç evrenseldir ama çıkanakları özgünlük arz ediyorsa, münferit olarak ele almalı ve kendi içinde değerlendirmeliyiz.

Böyle bir göçü tarih bilgimizle telif etmek için tek başvuracağımız kaynak şimdilik oyma yazının başlangıcı olarak gözüküyor. Bu yazıyı sagada dendiği gibi Odin veya Türklerin yaşadığı yerlerden birileri getirip İskandinavlara öğretti ise, bu göç MS 2. yy’dan daha geç olmamalı. Bu tarih Aral-Hazar bozkırlarında As egemenliğinin sonlarına denk gelir. Bu aynı zamanda İskandinavya’dan Gotların bozkıra geliş tarihidir ve aynı günlerde bozkırdan İskandinavya’ya doğru ters istikamette bir göç düşünmek ilk bakışta eğlenceli olacaktır. Ancak bir ara bozkırın büyük bir kesimine hâkim olan ve eskiçağ yazarları nezdindeki önemlerine binaen bugün kullandığımız Asya kıta ismine babalık eden bir halkın ortadan kalkarken bazı kısımlarının da kuzey cihetine gittiğini düşünmekte beis yoktur. Altay dağlarının kuzeyindeki düzlüklere ulaşan ve Göktürk yazıtlarda karşımıza Az Budun olarak çıkan bu halkın bir hissesi de batıda ve kuzeyde dağılmış olabilir. Değilse nereye gittiklerini sormak lazımdır.

Dolayısıyla, bozkırda Asların ortadan kalkışı ve İskandinavya’da oyma yazının belirmesinin tarihsel denkliği Asaland’dan bir göç konusundaki sıkıntıyı ortadan kaldırıyor. Fakat Turkland’ı nasıl açıklayacağız? Asaland Sturluson’un sonradan yaptığı bir açıklama, bir tarih şerhi. Ynglinga’ya göre As kesinlikle onun halkının ismi; hatta İskandinavya’ya göçtüklerinde bile bu ismi kullanıyorlar. Bu bir. İkinci gerçek ise çıkanağın Turkland olduğudur. Prose Edda bunu açıkça söylüyor. Ynglinga ise çıkanağı Roma etki bölgesine, yani Azerbaycan arazisine yerleştirdiğinden ve buraya Turkland adını verdiğinden aynı şeyden bahsediyor. Biz Asaland ile Turkland’ın birini Kafkasların kuzeyine ve diğerini güneyine yerleştirip ortada iki ülkeden bahis olduğunu söyleyebiliriz ama Sturluson ne iki ayrı ülkeden bahsettiğini ima ediyor, ne de bunları telif edecek bir yol gösteriyor. Açıkça, sonradan derinlemesine öğrendiği Aslar konusu onun Türkland bilgisinin üzerine oturmuş, Asland’ı yeni eserinde kullanmış ama Turkland’ı ne yapacağını bilemeyerek müphem ifadelerle bırakmıştır.

Tarih bilgimiz aslında Azerbaycan açıklamasına imkân tanıyor. MÖ ilk binyılda Aras nehrinin doğusu, Nahcivan ve ötesi Aza ülkesi olarak biliniyordu ve Strabon’un zamanına kadar böyle kullanılmış gözüküyor (Ağasıoğlu 2000: 13). Strabon çağında Roma tazyikini Kafkasların güneyinde tahayyül edebiliriz ama o günlerde bu bölgede Aza halkından haber veren başka kaynaklar olmadığı gibi, yakın tarihteki bir göçü de bilmiyoruz. Bozkır Azlarının kaynağı Azerbaycan’daki halk ise, göç daha önceden gerçekleşmiş olmalıdır. Zira Strabon doğmadan bir asır önce Asii kavmi müttefikleriyle birlikte kuzeyden gelip Maveraünnehr’i işgal ediyordu (Czegledy 1999: 36-39).

Böylece, coğrafi tanımlama açık olmakla birlikte Turkland’ın Azerbaycan oluşu konusunda soru işaretleri beliriyor. Sturluson o çağda Urartu yazılarını okuyamayacağına göre, Azerbaycan’daki Azları nereden öğrenmişti? Çünkü arada en az 1400 yıl var. Sözlü tarih bilgisinin nesiller boyu çok küçük sapmalarla aktarıldığı geleneksel bir toplumda, Kafkasların güneyindeki yurtla ilgili hatıraların 1400 yıl yaşaması fazlasıyla mümkündür. Lâkin bu kez de Azerbaycan’dan çıkış ile İskandinavya’ya gidiş arasında dört asırlık bir boşluk beliriyor.

Bu bilgiye, daha doğrusu yoruma biz ancak şimdilerde ulaşabiliyoruz. Sturluson bunu bilmiyordu ve tek kademeli bir göç tasarlıyordu. Hâlbuki derlediği söylenceler iki ayrı ülkeden bahsediyor. İşte bunlardan birini doğru olarak Asaland şeklinde tespit etmiş, diğerini ise kendi döneminin bilgisine başvurarak ve “dağı arkasına alarak” Azerbaycan olduğu aşikâr olan Turkland olarak açıklamıştır. Bizim sorduğumuz soruları kendisinin de sorduğunu tahmin ediyoruz ki, bu çelişkileri gidermeye çalışmış ve yapabildiği tek iş olarak Turkland’ı Rusya’nın yakınına yerleştirmiştir.

Burada Turkland’ın kitabî bir bilgiyi mi temsil ettiği, yoksa geleneklerden mi derlendiği sorusu gelecektir ve hemen herkes birinciyi söylemektedir. Ama Turkland Uralların güney ucundaki bölgeyi anlatamaz mı? Bu gayet tabii ve muhtemeldir. Hazar bozkırlarında Asların yaşadığı dönemde hemen kuzeydeki ormanlık bölgede üç eskiçağ kaynağının Turkae adını verdiği kavim yaşıyordu ve asırlar sonra bu bölgeden çıkıp gelen ve Göktürklerle hiçbir ilgileri olmayan Macarlar da kendileri için Türk adını kullanıyorlardı (incelemesi için bkz. Karatay 2009). Burada işe yarayabilecek ayrıntı ise Aslar ile Türklerin bu bölgeden silinmesinin yaklaşık aynı günlerde olduğudur.

Odin dört asır yaşayamayacağına göre, onun Turkland’ı Azerbaycan olamaz. Azerbaycan’dan, yani büyük dağ silsilesinin ardındaki ülkeden göç bir şekilde geleneklerde korunmuş olabilir, ama Odin Asaland ve Turkland’ın, yani Batı Asya’nın bir hükümdarıydı ve belki de As egemenliği döneminin son parlak kişiliğini temsil ediyordu. Üstelik Türk dünyasındaki ve hele Türk kültüründeki bazı verilerden onun gerçekten göç etmediğine hükmetmek de mümkündür; aynen Selçuk Bey’in kendisinin Türkistan’da kalması ama isminin Anadolu’ya gelmesi gibi bir durum burada da vaki olabilir. Bunu başka bir araştırmada ele almak yerinde olacaktır.

Prof. Dr. Osman Karatay

Ege Üniversitesi

LİNK : https://ege.academia.edu/

Dipnotlar:

[1]Örn. Bu sagayı İngilizceye ilk çeviren Samuel Laing’in özgün çevirisinde ve önceki baskılarında yer almasına rağmen, onun çevirisinin kullanıldığı Norrcena Society’nin 1907 baskısında (London, Copenhagen, Stockholk, Berlin, New York) bu bölüm bulunmaz ve doğrudan ilk kral sağası olan Kara Halfdan’a geçilir. Bunu büyük ölçüde bu bölümün içeriğinden duyulan rahatsızlığa, bir ölçüde de sagalara karşı 20. yy başlarında gelişen isbatiyeci ve eleştirici tutuma bağlayabiliriz.

[2] Biz bu çevirileri Laing’in eski metiniyle (London-New York 1961: 7-11) Hollamder’in (Austin 2002: 6-10) İngilizceye çevirilerinden karşılaştırmalı olarak yaptık. Temelde büyük farklılıklar olmamakla birlikte, bazı ifadelerde iki metni telif etmek gerti. Bu konuyu çalışan arkadaşımızın yakın bir gelecekte İzlanda dilinden doğrudan çeviri yapmasını umuyoruz.

[3]Prose Edda metinleri Lagerbring’in kitabının çevirisinden (2008: 74-77) aktarılmıştır. Brodeur’ün çevirisinde (1923: 6-12) bazı anlam farklılıkları bulunmakta ise de, metin tahlili buradaki konumuz olmadığından ayrıntıları meğersimeyeceğiz.

[4] Aslar hakkında Türkçede en geniş bilgi Czegledy’de bulunabilir (1999: 33-66).

[5] Eseri çeviren Gürgün Turkland geçen yerlerde Türkiye kelimesini kullanıyor ama biz sahihliğine halel gelmemesi açısından esas biçimi yazdık.

KAYNAKLAR

AĞASIOĞLU, Firidun, AzerXalqı, Bakı, 2000.

BRODEUR, A. G., The Prose Edda by Snorri Sturluson, London – New York, 1923.

CZEGLEDY, Kâroly, Turan Kadimlerinin Göçü, çev. G. Karaağaç, İstanbul, 1999.

DALY, Kathleen L., Norse Mithology A to Z, New York, 2004.

J0N, A. Asbjörn, “Shamanism and the Image of the Teutonic Deity, Ödinn”, Folklore, X (1999), s. 68-76.

KARATAY, O., İran ile Turan: Hayali Miletler Çağında Avrasya ve Ortadoğu, Ankara, 2003., “Ergenekon Öncesindeki Felaket Hakkında Bir Tarihleme Denemesi”, 1. Uluslararası Uzak Asya’dan Ön Asya’ya Eski Türkçe Bilgi Şöleni, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 18-20 Kasım 2009.

KARATAY, O., Aygün, E., “Alpler ve Elfler: Türk ve İskandinav Dünyalarında Kahramanlık Olgusu”, II. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresi, 119-25 Nisan 2010, Çeşme – İzmir.

LAGERBRİNG, Sven, İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri. İsveçlilerin Türk Ataları, çev. Abdullah Gürgün, İstanbul, 2008.

LOOİJENGA, Tineke, Texts and Contexts of the Oldest Runic Inscriptions, Leiden Boston, 2003.

O’DONOGHUE, Heather,From Asgard to Valhalla: The Remarkable History of the Norse Myths, London, 2008.

Snorre Sturlason, Heimskringla: The Norse King Sagas, çev. S. Laing – P. G. Foote, London – New York, 1961.

Snorri Sturluson, Heimskringla: History of the Kings of Norway, çev. L. M. Hollander, Austin, 2002.

PORSTEİNSSON, Steingrımur J., “The Cult of Ödinn in Iceland”, Nine Norse Studies, yay. G. Turville-Petre, Bristol, 1972.

TARİH /// ALPLAR ve ELFLER : TÜRK VE İSKANDİNAV DÜNYALARINDA KAH RAMANLIK OLGUSU


Eski İskandinav kayıtları, Türklerin eskiden yaşadığı bölge ve bizzat Türk toplulukları ile İskandinavyalıların atalarının yoğun temasta olduklarını bildirmektedir. Bunlar çok önemli kültürel öğeleri içerir. Ayrıca etnik temaslar da gerçekleşmiştir. Sonuçta en önemli kültürel niteliklerden biri olan kahraman tiplemesinin İskandinav ve Turan dünyalarında büyük ölçüde benzeştiğini görmek şaşırtıcı olmamaktadır. Ayrıca bu kahramanlara verilen isimler de benzeşmektedir ve belki de kökteştir.

Hayli cüsseli bir kitaplık oluşturan İskandinav sagaları (efsaneleri) Türkiye’de bir genel kültür konusu olmanın ötesine geçememiştir. Bilimsel çalışmalarda ele alınmasının örnekleri yok denecek kadar azdır. Bu yüzden, bilimsel olarak fazla bilinmeyen bu konuda ileri bir aşamayı içeren, karşılaştırmalı bir tarzda bildiri sunma cesaretini dinleyici kitlemizin çoğunluğunun halkbilimci olmasından aldık. Bu yüzden biz saga tanımlamasına girmeyeceğiz.

‘F’ ünsüzünü bulundurmayan Türkçenin ‘alp’ kelimesi ile Kuzeylilerin ‘elf’ sözcüğü arasındaki dilbilimsel ilişkiyi kanaatlerinize havale ediyoruz. Belki başka bir çalışmada bu sözcükler etimolojik olarak tahlil edilmelidir. Aşina olunan usul, karşılaştırmadan sonra tarihi zeminle ilgili bir sonuca varmaktır. Biz ise tersini yapacak ve önce tarihi zemini açıklayıp ardından bu zeminde karşılaştırma yapacağız.

Son yıllardaki araştırmalar Türk anayurdunun Altaylarda, hele de Sibirya’nın doğusunda olamayacağını açıklıkla göstermiştir. Muhtemel Türk yurdu İdil‐Ural bölgesindedir. Eski Türkçenin söz varlığının bir ormancı‐ avcı‐tarımcı topluma işaret etmesi bunun bir kanıtıdır. Ziraat yapan insanları ot bitmez bölgelere yerleştiremeyiz. Bölgedeki yer adlarının Türkçe isimlerinin de olması buna işaret eder. Biz Anadolu’da bin yıldır ırmak isimlerini Türkçeleştiremeyip, sadece bazılarına renk izafe ederken, Doğu Avrupa’da ve Batı Sibirya’daki neredeyse tüm ırmak isimlerinin Türkçe adları vardır.

Eski Türkleri betimleyen kaynaklar neredeyse hep bir ağızdan sarışın bir kavimden bahsederler ve Kumanlar bu bahislerde sadece küçük bir yer tutar. Bu tip insanı herhalde en iyi bu bölgede bulabiliriz. Türk boy isimlerinin ezici çoğunluğu batı tarafa aittir ve doğuda geçmez. Şu an, dayatılmış kalıpları bırakarak eldeki veri ışığında düşünen bir dilbilimcinin rahatlıkla söyleyebileceği şey, Türkçenin en yakın akrabasının Macarca olduğu ve bu ikisinin muhtemelen aynı dilden indiğidir. Bu da aynı bölgeye işaret edecektir.

