Günlük arşivler: 13 Aralık 2016

MİLLİ SANAYİ DOSYASI : Dünyada Sanayi Devrimi nasıl oldu ???


.


Avrupa’da ortaya çıkan
ve modern Çağın temellerinin atılmasına Sebep olarak görülen sanayi devrimi, ya da diğer adıyla endüstri devrimi, ilk olarak İngiltere’de ortaya çıkmış, 1763’te James Watt’ın buhar gücüyle çalışan makineyi icat etmesiyle başlamıştır.

Sanayi devrimi ile birlikte toplumlarda işgücü atmış ve modernleşme sağlanmıştır. İngiltere’de ortaya çıkmasının ardından Amerika ve Japonya’ya yayılan sanayi devrimi, Kapitalizm ve işçi Sınıfı gibi kavramları oluşturmuştur.

SANAYİ DEVRİMİNİN SEBEPLERİ

Sanayi Devrimini ortaya çıkaran sebeplerin incelersek, Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgını bunlardan biri diyebiliriz. Çünkü veba salgınının ardından özellikle 16. yüzyılda Avrupa nüfusu hızlı bir artış sergilemiştir. Tarımsal gelişmelerde yaşanan değişimler nedeniyle kentlere büyük bir insan göçü yaşanmıştır.

Sömürgeleşme, Sanayi Devriminin en önemli adımlarından biri olmuştur. Çünkü sömürge devletlerinden çok sayıda hammadde gelmekte ve bu da özellikle lüks maddelerin, halk tarafından kolayca elde edilmesine olanak sağlamıştır. Bankacılık ve sigortacılık sistemlerinin gelişmesi, orta sınıfın zenginleşmeye başlaması, Sanayi Devrimi‘nde itici güç olmuştur.

SANAYİ DEVRİMİ NEDEN İNGİLTERE’DE BAŞLADI

Sanayi devrimi neden İngiltere’de başladığına göz atmak gerekirse, uygun şartlar İngiltere’de bulunmaktaydı. Çünkü Hindistan, Fransızlarda yapılan Plessey savaşı sonucunda İngiltere sömürgesi olmuş, bu büyük ülkeden gelen devasa hammaddeler Sanayi Devriminin oluşmasında faktör olmuştur. Ayrıca İngiltere ada ülkesi olması sebebiyle Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler ve savaşlardan kendisini uzak Tutmuş, O anlamda rahat bir devrimin oluşması sağlanmıştır. Bankacılık ve borsa İngiltere’de çok gelişmiş düzeydeydi. Sömürgeler den gelen devasa altınlar ve değerli madenler sayesinde İngiltere ve Avrupa ülkelerinin elinde oldukça yüksek bir sermaye bulunmaktaydı. Ayrıca Sanayi Devriminin en önemli hammaddeleri olarak Demir ve kömür İngiltere’de bolca bulunmaktaydı.

SANAYİ DEVRİMİNDE YAŞANAN GELİŞMELER

Buharlı makinelerin kullanılmaya başlanmasının ardından sanayi devrimi gerçekleşmiş ve artık dev makineler küçük evlere sığmaz olmuştu. Ardından bu makineler büyük binalara taşındı ve işçiler, bu makineler ile seri üretime geçmeye başladı. Bu da fabrika sisteminin oluşmasını sağlamıştır.

18. yüzyıldan itibaren hızla sanayileşme artmış ve bunun akabinde pekçok yeni buluş yaşanmıştır. Buharlı makineler lokomotif ve gemilere uygulanmış ve mesafeler kısalmıştır. Sömürgelere ulaşma ve ham madde taşınması kolaylaşmıştır.
Ardından telefonun icadı, tarım teknolojisinde yaşanan gelişmeler ve maden çıkarımında yaşanan yenilikler ile sanayi devrimi iyice hız kazanmıştır.

Sanayi devrimi toplumların hızla gelişmesine olanak verirken kapitalizm büyük bir hızla artışa geçmiş ve başını İngiltere’nin çektiği Yeni bir düzen kurulmuştur. Rekabetçilik hızla arttırılmış ve pazar ekonomisi canlanmıştır.

Sanayi devrimi, toplumlara pek çok refah getirirken bunun akabinde götürdüğü oldukça olumsuz gelişmeler de yaşanmıştır. Çünkü Sanayi devrimiyle birlikte artık tekdüze makinelerden fazla emek harcanmadan ustalık gerektirmeyen işler yapılmaktaydı. Bunun akabinde işçi sınıfı doğmuş ve işçi sınıfı üzerinde baskılar giderek artmıştır. Sanayi Devrimi‘nin ilk etaplarında Günlük 20 saate kadar çalışma düzeni bulunmaktaydı ve çocuklar ile büyükler arasında işgücü anlamında pek bir fark olmadığından, ezilen Bir Çocuk işçi sınıfı oluşmuştur.

Pek çok Çocuk işçi zor koşullar altında hayatını kaybetmiştir.

Sendikalaşma, grev gibi hakların olmaması sebebiyle işçi sınıfının hakları çiğnenmiş ve Sosyalizm gibi akımların İlerleyen dönemlerde oldukça benimsenmiştir. Karl Marx gibi isimlerin işçi sınıfının sorunlarını öne çıkaran oluşumlarda düşünce akımlarında bulunması sebebiyle Sosyalizm yükselmiştir. Toplumda sınıflar arası farklılıklar ortaya çıkmış, işçi sınıfının talepleri ilk etapta karşılanması da daha sonra ortaya çıkan düşünce akımları ve demokratikleşme süreci ile birlikte iyileşmeler görülmüştür.

SANAYİ DEVRİMİNİN SONUÇLARI

.

Genel olarak Avrupa’da Sanayi devrimiyle birlikte küçük atölyeler yerini büyük fabrikaları bırakmış, işçi sınıfında büyük bir artış olmuş, sanayi devrimi batının sınıf yapısında değişikliklere sebep olmuştur. Sanayi Devriminin acı sonucu Çocuk işçiler ve sağlıksız çalışma koşullarında yiten binlerce hayat kendini göstermiştir. Köylerden kentlere büyük göçler yaşanmış, sanayi devrimi kentleşmenin ve nüfus artışının önünü açmıştır. Kitle toplumu oluşmuş ve bu nedenle büyükşehirlerde çarpık yapılaşma ortaya çıkmıştır. Bunun akabinde bastırılan işçi sınıfı nedeniyle toplumda sosyalizm gelişmeye ve yükselmeye başlamıştır.

SANAYİ DEVRİMİNİN OSMANLI’YA ETKİLERİ

Sanayi Devriminin Osmanlı’ya etkilerini bakarsak bu gelişmelerden en çok etkilenen imparatorluk Osmanlı olmuştur. Çünkü o zamana kadar Osmanlı, kapitülasyonlar nedeniyle dış devletlerin pazarı haline gelmiş, Osmanlı yaşanan Sanayi devrimine ayak uygulanmaması nedeniyle rekabet edememiştir. Ayrıca Osmanlı’nın batılı devletler gibi sömürge imparatorlukları olmadığı için hammadde konusunda yetersiz kalmış ve akabinde içeride lonca teşkilatının zayıflaması sonucunda üretim azalmıştır. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı‘da ithalat artmış ve ihracat azalmıştır. Avrupa’dan düşük fiyatta malların girmesi Osmanlı’da el sanatı ürünlerin fazlalığı nedeniyle, düşük ücretli ürünlere yönelim artmış ve el sanatı ürünler değersizleşmiştir. Bunun sonucunda küçük atölyeler kapanmaya başlamış ve işsizlik katlamıştır. Osmanlı’nın dış ticaret dengesi bozulmuş, Faizler ve borç almaları artmış, ekonomi Sanayi devrimiyle birlikte Osmanlı’da kötü bir hale bürünmüştür.

Sanayi devrimi bütün dünyayı kökten önce etkilemiş, bugün hala etkileri devam eden bir makineleşme çağının başlangıcı olmuştur. Sanayi devrimi ile başlayan makineleşme çağının, şimdi yerini dijital Çağa bıraktığı, ancak düzenin değişmediği görülmektedir. Sanayi Devrimi‘nin ilk başlarında yaşanan o düzen bugün hala etkisini göstermektedir. Aynı sorunlar sadece değişerek hala yaşandığı ve etkilerinin sürdüğü görülmektedir.

TARİH : Fatih Sultan Mehmet’in Bedduası


f

Fatih Sultan Mehmet Çağ kapatıp Çağ açan Osmanlı tarihinin en önemli padişahıdır. Görkemli ve büyük bir savaş sonucu fethettiği İstanbul içerisinde Alayı ile gezintiye çıkan Fatih, Ayasofya önlerine geldiğinde derinlerden bir inilti duyar.
Yanındakilere talimat vererek derhal bu sesin sahibini bulunup huzuruna getirilmesini emreder.

Bu sesin sahibi bulunur ve Fatih‘in huzuruna çıkartır. Saçı sakalın birbirine karışmış pejmurde bir halde biri Zindandan çıkarılarak getirilmiştir.

Ilk etapta bu bakımsız kişi korkar ancak ona güven verilir ve sakinleştirilir. Ardından Fatih ona, kim olduğunu ve neden hapsedildiğini sorar. Kendisi Keşiş olduğunu ve savaştan önce Konstantin’in kendisine fal baktırdığını, İstanbul’u Türklerin alıp alamayacağını sorduğunu söyler. Keşiş baktığı falda İstanbul’un Türkler tarafından Fethedileceğini söylediğini ve Konstantin’in buna çok kızarak kendisini zindana hapsettirdini söyler. Bunun üzerine Keşiş Fatih‘e "İstanbul’u fethettiniz yani benim falım doğru çıkmış" der.

Bunun üzerine Fatih İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp çıkamayacağını dair remilatmasını ister ve kendisini ödüllendirileceğini söyler. Bunun üzerine Keşiş "İstanbul Türklerin Elinden Harp veya Başkale zorla müdahale ile çıkmayacak. Ancak Öyle bir zaman gelecek ki Türkler elindeki toprakları ecnebilere satacak ve bunun sonucunda İstanbul, Türk Malı olmaktan çıkacak" der.

Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet çok üzülür. Çünkü çok büyük bir emek ve kahramanlık ve zorla fethedilen dünyanın en önemli şehrinin bu şekilde elden çıkacak olması onu rahatsız etmiştir ve "Kim benim edindiğim toprakları ecnebilere satarsa Allah’ın gazabı üstlerine olsun" der.

Bu olay bize bugünkü bazı gelişmeleri akıllara getirmektedir.

Kaynak : İstanbul Risaleleri
Ord. Prof. Süheyl Ünver

GÜNDEM ANALİZİ : MEŞHUR “Diktatör” kelimesini inceleyelim. “Dikt atör” nedir ne değildir ??


diktatör nedir


Diktatör, Latince dictatura kelimesinden türemiş, yönetimde mutlak güç ve egemenliğin sahibi olan lider anlamına gelmektedir.
Latince "emir veren" manasına gelir. Türk Dil Kurumu’na göre ise diktatör, bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimseye denir.

Yani diktatörlük, devletinin yönetim şeklinin tek bir kişinin elinde olmasıdır.

Diktatörlük bir yönetim şeklidir. Tarihten günümüze pek çok devlette ortaya çıkmıştır. Genel olarak yönetimin tek bir Bireyde toplanması ve devletin onda vücut bulması şeklinde bir anlam kazanmıştır.

Yönetime bir şekilde gelen liderler(darbe,cunta,vesayet vb.) bu yönetimi güçlendirmek için ellerinden geleni yaparlar ve yıkılmaması için her türlü yolu başvurabilirler. Özellikle terörize etmek, Kaos ortamı ve şiddet gibi. Bu şiddet genelde devlet terörü şeklinde nitelendirilebilir.

Diktatörlük, Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkmış bir yönetim şeklidir. Julius Sezar tarihteki ilk diktatördür. Roma senatosu kendisine Savaş ortamında Cumhuriyeti yönetmesi için görev vermiş ve diktatörlük bu şekilde ortaya çıkmıştır. Tabi zamanla Julius Sezar‘ın diktatörlüğü ve bugünküler arasında pek çok değişme olmuştu. Çünkü o zamanlar Diktatör, Roma cumhuriyeti’nde, senatonun belli bir süreliğine tüm yönetim erkini hakim tutmaya deniyordu.Ancak daha sonradan günümüze kadar gelen süreçte özellikle geçtiğimiz yüzyılda diktatörlük, oldukça popüler olmuştur.