Hatta başka ayrıntılar da tespit edilmiştir. Örneğin Osman Karatay’ın yenilerdeki bir tespitine göre, Göktürk devletini kuracak olan Türk budun, uğradığı felaketin ardından Ergenekon vadilerine sığınmadan önce Orta İdil civarında yaşıyordu. Dolayısıyla İskandinavya ile İdil boylarını harita üzerinde düşündüğümüzde, aralarında çok sıkı tarihi ve kültürel ilişkilerin bulunması değil, bulunmaması şaşırtıcı olacaktır. Hatta sıkı bir etnik ilişki düşünmek için de zemin bulunmaktadır.

Yaklaşık aynı iklimi yaşayan iki kuzey bölgesinden bahsediyoruz. Şu an üzerinde bir proje olarak çalıştığımız saga metinlerinin incelenmesi bu konuda haklı olduğumuzu her geçen gün daha bir katiyetle göstermektedir. En ünlü sagaların başında gelen Heimskringla, ilk sayfasında Kral Odin’in İskitya’nın, yani Ana Rusya’nın doğusundaki Turkland’dan göçünü anlatır. Feridun Ağasıoğlu bazı İskandinav yer isimlerinin Türkçe koktuğuna işaret etmiştir. Biz bunun daha fazla olduğu düşüncesindeyiz ve ilerde ayrıntılı çalışmaları bilim dünyasıyla paylaşacağız.

Türkistan’dan İskandinavya’ya göçen Kral Odin, daha sonra tanrılaştırılmış ve Kuzeylilerin baştanrısı haline gelmiştir. Kavminin adı Az’dır, yani Göktürk yazıtlarında karşımıza Az Budun olarak çıkan, Abakan bozkırında Kırgız komşuluğundaki halk. Eskiçağda Azları Aral boylarında görüyorduk. Timur bir sefere çıkmadan önce bu bölgedeki Öden Ata’nın kabrini ziyaret etmiş, dua ve dilekte bulunmuştur. Şimdiki Daşoğuz yakınlarında da Ütin Kala diye eski bir yıkıntıdan haber verilmektedir.

Eğer bir Türk budununun önderi İskandinav kültüründe baştanrı haline geliyorsa, bizim Alpler ile Elfleri kıyaslamamızda hiçbir beis kalmayacaktır. Önce tarihi açıdan Türk ve İskandinav kahramanlarını, daha sonra da destanî anlamıyla alpları ve elfleri ana başlıklar halinde anlatacağız. Alp, Türkçenin çeşitli lehçelerinde kahraman, cesur, yiğit anlamlarına gelir.

Türkiye, Azerbaycan, Türkmen, Kırgız, Karakalpak Türkçelerinde “alp”; Çuvaş‐ ça’da “ulıp”; Kazak, Tatar ve Hakas Türkçelerinde “alıp” şekillerinde kullanılmaktadırlar. Destan çağlarından, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonraki dönemlere dek Alp unvanı, birçok boy tarafından ve hükümdarlardan küçük komutanlara kadar yayılan bir yelpazede kullanıldı. İslamiyet’ten sonraki devirlerdeki Alp‐Gazi ve Alp‐Eren kullanımları yaygınlaşmıştır. Kişi ismi, sıfat, unvan olarak çeşitli kullanımları vardır.

Alplar, süreğen savaş şartlarında yaşayan göçebe boylarda önderlik ve savaşçılık yetenekleriyle sivrilen kimselerdir. İyi binicilerdir, savaş aletlerini çok iyi kullanırlar ve savaşlarda kişisel kahramanlıklarını sakınmadan sergilerler. Uzun boylu, bahadır ve güçlüdürler. Aralarında kan davaları sürer. Ozanlık yeteneklerini haiz olanları vardır. Kadınlar tüm bu özellikler açısından erkeklerden geri kalmaz. Konfederasyon şartlarında bir alpın çevresinde daha alt düzeyde alplar toplanır. En üstteki alpla bağımlı alpları arasında gelişigüzel olmayan ve bir hukuka dayanan ilişkiler sistemi vardır.

Büyük alp belli zamanlarda bağımlıları toplamak ve bu toplantılarda ziyafetli şölen düzenlemek zorundadır. Alp tipi olarak ilk ele alacağımız örnek Oğuz olmalıdır. Oğuz, dünyaya Tanrı tarafından düzeni sağlaması için gönderilmiştir. Doğumu, daha sonra evleneceği kadınlar, hatta silahları ve atları tanrısal bir doğaüstülük gösterirler. Bünyesi çocukluğundan itibaren olağandışı gelişim seyri izlemiştir. Oğuz, kutun gereğini yerine getirir ve evrene, yani töreye dirlik düzenlik getirir.

Bütün bunları tek başına değil, yüksek önderlik yetenekleriyle çevresine topladığı kitleyle gerçekleştirir. Göçebe federasyonları devri ideolojisinin temsilcisidir. Batı Türk geleneğini temsil eden Oğuz’un düzen‐devlet‐töre kurucu alp özelliklerine nazaran Doğu Türklerinin alpları mazlum halkını zulümden kurtarmaya soyunan daha savunmada bir tiptir. Devlet kuruculuktan ziyade, varlığını işgalciye karşı korumakla uğraşır. Güney ve Kuzey Sibirya destanları bu türden alpları barındırır. Manas destanı ise bu iki geleneğin arasındadır.

Manas, hem halkının esaretini ortadan kaldırır hem de devlet kuruculuğu görevini üstlenir. Dolayısıyla kut, Manas’ta Sibirya destanlarının alplarına göre daha belirgindir.

Manas destanındaki alp tipinin ortak özellikleri şu şekildedir:

1) Çeşitli hayvanların özelliklerini taşırlar ve diğer insanlara göre bu suretle farklılık gösterirler.

2) Trajedinin ideal kahramanından ziyade daha insani, iyiliği, kötülüğü, çeşitli zaafları bünyesinde taşıyan karakter yapısına sahip.

3) Kavrayışlı, bilge, öngörülüdürler.

4) Güçlü ve iridirler. Düşman saflarını tek başlarına darmadağın ederler.

5) Gece hızlı hareket etme ve karanlıkta iz sürme özellikleri vardır.

6) Cömerttirler. Halkın koruyucusudurlar.

7) Küçük yaşlarda beden hareketlerinin, silah kullanmanın ustası olurlar, ülke yönetirler.

8) Kullandıkları eşyayla (at, yay, ok) bütünleşirler ve bu eşyanın insanlar gibi ismi vardır.

9) Kahramanın tekliği ideolojisi vardır. Birden fazla kahramanın varlığı çatışmaya davetiye çıkarır. Erkekler böyleyken kadınların da onlardan aşağı kalır meziyetleri yoktur.

Genel özellikleri şu şekildedir: 1) Ne düşündüklerini çekinmeden söyleyebilirler. 2) Öngörülüdürler (kehanet yeteneğini haiz) ve mantıklıdırlar. Falcılık yeteneği taşıyanları vardır.

Bu erkek ve kadın tiplerinin özelliklerin hemen hepsinin İskandinav kahramanlarında da olduğunu göreceğiz. Peki İskandinav kahramanı kimdir? İskandinav metinleri malzeme olarak tarihçiler açısından hala tartışmalı kabul edilir, ancak İskandinav geleneklerinin ve tarihinin incelenmesine girişen bir bilim adamı açısından paha biçilemez değerde oldukları şüphe götürmez.

Destanî‐tarihi metinler olan sagalar, Hıristiyanlık öncesi çağın kozmolojisini yansıtan edda şiirleri ve saga özellikleri göstermekle birlikte onlar kadar uzun olmayan kısa anlatılar anılan kaynaklardandır. Saga metinlerinde sahneye çıkan kahraman figürlerinin bazıları gerçekten yaşamış olan tarihi şahsiyetler, bazıları ise hayalidir, hatta bazıları düpedüz masalsıdır (Kızıl Erik‐14, “Tek Ayaklılar” gibi).

Buna karşılık hiç şüphe yok ki merkezdeki krallarla merkezkaçtaki soylu beylerin mücadelelerinin ve literatürde Viking Çağı olarak adlandırılan dış seferler çağının filizlenmeye başladığı bir kahramanlık çağının atmosferi yansıtılmaktadır. Biz, İskandinav kahraman figürlerinin ortak özelliklerini dört kaynağa dayanarak belirledik. Bunlar; Yanık Njall, Heimskringla (ilk beş saga), Kızıl Erik, Egil sagalarıdır. Birincil kaynak olarak saga literatürü elbette çok daha geniştir ve incelemelerimizin derinleşmesiyle ilgi çekici sonuçlara ulaşacağımız kesindir. Şimdilik vardığımız sonuçlar dahi heyecan vericidir.

Önce İskandinav kahramanını tanımlayalım:

1) Savaşçıdır. Muharebe esnasında komutan kral/bey dahi en önde çarpışır ve düşman saflarında ciddi bir bozgun yaratır. Silahtan olurlarsa birbirlerine ‐metinlerdeki ifadesiyle‐ tekme tokat girişirler. Savaşçılık öylesi bir meziyettir ki bir Viking yaşlandığı ve yatağında öleceğini anladığı için ilenmiş ve kralından ufukta görünen savaşta cephe görevi istemiştir.

Metinlerde sözü edilen birçok beyin ön saflarda çatışırken öldüğüne ilişkin çok sayıda değinme vardır. Bu yiğitlik paradigmasının içine, kendisinden haber‐ siz malını yağmaladığı adamın karşısında korkak durumuna düşmemek için geri dönüp mal sahibi adamı ve maiyetini yakmak gibi ilginç tutumlar da girer.

2) Tüccardır. Yağmacılık ve haraççılıktan ayrılmayan melezlenmiş bir ticaret rutinleri vardır. Sadece kendi aralarında değil, ırmaklar yoluyla doğu ve güney ekseninde Doğu ve Batı Avrupa’nın içlerine kadar.

3) Cömerttir. Bağlılarına karşı cimrilik yapanlardan iyi bir dille bahsedilmez. Eli açıklık ise bir meziyet olarak daima yüceltilir.

4) Hukukçudur. Düzen kurucu ve koruyucudurlar. Yapıca ve işlevce Türk dünyasının kurultayına benzerlik arz eden yıllık büyük althing toplantısı ve bunun yanında toyla eşleştirilebilecek küçük şölenler, düzenin sağlanmasında ve pekiştirilmesinde işlev taşırlar.

Yağmacılık hukuksuzluk demek değildir. Yanık Njall’ın Sagası’nın başkahramanlarından Njall’ın şu sözü bir istisna değildir: “Ülkemiz yasalar üstüne kurulacaktır, yasasızlıksa yıkım getirecektir”. Saga kahramanlarında düzen kuruculuk ve kendi algıladıkları kozmosu dengeye kavuşturmak, sık rastlanan bir karakter özelliğidir.

5) Önsezilidir. Geleceği okumada olağandışı bir yetenekleri vardır. Bu, bilgelikten farklıdır. Kahraman özellikleriyle öne çıkmış bir kimse bilge olabilir, ama önsezili olmayabilir. Önsezili kişilerin en ünlü örneklerinden biri Njall’dır.

6) Büyücüdür. Büyülü ruhları kullanırlar.

7) Beceriklidir. Beden hareketlerinde, savaş aletlerinin kullanılmasın‐da, binit kullanmada küçük yaşlardan itibaren ustalaşırlar.

8) Eşyalarıyla bütünleşir. Kullandıkları savaş malzemeleri ile (kılıç, mızrak, at) bütünleşirler. Bu aletlerin ve binitlerin isimleri vardır.

9) Önderdir. Küçük yaşlarından itibaren çevrelerine kitleleri toplayıp onları yönetme becerisini kazanırlar.

10) Mütevekkildir. Kaderlerini sezdikleri durumda, sonunda ölüm dahi olsa ona boyun eğdikleri olur (Njall’ın öldürüleceğini sezmesi, buna karşın canını kurtaracak önlemleri almayı reddetmesi).

11) Ozandır. Güzel Saçlı Harald’ın saray hiyerarşisinde ikinci sıradadır. Ozanlık yeteneği, idam suçunun bağışlanmasına bile vesile olabilir. Şiir ve şair büyü ile el ele ilerler. Şiir düzen şair, hasta başladığı boylamanın sonunda tamamen iyileşebilir. Bazılarının masalsı yaratıklarla akrabalığı vardır. Egil‐7’de Bjorgolf ile dağ devinin akrabalığı gibi.

13) Endamlıdır. Çoğunlukla çok iri, uzun, görkemli bir figür olarak resmedilirler. “Hiç kimselere benzemeyen dev gibi” adamlardır (örn: Egil‐25. bölümdeki Skallagrim ve yoldaşları). Egil‐27’de Kveldulf bir güç patlaması yaşar ve hemen arkasından gücü normal insanların bile altına indiği için yataklara düşer. Egil‐30’da Skallagrim, dört kişinin kaldıramadığı büyüklükte bir taşı denizin dibinden çıkarıp o taşla birlikte evine geri döner.

Egil’in kendisi üç yaşındayken altı yedi yaşında gösteren, her açıdan hızlı gelişme gösteren bir kimsedir. On iki yaşına geldiğinde o kadar güçlenmiştir ki savaş oyunlarında rakibi yoktur. Nihayet yetişkin çağında dev kadar iri bir kimse olarak tarif edilmektedir. Sonradan açılan mezarında bulunan kemikleri normal insanlarınkinden çok daha iridir. Öyle ki, test etmek için baltayla kafatasına vurmuşlar, fakat birkaç çizik dışında hiçbir zarar verememişlerdir.

14) İçki içmeyi sever. Çok içerler.

15) Kadınlar da yiğitlikte, akılda ve kişilikli duruşta erkeklerden geri kalmaz. Savaşta kaçan erkekleri tekrar çatışmaya döndürmek için yalın kılıç düşman saflarına dalan, evlilikte son kararın kendisine bırakıldığı, kocasına rağmen Hıristiyanlığa geçen, devleti yöneten, büyü gücüne sahip kadınlar her yerde karşımıza çıkar.

Görüleceği üzere İskandinav kahramanıyla Türk destanının kahramanı arasında büyük benzerlikler var. Hiç şüphesiz verilen bu özelliklerin hepsi bir kimsede toplanmıyor. Alpların masalsı boyutlarını incelerken Dr. Bülent Bayram’ın “Çuvaş Türklerinin Kahramanlık Anlatmaları” isimli çalışmasından yararlandık. Bu çalışmadaki menkıbevi/masalsı alp tipi elflerle çarpıcı benzerlikler gösteriyor.

Bunun yanı sıra Ural‐Altay, Orta Asya, Kafkasya, Tatar, Tuna Bulgarlarının devler hakkındaki efsaneleriyle, Çuvaşların alplar hakkındaki anlatmaları benzer motifler taşır. Alp, Çuvaş anlatımlarında onların her alanda yardımcısı olarak betimlenmiştir. Normal hayatta Çuvaşların orman söküp tarla yapmalarına, tarla sürmelerine, ekin ekmelerine yardım eder. Düşman saldırdığında ise onlara karşı koyan ve Çuvaşları kollayan bir koruyucu kahraman konumundadır.

Alplar uzun boylu ve insanüstü bir güce sahiptir. Doğduktan sonra çok hızlı büyümektedir. Bir anlatıya göre Alpın çocuğu, normal insanların çocukları ile oynamak ister. Çocukların onu oyuna almak için ondan olağandışı isteklerde bulunması üzerine alpın çocuğu, bunların hepsini yerine getirir. Fiziksel özellikleri itibariyle popüler belleğin Asya‐ Türk tiplemesinden farklı olabilmektedirler. Sözgelimi Şan‐Şakkay sapsarı sakallıymış. Bunun için ona Sarı Alp demişler.

Bir başka anlatıma göre, eskiden panayıra giden bir grup, alpın sapsarı saçlı kızlarını evlerinin bahçesinde dolaşırken görmüş. Bazen bir destan kahramanının yaptığı işleri yerine getiren ve halkı için savaşan bir kahraman konumundayken, bir başka zaman çok sıradan bir insan, basit bir kahraman şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Çobanlık ve tarım yaparak yaşayan alplardan bahsedilir. Alplar günümüz insanlarının olmadığı dönemlerde yaşamışlar ve çok iri yapılı olmuşlar.

İnanışa göre bu alplar aynı zamanda Kafkas dağının yanında da bulunuyorlardı. Alpların Kafkasya’dan İdil boylarına göç edişlerinden söz eden bir başka anlatım daha vardır. Alp, bazen Tanrı tarafından çeşitli sebeplerle yeryüzüne gönderilmiştir ve O’nun adeta yeryüzündeki temsilcisi gibidir. Buna karşılık bazen de Tanrı tarafından cezalandırılmakta ya da Tanrı alpın doğumunun kendisine kötülük getireceğinden korkmaktadır.

Alpların yok oluş sebepleri; Tanrı’nın cezalandırması, su altında kalması, sır bir şekilde ortadan kalkma veya günümüzün normal insanlarına dönüşmedir. Alpların yok oluşları normal insanların hayatının başladığı dönemi açmıştır. Alp toprağı, alp tepesi, alp kurganı şeklinde adlandırılan tepelerin, bazı göllerin, çukurların oluşumlarını açıklayan efsanevi anlatımlar vardır. Özellikle Alp tepeleri adı verilen tepelerin oluşumu konusunda çok sayıda anlatım vardır. Alp tepeleri geleneksel Türk inançlarındaki kutsal ziyaret yerleri gibi görülmektedir. Bu tepeler kutsal kabul edilmiş ve onlar sürülmemiştir.

Burada bulunan alpın savaş malzemeleri de kutsal kabul edilmiştir. Bu malzemelere Çuvaşlar büyük saygı göstermişlerdir. Bu tepeler aynı zamanda insanların başlarına gelen bir felaketten sıkıntıdan kurtulmak için gelip yardım istedikleri dua ettikleri yerler haline dönüşmüştür. Buralara çeşitli zamanlarda çeşitli sebeplerle kanlı kansız kurbanlar sunmuşlardır. Alplara ve onların günümüzdeki hatıraları olarak kabul edilen tepelere hala saygı gösterilir.

Çuvaşlara göre kiremetler onlara birçok kötülüğü, hastalığı getirebilmektedir: “Alpın ayakkabısını silkelemesiyle oluşan tepeler bir süre sonra bir kiremete dönüşür”. Bir anlatımda, kuraklığı ortadan kaldırmak için kiremete kurban sunulmuşsa da yağmur yağmamıştır. Olağanüstü özellikleri olmasına rağmen alplar ve çocukları, kendilerine kötü bir şey yapılmadığı müddetçe kimseye dokunmamıştır. Böylece görülüyor ki alplar, kuralları belirlenmiş herhangi bir iyilik ya da kötülük çerçevesinin içine konulamıyor.

Elfler ise İskandinav, Anglo Sakson ve Germen kültür kollarına ayrılan kuzey kültürünün çok popüler bir halk inanışı figürüdür ve sadece coğrafi değil, zamansal olarak da geniş ilgi görmüş ve gerek kültürden kültüre, gerekse günümüze kadarki tarihsel süreçte hakkında çeşitlemeler yapılmıştır. Otantik malzemeye girmeden önce kelimenin anlamı ve kökeniyle ilgili açıklamaları bir fikir verecek düzeyde serimlemek istiyoruz.

İzlandaca‐ İngilizce sözlüğünde elfler şöyle açıklanmaktadır: “Álfr: 1) Mitolojide elf, peri. Edda, Ljósálfar (Aydınlık Elfler) ve Dökkálfar (Karanlık Elfler) olarak ikiye ayırır. Karanlık Elfler gerek modern peri hikayelerinde, gerekse eski yazarlarca anılmaz. Elfler ve Ass’lar (ç: Aesir) dost tanrılardır. Alvismál’de elfler ve cüceler [: dwarfs] açık bir şekilde birbirinden ayrılır. Edda’da elflerin oturdukları bölge Álfheimar’dır ve kralları da Frey’dir. Peri hikayelerinde elfler tepelik yerleri uğrak yeri haline getirmiş olan Huldu [: gizli] tayfası olarak anılır.

2) Geçmişte Kuzey bölgesinin iki büyük nehir arasında yer aldığı düşünülüyordu; Gautelfr ve Raumelfr. Mitolojik zamanlarda bu ara bölge Álfheimar olarak isimlendirilmişti ve sakinleri Álfar [: elfler] idi.” Ayto’ya göre; “Elfler, Germen efsanelerinde sahip oldukları olağandışı güçler sayesinde insanların yararına ya da zararına büyü yapabilen varlıklardır. Zararlı küçük cinler haline dönüşmeleri 16. yy’dan itibarendir.

Walshe’in tartışmalı varsayımına göre ise kök, Sanskritçe “rbhus” (: kurnazlıkta usta bir çeşit peri) kelimesidir. Buna karşılık elf, alf ya da alfr kelimelerinin etimolojik olarak Sanskritçe ile bağlantılı olup olmadığı tartışmalıdır. OE’de“aelf” şeklinde geçer ve “ylf” türevidir. ON “aelfr, alfr”, MHG “alp” (: karabasan) benzer anlamlardadır. Elf, Avrupa dillerindeki popüler bazı bileşik kişi isimlerinin de unsuru‐ dur; Alfred (Ælfræd), Alvin (Ælfwine), Eldridge (Ælfric) gibi.

Eddalardaki “Alfar” (tekil: “alfr”) bilinen en erken elflerdir. Kuzeylilerin tapınımda bulunduğu alt sınıf tanrılardan biridir. Elfler atmosferin dünya yüzeyine yakın bölgede ve dünyanın iç bölgesinde yaşarlar. Birinciler Alfheim’de yaşayan Aydınlık Elfler (: Ljósálfar), ikinciler Karanlık Elfler (: Dökkálfar) olarak anılırlar. Snorri, Aydınlık Elfler’in güneşten daha sarı, Karanlık Elfler’in ise ziftten daha kara olduğunu yazar.

Aydınlık Elfler ile Karanlık Elfler erken dönem inanışlarında birbiriyle iç içe geç‐ miştir. Bazı elflerin davranışları ve görünüşleri insanlar gibidir ve yaşadıkları yerler tümseklerdir. Kendilerini insanlara zaman zaman gösterirler ve onlara yakınlık durumlarına göre iyilik ya da kötülük yaparlar. Sözgelimi savaş sırasında ordulara yardım ettiklerini biliyoruz .

Buna karşılık insanları ve hayvanları büyüleyip hastalandırabilirler. Buna İzlanda dilinde “álfabruni” (elf çarpması) denir. Bu yüzden insanlar onların yakınlığını kazanmak için, yaşadıklarına inanılan tümseklerde ve tepeciklerde “álfablót” denilen sunu törenleri düzenleyip kurban sunarak ibadet ederler.

Elfler, tarla ve ormanlarla, suyla, yerin alt bölgeleriyle, evlerle olduğu gibi ışık ve havayla da bağlantılıdır. Tümseklerle birlikte tepelerde, taşlarda, kayalarda, mezarlıklarda ve hatta denizin içinde otururlar. Korular, ağaçlar, özellikle limon ağaçları onlardan sorulur. Bazıları dev gibidir. Bir hikayeye göre çok uzun bacaklı olan bir elf hep sobanın başında oturmak istiyor. Eğer bu olanak kendisine arkadaşça sağlanırsa herkesi mümkün olduğunca çevresine oturtmaya çalışıyor ve ağaçları bütün olarak sürükleyip ateşe atmak istiyor.

Huldu tayfası olarak anılanları uzun boyludur. Evleri, davarları, kiliseleri vardır. Kendilerini ve mallarını insanlara görünmez kılabilirler. Beşiklerden vaftiz olmamış çocukları ve dışarıda yalnız dolaşan küçük çocukları kaçırırlar ve yerine kendilerininkini koyarlar. Kızları Hıristiyan erkeklere aşık olurlar ve kendilerine çekebilmek için kırlık alandayken onlara bira ya da süt sunarlar.

Bu içiti yudumlayan adam büyünün etkisine girer ve elf kızla birlikte elf mekânına gider. Bunlar, ruhlarını ölümsüz kılmak için ölümlüyle evlenmeye çalışırlar. Dişi olanları düşünülebilecek en güzel kadınlardır. Tanınmalarını sağlayacak tek şey büyük kısmını gizlemeyi başardıkları kuyruklarıdır. Görünmez varlıklarla insanlar arasında birçok başarılı evlilik vardır. Kısa süreli erotik karşılaşmalar da cabası.

Ölüm kültünü kuzey inanışlarından ve elflerden ayrı düşünmemek gerekir. Elfler ölümün ve doğanın ruhlarıdırlar, eski ırkların hatıralarıdırlar, rüyalar ya da hayaller onlardan sorulur. Alfar ya da bağlı kategorilerinin ölümle ilişkisi tümsek ya da tümülüslerde yaşıyor olmalarıyla bağlantılıdır. Olaf Gudrusson ölümünden sonra ve henüz Geirstad’daki defnedildiği tümsekte iken Geirstadar‐álf (: Geirstaðaálfr) olarak biliniyor.

Akrabaları ona bereketli bir yıl olması için kurban sundular. Yine de bu kanıt tüm ölülerin elf/alf olarak anıldığı konusundaki bir iddia için yeterli değildir. Olaf Geirstaðaálfr’a gelince; o, dünyaya tekrar ve bu sefer Aziz Olaf olarak gelen bir varlıktır. Bu bağlamda elflerin “tepelerle” olan ilişkilerinin, tümülüslerin yeniden doğum olayıyla (Olaf vakası) ilişkileri bağlamında değerlendirilmesi yerinde olabilir.

Kökenlerine ilişkin olarak, eski geleneklerle Hıristiyanlığın karışması sonucu ortaya çıkmış çok ilginç tevatürler vardır. Bir tanesine göre bir gün Tanrı, Adem ve Havva’yı ziyaret eder. Havva çocuklarını gösterir. Tanrı, başka çocukları olup olmadığını sorduğunda Havva yok der, ama vardır. Çocuklar temiz olmadığı (yıkanmadığı) için göstermeye utanmıştır.

Tanrı, “Benden gizlenenler insanoğlundan da gizlenecektir!” der ve o günden sonra bu çocuklar ölümlülere görünmez olur. Koru, fundalık, tepecik ve taşlarda yaşarlar. İşte elfler bunlardan türemiştir. İnsanlar ise Havva’nın gösterdikleri çocuklardan gelir. Ölümlüler elfleri, onlar kendilerini göstermedikçe göremezler. Fakat elfler insanları görebilir.

Bir başka inanışa göre Tanrı, insanları cennetinden kovduğu zaman bunlar yeryüzüne indiler ve troll tayfası olarak bildiğimiz varlıklar oldular. Çatı tepesine düşenler nisse, suya düşenler su cini, tepelere düşenler tepelik tayfası, kırlara düşenler elf oldu.

Elflerle destansı alpların ortak özelliklerini sıralamak gerekirse:

1) Aynı elf, hem iyi hem kötü olabilir.

2) İnsanlara, oların yaşamlarını kolaylaştıracak yardımlarda bulunurlar (savaş, tarım, zanaat vs)

3) Sıradan insanlar gibi yaşayanları vardır. Bunlar davarı, çifti çubuğu olan, çocuk ve aile sahibi elflerdir.

4) Fiziki özellikleri itibarıyla normal insan gibi ya da tam tersi dev boyutlarında olabilirler.

5) Tepelerde ve tümseklerde yaşarlar. Su, dağ, koru, ağaç gibi doğa unsurlarını kutsal kılarlar.

6) Yaşadıkları tepeciklerde sunu törenleri (álfablót) yapılır.

7) Unutulmuş zamanların atalarıyla, yani bir atalar kültüyle ilişkili olabilirler.

8) İnsanların kaderlerine etki edebilecek güçleri olduğuna inanılır.

9) Tanrı katından kovulma ya da Tanrı tarafından cezalandırılma tevatürüyle anılırlar.

Osman Karatay – Emre Aygün

Makalenin aslı dosya(pdf) halinde sunulmuştur: 1121731567_002-karatay

KAYNAKÇA

AÇA Mehmet (2000). “Türk Destancılık Geleneğine Bütüncül Yaklaşabilme ve Alp Kavramı Üzerine Bazı Yeni Yaklaşım Denemeleri”, Millî Folklor, VI/48: 5‐17.