Diktatörlük çok çeşitli kollara ayrılabilir. Çok sert diktatörler olduğu gibi daha yumuşak düzlemde olanlarda bulunmuştur. İdeolojik anlamda diktatörlük, bulunduğu devlet yönetiminin hiçbir şekilde devrilmemesi ve devletin bu ideoloji yoluyla yönetilmesi şeklinde Dizayn edilmiş bir yönetim şeklidir. Nazi Almanyası gibi. Çünkü Nazi Almanyasında ideoloji esas olmuştur. Rus ve Sovyet cumhuriyetlerinde ortaya çıkan diktatörlük ise totaliter diktatörlük. Yani devlet düzeninin hiçbir şekilde değiştirilmesi üzerine gerçekleşmiştir. Bu tarz gerçekleşen diktatörlükte özellikle Stalin döneminde muhalif olarak görülen kimseler sürekli idam edilmiş ve Sürgüne gönderilmiştir. Aykırı görünen herkes ajanlık ve rejim düşmanlığı ile suçlanmış, paranoyakça bir anlayış hakim olmuştur.

Ilımlı diktatörlük ise kendi yönetimini ılımlı şekilde kullanan ve halkın genelde bu yönetimden memnun olduğu diktatörlük şeklidir. Tabi Zamanla daha sonradan bozulmalar yaşanmıştır. Tito Çavuşesku gibi örnekler bu şekilde kayda geçmiştir.
Ortadoğu diktatörlerin de ise genelde Parti ve yönetim şeklini değişmemesi üzerine kurulu bir diktatörlükten söz edilebilir. Ortadoğu diktatörlüklerin de ortaya çıkan düzen genelde Baas rejimi ve Partisi’nin ön planda olması ve bu düşünce ile hayat bulan devlet ile özdeşleştirilen diktatörler olmuştur. Saddam Hüseyin, Kaddafi, Esad, Mübarek örnek verilebilir. Bu ülkelerde Halk ilk etapta gitmelerini istese de daha sonradan özellikle Arap baharı ile devrilen diktatörlerin boşluğunun doldurulmasında ülkeler zorluk çekmektedirler. Bugün Baas rejiminin kanlı diktatörlüğünün en büyük örneği Suriye’de görülmektedir.

Güney Amerika’da görülen diktatörlüklerde ise genelde askeri rejim ön plana çıkmış ve genelde Amerika tarafından desteklenen tek adam diktatörlüğü ön plana koyulmuştur. Burada mutlak bir askeri yönetimlerle, cuntaların yönettiği ülkeler diğer ideolojilere kesinlikle imkan vermemiştir.

Diktatörlük ilk etapta Avrupa’da ortaya çıkmış, Daha sonra İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Orta doğu ve güney Amerika’ya yayılmış bir yönetim şekli olmuştur. Diktatör , Avrupa’nın dünyaya ithal etmesinin akabinde, kanlı ve otoriter bir rejim olarak Dünya halklarına çok büyük zulümler uygulamıştır.

Diktatörler, yönetim olarak kendilerini her şeyden üstün görmekte ve devleti de kendilerine eşit tutmaktadırlar. Ayrıca bu güçlerinin elinden gitmemesi için her türlü şeyi yapmaktadırlar. Çünkü çoğu diktatörün son hallerinin örneklerinde görüldüğü gibi, diktatörlerin sonu genelde Darağacı, hapishane gibi olumsuz ortamlar ve koşullar olmuştur. Çünkü diktatör yönetiminde karşı darbeler, onların sonlarını hazırlayan olaylara vesile olmuştur.

Diktatör yönetimlerinde amaç, kendi otoritesini ve zümresini korumaktır. Bu amaçla diktatörlükte her şey yapılabilir. Totaliter ve otoriter bir rejim oluşturulduğu için basın ve muhalefet engellenir. Buna karşı çıkan herkes sabote edilir. Genelde diktatörlükte terörizm ve kaostan beslenme ön plandadır.

Çoğu diktatörün başa gelişi askeri darbeler ile olmuştur. Yani cunta yönetimi ile ülkelerini yönetmişlerdir. Çoğu diktatör, genç subay olarak hayatlarına başlamış, daha sonra ülkelerinin efsaneleri halini dönmüştür. Diktatörlerin neredeyse tamamı asker kökenlidir çok az istisnası bulunmaktadır.

Özellikle Muz Cumhuriyeti olarak tabir edilen gelişmemiş ülkelerde görünen diktatörlük, başını batılı ülkelerin çektiği bu ülkelerin sevdiği bir yönetim şekli olmuştur. Çünkü hakimiyet kurmak istedikleri bu ülkelerde para ve çeşitli güç hesaplarıyla kandırdıkları kişileri kukla diktatör yapmış ve bu ülkeleleri kolayca dolaylı yönden hakimiyet kurmuşlardır. Bunun nedeni de bu diktatörlük ülkelerinin genelde batılı devletlerin eski sömürgeleri olması ve bu emparyalist devletlerin kukla diktatörlerle dolaylı olarak sömürmeye devam etmek istemeleridir. Diktatörler Bulundukları yıllarda ülkelerini ayağa kaldırsalar da, zaman geçtikten sonra ülkelerinde yarattıkları hasarlar ve onların gidişinden sonra ülkelerde çöküş kaçınılmaz olmuştur.

Diktatörlük bugün hala kullanılmakta olan bir yönetim şeklidir. Pek çok yönetici diktatör olmakla suçlansa da demokratik seçimlerin olduğu ülkeler Diktatörlük değildir. Çünkü Diktatörlükte demokratik seçimlerden bahsedilemez. Göstermelik seçimler yapılır tek adayın ve partinin katıldığı. Diktatörlük örnekleri sergiden ülkeler arasında en meşhur olanı bugün Kuzey Kore, Suriye gibi ülkededir.

TARİH : Ölümle Dalga Geçen Dünyayı Korkutan Osmanlı Birliği “Del iler”


b

Dünya üzerinde pek çok savaşta meşhur taktikler, harika silahlar, dev toplar, bombalar, zehirler ve çeşitli birçok unsur kullanılarak savaş tarihi etkilenmiştir. Ancak savaşlarda hiçbir şekilde taklit edilemeyecek, her askerin taşımadığı bir gerçek güç vardır "Cesaret"

Işte cesaret deyince akla gelen Türk milleti, Osmanlı döneminde gözü pekliği ve cesareti ile dünya tarih sahnesine çıkmış, büyük bir iz bırakmıştır. Osmanlı’nın özellikle yükselme döneminde ortaya çıkan onbeşinci yüzyıldan itibaren Ordu’da Öncü Birlik olarak savaşlara katılan Deliler, ismi verilen süvari birliği, Osmanlı’nın en cesur askerlerinden oluşmaktaydı.

Osmanlı Deliler İsmi Nereden Geliyor

Deliler ismi özellikle Rumeli’de Balkanlarda sefere çıkan Osmanlı birliklerinin önünde giden delil ismi verilen kılavuzlardan gelmektedir. Bu kılavuzlar daha Sonraları cesaret örnekleri sergilemeye başlayınca Deliler adını almışlardır. Daha sonradan deliler ayrı bir birlik olarak savaşlarda ön plana çıkmaya başlamış ve özellikle Rumeli beylerbeyliğin de görev yapan Deliler grubuna katılacak askerler gönüllülük esasına göre seçiliyor ve Türklerden oluşmaktaydı. Ordu’yu Hümayun bünyesinde Deliler Ocağı olarak kurulmuşlardır.

osmanlı

Bu savaşlarda en önde giden Deliler Birliği, düşmanın üzerine korkusuzca sefer düzenliyor ve ilk etapta düşmanın direncini kırmayı amaçlıyorlardı. Deliler Birliği’nin kıyafetleri ise oldukça ilginçti. Aslan, leopar, Pars derilerinden yapılma kıyafetleri, yırtıcı kuşların tüylerinden yapılma başlıkları ve giysileriyle düşmana korku salan bir görüntüleri bulunmaktaydı. Deliler Birliği eğri Hançer, gürz, topuz, kılıç ve son zamanlarda tabanca kullanmış Seçkin bir askeri birlikti.

Meşhur Osmanlı Tokadı Deliler arasından çıkmıştır. Deliler Birliği özel Islak mermerde çalışırlardı. Islatılmış mermere sürekli tokat atan bu kuvvetli askerler, nasırlaşmış ellerini düşman askerlerinin üzerlerinde kullanırlardı. İyice kuvvetlenen el ve el bilekleri düşmanın üzerine tereddütsüzce Silahsız ve Korkusuz olarak giderdi. Ön saflarda savaşa giren deliler, karşısına çıkan askerlere tokat atma suretiyle etkisiz hale getirebilme yetenekleri bulunmaktaydı. Tokadı yiyen düşman askeri büyük ihtimal boynu kırılarak ölüyor veyahut Tokat sebebiyle savaşmayacak duruma gelerek sakat kalıyordu.

Deliler birçok batılı kaynakta kahramanlıkları ve gözü pekliği nedeniyle hayranlıkla geçmektedir. Venedik ve Bizans kaynaklarında delilerin nasıl korkusuzca hareket ettikleri ve cesaretlerine yer verilmektedir.

Deliler Ocağı batılı ülkelere de ilham kaynağı olmuştur. Giysileri özellikle Polonya’da askerler tarafından taklit edilmiş, daha sonradan bu giysiler değişerek zamanla Polonya askerlerinin üniforması olmuştur. Avrupa’da pek çok balo ve gösteride Deliler’in giysileri taklit edilerek Türkler anlatılıyordu.

Düşmana korku salan bu Cesur askeri Grup, zamanla Osmanlı Devleti’nin duraklama dönemine girmesi ve yeniçerilerin bozulmasına paralel bozulmaya başlamış, özellikle son zamanlarda Deliler grubu üyeleri Balkanlarda dağlara çıkıp eşkiyalık yapmaya başlayınca İkinci Mahmut tarafından bu Ocak kapatılmıştır.

“Öyle görünüyor ki doğa onlara, herkesin üstünde bir güç ve vücut kuvvetini ve onların gücünü denemek isteyenlerin gücünü aşan düzeyde, rastlanmayan nitelikte bir kılıç kullanma ve savaşma becerisi vermiştir.”

Bizanslı tarihçi Khalkokondyles

TARİH /// Tarihin En Paralel Adamı : Ekber Şah


ekber%2B%25C5%259Fah%2Bkimdir.jpg


Timur
‘un soyundan gelen Babür Şahın torunu Bâbürlüler Gürgâniyye Türk hükümdarı Ekber Şah (1542 1605) babası Hümayun Şah, annesi Hamide Banu’dur.

Ekber Şah sapık fikirleri, Bütün dinleri tek çatı altında toplama gibi uçuk ütopyaları ve Hindistan’da Birlik kurması ile tarihe geçmiştir.

Ekber Şah, ufak yaşlardan itibaren devlet tecrübesi kazanmıştı. Daha 13 yaşında babasının rahatsızlığı üzerine kendisini Ordusu’nun başına geçilmesiyle ilk Zaferini elde etmiş ve babasının ölümü üzerine 14 yaşında tahta çıkmıştır.

Tahta çıktığında padişahlık kötü denecek bir vaziyetteydi. Ekber Şah yaptığı fetihler de ilk etapta Kuzey Hindistan’da tekrar Devleti’nin hakimiyetine arttırmış ve daha sonra güneye inerek Hindistan genelinde imparatorluğunu genişletmiştir.

Başa geçtikten sonra bir dizi reformlar yapmış, özellikle vergi düzenlemesinde bulunmuştur. Daha sonra Hindistan gibi geniş bir coğrafyada ve çeşitli dinlerin yaşandığı ülkede Birlik sağlama hareketlerine geçmiştir. Böyle büyük ve karışık bir popülasyonda birlik sağlamanın yolunun manevi direncin kırılması ile aşılacağını düşünen Ekber Şah, adına dini ilahi verdiği yeni bir din geliştirmiştir. Bu kendi Kurduğu din konusunda hocası, Mir Abdüllâtiftan etkilenmiştir. Bu dinde amaç bir nevi dinler arası diyalogtu. Çünkü Ekber Şah, bu yeni din ile bütün dinlerin birleştirdiğine inanıyor ve bütün dinlerin ortak amacının Allah’a tapmak olduğunu, ve bu açıdan kendi öğretilerinde, dini ilahi ile bunu gerçekleştirdiğini iddia ediyordu.

Hind racalarinim kızlarıyla evlenip Hinduların güvenini kazanmaya çalışan Ekber şah, Hindu öğretilerinin de öğrenmeye çalışmıştır.