AĞASIOĞLU Firidun (2000). Azer Xalqı, Bakı.

AYTO, J. (2005). Dictionary of English Etymology, London: A & C Black Publ.

BAYRAM Bülent (2010). Çuvaş Türklerinin Kahramanlık Anlatmaları (Alp‐ lar), Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.

CLEASBY R.‐G. VIGFUSSON (1874). Icelandic English Dictionary, London: MacMillan and Co.

CRAIGIE W. A. (1896). Scandinavian Foklore: Illustrations of the Traditional Beliefs of the Northern People, London.

GREEN W. C. (trans.) (1893). The Story of Egil Skallagrimsson, London 1893.

KÖPRÜLÜ Fuat (1997). “Alp”, İslam Ansiklopedisi, C. 1, Eskişehir: MEB Dev‐ let Kitapları.

KAPLAN Mehmet (1985). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 3 (Tip Tahlil‐ leri), C. III., İstanbul: Dergâh Yay.

KARATAY Osman (2009). “Ergenekon Öncesindeki Felaket Hakkında Bir Tarihleme Denemesi”, 1. Uluslararası Uzak Asya’dan Ön Asya’ya Eski Türkçe Bilgi Şöleni, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 18‐20 Kasım 2009 (bas‐ kıda).

KARATAY Osman (2010a). “Dnyeper Nehrinin Türkçe Adı ve İzahı Gereken 2500 Yıl”, Karadeniz Araştırmaları, 26:17‐26.

KARATAY Osman (2010b). “Türklerin ve Macarların Ortadoğu Kökenleri Üzerine”, Turan, 9: 27‐46.

KVIDELAND R.‐H. K. SEHMSDORF (ed.) (1988). Scandinavian Folk Belief and Legend, Minneapolis: University of Minnesota Press.

MacCULLOCH J. A. (1930). Eddic Mythology, Vol. II, Boston.

MANTAYEV T. (2010). Bir Tarih Kaynağı Olarak Muravyev ve Velihanov’un Eserleri, İzmir: Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).

MARCANTONIO Angela (2009). “Belso‐ázsiai nyelv‐e a magyar?”, Journal of Eurasian Studies, I/2: 68‐94

MORRIS W.‐E. MAGNÚSSON (1893). The Saga Library (Heimskringla, Vol. I), Vol. III, London.

NİZAMÜDDİN ŞÂMÎ (1987). Zafernâme, (çev. N. Lügal), 2. Baskı, Ankara.

PARTRIDGE E. (1966). Origins: A Short Etymological Dictionary of Modern English, London: Routledge.

SEPHTON J. (1880). Eirik The Red’s Saga, Liverpool: D. Marples & Co. Limi‐ ted.

THORSSON Ö. (ed.) (2000). The Sagas of Icelanders: A Selection, London: Penguin Books.

YILDIZ Naciye (1985). Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü İle İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara: AKDTYK Türk Dil Kurumu Yay.

İRTİCA DOSYASI : ATA’MIZ CUMHURİYETİ GENÇLERE BIRAKIRKEN ÇOK HAKLIYDI /// İŞTE ATA’NIN GENÇL ERİ /// Liseli öğrenciler gerici derneği okuldan kovdu


Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi’ne bugün ikinci kez stant açan gerici dernek, liseliler tarafından kovuldu.

Anadolu Gençlik Derneği isimli gerici derneğin Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi’nde (BAAL) açtığı stand, liseliler tarafından kapatıldı. Standa "Gerici örgütlere geçit vermeyeceğiz!" ve "Okulumuzda AGD’ye’ yer yok!" yazılı dövizler asıldı.

soL’un haberine göre, liselilerin tepkisiyle karşılaşan gerici dernek ise okuldan ayrılmak zorunda kaldı.

BAAL öğrencileri "Ülkenin geneline yayılmış olan bu gericilik ve karanlık daha iki gün önce Aladağ’daki arkadaşlarımızın canına mal oldu. Bugün ise, geçen sene okulumuzdan kovulan AGD tekrar şansını denemek istedi. Biz buna izin vermedik. Okulumuzda ve ülkemizde gericiliğe geçit vermeyeceğiz" açıklamasında bulundu.

SAĞLIK DOSYASI /// VİDEO : MK ULTRA MAĞDURLARI VE Göz Ve Beyin Gücüne Güvenenler İçin Noroloji T ESTİ


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=mwMH_MR_zio&feature=em-uploademail

ATATÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİLERİ DOSYASI /// VİDEO : Türk Bayrağı’ndan utananlara 5 dakikalık ders


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=u2pJalMhP0M

MK ULTRA PROJECT : Secret Deep-Black War to Hijack your mind


The current state of mind-kontrol is probably far beyond anything you ever imagined possible

by Preston James

Note: This article is written for professional Intel and those who understand the Secret Space War program, the back engineering of recovered Alien ET technologies, and technologies obtained by treaties and exchange programs. Because VT is committed to open source Intel and believes that the public has a right to know how their taxpayer funds are being spent, especially when used to wage a secret war to hijack their mind, this information is being made available to anyone who is interested with no limitations. If you are not up to speed on this background reading, this article will probably be a waste of your time. There has been significant intercept actions to prevent this article from ever being published. It was suggested to me that I would not be able to ever complete this article or be allowed to publish it, but here it is. I must extend a big thank you to the Editors of VT who have allowed this article to be published and who are deeply committed to open source Intel, making such available to all who are interested in the truth even when it is hard to fathom.

The current state of mind-kontrol is probably far beyond anything you have ever imagined possible.

Mass Mind-kontrol — it’s been going on since the time of Nimrod and ancient Babylonia. And it’s sinister and evil beyond words and description. Since Roswell it has taken a new sinister turn that defies imagination.

It’s what empowers the evil Cabal that has hijacked the USG and many of the governments of the world. Some insiders claim it is not of human origin.

Until the recent advent of sophisticated remote psychotronic inductive entrainment technologies, mass mind-kontrol has been limited to cultural, educational and psi-powered Mind-kontrol techniques.

Cultural and educational methodologies typically have included coordinated efforts to instill certain values, beliefs and attitudes into the societal mass group mind, both conscious and subconscious.

The techniques taught by Edward Bernays for controlling the American Mass Mind for purposes of social control and simulated beliefs and increased sales were readily adopted by Madison Avenue advertising agencies and elements of the USG.

Bernays-type methodologies predetermined values, beliefs and attitudes in members of society that caused them to carry certain beliefs and mindsets which predispose them to act in ways that are beneficial to the ruling oligarchical class.

It is the oligarchical class – folks who consider themselves “elite bloodline individuals chosen to rule over the masses” – who make certain that the educational and religious systems are instilled in this desired group mind set.

No real academic freedom exists in American Universities, so don’t expect scientists to help you figure out how your mind is being attacked psychotronically.

Despite the illusion of academic freedom in America’s universities, there is none. No classes are ever taught on how the Federal Reserve System is illegal and unconstitutional and how it charges us pernicious usury to use what should have been our own money in the first place.

Or that the FRS stole all the US Gold and now replaced real US Dollars with paper debt notes backed by nothing but requiring repayment. Nor does any American University teach that 9-11-01 was a false-flag attack done by the JCS, USAF, NORAD, and the FAA using PNACers, top NeoCons, and Mossad.

Doubt this statement that there is no academic freedom in academia in America? Just ask one of VT’s own Editors Dr. Kevin Barrett, or Professor James Tracy, both of whom were illegally and unconstitutionally fired by RKM educational policies adopted by the dupes in charge of faculty.

Nor does any American University teach or allow any classes regarding Sandy Hook having been a two-day DHS/FEMA Capstone drill where nobody at all died, or that Adam Lanza never existed, but was a fake construct. The book Nobody Died at Sandy Hook is now a free .pdf download (starts at page 4).

Public and private education is designed and deployed to lead We The People away from truth and to instill values, beliefs and attitudes that make it easier for the Satanic Pedophile Network (Ruling Cabal) to maintain rule over us, keep us their secret serfs, and asset strip us blind, until America the Republic is destroyed from within.

Members of the Warren Commission present their report on the assassination of JFK. L-R: John McCloy, J. Lee Rankin (General Counsel), Senator Richard Russell, Congressman Gerald Ford, Chief Justice Earl Warren, Pres. Lyndon B. Johnson, Allen Dulles, Senator John Sherman Cooper, and Congressman Hale Boggs. Warren Commission member Gerald Ford pressed the panel to change its description of the bullet wound in President Kennedy’s back and place it higher to make “the magic bullet” theory plausible, thereby enabling the Warren Commission to conclude that Lee Harvey Oswald was the lone gunman. Ford was J. Edgar Hoover’s informant on the commission and did the FBI director’s bidding to squelch the investigation from naming other assassins. (Photo credit: LBJ Library photo by Cecil Stoughton)

The Major Mass Media News Cartel is still lying in lockstep about the JFK Assassination.

If you doubt the ability of the RKM’s Crime Cabal, which runs the USG, to control the Major Mass Media to keep the American Mass Mind filled with blatant lies, just consider how, over 50 years later, all the Major Mass Media Broadcast news are still claiming that Oswald assassinated JFK and was a “lone-nut” assassin.

Of course, surveys now show that 60-80% of the American People do not believe this at all, and instead many believe that the CIA, using Op40, did it and it was a major America Coup d’Etat involving GHWB, LBJ, J. Edgar Hoover, General Landsdale, General Lemnitzer, Allan Dulles and many more.

When you create and control all the money you want, you can buy almost anyone and everyone, and promote those you want to the highest positions of power.

The Ruling Cabal controls the creation and distribution of money and can create all the power they need to implement their policies, which are designed to move mankind along a Globalist path leading to their long-desired Satanic NWO System.

Dark-side Psi-power is harnessed for evil by the ruling Cabal, which is Satanic and deeply committed to an inhuman, anti-human Globalist NWO Agenda that requires 90% depopulation.

Psi-power manipulations of the mass group mind is the little known but real practice of the spiritually based mind-control of the masses through the application of specific Black Arts to “manipulate, fracture and even eventually snatch the human soul” and replace it with non-human spiritual entities from the dark side.

Dark-side Psi-power is the technology used in trauma based mind-kontrol, and the means by which psychopaths and narcissists are inducted into the worldwide Satanic pedophile network in incrementally criminal, anti-human Satanic rituals of abuse, rape, torture and even sacrifice of captive innocent children to gain more and more evil Satanic psi-power.

Some insiders have reported that top cult members receive their own personal “spirit guide” as a consigliere, which periodically appears to them in private and “advises” them after they reach the level of child torture and child sacrifice. Some have claimed these are “Fallen Ones/Lesser Gods”; others claim they are very evil, deceptive and crafty demons or Djinns.

Positive psi-power is now just starting to emerge in dissatisfied Americans, who are now aware they are being abused by the Ruling Cabal and have had about enough.

There is the reverse side to Dark-sided Psi-power, which is a spiritual entity. In basic form, it is the spontaneously emerging new populism, which is a direct offshoot of the Internet which is turning out to be the New Gutenberg Press. Some conservative Christians claim they can muster positive Psi-power directly from God Almighty through prayer and faith, and this is reflected in a new and strong desire to do what is right and moral, to serve others, to resist and stop evil and to treat others the way one desires to be treated.

I have covered evil psi-power emanating from the ancient Babylonian Talmudic Black arts in prior articles and will get more specific in future articles. But it is so esoteric that it would pose a distraction from the main thrust of this article, which is the new ultra high tech remote mind war that is now being waged against your brain on many fronts, depending on where you reside.

A secret alliance between American Intel and the Ruling Satanic Pedophile Cabal.

There is a secret alliance between Intel and the Ruling Satanic Pedophile Cabal that specializes in Black Arts for Mind War against We The People, Colonel Michael Aquino Style.

Col. Michael Aquino, Army Psychological Operations expert and father of the Temple of Set and the entity which brought Satanism as an accepted religion into the US Army, as well as alleged to have run the pedophile operations at the Presidio in California and at Offutt AF Base in Omaha. One insider alleged that Col. Aquino was actually promoted to General of the NSA and still is active.

It is now a well established fact that many of the world’s Intel agencies have formed a secret alliance with the worldwide Satanic pedophile network (an oligarchical cult) and has used the trauma-based mind-kontrol conditioning to create MPD/DID sleepers, agents and secret servants in every walk of life, every occupation and even within the Secret Service.

In fact, the Satanic Pedophile Cult Network (Ruling Cabal) inside America has been deputized as an agent of American national Security and is used by America Intel as cover for numerous Mind-Kontrol experiments and deep black covert operations.

American Law Enforcement is fully compromised by the Satanic Pedophile Network (Ruling Cabal).

Every major police department in America, as well as every FBI office, including the WFO, has a sheep-dipped individual who runs interference for the Satanic Pedophile Cabal that rules America.

Aquino

Whenever the phrase “going black”, deep black, or “black operations” is used you can be certain that it always is anti-human, evil, based on ancient Babylonian Black Arts of deception, casuistry, equivocation, and sophistry designed to undermine human character and the natural will of the masses.

The documentation of MK-Ultra and other CIA mind-kontrol programs is so well established and now so public from declassified docs and vetted personal testimonies in front of Congressional Committees, that it is worthless to try and deny the existence of such programs. Every large city prosecutor knows it would be unwise to attempt to prosecute any of the Satanic crimes linked to the Satanic pedophile Network or any Satanic cult crimes or Satanic Ritual Abuse that would create any public cognizance of this issue.

And be certain of this, these MK-Ultra programs which were supposed to have been discontinued after the Church Commission, actually went Black (completely covert inside American Intel inside privatized defense contractors deputized under national security) and are still very active today and even expanding every year.

Back engineered Alien ET technologies have opened up Pandora’s box.

Back engineered Alien ET technologies have opened up Pandora’s box of remote inductive brain entrainment making it possible for Deep Black Intel groups (often buried deep within defense contractors or proprietaries in unacknowledged special access programs) to deploy incredibly sophisticated new weapons of “mindwar” against the American mass subconscious mind.