Başkentte Fetihpur Sikri ibadet hanesini yaptırmış, sonradan sarayda Müslüman din adamlarını toplantılar için kabul etmeye başlamıştır. Pek çok Sünni ve Şii din adamlarını kabul etmiştir. Ancak bu toplantılar faydalı gibi görünse de arka planda büyük bir sinsilik yatmaktaydı. Çünkü din adamlarının farklı konularda tartışmasıyla, içlerindeki İslam dini konusundaki ayrılıkların tartışılmasına izin vermiş ve fikir ayrılıklarını benimsemiştir Ekber Şah. Bu sayede Müslümanlar din adamları arasında itilaf ve kırgınlığın yaşanmasını sağlamıştır.

Daha sonradan bu toplantıları Hindu ve Hristiyan Zerdüşt Din adamlarının da davet etmeye başlamıştır. Zamanın ehlisünnet büyüklerine karşı çıkması sonrasında Ekber Şah, 1580 lerden sonra Müslüman tebaaya büyük zulüm ve zorbalıklar yapmaya başlamıştır.

Daha sonra kendi gibi sapık düşüncelerin etkisinde kalan din adamı Ebü’l-Fadl aracılığıyla Zerdüşt gibi yaşamaya başlamıştır. 1580 lerden sonra adeta Tüm dinlerin yaşandığı sapıkça bir düzen içine girilmiştir. Ekber Şah sarayda sürekli Ateş yaktırıyor ateşe taptırıyor, güneş için zikir çektiriyor, güneşin Sanskrit dilindeki isimlerini Sabahları zikir çektirerek ayin yapıyordu.

Daha sonradan bölgeye gelen Portekizli işgalcilerin beraberinde getirdiği Cizvitli Hristiyan rahiplere, kilise açmalarına izin vermiş, İncil’in çevrilmesini emretmiştir. Hıristiyan dinini de inceleyen Ekber şah, sapık dinine yeni öğretiler ekleyerek tüm halkın dini ilahiyi benimsemelerini istemiştir.

Ekber Şah Ayrıca bu yıllarda mehdilik iddiasında da bulunmuştur.

Saray çevresinde Ekber Şah yaranmak için bin kadar kişi yeni dine geçmiş, ancak halkta bir karşılık bulamamıştır. Özellikle mehdilik iddiasını güçlendirmek için önünde duran en büyük engel olan Müslümanları sindirmek için, komutanları aracılığıyla büyük zulümler ve kıyımlar yapan Ekber Şah’ın bu acımasız Tavrı, aynı dönemde yaşayan ve Ekber Şah’a karşı büyük mücadelede bulunan İmam Rabbani’nin eserlerinde geçmektedir.

Ekber Şah 1605 yılında yakalandığı dizanteri sonucu 22 gün yattıktan sonra acı içinde kıvranarak ölmüştür.

Onun ardından tahta çıkan Cihangir Şah, onun yarattığı bu sapık fikrin peşinden gitmemiş ve Ekber Şah’ın ölümüyle de bu düşünceler sona ermiştir.

Ekber Şah olumsuzluklarını yanında yaptığı olumlu işlerde olmuştur. Pek çok eser yaptırmış, Hindistan’da birliği sağlamıştır. Hindistan’da Hindulara uygulanan Cizye ve Mukaddes vergisini kaldırmış, Hinduların ve Müslümanların haklarını dengelenmiş, memur haklarına önem vermiş ve halkta memnunluk oluşturmuştur.

Hükümdarlığı döneminde özellikle Müslüman çevrelere büyük zararlar vermiştir. Hristiyanlar ise onunla katıldıkları toplantılarda Ekber Şah‘ın dini tartışmalar sırasında Haşhaş ve alkolün etkisinde olduğunu söylemişlerdir.

Ekber Şah 1582 de oluşturduğu şartların ve ortamın uygun olduğunu düşünerek sarayda hindular ve diğer Devlet Büyükleri ile yaptığı toplantıda İslam ve Hinduizm arasındaki anlaşmazlıkların toplumsal düşmanlık oluşturduğu, bunun topluma zarar verdiğini öne sürerek yeni bir din kurduğunu ve bu Dine Dini ilahi adını verdiğini ilan etmiştir.

Ekber Şah’ın sapık dininde İslam dininin içerisine pek çok dinden öge yerleştirmiştir. Et yemenin yasaklandığı bu sözde dinde sadece domuz ve kaplan eti yemek serbestti. Ayrıca Doktor onayı ile Şarap içmek sarhoş olmamak kaydıyla yine serbest maddelerden biriydi. Abdest almaya da gerek yoktu. Bu sözde yeni dininde güneşe ve ateşe tapılıyor, çeşitli daha sapıkça öğretiler içeriyordu. Brahmanlar, Ekber Şah’ın Hindulara karşı olumlu tutumu nedeniyle onu ilahi bir statüye koymuşlardır. Ayrıca Ekber Şah‘ın çevresinde bulunan yalaka Sözde Müslüman alimler, onu mehdilik ve zamanın imamı statüsüne koymuşlar, Hatta bu durum ilerleyerek Ekber Şah, Peygamber Efendimize olan düşmanlığı sebebiyle ordusunda bulunan Muhammed isimli komutanların isimlerini zorla değiştirmiştir. Kendini Allah’ın halifesi olarak görmekteydi. Bunun için sözde hadisler uydurulmuştur.

Bu yeni söz dedin de İslam bayramları yasaklanmış ve 14 Bayram ilan edilmiştir. Nevruz Bayramı oldukça büyük bir şölenle kutlanmaktadır.

Ekber Şah Ayrıca İslam dininin Bedevilerden geldiğini ve Babür gibi yüksek bir medeniyete uygun olmayacağını öne sürmüş, Bu nedenle sapıkça fikirlerini destekleme çabasına girmiştir. Ekber Şah Ayrıca Timur‘un soyundan geldiği için Osmanlı Devleti’ni hakir görmüş ve hükümdarlığı boyunca hiç bir iletişime geçmemiştir.

Ayrıca Ekber Şah, Bu dinleri dizayn ve oluşturma çabaları, sözde hoşgörüsü sebebiyle İngilizlerin dikkatini çekmiş ve İngilizler, Onun fikirlerini destekleyerek kendi etkilerini ülkeye sokmaya başlamışlardır. Bu sayede ilk defa Hindistan‘ın ileride İngiliz sömürgesi haline gelmesini sağlayan gelişmeler Ekber Şah zamanında başlamıştır.

TARİH : Gelişmiş Ülkelerde ki Çarpıcı Boşanma ve Kadın Hakları U ygulamaları


hakları


Batılı Çağdaş ülkeler
kendilerini demokrasi ve kadın haklarının önde gelen temsilcisi olarak görmektedirler ve dünyaya bu şekilde etiket yapmaktadırlar. Söze dünyada ilk Kadınlara seçme ve seçilme hakkının Türkiye tarafından verildiğini söyleyerek başlamak istiyorum. Gelin tarihte örnekleri çokça sergilenmiş kadın hakları ve boşanmalar üzerine gelişmiş batılı ülkelere bir göz atalım.

İngiltere çok değil bundan yaklaşık 200 yıl önce boşanma üzerine çağ atlamış ! bir ülkeydi. Öyle ki boşanmak isteyen çiftler kasaba Meydanı’na gelir, kocaları, karılarını Açık arttırma usulü satarlardı. Evet yanlış duymadınız kadınlar mal gibi satılıyordu. Öyle sandığınız gibi yüksek fiyatlara da değil. O günün parası 20-30 şiline ya da çeşitli takas ürünlerine, kadınlar kasaba meydanında satılmaktaydı.

Ortaçağ Romanyasın da ise boşanmak biraz daha akıl işi yollarla çözülmek istenmişti. Boşanmak isteyen çiftler kiliseye başvuruyor, kilise onları iki hafta boyunca bir odaya kapatıyordu. Odada her şey tek kişilikti. Yani tek sandalye, tek yatak ve benzeri şeyler tek kişilik düzenlenmişti. Bu durumda mecburen odadaki çiftler bu tek kişilik ürünleri paylaşmak zorunda kalıyordu ve iki hafta sonunda bu paylaşım üzerine gerçekten boşanmak isteyen çiftler boşanıyordu. Ancak tarihte Bu uygulamanın ardından boşanma gerçekleşmediği söylenmektedir.

16. Yüzyıl Fransa’sın da ise boşanmak yasaktır. Çünkü evlilik tanrının emri olarak görüldüğünden boşanma, tanrının emirlerine karşı gelmek anlamına geliyordu. Tek bir istisnası bulunmaktaydı. O da iktidarsızlık.

Erkeğin iktidarsızlığı nedeniyle Kadın boşanmak için başvuruyordu. Bu durumda bir heyet toplanıyor ve bu heyette papaz ve Doktorlar bulunuyordu. Doktor ve beraberindeki heyet erkeği çağırıyor, erkeğin erekte hale gelmesi bekleniyordu. Yani erkeğin penisi sertleşince doktor ve beraberindekiler el yordamıyla erkeğin sertliğinin ölçüyorlardı. Tabi bu iş bununla da bitmiyordu. Ardından kadın ve erkek bu heyetin önünde cinsel ilişkiye giriyordu. Jüri erkeğin boşalıp boşalmadığına bakıyor daha sonra heyetin kararına göre boşanma gerçekleşiyordu.

Gelelim ortaçağ Almanyasına. Bu durumda bu bölgede boşanmak gerçekten yürek isteyen bir durumdu. Çünkü gerçekten boşanmak isteyen çiftler Arena’ya çıkarılıyor ve ölümüne dövüştürülüyordu. Erkeğin eline bir adet sopa, kadına ise taş dolu çuval verilmekteydi. Bu durumda erkeğine eli arkadan bağlanıyordu güçlerden dengelensin diye. Ardından çiftler, ölene kadar dövüştürülüyordu. Eğer bir tanesi bu kavgadan yarı baygın halde çıkarsa o kişi, çevredekiler tarafından öldürülüyordu. Yani boşanmak isteyen çiftlerin birbirinden kurtulma yöntemi Sadece bu şekildeydi, Yani illa biri ölüyordu.

Hindistan Bu açıdan Vahşetin yaşandığı yerlerden biridir geçmişten günümüze kadar. Çünkü Erkeğin karısını yakma gibi bir hakkı vardır. Bu durum günümüze kadar süren bir gelenek ve adı gelin yakma olayı.

Fransa’da ise 1975 e kadar kocasının karısını öldürmesi yasalara göre suç değildi(napoleonic codes). Bu kanun 1975 ‘ de kadın kocasını aldatırken yakalanırsa, erkeğin karısını ve sevgilisini vurmasını (öldürmesi) serbest hale getirilmek suretiyle değiştirildi. Bu durumda adam Ceza almamaktadır.

Çin’de ise günümüzde aldatmanın en yoğun yaşandığı ülkelerden biridir. Buna çözüm getirmek için karı, koca ve kocasının metresini aynı ortama konulup bir süre yaşamaları beklenir. Çin’de de böyle bi ilginç uygulama bulunmaktadır.

İşte bu Yukarıda saydığımız örnekler geçmişten günümüze kadar devam eden dünyadaki akıldışı boşanma ve kadın hakları uygulamalarıdır. Bize insanlık dersi verenlerin bu çağdışı ve insanlık dışı muamelelere nasıl yaptıkları ve hangi mantıkla davrandıkları gerçekten hayret edilecek bir olaydır.

"Türkler kadınlarına çok büyük hürmet gösteriyorlar" İbn-i Batuta ünlü Müslüman gezgin

Kaynaklar :

Romanya
Fransa
Hindistan
Almanya
Fransa Heyet

İngiltere

KORE DOSYASI : Dünyanın En Ölümcül Sınırı Kore Tarafsız Bölgesi


.

1950 lerden itibaren iki kardeş halk, Kore halkı yapılan savaş neticesinde bölünmüş, 38 İnci enlem sınır hattı olarak ilan edilmiştir. Kore, 1953 te yapılan ateşkes neticesinde Kore Kuzey ve Güney Kore olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kuzey Kore aşırı katı komünist bir yönetim ile yönetilirken, Güney Kore demokrasi ve cumhuriyetin egemen olduğu toplumun refahı şartlarının ne daha yüksek olduğu bir ülkedir.

Siyasi çekişmeler, ülkeler arasındaki güç dengesi nedeniyle İki Kardeş Bir uçtan tutulmuş ve ayrılmıştır. Kore bu talihsizliği yaşarken dünyanın en ilginç ülkelerinden biri konumundadır. Çünkü Kore’yi iki ayrı Devlet olarak ortadan ayıran sınır hattı, Kore tarafsız bölgesi dünyanın en tehlikeli ve ölümcül yerlerinden biri olmuştur.