Ever since crashed UFOs were recovered in 1922 in the Black Forest and in Roswell NM in America in 1947, recovered and back-engineered Alien ET technologies have been a major game changer.

New Psychotronic Mindwar weapons have now been deployed in a secret assault on your brain to entrain it and in many cases on your body to make you physically ill and to shorten your life. The purpose is to help the Satanic Pedophile Network (Ruling Cabal) attain their inter-generational, age old Globalist NWO Agenda of evil which has been their wetdream ever since ancient Babylon.

As the new quantum based physics have evolved into the use of microwaves, pulsed beam microwaves, ELF and scalar (standing waves), it was learned that various sophisticated types of electric induction could be used to remotely entrain the brain to operate at certain desired frequencies.

Voice of God Technology.

And it was also discovered that voices and self-talk, as well as specific belief patterns, could be entrained directly into the brain remotely by use of sophisticated inductive methods, now referred to as advanced psychotronics.

There are numerous vetted and rock solid reports of the deployment of the Voice of God remote inductive technology being deployed against the Republican Guard in the first Gulf War. This resulted in these Iraqi Soldiers hearing Allah’s voice inside their heads instructing them to throw down their arms and surrender after which hundreds were bulldozed into ditches and buried alive to their deaths.

This weapon system was then tabled not to be used again because the Cabal was concerned it would become too well known and that would lead to the discovery of their other similar weapons which are now being deployed, weapons much more subtle that instill attitudes and beliefs but usually no direct voices.

Some of the new remote entrainment technologies operate by the principal of inter-dimensional or quantum physics, that is immediate remote communication with a target through a medium of a different dimension where the carrier is alleged to be timeless Dimension waves (aka D-waves).

Description of D-wave

It’s a fact that Mass Mind-kontrol has taken a turn for the worse since Roswell. The new technologies developed from back engineered recovered crashed Alien ET UFOs are so sophisticated and so anti-free will and anti-human that unless taken Deep-Black and protected by numerous layers of “need to know”, extreme compartmenting and special access unaccounted programs, the public would rise up in mass and destroy those programs by whatever means necessary.

Without abject beyond-Black secrecy these sinister Mind-kontrol programs utilizing advanced psychotronics deployed and managed in real time by artificial intelligence, they could never survive intact.

Now for a presentation of current psychotronic weapons now being deployed against the brains of many Americans in select cities and select regions, and some known countermeasures which have been claimed to be effective.

Note: This section is long and those interested can pick and choose the subjects they want.

Some of these weapons such as ELF are deployed against a group of randomly selected citizens and a select group of federal and corporate whistleblowers. One group is used as an innocent control and the other as a group of targeted individuals who in some way are deemed a current or future threat to the Satanic Pedophile Network (Ruling Cabal).

Do not get discouraged and do not lose hope, help is now on the way on several fronts and you can do many things to protect yourself and your loved ones. I have instituted these countermeasures in my home and the homes of various friends and have been pleased with the results, which are backed up by professional quality meters.

As you read about these quite nasty psychotronic weapons now deployed against many of us Americans, please keep in mind that without abject secrecy that is now being denied, these soulless entities who are doing this to us will eventually be stopped cold by the new quite powerful spontaneously emerging populism which is now growing like an out of control wildfire.

Smartmeters and Dirty electricity: Activists claim that Smartmeters (they are digital instead of the old analog) are NOT UL rated like the old analog ones and that these Smartmeters have caused unexpected house fires and there are numerous complaints of much larger electric bills with the same prior usage, numerous complaints about sleeping problems, headaches, nervousness, agitation and various strange illness emerging. In some localities it is a violation to install any electrical devise to the AC supply system that is not UL rated so folks need to organize into action groups to expose this and stop their use as a public health issue and a violation of state electrical codes. This ignores the secret mind-kontrol aspects of Smartmeters but to focus on that issue is far too immediately self-discrediting to ever get anywhere. Few members of the public who are not trained Psyops experts can fathom this unless they have been “targeted individuals” and experienced significant symptoms firsthand. Smartmeters can allegedly be remotely “turned up” to emit large EMF pulsed beam microwave bursts (numerous times per minute) and have been alleged by experts to be able to emit significant or very large amounts of dirty electricity (dirty harmonics) in one’s AC circuits.

Counter measures include using grounded stainless steel screen or two thicknesses of grounded aluminum screen wrapped around the Smartmeter itself, and by hanging an EMF shield of special fabric or two thicknesses of grounded, hanging aluminum screen inside which adequately blocks the inward emissions reaching your bedroom and living quarters. To be sure that you have reduced the EMF you will need to purchase an Microwave detector. There are many good quality ones available for the range of $80 to $400 which will cover Smartmeters (ask the seller which model will suffice). A certified EMF detector may cost up to $2,000 and will tell the difference between regular microwaves and pulsed beam microwaves and in what intensity in microwatts per square meter and a record of accumulation per time period. Smartmeters have been found in some areas to generate large amounts of dirty electrical harmonics in the AC circuits of one’s home. The gold standard for analysis of these AC dirty electricity harmonics is to analyze them with a properly connected AC oscilloscope, a fairly expensive piece of equipment.

I have personally tested my AC circuits for dirty electricity using a Greenwave Dirty electricity meter and after finding very high levels, I then installed Greenwave Electrical Filters which have dual capacitors, are grounded, are UL rated and are RoHC compliant (RoHS, also known as Lead-Free, stands for Restriction of Hazardous Substances. RoHS, also known as Directive 2002/95/EC, originated in the European Union and restricts the use of six hazardous materials found in electrical and electronic products. I prefer the Greenwave meter because it has an audio function that increases in volume with increased dirty electricity and a calculator that estimates the percentage of decrease when you add a filter. There is also the Stetzerizer®meter and electrical filters available too which are also popular.

If you cannot afford to get a dirty electrical indicator/meter, one can detect significant dirty electricity and Lilly Waves by turning on an AM radio and moving the dial through the channels. AM channels will be very buzzy or fuzzy and reception will be very poor. For those that cannot afford dirty electricity filters, one can move their bed a bout 3 feet from the wall where the AC wires are, or turn off the breaker covering where they sleep at night. FM is not affected by dirty electricity.

Lilly Waves: In some locales these special behavior and health altering wave forms (a special type of dirty electricity harmonics) are purposely generated by special outside mounted line boxes into your household AC circuits. The purpose is to mind-kontrol you, make you ill, disturb your sleep, make you disturbed, cause relationship conflict with your significant other and break down the family system. This is a deep-black incredibly sinister system that can be detected by dirty electrical meters (Greenwave or Stetzerizer or by using an Osciliscop which is typically quite an expensive piece of equipment). If detected, these waves can be mitigated by the adequate installation of Greenwave or Stetzerizer Filters. The use of large line filters attached to your electrical supply work great but they start at about $5,000 and for most the cost is prohibitive. Use of the small AC filters which are between $25 and $35 each do an effective reducinfg Lilly waves and other forms of dirty electricity including that from Smartmeters if installed correctly.

Remote phones: I have swept a number of homes for EMF using sophisticated accurate EMF meters of several varieties. I have found that in those where the occupants had serious complaints of sleeping issues, headaches, loss of energy or irritability, EMF levels were in the range of up to 4,500 microwatts per square meter, high enough to cause behavioral and health problems, especially in those who may be electro-sensitive. Now here is the strange part.

When I swept a well know federal Whistleblower’s home, I found significant dirty electricity in the AC circuits that were easily reduced down to an acceptable level by the installation of Greenwave Filters. But I also found especially high microwave levels being emitted from his two remote phone base stations which are powerful transmitters. When I mentioned the reading was 4,400 microwatts the level immediately reduced down to about 1,000 microwatts. Later when I crept into the room again it was up at 4,400 microwatts and immediately dropped when I mentioned it verbally.

This of course has alarming ramifications if you think it through. This means that language is being monitored in real time through the remote phone system most likely by use of automatic A.I. I have been told by friends that sometimes they will comment to another person I am going to ask my Smartphone a question only to have the answer given as they recite the first word or two into the phone. It’s like the time an individual told his fiancé he was going to ask his Smartphone what day he would have to turn the clock back for the end of Daylight Savings time. As he recited the first word “when” the Smartphone recited the complete answer to him before he could even speak the question enough to understand it.

This strongly suggests real time A.I. monitoring of all speech patterns within a certain distance of the Smartphone and has alarming implications for not only A.I. base surveillance but also suggests that perhaps Dimensional wave (D-wave) quantum physics have been integrated into some Smartphones and remote phone systems.

Wi-Fi: Wi-Fi has been removed in an increasing number of public schools in Canada and Europe due to significant health concerns for children and their undeveloped neurological systems which can be more vulnerable to the harmful effects of EMF. Pulsed beam microwave transmitters were first installed in a national sporting good chain as a mind-kontrol test which was an NSA proprietary. Several managers and workers with no mental health histories suddenly and unexpectedly “cracked” and had to be taken away by paramedics. The pulsed beam microwaves had been turned up too high and some employees simply cracked from excessive EMF to their brains.

The next place these Wi-Fi systems were installed and tested was in certain select public high schools, especially the one visited by Bush2 when he was president. In one installation I monitored, this Wi-Fi was deployed as a psychotronic weapon system to make some targeted “stand up” highly moral teachers very, very sick. As an adjunct poisonous enzymes were sprayed onto the desks of certain targeted teachers. Some got cancer, some died, some cracked, some just quit. All this covered up under so-called “national security” which was invoked. Other stand up targeted teachers that survived the EMF assaults were then wrongly accused of accessing pornography websites but with no actual proof. In one particular High School where this was done, the administration was linked to Intel and was stealing million of public funds using sophisticated means while running two sets of books. Complaints to the local US Attorney with good evidence supplied and to the US Department of Education Inspector General resulted in an early retirement for the US Attorney and nothing was done in DC either.

The strategy was to drive out any teachers who had strong character and could see what was going on. Good counter-measures for those sensitive to Wi-Fi include hard wiring all computers, eliminating all Wi-Fi especially in one’s home and shielding wall if one lives in multiple dwellings where others Wi-Fi come through with strong signal strength. Wi-Fi has been known to effect some sensitive individuals and can cause the same type of behavioral and health issues that are now linked to dirty electricity, Lilly Waves and excessive EMF in general. We now know for certain that EMF does not have to heat the human cell or human tissue as we have been told for years by the CDC, the USAF and various electrical engineering departments at major Universities to entrain the brain or influence attitudes, beliefs and behaviors.

Cell phone towers: Some experts suggest maintaining a certain distance from these EMF emitters when possible. Those close by cell towers have reported sleeping difficulties, behavioral effects such as irritability, marital conflicts not there before and new unexpected health issues. Insiders have reported that these cell tower systems have been deployed as part of as massive psychotronic war against the American mind to break up relationships and families, make folks sick and to mind-kontrol by remote inductive entrainment. In my city a big mega church was built. Soon after the biggest cell phone tower with the most transmitting antennas installed on it in three levels was built. I noticed that the intensity of the EMF was strangely highest when the church services were being held. I swept the home of a suspected super soldier with an IQ of over 200 living nearby at his request and traced high EMF to the tower and a special dish installed on it aimed at his home. Another pure coincidence I’m sure. Painting and grounding walls will special EMF blocking paint available from http://www.lessemf.com and other vendors can be effective in reducing cell phone emissions for electro-sensitive individuals or those who are concerned about being too close to cell phone transmission towers.

Radar and Dopplar radar: For years medical effects were denied by the USAF and yet significant proof emerged that those airman exposed to a lot of radar had increased frequency of cataracts and certain cancers. Those too close to these emitters can use grounded screening on interior walls or special grounded EMF blocking paint. The same paint the NSA uses in their SCIFs is now available from numerous vendors like http://www.lessemf.com. It is fairly pricey but it is a one time expense and some believe it is worth it.

Ground based, vehicle based, aircraft based or satellite based microwaves and pulsed beam microwaves aimed and/or triangulated at selected targeted individuals: These systems are expensive to deploy and must be scheduled. therefore they are usually only deployed against whistleblowers or in certain experiments. The usual EMF shielding methodologies like the use of special grounded, metallized primer paints can be quite effective, except for the new X-ray lasers which require much heavier, thicker shielding.

Ground based ELF systems aimed and/or triangulated at certain selected individuals: These systems are usually complex working in tandem with other technologies and are deployed against whistleblowers or targeted individuals who have been randomly selected to serve as experimental controls. The talk inside deep Intel circles is that all these systems are still being calibrated and experimented with using A.I. Someday in the future it is expected that the Secret Shadow Government will integrate all this knowledge and turn over control of all the remote inductive entrainment systems to centralized A.I. control run out of the NSA Bluffdale, Utah Base, using the new world’s largest Quantum computer, Vesuvius. Obviously by now most readers have figured out that the NSA is actually run by the same soulless, unimaginably evil Plutocratic Oligarchs from the thirteen Bloodline families who are deploying this Alien ET back engineered/derived psychotronic technology to advance and manage the implementation of their age-old inter-generational Globalist NWO Agenda of pure anti-human evil.

Cell Phones and Smart phones: It is now apparent that many of these have real time A.I. interaction-oriented quantum based surveillance powers. Some insiders have alleged that the particular wave forms and frequencies have been designed to entrain attitudes, thought patterns and even beliefs. The jury is still out on this claim, but based on what I have seen so far it wouldn’t surprise me.

Plus there is now a big concern by medical researchers in numerous nations that holding these phones close and making contact with one’s head, like ordinary cell phones and using them too much, can perhaps cause various types of brain cancer. OJ’s attorney Johnny Cochran bragged how he got rid of one of his secretaries after he decided to do all his business by cell phone. He was on it many hours a day, held it close to his head and died of brain cancer soon after the OJ trial ended. Mere coincidence or damage caused by too much, too intense EMF?

There are several ways to mitigate this excessive EMF from Smartphones, just like with ordinary cell phones. Talking with the phone at least 4-6 inches from ones head, use of certain styles of remote earphones, air powered the best, or the use of the speaker phone, ,or use of special fabric pockets which block radiation to the head while talking but still allow the phone to work.

Note: In European health studies by MDs, 3-6% of the populace has been shown to have altered EKGs and EEGs. In at least one Scandinavian nation, EMF sensitivity is a recognized medical disability and a sanctuary city has been set up with highly reduced EMF emissions for those so designated to live in.