Uzunlu 250 kilometre genişliği ise 4 kilometre olan bu sınır hattı, karşılıklı yüz binlerce askerin savaş için beklediği bir sınır hattıdır. Çünkü iki ülke arasında Ateşkes Anlaşması 1953 te imzalansa da o tarihten bu yana Kuzey Kore ve Güney Kore arasındaki savaş resmen bitmiş sayılmamaktadır.

Bu nedenle Kore tarafsız bölgesinde bulunan askerler karşılıklı olarak savaş taaruzu konumunda beklemektedir. Bu sınır hattı, dikenli teller, mayınlar ve her bir yanı tarafından gözetleme kameraları ile birlikte didik didik edilmektedir.

v

Her an savaş halinde hazır bombalar, ağır silahlar, tanklar sınırın her iki yüzünde savaşa hazır vaziyette beklemektedir. Eğer olurda bu devasa engeller aşılıp Kore tarafsız bölgesine girildiği takdirde içerde kişileri daha büyük bir tehlike beklemektedir.

Çünkü bu geniş alan hiçbir şekilde İnsan eli değmediği için vahşi hayvanların ve özellikle Sibirya kaplanlarının çok rahat bir şekilde üremesine vesile olmuştur. Bu sebepten Kore tarafsız bölgesinde yoğun bir sibirya kaplanı popülasyonu bulunmaktadır. Bu vahşi hayvanlar giren insanları parçalara ayırmak suretiyle hayatlarını yok etmektedirler. Bu nedenle Kore tarafsız bölgesi yani Kore sınırı dünyanın en ölümcül bölgelerinden biridir. 1953 ve 1999 yıllarında Kore tarafsız bölgesinden izinsiz geçmek suretiyle bunu deneyen 500 kadar Güney Koreli, 50 Amerikalı ve 250 kadar Kuzey Koreli, Kore tarafsız bölgesinde hayata gözlerini yummuştur.

.

Kore sınırında Çok sayıda Vahşi Kaplan Yaşamktadır

Bugün Kuzey Kore ve Güney Kore arasındaki Panmunjom Köyü sembolik olarak iki tarafı da temsil etmektedir. Çünkü bu köyün resmiyette iki ülkeye ait bir konumdadır. Köyde Herşey 38 İnci enlem sınır kabul edilmek suretiyle ikiye bölünmüştür. Turistlerin içeriye girmesi serbest olmakla birlikte Köyü koruyan askerlere dokunması yasaktır. Çünkü askerler sürekli Savaş pozisyonda birbirlerine bakarak nöbet tutmaktadırlar. Köyün ortasında bulunan masa, anlaşma hükümleri görüşülmek üzere toplanmak üzere sembolik olarak kurulmuş ve her iki ülkenin malıdır. Bir taraf diğer tarafa geçtiği takdirde Savaş sebebi sayılmakta bu nedenle bu köy oldukça hassas bir noktadadır.

TARİH : Dünya Tarihinin En İlginç Paraları


.

Alışveriş yapmak için bir araç olarak kullanılsa da para geçmişten günümüze krizler çıkaran, savaşlara sebep olan, yaşam tarzımızın değişmez olgularından biri olmuştur. Çoğu ülke tarihte değişik banknotlar kullanmış Bu paralar ilginçlikleri sebebiyle tarihe geçmiştir.

meksika%2Bpezosu.jpg

Meksika Pezosu

Paralar üzerinde genelde ülkelerin önde gelen insanları ve liderlerinin portreleri yer alırken, 1934 yılında Meksika’da basılan 5 pezonun üzerinde yer alan çingene kadın portresi, dönemin liderlerinden birinin metresine ait olduğu şeklinde bir söylenti bulunmaktadır.

benin%2Besrarl%25C4%25B1%2Bpara.jpg

Esrarlı Madeni Para

Dünya üzerinde uyuşturucu olan esrarı, ilk kez Gümüş madeni para üzerine 2010 yılında Benin Cumhuriyeti bastırmıştır. Para üzerinde bulunan yeşil hint keneviri motifinin üzerine elinize sürdüğünüzde ortama esrar kokusu yaymaktadır. Bu olay, parada bulunan sentetik katkı maddeleri sayesinde olmaktadır.

gine%2Bparas%25C4%25B1.jpg

Gine Parası

Neredeyse her ülkede Kendi liderlerinin fotoğraflarının bulunduğu banknotlar basılmaktadır. Ancak Tarihte ilk defa bir ülke, kendinin olmayan bir devlet başkanının fotoğrafını banknotta kullanmıştır. 1980 piyasaya sürülen Gine banknotunun üzerinde Yugoslavya devlet başkanı Tito’nun fotoğrafı Yer almıştır. Bunun nedeni Tito’nun ülkeye yaptığı yardımlardan dolayı idi.

zimbaww.jpg

Bol Sıfırlı Banknot

Zimbabve’de dünyanın en bol sıfırlı parası 2008 yılında basılmıştır. 10 trilyon sıfır olan bu para Kasım 2008 de Zimbabwe’de gerçekleşen savaş sonucunda enflasyonun Zirve yapması ve değerinin %709.8 milyar olmasıdır.

mobutu.jpg

kafas%25C4%25B1%2Bkesik%2Bpara.jpg

Kafası Kesik Banknotlar

1997 Afrika ülkesi Zaire’de diktatör Mobutu‘nun rejiminin yıkılmasının ardından yeni yönetim, ülkede yeterince para bulunmadığından eski rejimin Parası olan 20lik banknotların da Mobutu’nun resmindeki kafa kısmını keserek Banknot olarak kullanmışlardır.

tahta%2Bpara.jpg

Tahta Paralar

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, Büyük bir ekonomik ve Finansal krizin içerisine girmiş ve acil durum parası olarak tahtadan paralar basılmıştır.

dolar.jpg

Amerikan Doları

Dünyada en çok sahtesi basılan para Amerikan dolarıdır ve en çok sahte dolar basan ülke Kuzey Kore’dir. Amerika, Bu nedenle sahtekarlığın önüne geçmek için Belirli aralıklarla dolar üzerinde değişiklikler yapmaktadır. Ayrıca Amerikan doları, üzerinde en çok kokain kalıntısı bulunan paradır. Son olarak Amerikan doları bakteri ve mikrop açısından dünyanın en kirli parasıdır.

kazak%2Btengesi.jpg

Dünyanın En Güzel Parası

Dünya üzerinde figür anlamında en güzel para 1000 kazak tengesi seçilmiştir.

mamut%2Bpara.jpg

Mamut Fosilli Para

Fildişi Sahillerinde üretilen bin franklık madeni paraların üzerinde gerçek mamut fosili parçaları yer almaktadır.

fiji.jpg

Uzaydan Gelen Para

Fiji Cumhuriyeti’ni 2012 yılında düşen Neuschwanstein meteorun parçalarından 999 adet 10 dolarlık madeni para üretilmiş ve bu para kısa zamanda koleksiyoncular tarafından satın alınmıştır.

osmanl%25C4%25B1%2Bpanknot.jpg

Osmanlı Parası

Osmanlı döneminde çıkarılan(13 Eylül 1916) 50 bin liralık banknotların her birinin karşılığı 360 kilo altına tekabül etmekteydi.

KAMPANYA : PARASIZLIK YÜZÜNDEN GENELEVDE ÇALIŞMAK ZORUNDA KALAN NİNELERİMİZE DEVLET SAHİP ÇIKSIN ! !!!


KAMPANYAYA KATILMAK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

ÖZEL BÜRO GRUBU, Türkiye’nin bir kanayan yarasını daha gündeme getirme kararı aldı. Hemen konuya girelim. Türkiye’nin yaşlı nüfusu oldukça fazla. Şanslı olan yaşlılarımıza çocukları yada akrabaları bakıyor. Bir kısmı ise devletin koruması altında huzurevlerinde barınıyor. Bunlar şanslı doğmuş olanlar.

Ama ya dışlanmış, hor görülmüş, 2. Sınıf vatandaş muamelesi gören yaşlılarımız ne durumda ?

Gençliğinde kader kurbanı olmuş, bir çoğu ailesinin kendisini terk etmesi nedeniyle yada koca şiddeti, yetim kalma gibi sebeplerden hiçbir zaman sıcak bir yuva sahibi olamamış kadınlarımız ne durumda düşündünüz mü ?

Biz söyleyelim o zaman.

Haberdeki örnekte de okuyacağınız gibi 80 yaşında hala seks işçisi olarak çalışmaya mecbur bırakılmışlar. Onlar için bir umut yok, bir gelecek yok.

Ama madem ki sıfatlarımızın başında “İNSAN OLMAK” var. Bu duruma seyirci kalamayız. Eğer insan isek kalmamalıyız. Biz bu çirkin kadere elbette DUR diyebilecek güçteyiz. Hayatları boyunca yüzü gülmeyen kadınlarımıza, ninelerimize insanlığın ölmediğini gösterebiliriz. Onları hiç olmaz ise yaşlılıklarında rahat ettirebiliriz, her ne yapmış ne yaşamış olurlarsa olsun. Bu bizlerin insanlık vazifesidir.

Şimdi lütfen bu kampanyaya bir 5 dakikanızı ayırın ve tüm sosyal medya çevrenize, üye olduğunuz mail gruplarına gönderin.

Gönderin ki yarın vicdanımızda kara bir leke oluşmasın !!!

LÜTFEN TIKLAYIN :

KAMPANYA : PARASIZLIK YÜZÜNDEN 80 YAŞINDA SEKS İŞÇİSİ OLARAK ÇALIŞAN NİNELERİMİZ E DEVLET SAHİP ÇIKSIN !!! /// https://istihbaratveanaliz.wordpress.com/2016/11/15/kampanya-parasizlik-yuzunden-80-yasinda-seks-iscisi-olarak-calisan-ninelerimiz-e-devlet-sahip-ciksin/

***

HABERİN KAYNAĞI : http://www.aydinlik.com.tr/toplum/2016/80-yasinda-5-liraya-genelevde-calisiyor

HABER BAŞLIĞI : 80 yaşında 5 liraya genelevde çalışıyor
İzmir Valiliğinin yaptığı çalışma, genelevlerde yaşamı gözler önüne serdi. 80 yaşında 5 lira karşılığında cinsel ilişki kuran H., torunlarına bakmak için çalışmaya mecbur olduğunu söyledi

Hayati ÖZCAN/AYDINLIK

İzmir’de 23 genelevde yapılan anket, bu evlerde çalışan kadınların yaşam koşullarını ortaya koydu. Evlerde çalışan kadınların yaşları 23 ile 80 arasında değişiyor. Anket çalışması sırasında 80 yaşındaki H., torunlarını okutabilmek için 5 TL karşılığında çalışmaya devam ettiğini söyledi.

İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırma Merkezi temsilcilerinin de katılımıyla İzmir Valiliği bünyesinde oluşturulan Genelevde Çalışan Genel Kadınların Hak İhlallerini Tespit ve Araştırma Alt Komisyonu kadınlarla görüştü. Genelevlerde çalışan kadınların bazılarının yaşlarını bile bilmediği, nüfus cüzdanlarının ise kendilerinde değil genelevin patronunda olduğu ortaya çıktı. Yaşamları boyunca, babalarından, erkek kardeşlerinden ve kocalarından korkan kadınların, genelevde de patronlarından korktuğu gözlemlendi. Kadınların bu işi ortalama 18.68 yıldır yaptıkları ve bir kısmının da bu süre boyunca 3-4 kere dışarıya çıktığı görüldü. Genelevde günlük çalışma saati ise en düşük 5 en yüksek 14 saat.

YAŞLARI BÜYÜTÜLMÜŞ

Komisyon üyeleri, 115 kadınla görüştü. Kadınların yaşları 23 ile 80 arasında değişiyor. Yaş ortalaması 43.65. Ancak birçoğu vesika alabilmek için yaşını büyütmüş. 80 yaşında olup da hâlâ genelevde çalışan H., komisyon üyelerine, torunlarını okutmak zorunda olduğu için hâlâ müşteri kabul ettiğini söyledi. H. “Vizite ücretini çok düşük tutuyorum. 5 TL de olsa yine para kazanıyorum” dedi. H., genelev dışında başka bir iş verilmediği için burada çalışmaya mecbur olduğunu söyledi.

Kadınların eğitim durumları incelendiğinde, büyük çoğunluğunun ya hiç eğitim almadığı ya da sınırlı aldığı görülüyor. Kadınların yüzde 15.7’si okuma yazma bilmiyor. Yüzde 57.4’ü ilkokul, yüzde 10.4’ü ortaokul, yüzde 14,8’i lise, yüzde 0.9’u üniversite mezunu.