References:

Here are some places to start to gain more information for those interested and have time. Much of the American Internet is censored through the search engines which have NSA and/or Fusion center intercepts using advanced real time A.I. Algorithms, so it is very hard to get good information.

Many Internet articles are simply blocked from searches in America to keep the American People from ever finding out about the potential health hazards and mind-kontrol aspects of Smartmeters, Wi-Fi, remote phones (some of the worst can emit 4500 microwatts per square meter when the new European standard is no more than 100 microwatts per square meter within 10 feet.

There are also numerous “Popular mechanics style” misinformation intercept articles on the web to mislead and detract from the now evident EMF dangers, especially to children.

https://www.takebackyourpower.net/wp-content/uploads/2014/09/EMF_Report_140721-Isaac-Jamieson.pdf

Dangers of EMF (Canadian Whistle-blower)

Lilly waves: Lilly waves can now be roughly measured using either the Greenwave or the Stetzerizer dirty electricity meters which can be purchased direct from them.

http://thebridgelifeinthemix.info/2015/11/03/the-lilly-wave-and-psychotronic-warfare/

Patrick Flanagan on Lilly waves (Jeff Rense show): https://youtu.be/Q6yu8E0wN2A

Should we ban Wi-Fi in American Schools?

Wi-Fi removed from many schools

Governments around the world limiting EMF emissions and Wi-Fi

European leaders call for ban of cell phones and Wi-Fi in schools

Is Wi-Fi safe for children?

www.takebackyourpower.net

www.lessemf.com

www.greenwavefilters.com

www.stetzerizer-us.com

www.stopthecrime.net

Comm 12 Psyops briefing from 1992:

https://emfanalysis.com/emf-refugee/

Smartmeters damage health-Health Ranger

http://www.naturalnews.com/056083_smart_meters_radiation_neurological_damage.html

Natural Blaze on Smartmeters:

http://www.naturalblaze.com/2016/11/nerve-disrupting-frequencies-radiating-smart-meters-information-perspective.html

http://emfsafetystore.com/

Electromagnetic Health

http://electromagnetichealth.org/

Shielding a bedroom for EMF:

http://www.emrshieldingsolutions.com/emf-shielding-paint

Grounding wire for screens used for blocking smart meters:

https://www.amazon.com/GROUNDING-CORD-6-foot-3-prong-gator/dp/B00MNP1I3I/ref=pd_cp_60_4?_encoding=UTF8&pd_rd_i=B00MNP1I3I&pd_rd_r=KQZJF270Y378AMBWMA3Q&pd_rd_w=jU7SQ&pd_rd_wg=LlChz&psc=1&refRID=KQZJF270Y378AMBWMA3Q

How to paint and install EMF shielding:

http://www.emfsafetystore.com/wp-content/uploads/2008/10/yshield-install.pdf

EMF reducing paint safety specs:

http://www.emfsafetystore.com/wp-content/uploads/2008/10/290-msds.pdf

Painting a bedroom with T98Alpha Geovital EMF reducing paint

https://youtu.be/CeRHtGSVyb4

Conclusion:

baphomet art – temple of set

Ultra high tech psychotronics, remote mental induction and quantum-based surveillance are the new weapons of war being waged covertly against mankind by the International Satanic Pedophile Network (Ruling Cabal) through the Deep Black unacknowledged, special access Intel cell deeply buried within certain Defense Contractors.

Most of those working on these projects are so compartmented by “Need to Know” that few understand how these devastating weapons of war are being deployed to mind-kontrol and sicken many Americans. Those that do, who sit at the top of the pyramid or run these special access programs, are criminal sociopaths that lost their souls long ago, and most have been initiated into the Satanic Pedophile Network (Ruling Cabal) that runs most of the world.

Now for the difficult conclusion to all this. All MK-Ultra sleeper violence in America (including the real mass-shootings in gun-free zones), and all Radical Islamic violence (ISIS type mercenary forces) are created, paid for, trained, supplied and energized and activated by orders and authorization of the Ruling Cabal. Many so-called radical Islamic mercenaries are not really followers of Islam at all, but have been raised in special camps for abandoned children, mind-kontrolled through drugs, trauma-conditioning and psychotronics at an early age. They, as well as other paid mercenaries, are mind-kontrolled and inducted with psychotic belief patterns that make them easy for the Cabal to remotely activate. They can thus be transformed into savage torturers, heartless rapists and murderers of innocent men, women and children — all done to deliver blood sacrifices to Satan on behalf of the Ruling Cabal to provide them more power as promised by Satan (their words not mine).

Sadly, it’s a fact that many current social movements are by-products of Bernays-type, Madison Avenue social modeling, cultural Mind-kontrol, as well as ultra high tech remote inductive technologies that entrain the human brain and generate synthetic belief patterns and attitudes which cause individuals to acts in ways contrary to their own long term best interests. At little as five years ago, to even discuss these subjects publicly usually resulted in termination as an immediate sanction. Thanks to the Internet and hundreds of honest Intel and LE individuals who refused to keep quiet about these inhuman crimes, the public can now have access to this information, if they so desire. And more and more folks want to know why they are having trouble sleeping, are tired too much, have difficulty concentrating and feel off kilter.

AI (Photo credit: Jupiter Ascending)

The Cabal’s Plan is part of the Globalist NWO Agenda of Evil to keep experimenting and fine tuning these technologies separately to spy on Americans while mind-controlling them at the same time. Without these devices such as smart phones and Wi-Fi providing desirable features of convenience, few would use them, and the Cabal would not be able to fine tune these technologies.

Once the fine tuning is complete, the Cabal has planned to combine them under control of a massive Quantum computer using A.I. automatic controls and operating through inter-dimensional wave forms. At this point, they believe they will be able to make whole populations completely mind-kontrolled and cloned/hived to the mother A.I. computer; or make sick or even murder whole human populations at will. Then they plan to eliminate 90% of all humans and replace them with their own synthetic race of hybrids, a combination of clay and iron (biology and manufactured electrical components).

Looks like the Cabal has been having some recent bumps in the road with the unexpected side effects of the Internet which has turned out to be the New Gutenberg Press and is now undermining the New Roman Empire run out of the Vatican, which was hijacked by the Black Pope and the Old Black Nobility long ago, the folks that really run the Ruling Cabal. When the Gutenberg Press appeared, it undermined the Vatican by making the Bible available to all — something the Vatican desperately wanted to prevent.

Right now populism has emerged inside America and much of the western world and is growing in power by the day. If not stopped this will be the death of the Cabal’s Globalist NWO efforts.

Never forget — all these various types of Mind-kontrol through these Satanic Black Arts and back-engineered Alien ET technologies do not work well on folks with strong character, integrity and love in their hearts for their fellow man, who have decided to live by the golden rule to treat others the way they want to be treated. It is this immutable human spirit, energized by love towards others, that poses the greatest risk to the Ruling cabal, and cannot ever be snuffed out. I am pretty certain the Cabal will eventually be defanged and stopped and will lose control over these weapons before they can combine them and succeed in their Globalist NWO Agenda of Evil.

Disclaimer: None of this is to be taken as health care recommendations. This article is a mere presentation of some basic information to those who are interested. If you are having problems you think are based on electro-sensitivity to EMF or excessive EMF, you can seek consultation with a qualified expert (there are some but you will have to carefully search them out). Before you come to any conclusions about all these issues, spend some time researching these subjects on the Internet. The references provided are mere starting points. Those who live in European nations will probably find it much easier to get access to scientifically based data on EMF sensitivity and EMF levels one should limit exposure to.

Joe Bonamassa, Child Guitar prodigy and the newly designated “King of the Blues” since BB King’s passing. Joe just made his new hit “Hummingbird”, which he played at the Greek Theater available to all on youtube.com. His amazing concert at the Greek Theater will probably go down in music history as the greatest Blues concert ever, and Joe’s performance was stellar, his greatest achievement yet, and his backup singers and band are most impressive. Headphones and HD settings are recommended.

TARİH : TARİHİNİ BİLMEZ İSEN YENİLMEYE MAHKUMSUN /// Sansürlenen Sabotaj


1.Dünya Savaşında Osmanlı Devleti, Çanakkale’de, Galiçya’da, Kafkasya’da, Irak’da, Filistin’de, Mısır’da, Arabistan’da müttefik ordularına karşı, ihanetlere ve sabotajlara maruz kalarak savaşmış, 2 milyon civarında vatan evladını şehit, yaralı ve esir olarak kaybetmiştir.

Bu kayıpların oluşumunda savaşan askerin gerekli desteği alamaması en önemli nedenlerden biri olarak görülebilir. Cephedeki askere mühimmat ve personel desteğin yeteri kadar verilememesinin de sebepleri vardır. Bunlar yoksunluktan kaynaklandığı gibi ihanet ve sabotajlarla da oluşmuştur.

Yıl 1917.

İngilizlerin 130 bin kişilik ordusu ve Arap isyancılara karşı Türk Ordusu Filistin ve Kudüs’ü savunuyor. Denizden ve karadan İngilizler saldırırken, isyancı Araplar da demiryollarını sabote ediyor, Arap halkını Türklere karşı isyana teşvik ediyorlardı…

Kutsal şehir Kudüs’ü teslim etmemek için var gücü ile savaşan Türk Ordusu, 3 ay kuşatmaya direniyor. Ancak hiçbir desteğin gelmemesi, Türklerin 30 bin şehit vererek 9 Aralık 1917 günü Kudüs’ü teslim etmek için geri çekilme zorunda bırakmıştır.

Kudüs’ün bu teslimiyeti Sultan Abdülhamid Han’ın Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl’e verdiği cevabın gerçekleşmesinden başka birşey değildi:

23 Temmuz 1902 tarihinde; Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl, Abdülhamit Han’a Osmanlı Devleti’nin borçlarının ödenmesi için 25 milyon altın kredi ve 2.5 milyon altında rüşvet teklif etmiştir. Bunun karşılığında, Filistin ve Kudüs’te yahudilerin yerleştirilmesi istenmiştir… Abdülhamit Han:

“... Ordumuz düşmanlarının paraları ile yapılacak tahkimatın arkasına sığınmaya tenezzül etmez. Ayrıca Ben bir karış dahi olsa toprak satamam. Zira, bu Vatan bana değil Milletime aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlardır. Bu Toprakların bedeli Şehit Kanıdır.

İngilizler Mareşal Allenby komutasında 11 Aralık 1917 günü Kudüs’e girmişlerdir. Allenby Kudüs’e girdiğinde ilk söz şu olmuştur:

“Artık burada Türkler olmayacak."

Kudüs’ün düşmana teslim edilmesinin en önemli sebeplerinden biri ise tarihimizin en acıklı olayından kaynaklanmaktadır.

6 Eylül 1917 tarihinde Filistin Cephesine asker sevkiyatı yapılması için, Haydarpaşa Garında askerler trene bindirilir. Müttefikimiz Alman ordusu içine sızmış olan bir Fransız ajan Ermenilerin yardımı ile Gar’da bombalı sabotaj eyleminde bulunur. Gar’da bulunan silah ve diğer mühimmatların da patlaması ile Gar’ın sevkiyat bölümü havaya uçar. Patlamanın şiddetinden tüm İstanbul sarsılır. Cepheye gitmek için trenlere bindirilmiş Türk Askerlerinin tamamı vagonlarda yanarak şehit olurlar!

Binlerce askerimizin katledildiği bu olay, Enver Paşa Hükümeti tarafından sansürlenir. Konuşulması bile yasaklanır..

Türk Gençliğinin milli bilincinin gelişmesi ve tarihten ders alması için bu olayları bilmesi haktır. Bilmeli ki; Türk Devletinin varlığı, Türk Milletinin güvenliği emin ellerde olsun!

Tüm Şehitlerimizi rahmet ve saygı ile anarak, Vatan için terini ve kanını dökenlerden Allah razı olsun!

YILMAZ KARAHAN

LİNK : http://www.yenidenergenekon.com/950-sansurlenen-sabotaj/

YENİ DÜNYA DÜZENİ DOSYASI : Trump Amerikası ve Yeni Dünya Düzeni


KAYNAK : http://www.surecanaliz.org/tr/makale/trump-amerikasi-ve-yeni-dunya-duzeni

Siyaset Bilimci Francis Fukuyama, 1989’da liberal demokrasinin zaferinin “ tarhin sonunu” işaret ettiğini söylemişti. Şimdilerde ise Batı’yı yönlendiren milliyetçi politikalara eğiliyor.

Donald Trump’ın Hillary Clinton karşısındaki şaşırtıcı seçim zaferi, sadece Amerika siyaseti için değil, tüm dünya düzeni için bir dönüm noktasını işaret ediyor. 1950lerden beri süregelen dominant liberal düzenin, kızgın ve enerji dolu demokratik çoğunlukların saldırısına uğraması, yeni bir popülist milliyetçi çağa giriyor olduğumuzu gösteriyor. Böylesine rekabetçi ve aynı düzeyde de kızgın milliyetçilikler dünyasına kayışın riski oldukça büyük, ve eğer bu gerçekleşirse 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması gibi önemli bir dönemeci işaret edecek.

Trump’ın zaferi, onun mobilize ettiği hareketin sosyal tabanını gözler önüne seriyor. Oy haritasına bir bakış attığımızda, Clinton’ın desteğinin coğrafi olarak kıyı bölgelerinde yoğunlaştığını, kırsal alanların ve küçük Amerikan şehirlerinin ağırlıklı olarak Trump için oy verdiğini görüyoruz. En sürpriz kayış ise, kuzeyde yer alan ve son seçimlerde ağırlıklı olarak Demokratları destekleyen Pensilvanya, Michigan ve Clinton’ın seçim kampanyası yürütmeye bile zahmet etmediği Winsconsin gibi sanayi şehirlerinde yaşanandı. Trump, sanayisizleşme sebebiyle zarar gören sendikalı işçilere, kaybettikleri üretici işleri geri kazandırmak için “ Amerika’yı Yeniden Harika Yapma” sözü vererek seçimi kazanabildi.