KOCASI GETİRDİ

Kadınların yüzde 43.5’nin bekar, yüzde 43.5’nin boşanmış yüzde 13’nün dul olduğu görüldü. Yapılan görüşmelerde, kadınlar evlilikleri sırasında yoğun olarak taciz, şiddet ve tecavüze uğradıklarını söylediler. Kadınların büyük kısmı, kocaları tarafından başka erkeklerle para karşılığı birlikte olmaya zorlandığını belirtti. Kadınlardan biri genelevde çalışmaya nasıl başladığını şu sözlerle anlattı: Diyarbakır’da evliydim, kocam her fırsatta dövüp zorla beni başka erkeklere pazarlıyordu. Aileme gidemezdim “gelirsen kefenle çıkarsın” diyorlardı. Kocam “Senin için İzmir’de boru fabrikasında iş buldum” dedi. Doğru düzgün bir işte çalışacağım diye sevindim. Bir geldim o geliş 20 yıldır burada çalışıyorum.

Kadınların yüzde 47,8’i resmi nikah, yüzde 17,4’ü imam nikahı, yüzde 5,2’si hem resmi hem de imam nikahı ile evlendiğini söyledi. Yüzde 28,7 ise hiç evlenmediğini belirtti. Genelevde çalışan kadınların çocuk sayısı ortalama 1.12 çıktı. Kadınların bir kısım çocuklarıyla hiç görüşmezken bir kısmının çocukları da annelerinin hasta bakımı ve bunun gibi işlerde çalıştığını düşünüyor. Çocuk sahibi olan kadınların çoğu, vesikalı oldukları için başka iş bulamadıklarını, deneseler de geneleve geri dönmek zorunda kaldıklarını söylediler.

Para karşılığı ilk ilişki 11 yaş!

Genelevde çalışan kadınlara ilk cinsel deneyimlerini yaşadıklarında kaç yaşında oldukları da soruldu. En düşük 8, en yüksek 23 çıktı. Cinsel deneyim yaş ortalaması ise 16. Komisyon üyeleri, 8 yaşında cinsel deneyimin söz konusu olamayacağını, bunun tecavüz olduğunu değerlendirdi. Para karşılığı ilk cinsel ilişkide en düşük yaş 11, en yüksek yaş 43. Yaş ortalaması, 21.22. Burada çıkan 11 yaş sonucuyla ilgili de, böyle bir talebin o yaşta çocuktan gelmesinin mümkün olmadığı çocuğun aile bireyleri tarafından başka erkeklerle para karşılığı cinsel ilişkiye zorlandığı değerlendirmesine de yer verildi.

İller arası nakil

Kadınların yüzde 22.6’sı Ege Bölgesi, yüzde 20,9’u Akdeniz Bölgesi, yüzde 18.3’ü Marmara Bölgesi, yüzde 9.6’sı Karadeniz Bölgesi, yüzde 9.6’sı İç Anadolu Bölgesi, yüzde 7,8 Güneydoğu Anadolu Bölgesi, yüzde 1.7’si Doğu Anadolu Bölgesi şehirlerinde yüzde 2.6’sı da yurtdışında doğduğunu söyledi. Çalışmayı yapan komisyon üyeleri, her bölgeden kadının olması durumunu farklı illerdeki genelevlerden nakille yer değişikliği yapıldığı şeklinde değerlendirdi.

30 kez düşük yaptı

Kadınların yüzde 78.3’ü düşük ya da kürtaj yapması haline evet yüzde 21.7’si hayır yanıtını verdi. Düşük sayısı, 0 ile 30 arasında değişiyor. Ortalama düşük sayısı 4.40. Kadınların yüzde 57.4’ü düşük ya da kürtajı özel sağlık kuruluşunda, yüzde 9.6’sı resmi sağlık kuruluşunda, yüzde 7’si kendi kendine, yüzde 3.5’i ebe ve benzeri sağılık personelinin yardımıyla yaptığını söyledi.

Yaşlansa da burada yaşıyor

Yaşı ilerleyen kadınlar, genelevlerde yaşamaya devam ediyor. Artık yeterince para kazanamayan bu kadınlar, dışarıdan ev tutamadıkları için genelevin patronundan oda kiralayarak burada yaşamaya devam ediyor. Yaşlanan genelev kadınları, tutukları odanın yanındaki odada da düşük ücretlerle müşteri kabul ediyor.

TERÖRLE MÜCADELE DOSYASI : TERÖRÜN ÇÖZÜMÜ – ASALA – MODELİNDE


KAYNAK : http://golcukhaber.com.tr/2016/12/terore-asala-modeli/

İstanbul’da çok acı bir olay yaşadık, üstelik bir spor müsabakası sonrasında. Başbakan Yıldırım “Alçakça saldırıyı PKK’nın yaptığından şüphemiz yok” dedi. Biz hain FETÖ örgütüyle mücadeleye devam ederken, ortada bir de DEAŞ belası var. Şimdi baktığımızda üç terör örgütünün de dış bağlantıları var. Bu alçaklar birilerinin maşası, yani piyon. İstanbul’daki saldırıda yabancı istihbarat örgütlerinin de yardım ettiğini ve işin içinde olduğunu söyleyebiliriz. O halde bu alçaklara bir zamanlar ASALA’nın da başınıza ne dertler açtığını düşünerek ve adi ASALA örgütünün nasıl yok edildiğini hatırlayarak bakalım. Bu alçaklara da ASALA’yı yok etme modelini uygulayalım. Şimdi bakın size bir başka hikaye daha anlatayım. İsrail 1948’de kuruldu, MOSSAD ise 1949’da. MOSSAD gücünü ve kendini nerede gösterdi, şimdi ona bakalım. 1972’de Almanya’da Münih Olimpiyatları sırasında on beşe yakın İsrailli sporcu Filistin gerillaları tarafından öldürülmüştü. MOSSAD o işin içinde kim varsa hepsini birden yok etti ve bir daha İsrail böyle bir olayla karşılaşmadı. O halde bizim de uygulamamız gereken yol bir zamanlar ASALA’ya uyguladığımız yol olsa gerekir diye düşünüyorum. Türkiye’nin yine bu olay karşısında sergilediği tavır da aslında tüm dünyayı şaşırtıyor. İktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle, sanatçısıyla, halkıyla bir anda kenetlenen bir büyük milletin sergilediği tavır; tüm dünyaya karşı önemli de bir mesajdır. Şimdi burada HDP’ye de bir bakmak lazım. Mecliste grubu bulunan dört siyasi parti var üçü teröre karşı ortak bildiride imzayı koymuş. HDP’nin imzası yok. Efendim neymiş, içeriğini beğenmemişler. Buna bu milletin vatanını seven bayrağına bağlı hiç bir ferdi inanmaz. PKK’dan ve terörden yana bir tavır gibi algılar ki, böylesine önemli bir süreçte bu ayrı tavır, mutlaka karşılarına en yakın sandıkta çıkacaktır diye düşünüyorum.

SPOR MÜSABAKASI SONRASI OLMASI DAHA DERİN ÜZÜNTÜYE NEDEN OLDU

Futbol Federasyonu ve Kulüpler Birliği seyirci yasağını kaldırarak, çok güzel bir adım atmıştı. Galatasaray seyircisi Beşiktaş sahasına konuk oldu, çokta güzel oldu. Kol kola bir mesaj verildi. Sonra Galatasaray seyircisi Kadıköy’e geldi, güzel bir atmosfer yaratıldı. Ardından Beşiktaş seyircisi geldi, birlik ve beraberlik mesajları verildi. Eski güzel günleri yaşamaya başladık. Sonra Bursa seyircisi Beşiktaş’a geldi. Ne yazık ki, o seyircileri korumakla görevli polis kardeşlerimiz hain bir saldırı sonrasında şehit düştüler. Televizyon programlarında “Ya keşke şu yasak kalkmasaydı mı” gibi laflar edildi. Öyle ya konuk seyirciyi korumak için orada olan polis kardeşlerimiz eğer seyirci yasağı devam etseydi orada olmayacaktı, gibi bir mantık işlendi. Herkes doğal olarak üzgün ve insan canı tabi ki her şeyden çok daha önemli. Ancak seyirci yasağının tekrar başlaması terör örgütleriyle alçak teröristleri cesaretlendirmekten başka bir işe yaramaz, olumlu olan uygulama devam etmeli, tedbirler de ona göre alınmalı. Spor müsabakası sonrasında canımızın yanması bu alçakların aslında kardeşlik teması işleyen spora karşı da nasıl hain olduklarının önemli bir göstergesidir. Terör insanlık suçudur, terörist zaten insan değildir. Dünyanın en alçak yaratıklarının insanlara karşı işlemiş olduğu bir suçtur ve bugüne kadar dünya yüzünde terörden abat olan olmamıştır. Biz bundan böyle alçak ve bölücü terörün dış bağlantılarını bu milletin önüne koyarak seksen bir vilayetteki seksen milyon insanımızı tek yürek haline getirmeliyiz.

Şeytanın Pisliği

Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebelerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp; “Artık ben kemâle geldim. Sohbete devâm etmeme lüzum kalmadı.” deyip kendi başına bir yere çekildi. Benlik ve gururundan dolayı şeytânî bir rüyâ gördü. Rüyâsında, bağlık bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini gördü. Bu rüyâyı hakîkat zannedip, kibiri daha da arttı ve bu hâlini arkadaşlarına anlattı. Onlar da Cüneyd-i Bağdâdî’ye arzettiklerinde, Cüneyd-i Bağdâdî çok üzüldü ve anlatılan kimsenin yanına gitti. Baktı ki o kimseyi şeytan aldatmış, Ona;

“Seni bu gece Cennet’e götürürlerse, Cennet’e vardığında üç defâ Lâ havle oku.” buyurdu. Hakîkaten o kimseyi rüyâsında Cennet’e götürdüler. O kimse Cennet’e vardığında üç defâ Lâ havle okudu. Gördüklerini ve kendisinde hâsıl olan şeytânî hâllerin hepsini unuttu. Bir anda kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü.Uyandığında gördüklerini hatırladı ve içine düştüğü hatâyı anladı. Çok pişman olup tövbe etti ve Cüneyd-i Bağdâdî’nin elini öptü. Sohbetlere devâm edip, talebeler arasındaki yerini aldı.

Hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî buyurdu ki:

“Herkese bir mürşid-i kâmil lâzımdır. Aksi halde mel’ûn şeytan gelip kendisine musallat olur ve insan maazallah ona tâbi olur.”

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : İstihbarat veren siviller kimlerdi ?


TBMM’de kurulan darbe girişimi komisyonu Yeni Şafak Haber Müdürü Recep Yeter ile İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik ve yazarımız Ayşe Böhürler’i dinledi. Yeter "15 Temmuz’da FETÖ’nün hedefindeki kişilerle ilgili darbecilere konum istihbaratı veren siviller bulunmalı" dedi.

Programa, Yeni Şafak Gazetesi İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik, Yeni Şafak Gazetesi Haber Müdürü Recep Yeter, A Haber Spikeri Banu El, TRT Ana Haber Editörü Köksal Akpınar ve Güvenlik Uzmanı Mete Yarar da katıldı.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Reşat Petek’in başkanlığında toplandı. alanında uzman kişilerle bir araya geldi. Komisyon bu toplantıda gazeteciler Oğuz Haksever, Ayşe Böhürler, Banu El, Ersin Çelik, Köksal Akpınar, Rahmi Er ve Recep Yeter ile Prof. Dr. Halil Berktay, stratejist Mete Yarar’ı dinledi.

DİJİTAL İZLER SÜRÜLMELİ

Yeni Şafak İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik, FETÖ’nün internet alanındaki faaliyetlerine değindi. Darbe girişimi gecesi attığı twitler nedeniyle FETÖ tarafından halkı ve askerleri karşı karşıya getirmeye çalışmakla suçlandığını ifade eden Çelik, darbecilerin haziranda Twitter’daki hakimiyeti tamamen ele geçirdiğini, kendisi dahil yüzlerce kişiyi bazı gazetelerde haber yaptırıp isim isim hedef haline getirdiklerini anlattı. Çelik, darbecilerin dijital izlerinin sürülmesi gerektiğini de kaydetti.

28 ŞUBAT RAPORLARINA BAKILMALI

Yeni Şafak Gazetesi Haber Müdürü Recep Yeter ise, Genelkurmay’ın 28 Şubat dönemindeki davalara yolladığı Gülen hakkındaki olumlu raporlara bakılması gerektiğine dikkat çekerek, "Dışarıdaki bağlantıların tespit edilmesi gerekiyor ama daha önce dışarıyla bağlantı kuranlar açığa çıkarılmalı. Türkiye’de sistemi kuranlar yada kendilerince bir sistem inşa etmek isteyenler Anadolu insanına, Müslümanlara ve İslam’ı benimseyen insanlara karşı kapıyı kilitlediler. Çilingiri de kendileri getirdiler. Gülen de bu çilingirdi. Bu çilingirin çok iyi bir maymuncuk olduğunu keşfettiler ve bunu diğer bütün ülkelere taşıdılar" ifadelerini kullandı.

YENİ OPERASYONA KALKIŞACAKLAR

"Milletin direncini kırmak için yeni kumpaslara yeni operasyonlara kalkışabileceklerini düşünüyorum" diyen Yeter, 15 Temmuz gecesi FETÖ’nün hedefindeki önemli medya, siyaset ve iş dünyasından isimlerin nerede olduğuna dair istihbaratın FETÖ’cü siviller tarafından darbecilere verildiğini ve bu kişilerin tespit edilmesi gerektiğini söyledi.

DEMOKRASİ ARTTIRILMALI

Ayşe Böhürler de bu tür informal yapılardan korunmanın en temel yolunun demokrasi ve şeffaflaşmayı arttırmak olduğunu vurgulayarak "Hesap verilebilir ve hesaplanabilir sorumluluk sahibi bir devlet yapılanmasının ortaya konulmasıyla olabilir. Bu yapıda ne kadar çok ısrar edersek, ne kadar şeffaflaşmanın yolunu açarsak informal devlet yapılanmalarının etkinliğini de o oranda azaltabilirsiniz" dedi.

İSTİHBARAT DOSYASI /// BÜLENT ORAKOĞLU : İSTİHBARAT’TA DEVRİM


FETÖ’nün, Türkiye’de iç savaş çıkararak, ülkenin işgal edilmesine zemin hazırlama amaçlı 15 Temmuz Kalkışması devlet-millet işbirliğinin en üst düzeyde sağlanmasıyla etkisiz hale getirilmişti. Bu vesileyle isyancı, darbeci hainlere ve arkasındaki küresel güçlere karşı vatan savunmasında (2’nci Kurtuluş Savaşı) hayatlarını kaybeden 248 şehidimizi ve binlerce gazimizi bir kez daha şükranla ve minnetle anıyorum. Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşması ve Ortadoğu’da söz sahibi olmasını kendi emperyalist politika ve emelleri için bir tehdit olarak algılayan küresel ve Batılı güçlerin, ülkemizdeki 1 numaralı maşalarının FETÖ olduğu yadsınamaz gerçeklere işaret ediyor. Esasen istihbarat birimlerimizin 7 Şubat’tan başlayarak 17/25 Aralık ve 15 Temmuz’u önceden istihbar edemediklerinin önemli nedenlerinden biri de bu seçenek şüphesiz. FETÖ ile mücadele çerçevesinde Türkiye genelinde yapılan operasyonlar ve çeşitli il savcılıklarınca hazırlanan iddianamelerde NATO, ABD ve bazı Batı ülkelesi gizli servis isimlerinin alenen yer alması bu terör örgütünün asıl gücünü yani dış desteği açıkça ortaya koyuyor. Bu nedenle FETÖ ve diğer terör örgütleri ile günümüzde yapılan mücadele vekalet savaşlarını aşan bir konuma oturmuş görünüyor. Ülkemizin ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğünü tehdit eden ülkelerin gizli servisleri ile istihbarat ve güvenlik birimlerimizin mücadelesi, Türkiye ve Suriye başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin de dahil olduğu açık, birebir yapılan ‘hibrid savaşlara’ işaret ediyor.

Ankara Başsavcılığı’nın FETÖ çatı iddianamesinde, “FETÖ’nün dış ülkeler ile Türkiye devletinin içindeki çeşitli yapıların desteği olmadan bu teşkilatlanmayı becerebilmesi mümkün değildir. Kısaca bu terör örgütü, dış ülkeler ve üst bir akıl ve yapının eseridir. Gülen ve örgütünün ABD’nin emrinde olduğu ve CIA tarafından kullanıldığı çok açıktır” değerlendirmesi ‘Mesiyanik’ terörün Batı tarafından hedef ülke Türkiye’de açık ve zorba bir biçimde desteklendiğinin ve kullanıldığının önemli bir kanıtını oluştururken, mücadelenin aynı şekilde sistemli ve hukuki alt yapılarla güçlendirilmiş bir şekilde yapılması gerçeğini ortaya koyuyor.

Konu ile ilgili olarak çok önemli bir gelişme geçen hafta içinde yaşandı. MHP ve AK-Parti’nin üzerinde uzlaştıkları ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi ‘odaklı Anayasa değişikliği ile birlikte ‘İstihbaratın yeniden yapılandırılmasına yönelik taslak çalışmanın da hayata geçirilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Taslak çalışmada istihbarat birimlerinin özellikle ”Askeri Darbeleri” önlemede neden yetersiz kaldıkları veya darbe öncesinde darbe istihbaratını neden alamadıklarına yönelik olarak, devrim niteliğinde yeni hukuki düzenlemeler ve kararlar getiriliyor. Eski MİT Müsteşarlarından Emre Taner 15 Temmuz Kalkışması’nı araştıran Meclis Komisyonu’na yaptığı açıklamalarda MİT’i hedef alan 7 Şubat 2012, 17/25 Aralık darbe girişimlerini ve 15 Temmuz Kalkışması’nı önceden haber alamadıklarını ancak bunun en önemli nedeninin MİT’in TSK içinde istihbarat yapmasını yasaklayan MY 114-1(C) kodlu talimat olduğunu belirtmişti. 28 Şubat Sürecinde ordu içinde illegal BÇG Cuntası ve darbe belgesi BÇG’yi deşifre ederek devlet hiyerarşisi içinde Refah-Yol iktidarına ulaştırdığım için Dz.K.K Askeri Savcılığı ve Mahkemesi’nde TSK içinde istihbarat yaptığım suçlamalarına maruz kalmıştım. Askeri Yargı neden bu bilgileri Genelkurmay veya Dz.K.K İstihbaratı ile paylaşmadığımı sorguluyordu? Bu aslında komik bir duruma işaret ediyordu. İrtibat kurmam istenen Genelkurmay ve Dz.KK istihbaratları da bizzat darbenin içindeydiler. Darbe bilgisinin darbecilerle paylaşılmasının istenmesi cuntacı mantığı olsa gerek.

İstihbaratın yeniden yapılandırılması çerçevesinde taslak çalışmaya göre iç ve dış istihbaratın patronu ve Koordinatörü Cumhurbaşkanlığı’na direkt bağlı Ulusal Güvenlik Direktörü (UGD) olacak. Ulusal Güvenlik Direktörlüğü’ne Elektronik İstihbaratın(GES) bağlanılacağı taslak çalışmada yer alan önemli bir durum. Hatırlanacağı gibi Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı(GES) 1 Ocak 2012 tarihinde Başbakanlık direktifi ile MİT’e devredilmişti. 12 Eylül Darbesi’nin tüm planlama ve muharebe işlemlerinin yürütülmesinin merkezinde yer alması nedeniyle ”Bayrak Garnizonu ”olarak adlandırılan GES Komutanlığı, sahip olduğu teknolojik alt yapı ve donanım sayesinde kriptolu mesajları dahi çözebilme yeteneğine sahipken, aynı zamanda da yasadışı dinlemelerin merkezinde yer alabiliyordu. Ayrıca Uludere, Dağlıca baskını gibi yakın tarihimizde skandal olarak anılan birçok olay ve iddianın odağında GES bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan Başbakan olduğu süreçte GES’i MİT’e bağlamasının en önemli nedenleri arasında darbe teşebbüslerinin önlenmesi aynı zamanda bu önemli kurumun vesayetçi yapısından kurtulması geliyordu. Ancak FETÖ’nün ardı ardına gelen darbe ve kalkışma girişimlerinin istihbarat birimlerimiz tarafından istihbar edilememesi nedeniyle GES’in MİT’ten alınıp yeni yapılanma çerçevesinde UGD’ye bağlanması düşünülmüş zannederim. Taslak çalışmada istihbarat birimlerimizin Batılı ülke gizli servisleriyle boy ölçüşecek düzeye gelmesini sağlayacak birçok madde var. En önemli mesele ise Mesiyanik bir terör örgütü olan FETÖ’nün Türkiye’yi bir daha sıkıntıya sokabilecek teşebbüslerine meydan vermeyecek iç ve dış tedbirlerin alınması sanırım.

İstihbaratın yeniden yapılandırılması taslak çalışmasının yasallaşması sürecinde TSK içinde istihbarat çalışmasını yasaklayan MY 114-1(C) kodlu talimatın özellikle TSK’ya veya MİT’e sızmış FETÖ’cüler tarafından hazırlanıp hazırlanmadığının ortaya çıkarılması bir strateji olarak darbelerle anılan ülkemizin imajı açısından elzemdir.

TERÖR DOSYASI /// M. KEMAL SALLI : BEŞİKTAŞ KATLİAMI VE “FIRAT KALKANI”


M. Kemal SALLI
mksalli

Bölgemizde, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının hemen ardından, 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında bir dünya savaşı yaşanmaktaysa ve ülkeniz hem stratejik konumu nedeniyle hem de bölgesel bir aktör olarak bu savaşın kapsama alanı içindeyse, Beşiktaş katliamına basit bir terör eylemi olarak bakamazsınız. Bir ülkenin en büyük metropolünden tüm dünyada yankı uyandıracak bir operasyon gerçekleştirilmişse, bu katliamın arkasındaki güç yalnız Türkiye’ye değil, tüm dünyaya bir mesaj veriyor demektir.

Bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeyi hedefleyen küresel güç PKK/YPG ve DEAŞ gibi örgütleri operasyonlarında maşa olarak kullanıyorsa, “Beşiktaş’taki katliamı hangi örgüt gerçekleştirdi?” sorusu doğru bir soru olamaz: arkasındaki gerçek aktörleri ve hedeflerini görmek gerekir.

Ortadoğu’daki tablo göründüğü kadar karmaşık değil. ABD ve Batılı dostlar politik sorunlarını Türkiye üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Türkiye kendini güney sınırları boyunca kuşatacak ABD/İsrail Koridoro’na “hayır!” dedikçe, “Fırat Kalkanı” operasyonlarını derinleştirdikçe bombalar patlıyor.

Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş, Beşiktaş katliamına ilişkin açıklamasında, “Kesin değil, ama oklar PKK’yı gösteriyor” demişti. Katliamın kriminolojik yapısına bakıldığında da PKK’nin parmak izlerini rahatça görebiliyoruz.

Doğrudur, Beşiktaş katliamını PKK yapmış olabilir, ama bu noktada terör ve terör örgütleri konusundaki şaşmaz kuralı bir kez daha hatırlamamız gerekir: “Hiçbir terör örgütü arakasında bir devlet desteği olmadan varlığını sürdüremez.”

Taksim’deki katliamın ardındaki gerçek aktörleri, hedeflerini ve vermek istedikleri mesajı görebilmek için olaya bu çerçeveden bakarak değerlendirmek gerekir.

Bölgemizde, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının hemen ardından, 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında bir dünya savaşı yaşanmaktaysa ve ülkeniz hem stratejik konumu nedeniyle hem de bölgesel bir aktör olarak bu savaşın kapsama alanı içindeyse, Beşiktaş katliamına basit bir terör eylemi olarak bakamazsınız. Bir ülkenin en büyük metropolünden tüm dünyada yankı uyandıracak bir operasyon gerçekleştirilmişse, bu katliamın arkasındaki güç yalnız Türkiye’ye değil, tüm dünyaya bir mesaj veriyor demektir.

Bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeyi hedefleyen küresel güç PKK/YPG ve DEAŞ gibi örgütleri operasyonlarında maşa olarak kullanıyorsa, “Beşiktaş’taki katliamı hangi örgüt gerçekleştirdi?” sorusu doğru bir soru olamaz: arkasındaki gerçek aktörleri ve hedeflerini görmek gerekir. Bu hedeflerin neler olabileceğinden “Fırat Kalkanı Tehlikeleri” ve “Fırat Kalkanı mı, Dicle Kalkanı mı?” başlıklı yazılarımda söz etmiştik.