Bu hikayeyi daha önce de gördük. Bu, Ayrılık yanlısı oyların benzer şekilde kırsal alanlarda ve Londra dışındaki küçük şehirlerde yoğunlaştığı Brexit’in hikayesi. Bu durum, ebeveynleri ve büyük babaları Komunist ya da Sosyalist partiler için oy vermiş, şimdilerde Ulusal Cephe adayı Marine Le Pen için oy kullanan işçi sınıfının ülkesi Fransa için de geçerli.

Ancak popülist milliyetçilik bundan daha geniş bir fenomen. Vladimir Putin, St Petersburg ve Moskova gibi büyük şehirlerdeki daha eğitimli seçmenler arasında rağmet görmese de, ülkenin geri kalanında geniş bir destek tabanına sahip. Benzeri, ülkenin muhafazakar alt orta sınıfları arasında coşkulu bir desteğe sahip olan Türkiye cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ya da her yerde rağbet gören ama asıl desteğini Budapeşte’den alan Macaristan başbakanı Victor Orban için de geçerli.

Bugün, birilerinin eğitim seviyesiyle tanımlanan sosyal sınıf, sayısız endüstrileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tek önemli sosyal kırılma haline geliyor gibi görünüyor. Bu durum, sırasıyla, doğrudan küreselleşme ve 1945’te büyük oranda Birleşik Devletler tarafından kurulan liberal dünya düzeninin kolaylaştırdığı teknolojik ilerleyiş tarafından yönlendiriliyor.

Liberal dünya düzeni hakkında konuştuğumuzda, kurallara dayalı bir uluslararası ticaret sisteminden ve son yıllarda küresel büyümeyi arttıran yatırımlardan bahsediyoruz. Bu, iPhoneların Çin’de monte edilmesini ve Noel’den önceki hafta Birleşik Devletler’deki ya da Avrupa’daki tüketicilere kargolanmasına izin veren bir sistem. Bu sistem aynı zamanda, milyonlarca insanın yoksul ülkelerden, kendileri ve çocukları için daha iyi fırsatlar sunan zengin ülkelere göç etmesini kolaylaştırıyor. Bu sistem tanıtıldığı gibi çalıştı: 1970 ve 2008’deki Birleşik Devletler finansal krizi arasında, ürünlerin ve hizmetlerin küresel üretimi/verimi dört katına çıktı, yüz milyonlarca insanı, sadece Çin ve Hindistan’da değil, Latin Amerika ve Sahra altı Afrika’da da yoksulluktan kurtardı.

Ancak şimdilerde herkesin acı verici şekilde deneyimlediği üzere, bu sistemin yararları tüm nüfusa yayılmadı. Gelişmiş ülkelerdeki işçi sınıfı, şirketler işlerini dışarıdaki ülkelerde yaptırırken ve kıyasıya rekabetçi küresel markette verimlilik baskısı artarken, kendi işlerinin yok olmaya başladığını gördüler.

Bu uzun süreli hikaye, 2008 Amerikan krizi ve birkaç yıl sonra Avrupa’yı vuran euro krizi tarafından daha kötü bir hal aldı. Her iki olayda da, elitler tarafından dizayn edilen sistem – Amerikan örneğindeki serbestleştirilmiş finans market, ve euro, uluslararası göç konusundaki Schengen sistemi gibi Avrupa politikaları – dışsal şoklar karşısında dramatik bir şekilde çöktü. Bu başarısızlıkların maliyeti, yine elitlerden ziyade, daha ağr bir şekilde sıradan işçilere kesildi. O tarihten bu yana, asıl soru, popülismin neden 2016’da ortaya çıktığı değil, ancak onun dışavurumunun neden çok uzun zaman olduğu olmalı.

Amerika’da sistem geleneksel işçi sınfını yeterince temsil etmediği için siyasi bir başarısızlık söz konusu. Cumhuriyetçi parti, tüzel Amerika (şirketler) ve onun küreselleşmenin nimetlerinden cömertçe faydalanan müttefikleri tarafından domine edilirken; Demokrat parti, kadınların koalisyonu, Afro-Amerikalılar, Hispanikler, çevreciler ve LGBT toplumu gibi kimlik politikalarının partisi haline gelip, ekonomik konulardaki vurgusunu kaybetti.

Amerikan solunun işçi sınıfını temsil etmedeki başarısızlığı, Avrupa genelindeki benzer başarısızlıkları da yansıtıyor. Avrupa sosyal demokrasisi, küreselleşmeyle barışı birkaç on yıl önce Blairite merkezciliğiyle ya da 2000lerde Gerhard Schröder’in Sosyal Demokratlarının tasarladığı bir tür noeliberal reformism ile gerçekleşti.

Ancak daha geniş çerçevede solun başarısızlığı, 1914’le ve İngiliz-Çek filozof Ernest Gellner’in yerinde ifadesiyle, “sınıf” damgalı posta kutusuna yollanan bir mektubun yanlışlıkla “ulus” işaretliye teslim edilmesi durumunu sembolize eden Büyük Savaş (I. Dünya Savaşı) zamanıyla benzerlikler barındırıyor. Ulus kavramı genellikle ‘sınıfı’ gölgede bırakıyor çünkü ulus güçlü bir kimlikle bağlantı kurabiliyor ve organik bir kültürle cemaatsel bağlantı sağlıyor. Kimliğe duyulan bu özlem, önceleri toplum dışına itilmiş grupların beyaz milliyetçiliğinin bir formunu işaret ederken, şimdilerde Amerikan alternatif sağında kendine yer buluyor. Bazı aşırılıkçılar dışındakiler bile, birçok sıradan Amerikan vatandaşı, toplumlarının neden göçmenlerle dolduğunu ve problemleri hakkında şikayetçi bile olamayacakları siyasi doğrucu dili kimin yetkili kıldığını merak etmeye başladı. Bu, Donald Trump’ın neden çok daha iyi eğitimli ve küreselleşmenin kurbanı olmayan ancak ülkelerinin elinden alındığını düşünen refah içindekilerden oy aldığını gösteriyor. Bu dinaminiğin Brexit oylamasının altında yatanla aynı sebep olduğunu söylemeye gerek yok.

Trump’ın zaferinin uluslararası sistem adına somut sonuçları ne olabilir ? Ona yöneltilen eleştirilerin aksine, Trump tutarlı ve iyi düşünülmüş bir pozisyonda: Ekonomi politikasında ve küresel siyasi sistem konusunda milliyetçi bir çizgide. Trump, açıkça NAFTA ve belki de WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi var olan ticari anlaşmaları yeniden görüşmenin yollarını arayacağını, ve istediğini alamazsa, bu anlaşmalardan çıkmayı düşünebileceğini söyledi. Ve, Rusya lideri Putin gibi önemli kararlarla sonuçlar alabilen güçlü liderlere olan hayranlığını ifade etti. Aynı zamanda, buna uygun şekilde,geleneksel Birleşik Devletler müttefikleri olan NATO, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelere daha az hayran ve onları Amerikan gücünden faydalanmakla suçluyor. Buna göre, onlara olan desteğin devamı maliyet-paylaşım anlaşmasının yeniden görüşülmesine bağlı olacak.

Bu pozisyonların, hem küresel ekonomi hem de küresel güvenlik sistemine yönelik yarattığı tehlikeleri mübalağa etmek imkansız. Bugün dünya ekonomik milliyetçilikle kaynıyor (dolup taştı). Geleneksel olarak açık ticaret ve yatırım rejimi, Birleşik Devletler’in hegemonik gücüne bağlı kalarak hayatta. Eğer Birleşik Devletler tek taraflı olarak anlaşmanın koşullarını değiştirmeye çalışırsa, dünya genelinde intikam almaktan mutlu olacak birçok güçlü oyuncu var, ve 1930ları andıracak şekilde aşağı yönlü bir ekonomik sarmalı tetikleyebilir.

Uluslararası güvenlik sistemine yönelik tehdit ise daha büyük. Rusya ve Çin geçtiğimiz on yıllarda önde gelen otoriter büyük güçler olarak ortaya çıktılar, ve her ikisi de coğrafi hırslara(isteklere) sahipler. Trump’ın özellikle Rusya konusundaki pozisyonu sıkıntılı: Hiçbir zaman Putin hakkında eleştirel bir söylem dile getirmedi, ve onun Kırım’ı ilhakının bile meşru görülebileceğini ileri sürdü. Onun dış politikanın birçok konusundaki bilgisizliğine rağmen, Rusya’ya yönelik tutarlı özgüllüğü, Putin’in onun üzerinde, belki de Trump’ı iş dünyasında canlı tutan Rus kaynaklarına olan borcu gibi bazı gizli baskıları olduğu izlenimi veriyor. Rusya ile “iyi geçinelim” diyen herhangi bir Trumpçı yaklaşımın ilk kurbanları, demokrasi mücadelesi ederken, bağımsızlığı için de Birleşik Devletler’e güvenen Ukrayna ve Gürcistan olacak.

Daha geniş bir çerçeveden bakınca, Trump’ın başkanlığı, dünyanın dört bir yanında yozlaşmış otoriter yönetimler altında yaşayan insanlar için demokrasiyi sembolize eden Amerikan çağının sonunu işaret ediyor. Amerika’nın etkisi, Irak’ın işgalinin ardından olduğu gibi yanlış güç çıkarımlardan daha ziyade “ yumuşak güce” dayanıyor. Amerika’nın geçtiğimiz Salı yaptığı seçim, liberal kurumsal kamptan popülist milliyetçi bir kampa geçişi işaret ediyor. Trump’ın Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi lideri Nigel Farage tarafından güçlü bir şekilde desteklenmesi ve onu tebrik eden ilk kişilerden birisinin Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen olması bir tesadüf değil.

Geçtiğimiz yıl boyunca, benzer düşüncedeki grupların bilgi ve sınır ötesi desteklerini paylaştıkları yeni bir popülist-milliyetçi dalga ortaya çıktı. Putin Rusya’sı bu dalgaya en ateşli şekilde katkıda bulunanlardan birisi, ancak bunun nedeni Putin’in başka insanların ulusal kimliğiyle ilgilenmesi değil, sadece yıkıcı olmak istemesinden. Rusya’nın Ulusal Demokratik Komite’nin emaillerini hackleyerek başlattığı bilgi savaşı halihazırda Amerikan kurumları üzerinde yıpratıcı rol oynuyor ve bunun devam etmesini bekleyebiliriz.

Yeni Amerika konusunda birçok belirsizlik söz konusu. Trump kalben tutarlı bir milliyetçi olmasına rağmen, son derece etkileşimsel (transactional) birisi. Trump, diğer ülkelerin var olan ticaret anlaşmalarını ya da müttefiklik anlaşmalarını kendisinin istediği şekilde revize etmeyi istemediğini farkedince ne yapacak ? En iyi anlaşma için masaya mı oturacak, yoksa sadece basıp gidecek mi ? Onun nükleer gerilimi tetikleme tehlikesi konusunda konuşulacak çok şey var ancak, ben onun dünyanın herhangi bir yerinde askeri güç kullanma sevdalısı birisi olmaktan ziyade, daha çok soyutlanma taraftarı olduğunu düşünüyorum. Suriye iç savaşının gerçekliğiyle karşı karşıya kalınca, Obama’nın taktik tahtasından devam etme sürecine son verip, bu süreçte yer almama fikrini sürdürebilir.

Karakterin devreye girdiği nokta burası. Diğer birçok Amerikalı gibi, Trump’ı gibi özgür dünyanın liderliğine bu denli az uyan bir kişiliği tasavvur etmekte zorlanıyorum. Bu, onun aşırı gösterişçiliği ve hakaretlere karşı duyarlılığı kadar, kararlı siyasi pozisyonundan kaynaklanıyor. Geçtiğimiz hafta, şeref madalyası kazananlarla birlikte aynı sahnedeyken, “ekonomik açıdan çok cesur” olduğunu söyleyiverdi. Bütün düşmanlarından ve eleştirilerden intikamını almak istediğini açıkladı. Kendisini küçümseyen diğer dünya liderleriyle karşılaştığında, mücadeleci bir Mafya patronu gibi mi, yoksa etkileşimci bir iş adamı gibi mi?

Bugün, liberal demokrasiye yönelik en büyük meydan okuma Çin gibi otoriter güçlerden değil, kendi içlerinden geliyor. Birleşik Devletler’de, Britanya’da, Avrupa’da ve diğer birçok ülkede, siyasi sistemin demokratik kısmı liberal kısmınA karşı ayaklanıyor, ve onun meşruiyetini kullanarak şimdiye kadar kendilerini kısıtlayan kuralları, açık ve hoşgörülü dünyayı yıkmakla tehdit ediyor. Sistemi kuran liberal elitler, kapının dışında kalan kızgın kalabalıkları dinlemek zorundalar ve üzerine eğilmeleri gereken sosyal eşitlik ve kimlik gibi en önemli konular hakkında düşünmeliler. Şu veya bu şekilde, gelecek birkaç yıl sıkıntılı/sıkı bir süreç yaşayacağız.

Çeviren (Tam Metin): Cemal Taşpınar

(FT, Francis Fukuyama, US against the world? Trump’s America and the new global order, 11 Kasım 2016)

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : ‘FETÖ Illuminati, Opus Dei gibi gizli bir örgüt’


İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, örgütün "İlluminati", "Opus Dei" ya da "P2 Mason Locası" gibi bir yapılanmaya sahip olduğuna dikkat çekildi.

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’na (FETÖ/PDY) yönelik soruşturma kapsamında hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, "dünyada eşi benzeri olmayan bir örgüt" olarak nitelendirilen FETÖ’nün "Haşhaşi" örgütlenmesine benzerliği vurgulandı.

İzmir 13. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, meslekten ihraç edilen ve tutuklanan polis memuru Emin Tahtalı hakkında "silahlı terör örgütü üyesi olmak" suçlamasıyla 5 ila 10 yıl arasında hapis cezası istendi.

İddianamede, FETÖ’nün, devlet yapılanmasına paralel bir yapılanmaya gittiği, her kurum içine sızdığı ve bu kurumlardan sorumlu gizli bir yapılanma oluşturduğu belirtildi.