Beşiktaş katliamını Ortadoğu’daki gelişmelerden, özellikle de Suriye’deki güç mücadelesinden ayrı düşünemeyiz. Beşiktaş katliamına uzanan gelişmeler zincirinin en önemli aşaması, BOP’un en önemli hedeflerinden biri olan “Kürt Koridoru” görünümlü ABD/İsrail Koridoru’nun tıkanmış olmasıdır. “Saddam’ın kimyasal silahlarını yok etmek” (!) ve demokrasi getirmek” (!) için Irak’ı işgal eden çağdaş haramilerin hesapları, Rusya ve İran’ın Esad’a destek vermeleri nedeniyle Suriye parselinde duvara tosladı. Irak’ın yağmalanan petrol ve doğalgazını Akdeniz’e taşıyacak olan ABD/İsrail Koridoru Fırat’ı aşamadı. Koridor Halep’i aşıp Akdeniz’e ulaşamadı, ama Suriye’deki paylaşım kavgası henüz sona ermiş değildir.

Türkiye de, kendisini 1200 kilometrelik güney sınırları boyunca kuşatacak bu koridorun oluşmasından büyük rahatsızlık duyuyordu. Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi dolayısıyla gerginleşen ilişkilerini normalleştiren Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” operasyonu başlatmasıyla “koridor”un önüne bir engel daha konmuş oldu.

“Türkiye açısından Suriye coğrafyasında, Çobanbey’den Halep’e, Bayır-Bucak’a uzanan Türkmen coğrafyası ne kadar önemliyse, Irak’ta Telafer’den Musul-Kerkük’e, Bedre’ye uzanan Türkmeneli coğrafyası o kadar önemlidir. Hatırlayalım, İsrail’in güvenliğini sağlamak açısından, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak olan bir “Koridor” oluşturma çalışmaları 1991’de, I. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesiyle başlatılmıştı.

Kerkük referandumu ve Musul’un kurtarılması sonrasındaki gelişmeler, Irak’ın bölünmesi gibi bir sonuç üretirse, Fırat Kalkanı’nı zorunlu kılan gerekçeler bir Dicle Kalkanı’nı gündeme getirebilir.

Çünkü Türkiye, Irak Türkmeneli coğrafyasını oluşturan Telafer, Zaho, Eski Kelek, Musul, Kerkük, Erbil, Mahmur, Altunköprü, Tavuk, Tuzhurmatu, Tazehurmatı, Kıfri, Karatepe, Diyala, Mendeli ve Bedre’de bugüne kadar uygulanan insanlıkdışı uygulamalara, katliamlara daha fazla seyirci kalamaz.

Çünkü Türkiye, onyıllar boyu ülkemizin birliğini, bütünlüğünü hedef PKK terör örgütünün komuta merkezinin Türkmeneli’ndeki Kandil’de barınmasına artık izin veremez. Petrol zengini bir bölge olduğunun anlaşılmasından bu yana, Kandil’e artık, yalnızca, PKK Karargahı olarak bakılmıyor. PKK hem Irak’ta hem de Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan kantonlarda, uyuşturucu ticareti yanı sıra petrol ticareti de yapıyor.

Türkiye, 1926’da, Irak’ın bağımsız bir ülke olması koşuluyla vazgeçtiği Musul ve Kerkük petrollerinin bir referandum komedisiyle bir başka ‘yönetime’ devredilmesine kayıtsız kalamaz.”

“…Görüldüğü gibi, Türkiye’nin 15 Temmuz savrulmasına rağmen başarıyla yürüttüğü ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu, önümüze, çok ciddi sorunlar yığmıştır.”

“ …Bizi bir ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu yapmaya mecbur bırakan dinamikleri ve önümüze çıkarabileceği sorunları görmek ve önlemini almak zorundayız.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin oğlunun doğduğu yer olan Çobanbey’de bir “Güvenli Bölge” oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz ‘Fırat Kalkanı’nın maddi ve ruhani boyutlarını görmek ve bilmek zorundayız. Bizi ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu yapmak zorunda bırakan gelişmeler, yalnızca sınır güvenliği sorunu değildir; Türk’ün ve İslam’ın sancaktarı olmuş Türk milletinin tarih sahnesinde kalabilme mücadelesidir. Bu mücadele, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu’nun siyasi haritasını yeniden şekillendirmek üzere yola çıkan bir süper güce karşı varlığını sürdürme mücadelesidir.”

ABD İLE OLDUĞU GİBİ, RUSYA İLE DE SORUNLARIMIZ VAR

ABD, Fırat Kalkanı operasyonuyla sınırdan El Bap’a kadar uzanan bölgede bir güvenli bölge oluşturarak, hem koridorun önünü kesmeyi hem de hem de terör tehdidini yok etmeyi hedefleyen Türkiye, El Bap’a yürürken hem ABD hem de Rusya’nın itirazıyla karşılaştı. ABD, “Karadaki en sağlam dostum olan PKK/PYD’ye dokunma” derken Rusya da, “El Bap’ aşıp Halep’e yaklaşma” diyor. Türkiye’nin El Bap’ı kontrol altına alarak Halep’in kuzeyindeki muhaliflerle yeniden ilişki kurmasını istemiyor.

TÜRKİYE TARİHİ BİR SINAVDA

Türkiye’nin bir devlet refleksiyle başlattığı “Fırat Kalkanı”operasyonuyla ABD’nin “enerji koridoru” önündeki duvarı daha da güçlendirmesi ABD ve Batılı ortaklarının planını zora sokmuş oldu. Türkiye’nin ÖSO’ya destek olarak sürdürdüğü “Fırat Kalkanı” sürecinde ABD’nin “Karadaki en sağlam müttefikim” dediği PKK/YPG’ye darbeler indirmesi de Suriye’de duvara toslamış olan Batı cephesinde tedirginlik oluşturmuştu. Şu aşamada ABD’nin PKK/PYD’den vazgeçmesi mümkün değil; o nedenle PKK/PYD’ye yatırım yapmaya devam ediyor. Silahlandıyor, asker ve bürokrat olacak şekilde eğitiyor ve Irak ile Suriye’nin kuzey parsellerini birleştirerek Akdeniz’e uzanan ve İsrail’in güvenliğini sağlayacak olan bir kuşak oluşturmaya çalışıyor. Türkiye PKK/YPG’ye darbe vurdukça ABD’nin kaşları çatılıyor.

Beşiktaş katliamı dahil, günümüzde Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki gelişmelerin perde arkasını görebilmek için, ABD seçim sonuçları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Obama döneminde ABD, Ortadoğu ve Uzakdoğu’da uyguladığı politikalarda beklediği sonuçları alamadı; zorlanıyor. ABD gemisini yüzdürebilmek için yönetimde değişiklikler yapmak istiyor. Neo-conlar hedeflerine ulaşamadılar. Bütün anketlerin Hillary Clinton’ı göstermesine rağmen, ondan 1 milyon daha az oy alan Trump’ın kazanması nedenlerini doğru değerlendirmek gerekir. Anlaşılan o ki, Pentagon ağırlığını koyarak ABD’nin Ortadoğu ve Uzakdoğu’da duvara toslayan politikalarını revize etme hazırlığında..

5 Ocak’ta göreve başlayacak olan Trump, Rakka operasyonu’nun Nisan 2017’ye ertelendiğini açıkladı. Nedenini bilemiyoruz, ama konu enerji hatlarına yeni güzergah bulmakla ilgili olduğu sanılıyor. Ortadoğu’daki paylaşım kavgasının asıl nedeni de enerji kaynakları ve dağıtım hatlarıyla ilişkili.

ENERJİ HATLARI KAVGASI

Türkiye, ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptığı dönemde, Esat’la, Katar doğalgazının Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması konusunda anlaşmışlardı. Fakat, Rusya, İran ve Çin’in devreye girmesi sonucunda vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Estirilen Arap Baharı rüzgarlarıyla Suriye kaosa sürüklendi, parçalanma noktasına geldi. Kıbrıs, Mısır, Katar, Gazze, İsrail doğalgazının Avrupa’ya taşınması konusunda ABD ile Rusya arasında büyük bir kavga yaşanmakta, ama AB ülkeleri de Çin de kavgadan uzak değil. Rusya Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının yüzde 33’ünü karşılıyor. ABD, Ortadoğu petrolünü ABD/İsrail Koridoru içinden Akdeniz’e ulaştırırken doğalgazını da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırarak AB ülkelerini Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtarmayı planlıyor.

Türkiye kendini güney sınırları boyunca kuşatacak ve terör üretecek ABD/İsrail Koridoru’na karşı çıkarken, Rusya da, kendisini “petrol tedarikçisi” konumundan uzaklaştıracak olan bu “koridor”a karşı duruyor. Bu arada, Ukrayna’da önü kesilen Putin Rusyası, imzaladığı anlaşmayla doğalgazını Türk Akımı kanalıyla Anadolu üzerinden Avrupa’ya ulaştırmanın hazırlığını yapıyor. Azerbaycan doğalgazını Avrupa’ya taşıyacak olan TANAP 2018’te açılıyor..

Enerji merkezli böylesine bir karmaşa içinde restler çekiliyor, sürpriz ortaklıklar kuruluyor. İsrail Türkiye ile ilişkilerini hızla normalleştiriyor ve Rusya’nın Türk Akımı’na paralel bir doğalgaz boru hattı için anlaşma imzalanıyor. Tablo sıkıntılı ve karmaşık gibi görünse de, göründüğü kadar karmaşık değil. ABD ve Batılı dostlar politik sorunlarını Türkiye üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Türkiye kendini Güneysınırları boyunca kuşatacak “korıdor”a “hayır!” dedikçe, “Fırat Kalkanı” operasyonlarını derinleştirdikçe bombalar patlıyor.

Beşiktaş katliamının özü, özeti bu. Allah ülkemizi terör belasından korusun..

KARİKATÜR : TARİH MERAKLISI EROL :))))))))))))


KARİKATÜR : YARIŞ :)))))))))))


[status draft]

KARİKATÜR : DOĞA’NIN DENGESİ :))))))))))))


[status draft]

KARİKATÜR : MÜZAYEDE :)))))))))))


[status draft]

KARİKATÜR : DANDİK TANRI MUKELOS :))))))))))))


[status draft]

KARİKATÜR : KRAL HOMEROS VE SOYTARISI :))))))


[status draft]

İSTİHBARAT DOSYASI : METROPOL NOKTA İSTİHBARAT PERSONELİ BEŞİKTAŞ’TA NEDEN YOKTU ??? ? İSTİHBARAT ZAAFİYETİ


Değerli Üyelerimiz;

Bugün sizlere İstihbarat Servisleri dünyasında aktif rol alan ve önemli bir görevi olan METROPOL NOKTA İSTİHBARAT PERSONELİ hakkında bazı bilgilendirmelerde bulunalım.

Bildiğiniz gibi ve yazılarımızı takip edenlere aşina olan HUMINT İnsana dayalı istihbarat yöntemi hakkında sizlerle bazı yazıları paylaşmıştık. Bu yazımızda METROPOL NOKTA İSTİHBARAT PERSONELİ hakkında bazı bilgileri verirken aynı zamanda hükümete de şu soruyu yöneltiyoruz. Bu kadar eğitimli ve donanımlı istihbarat personeliniz varken, bunlar her türlü araca ve lojistik imkana sahipken, neden bu facia önlenemedi ?

AK Parti Yetkilileri umarız bundan sonra başka bir facianın yaşanmaması adına istihbarat zafiyetlerini minimuma indirebilecek gerekli önlemleri bir an önce alırlar.

HUMAN INTELLIGENCE – İNSANA DAYALI İSTİHBARAT BİRİMLERİ, maskelenmiş ve legal olarak görev ifa eden saha operasyon elemanları yada diğer görev personelini kullanır. Tamamıyle insan kaynağına dayalı istihbarat yöntemidir. Bu personel legal olarak yani bir servisin bordrosunda görev yapabildiği gibi legal kurumdan organik olarak bağımsız örtülü ödenekten beslenen bordrosuz ve legal kişileri de kapsar. Bu tür çalışma içerisinde illerin yada daha küçük yerleşim birimlerinde bulunan METROPOL MUHBİRLERİ yada elemanları adı verilen serbest yada inorganik bağı bulunan personelde bulunmaktadır.

Bu personel görevin ifası gereği metropollerin belirli noktalarında bulundukları yere göre göreceli olarak değişse de genellikle insan ve araç trafiğinin yoğun olduğu yerlerde yada belirli önem derecesi yüksek kurumların yakınlarında görevin ifasını kolaylaştıracak şekilde maskelenmiş bir halde çalışırlar. Çeşitli işleri yaparlar.

Örneğin, simitçi (Eskiden gelen bir espridir, Servis mensuplarının ve basın kuruluşlarının onlara taktığı lakapla SMITH’ci gibi…Eskiler hatırlar bir dönem Mr.Smith’ler 5 yıldızlı hotelleri çok mesken tutardı…Hoş bu gelenek aynen devam ediyor ya…Neyse !), boyacı, seyyar manav gibi değişik kılıklarda nokta görevi ifa ederler.