Son derece gizli örgütlenen FETÖ mensuplarının her birine kod adı verildiği, bazılarına üyeliklerini gösteren "F serisi 1 ABD doları" dağıtıldığı kaydedilen iddianamede, örgütün bu haliyle uluslararası camiada bilinen "İlluminati", "Opus Dei" ya da İtalya’daki "P2 Mason Locası" gibi bir yapılanmaya sahip olduğu ve üyelerinin tespitinin oldukça güç olduğuna dikkati çekildi.

Fetullah Gülen’in elebaşı olduğu FETÖ’nün yapısının, tarihte kurulan ve kuruldukları coğrafyada gizli bir şekilde teşkilatlanan örgütlerin yapısı irdelenmeden anlaşılamayacağı anlatılan iddianamede, yurt dışındaki çeşitli örgütlenmelere atıfta bulunuldu.

Irak’taki "Kesnizani" tarikatının başka bir ülkenin istihbarat örgütüyle bağlantılı olduğu, üyelerinin Irak ordusuna yayıldıkları ve 2003’te Irak’ın istilasında ordunun hiç savaşmadığına işaret edilen iddianamede, "15 Temmuz tarihinde, asker üniformalı teröristlerin kanlı darbe girişimi gözetildiğinde, FETÖ/PDY’nin amacı daha iyi anlaşılacaktır." ifadesi kullanıldı.

FETÖ-Haşhaşi benzetmesi

Hasan Sabbah tarafından 1090 yılında kurulan "Haşhaşi" örgütlenmesinin, dönemin Sünni, siyasi ve dini çevrelerini düşman görüp özellikle Abbasi halifeliği ve onun koruyucusu Büyük Selçuklu Devleti’nin esas düşmanı olduğu belirtilen iddianamede, bu tarikatın en önemli özelliğinin ileride suikast düzenlemeyi düşündüğü siyaset adamları ve Sünni alimlerin yanına yıllarca kendini gizleyen adamlar yerleştirip günü geldiğinde suikast gerçekleştirmek olduğu aktarıldı.

İddianamede, şunlar kaydedildi:

"1970’li yıllardan 2013 yılına kadar büyük bir gizlilik içerisinde hareket eden örgüt üyelerinin, devletin bütün kademelerinin çoğuna yerleştikten sonra yeterince olgunlaştıkları düşüncesiyle, gerek 17-25 Aralık 2013 gerek akabinde gelişen MİT tırlarının durdurulması olayı gibi kamuoyunun gündemine oturmuş operasyonlarla, legal kurumlardan hesap sorar hale gelerek, tıpkı ‘Haşhaşiler’ gibi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin gelişmesini, demokratik işleyişini engelleyecek faaliyetlere giriştikleri anlaşılmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetlerine yerleştirdikleri elemanları vasıtasıyla 15 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını öldürmeye teşebbüs etmek, ülke yönetimini ele geçirmek için savaş uçakları, helikopterler ve tanklarla darbe yapmaya kalkıştıkları, darbeye engel olmak isteyen, bu nedenle sokağa dökülen yaklaşık 240 sivil masum vatandaşımızı, düşman ülkelerinin yapmaya dahi cesaret edemediği şekilde hunharca şehit ettikleri ortadadır. Dolayısıyla örgütün silahsız olduğunu savunmak bir yana dünyada eşi benzeri olmayan cübbeli, önlüklü, üniformalı, tanklı, toplu ve savaş uçakları olan bir örgütten bahsedilmesi gerekiyor."

KOMPLO TEORİLERİ : FETÖ iğne ile kanser enjekte edip zehirlemiş


Şüpheli kanser teşhisiyle ölümü tartışılan Aytunç Altındal’ın, FETÖ tarafından iğne ile kanser enjekte edilerek öldürüldüğü iddia edildi.

Ömrünü FETÖ ile mücadeleye adayan ünlü Araştırmacı, hasta iken, “Zehirlenmişim, kanser enjekte edildiği bilgisi var” demişti.

Kanser hücresi bulaştırılarak öldürülen Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal’ın en yakınındaki isimlerden birisinin FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı. Aytunç Altındal’ın ölümünün üzerindeki sır perdesi FETÖ soruşturmaları kapsamında gözaltına alınan 30 yıllık Jandarma İstihbaratçı İ.Ç’nin itiraflarıyla aralanıyor.

ANİDEN KANSER OLDU

Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü darbe soruşturması kapsamında konuşan istihbaratçı İ.Ç, ifadesinde Altındal’ın yardımcısı B.Ş olduğunu ve İstanbul’da görevliyken FETÖ ile irtibatlarını onun üzerinden sağladığını söyledi. Vefatından kısa bir süre önce yaptırdığı sağlık taramasından sapasağlam olmasına rağmen bir ay sonra birden bire tüm vücudunu kanser hücrelerinin sardığını anlatan Altındal ise, Fransa’da yaptırdığı tetkiklerde doktorların kendisine kanser enjekte edildiği bilgisi verdiğini söylemişti. İ.Ç’nin verdiği bilgilerden sonra polis Altındal’ın ölümüyle ilgisi üzerinde durulan B.Ş’nin peşine düştü.Ünlü Araştırmacı-yazar Aytunç Altındal’ın vefatı, FETÖ iddianamesine de şüpheli ölüm olarak geçmişti. İzmir’de FETÖ’ye finansal destek sağlanmasına yönelik hazırlanan iddianamede, örgüt aleyhine kitap yazan Necip Hablemitoğlu, Haydar Meriç ve Aytunç Altındal gibi gazeteci yazarların şüpheli ölümlerine de yer verilmiş ve FETÖ işaret edilmişti.Üç yıl önce hayatını kaybeden Aytunç Altındal, iki kez istihbarat örgütleri tarafından öldürülmek istendiğini dile getirmişti. Altındal, Kasım 2013’te vefat ettikten sonra evindeki birçok gizli belgenin de kaybolduğu ortaya çıkmıştı. FETÖ itirafçısı İ.Ç, 2005 yılında İstanbul Balmumcu Jandarma Bölge Komutanlığında görevdeyken İstihbarat Şube Müdürlüğünde aşırı sağ faaliyetler değerlendirme analiz astsubaylığı yaptığını bunu için Aytuç Altındal’ın yanına giderek tanıştıklarını söyledi.

YARDIMCISI FETÖ’CÜ

Dönemin Jandarma Bölge Komutanı Halil Helvacı’dan Hristiyanlık mezhepleri ile ilgili aldıkları bir görev için iki astsubayla birlikte Aytunç Altındal’ın yanına gittiklerini söyleyen İ.Ç, “İstanbul’da bu Altındal’ın yanına gittik bize Hristiyanlıkla ilgili kitap verdi. Yardımcısı olarak bildiğim B.Ş isimli kişiyle tanıştım. Sonrasında ben bu ofise tek gidip gelmeye başladım. Tek gittiğim dönemde Altındal’ın asistanı olan B.Ş bana ‘gel bir pastanede çay içelim’ dedi. Gülen cemaatinden olduğunu söyledi. B.Ş bana ‘Askerin hizmete bakışı nasıl, hükümete bakışı nasıl’ şeklinde sorular sordu ve ‘ara ara buluşalım konuşalım’ dedi. Bu şekilde ilk etapta pastanelerde buluşuyorduk, sonrasında evine davet etti. Hocaefendinin günlük değerlendirmelerine dair kısa videolar izliyorduk. Bana eski bir telefon verdi ‘bu telefonu sadece sen kullan ve benimle irtibatında kullan kimse bilmesin’ dedi. Bu telefonla bana mesajlar atıyordu” dedi. İtirafçı İ.Ç; Aytunç Altındal’ın asistanlığını yapan B.Ş’nin, Ergenekon soruşturması sürecinde de üst düzey komutanlarla ilgili bilgiler istediğini söyledi.

BANA KANSER BULAŞTIRILDI

Aytunç Altundal amansız hastalığa yakalandıktan sonra, vefatından kısa bir süre önce verdiği bir röportajda suikaste uğradığını belirterek, “Biyopsiler yapılmıştı. Tertemiz çıkmıştı. İki ay öncesine kadar. Sonra birden bire bir ay içinde bütün vücudum saran bir kanser olayıyla karşılaştık. Buradaki doktorlarda çok şaşırdılar. Yabancı doktorlar Fransa’da Nükleer Tıp diye bilinen bir merkeze gittik. O nükleer tıp merkezi dedi ki burada bir gariplik var. Vücudunuza verilmiş olan bir kanser ilacı olabilir dendi. Kanser olmadığınız halde size kanser ilacı verilerek kanserli hasta yapıyorlar” demişti. Kasım 2013’te vefat eden Altındal’ın evi hem vefatından önce hem de vefatından sonra iki kez soyulmuş ve evindeki bir takım önemli belgeler çalınmıştı. Altındal evinin Fetullahçılar tarafından soyulduğunu da açıklamıştı.

KIZI: 15 GÜNDE BİTTİ

Kızı Yonca Bayrak, “Babamın ölümü ile ilgili büyük kuşkularımız var. Aniden akciğer kanseri teşhisi konuldu. Hastalık 15 gün içinde 4. evreye geçti. Zehirlenme şüphesi ile ölümünün araştırılması için suç duyurusunda bulunacağız” diye konuşmuştu.

KIBRIS DOSYASI /// PROF. DR. ATA ATUN : Kıbrıs’ta Masada Kaybettiklerimiz


Prof. Dr. Ata ATUN

Mont Pelerin müzakere süreci, bilip de bilmediğimizi sandığımız birçok gerçeği gene bize tekrardan hatırlattı. Herhalde dünya siyasetinin üzerimizde yarattığı baskı, birçok gerçeği bize zaman içinde unutturuyor veya da görmememize yol açıyor.

Rum ve Batı medyası tarafından, aynen geçmişte müzakere masasına oturan tüm Rum liderlerin “adada çözüm isteyen melek”ler, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin de “Çözüm istemeyen ve hiçbir öneriyi kabul etmeyen Mr.No”lar gibi yıllardır tanıtılmasının arkasına saklanan Anastasiadis, gerçekte Mont Pelerin zirvesini tıkamak ve Akıncı’yı ve dolayısı ile Türk tarafını anlaşmaz taraf olarak tanımlamak ve lanse etmek için Mont Pelerin’e gitti ve bu doğrultuda elden geleni yaptı.

Akıncı’yı “Anlaşmaz taraf” konumuna düşürmek çabaları içinde birçok tavizi de koparmayı başardı Anastasiadis Mont Pelerin’de ve Mont pelerin öncesi görüşmelerde.

BM Parametrelerinde yer alan “İki bölgelilik kavramı” ve bu bölgeleri oluşturan toplumların “gerek nüfusta gerekse de mülkiyette nitelikli çoğunluğa sahip olacakları” koşulu, Akıncı’nın “Dört Özgürlüğü” ve “Dört Rum’a bir Türk nüfus oranı”nı kabul etmesiyle açıkça berhava oldu. Ve işin kötü tarafı Türk tarafı adına kabul edilen bu iki koşul, artık ebediyen, bir anlaşma olana kadar masada duracak. Akıncı’dan sonra gelecek olan Kıbrıslı Türk liderler de bu kabulü bir türlü ortadan kaldıramayacaklar.

Anastasiadis’i köşeye sıkıştırmak için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının yüzde 30’dan aşağıya olmaz uyarısına rağmen Kıbrıslı Türklere kalacak “Toprak yüzdeliği”nin “5’li konferans tarihi” belirlenmeden önce en düşük yüzde 28.2, en fazla yüzde 29.2 olarak masaya koyması ise bir başka stratejik hata. Hatadan da öteye Kıbrıslı Türkler için çok büyük bir kayıp, büyük bir yenilgi. “Kağıt üzerinde iade etmeyi kabul ettik” denilen toprağın miktarı KKTC topraklarının yüzde 25’i ile yüzde 20’si büyüklüğünde, dörtte biri ile beşte biri arası bir miktar.

İade edileceği belirtilen bu toprakların toplam değerinin, 1963-1964 yılları arasında Rumlar tarafından yakıp yıkılan Türk mülkiyetinin, BM’nin adaya gönderdiği “Fact finding” “Gerçekleri tespit” ekibi tarafından kaleme alınan “Ortega Raporu”nda belirtilen miktarından daha az olduğu bir başka gerçek. Bugünün parası ile 2 Milyar Dolar civarında olan, 1963-64 yılları arasında Kıbrıslı Türklerin yakılan, yıkılan evleri, arazileri, el konan hayvanları, zahireleri, dükkanları ve varlıkları hala daha tazmin edilmiş değil. Manevi tazminatın değerini biçmek ise hiç mümkün değil. Soykırım yıllarında çektiğimiz çilenin, kaybettiğimiz geleceğimizin bedeli belki de adanın tümüne bedel. Niye biz bu toprakları iade diyoruz tazmin edilmeden bunu anlamak hiç mümkün değil.

Hem Kıbrıs’ta olayların 1963 yılında başladığına kimseyi inandıramıyoruz, hem de bunca zararımıza rağmen tazmin edilmiyoruz. Üstelik Rumlar ve Yunanlılar Kıbrıs sorunun 1974’de başladığı kuyruklu yalanına hem kendileri inanmış, hem de dünyaya yutturmak için elden geleni yapıyorlar.

Anastasiadis’in masadan kaçıp, Kıbrıs’a döndükten sonra “Bıraktığım yerden devam etmeye hazırım” demesini anlamak ve herhangi bir etik kuralın içine oturtmak zor. Madem bıraktığı yerden devam edecekti ne diye müzakere masasını terk etti, ne diye müzakereleri çıkmaza soktu, bunu önce Rumlar, sonra da aramızdaki Rum sevdalıları ve de Rumların destekçileri açıklamalı….

Müzakereleri iyi niyetimizden aleyhimize döndürdüğümüz kesin. Hatanın neresinden geri dönsek kardır. Anastasiadis’in daha dün yaptığı “Bizim için Kıbrıs sorunu ‘Türklerdeki gibi’ bir seçim konusu değil, bir ulusal çıkarlar konusudur” açıklaması Rumların tüm niyetlerini ortaya koyuyor. Çekinmese “Megali İdea uğruna hayatımı feda ederim” diyecek ama daha zamanı değil. Şimdilik bunu söyleyemiyor ama yukardaki cümle işittiriyor…

Ata ATUN
e-mail: ata.atun veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
http://www.twitter.com/ataatun
28 Kasım 2016

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.