Görevleri akan trafiğin içerisinden şüpheli tanımına uyan, yada kendilerine söylenen ve tanımlanan kişileri izlemek veya belirli bir kurumu gözlem altında tutarak bir üst kademeye yani iletişim kuran kişiye bu raporu düzenli olarak vermektir. Özellikle yabancı sermayeli firmaların yada yabancı misyon temsilcilerinin sürekli gittikleri kulüp, bar yada benzeri yerlerin yakınlarında bulunurlar. Ayrıca bu tip yerleri işleten yerlerde çalışanlarla da yakın temas içerisindedir. Kısacası görevleri tüm olup biteni, giren çıkanı, dedikoduları kısacası istihbari değere sahip herşeyi iletişimi sağlayan kişi ile raporlarlar.

ÖZEL BÜRO NOTU : ANLAŞILAN BEŞİKTAŞ PATLAMASINDA BU SİMİTÇİLER HERHALDE SİESTA YAPIYORDU Kİ BU AJANLARIN AĞINA TAKILMADAN RAHATÇA BOMBAYI PATLATTILAR J

Yaptıkları iş son derece önemlidir. Zira, özellikle metropollerin kalabalığı ve trafiği göz önüne alınırsa her kesin kontrol altına alınamayacağı da bir gerçek olarak ortaya çıkar. Nasıl herkesin başına güvenlik için bir güvenlik görevlisi koyamaz iseniz, her şeyden haberdar olmanızda mümkün değildir. O nedenle metropol gibi yerlerin merkezlerinde yada benzer lokasyonlarda bu tip bir personel bulundurmanız da zorunludur.

En ufak bir şüpheyle metropol görevlisi tarafından ihbar edilen bir şahsı izlemeye aldıklarında belki de çok büyük bir organize suç şebekesini yada bir çeteyi yada bir gizli ajanı deşifre etme şansınızda bu şekilde doğabilir.

Bu aynı zamanda bir yerde toplumun nabzını tutmak, olası korsan gösterileri önceden haber almak, bir örgüte sızmak veya bunun benzeri organizasyonları ve operasyonları yapmak içinde bulunmaz bir fırsattır.

Her zaman dediğimiz gibi teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin yine de insana dayalı istihbarat sistemi iyi ve gelişmiş olmayan her servis yetersizdir. Unutmayalım ki teknoloji sadece bu sistemleri kullanan gizli servislerin elinde bulunmuyor. Bugün örnek vermek gerekirse ABD de yada Rusya’da mafya tipi örgütlerin ellerinde de çok değişik kapsamda ve içerikte ve nitelikte ve sayıda bir sürü dijital silah ve sabotaj ekipmanı, dinleme sistemi hatta biyolojik & kimyasal silah ve düşük etkili nükleer silah bulunmaktadır. Dolayısiyle aynı silahları bu tür illegal organizasyonlarda belirli bir ödeme karşılığı temin etme imkanına ne yazık ki sahiptir.

O yüzden hiç bir gizli servis yada örgüt sadece teknolojik istihbaratı yeterli görmez saha elemanlarını da sıkı bir eğitimden geçirir (eğitimler aşağıdadır…) belirli maskeler ve hayat hikayeleri ile belli noktalara yerleştirir. Bu eğitimden geçen METROPOL İSTİHBARAT GÖREVLİLERİ herkesi aldıkları eğitimlerin ışığında süzer ve değerlendirir. Gözleri, kulakları tüm duyuları hep açıktır. Bölgelerindeki en ufak bir hareketliliği, farklılığı hemen haber alır ve gerekli önlemlerin alınması için ilgili kanallar ile bildirir.

Kişileri veya hedef kurumu şüphe çekmeden sürekli gözlem altında tutar, illegal her durumu delillendirir, gerçek yada sahte delilleri ayırabilir. Hedef kişi/grubun iletişime geçtiği herkesi fotoğraflar, gerekirse hedefe sızar kısacası bölgesinde ON KAPLAN GÜCÜNDEDİR. 🙂

Görevin ifası için illegal bir oluşum içerisinde kesinlikle sırıtmaz, verilen her görevi yerine getirir. Kimliğini tehlikeye atacak yada görevin ifasına engel teşkil edecek hiç bir hamle yapamaz. Hatta görevin ifası için uyuşturucu satabilir, ölümcül olmamak kaydıyla şiddete başvurabilir. Tabi bu tür uygulamalar sadece belirli gizli servisler tarafından yapılmaktadır. Zira günümüzde servisler legal ajanları vasıtasıyla illegal operasyon yapamazlar. Örneğin bir gizli servis kendi ülkesinde espiyonaj faaliyeti yürüten yabancı bir servis elemanına sabotaj düzenleyemez. Sadece delillendirir ve PERSONA NON GARATA (İstenmeyen Kişi) ilan ederek sınır dışı yapabilir. Genellikle bu tür operasyonlar soğuk savaş döneminde kalsa da halen bazı batılı servisler tarafından uygulanmaktadır.

Yine METROPOL İSTİHBARATGÖREVLİLERİ suçlu ve birey-kitle psikolojisi konusunda da yeterli donanıma sahip olduklarından koku alma yetenekleri çok gelişmiştir. İlgisini çeken hedef şahıs/şahıslara zarflama (istihbarat terminolojisinde yoklama yada kanca atma) yöntemi ile yaklaşmaya çalışırlar. Bu görevliler kesinlikle şüphe çekmeyecek tipte "tabi ki bulundukları bölgenin coğrafi ve etnik yapısına bağlı olarak" olur ve aldıkları eğitimle kimliklerini çok iyi saklarlar. Deşifre olsalar bile veya böyle bir ihtimal dühul olduğunda DÜŞME YÖNTEMLERİNİ çok iyi kullanırlar. (İstihbari anlamı : Maske kullanımı ve şüpheden arınma)

Bağlı oldukları servisler tarafından gerekmesi halinde sahte bir hayat hikayesine bile (cover story) sahip olabilirler.

Bu görevlileri bulundukları ortamda kendiliğinden tanımanız mümkün değildir. Tanımanız için ya hedef yani izlenen bir kişi yada o organizasyonun içerisinde olmanız gereklidir.

OSINT (OPEN SOURCES INTELLIGENCE) – AÇIK KAYNAKLARA DAYALI İSTİHBARAT

Açık kaynakların kullanıldığı basın, televizyon, radyo, internet ve diğer açık elemanların kullanıldığı istihbarat çeşidi.

SIGINT (SIGNALS INTELLIGENCE) – SİNYAL İSTİHBARATI

Radyo ve elektronik & dijital ekipmanlara dayalı frekans ve haberleşme istihbaratı.

IMINT (IMAGERY – OR IMITATIVE – INTELLIGENCE) – GÖRSEL İSTİHBARAT

Fotoğraf, Uydu Resimleri ve diğer elektronik ve dijital basım ürünleri üzerine yapılan istihbarat.

MASINT (MEASUREMENT AND SIGNATURE INTELLIGENCE) – SES & AKUSTİK İSTİHBARATI

SIGINT VE IMINT ile sağlanan bir takım teknik formları kullanarak yapılan istihbarat.

İSTİHBARAT ÇARKI NEDİR ;

1.adım-İstihbarat Toplama/Elde etme

2.adım-Değerlendirme ve Analiz

3.adım-İlgili Kuruluşlara Dağıtma

4.adım-Önlem ve Siyaset Geliştirme

Bir ajanın bilmesi gereken temel prensipler

İstihbarat biliminin dünyanın hiç bir yerinde -kamuya açık- olarak bir öğrenim merkezi yoktur. Tüm adaylar öncelikle kişilik, beceri, stres, genel kültür, yabancı dil, kendini ifade, psikolojik ve fiziki testler gibi uzun bir süreçten geçirilir. Uygun görülen adaylar, o ülkenin Güvenlik Akademi’sinde yada diğer adıyla Gizli Servis Akademisinde istihbarat ile ilgili temel prensipler hakkında hem teorik hem de pratik eğitim görürler. Örneğin MİT’e girmeye hak kazananlar öncelikle MİT AKADEMİSİ’nde yoğun bir istihbarat eğitimi alırlar. Hem teorik bilgiler hem de pratik bilgiler kazandırılır.

Bu konular başlıca;

· Gizli haberleşme,

· Gizli faaliyetlere giriş ve fert,

· Gizli faaliyetlerde emniyet,

· Maske,

· Kimlik tespiti,

· Gizli harekat tekniği,

· Mülakat ve sorgulama,

· Gizli buluşmalar,

· Takip ve takipten kurtulma,

· Döküman inceleme ve sahte döküman,

· Gizli yazı – zarf açma,

· Gizli girme – arama – dinleme,

· Fotoğrafçılık,

· İstihbarat ve istihbarata karşı koyma (İKK)"

· Gayri nizami harbe giriş ve tarihi,

· Gayri nizami harbin hukuki yapısı ve mevzuatı,

· Gayri nizami harpte tanıma – teşhis,

· Bölge etüdü,

· Keşif,

· Dikiz ve göz keşfi,

· Hedef analizi,

· Tahrip,

· Gayri nizami harbin genel teşkilatlanması,

· Gayri nizami harbin planlanması ve uygulanması,

· Gayri nizami harp harekatı,

· Mukavemet harekatı,

· Yeraltı teşkilatı ve yeraltı harekatı,

· Gerilla teşkilatı ve gerilla harekatı,

· Kurtarma – kaçırma teşkilatı ve kurtarma – kaçırma harekatı,

· Özel kuvvetler teşkilatı ve özel kuvvetler harekatı,

· Yardımcı kuvvetler ve yardımcı unsurlar,

· Psikolojik harekat,

· Gayri nizami harpte personel faaliyetleri,

· Liderlik,

· Sabotaj,

· Muhabere,

· Lojistik,

· Gizli depolama,

· Karadan İkmal,

· Gizli hava harekatı,

· Gizli deniz harekatı,

· İç güvenlik harekatı değerlendirmesi,

· Hayatı idame,

· İlk yardım gibi konularda gerek teorik gerekse pratik dersleri konularında uzman hocalardan alırlar.

Yukarıda adı geçen eğitimler genel olarak verilmiştir. Alınan göreve veya atanacak bölüme göre eğitimlerde uzmanlık alanlarına göre farklılık gösterebilir. Örneğin görevi takip olan bir personelin uzmanlık sahasına aldığı eğitimle, uyuşturucu ve organize suç takibi yapan bir personelin aldığı eğitim farklıdır.

Ancak günümüzde teknolojinin ilerlemesi ve nüfusun artmasına paralel olarak globalleşme gibi nedenlerden dolayı tüm istihbarat personeli, güvenlik akademilerinde tüm bu eğitimleri başlangıçta olmasa da yapılan kurs ve seminerler gibi eğitimlerle almakta ve uygulamaktadır.

Özellikle UYDU kullanım projesinin kullanıma girmesi ve elektro manyetik izleme sistemlerinin gelişmesi ile zaman ve yer mefhumu kalmamış, hedef kişi/grup rahatlıkla 7*24 olarak sürekli gözetim altına alınabilmiştir.

Sorun günümüzde bu uygulamanın yapılması değil ABD ve bazı başka servislerin sistemi kullanan elemanlarının GÜÇ GÖSTERİSİ yapmak gibi nedenlerden olur olmaz şekilde sivil masum vatandaşları hedef almalarıdır.

Örnek vermek gerekirse başlangıcı 1950’li yılara ve hatta NAZİ dönemine varan MIND CONTROL & MKULTRA & UKUSA projeleridir. Ancak servisler her zaman olduğu gibi açıklanan bilgileri yalanlamak ve KOMPLO TEORİMİNE sokmakta da ustadırlar.

Bunun yanı sıra tüm saha ajanları psikoloji bilimi ve teknoloji konusunda da gerekli argümanlara sahiptirler. Yurtdışında rahatça operasyonel faaliyet icra edebilecek eğitim ve donanıma sahip olmaları için sıkı bir eğitimden geçirilirler. Bu eğitimler şunlar,

· Suçlu psikolojisi,

· Etkili konuşma ve ses analizi,

· Birey ve Kitle psikolojisi,

· Karakter tahlili,

· Delil alma & Sahte Delil

· Yaklaşma zamanının (hedef şahıs yada gruba) belirlenmesi,

· İstihbarat ve İstihbarata karşı koyma,

· Terör ve anti-terör stratejisi geliştirme,

· Stres altında düşünme-harekat-yönetme kabiliyetinin geliştirilmesi,

· Stres altında proje ve operasyon uygulama ve idare,

· Zaman yönetimi,

· Psiko-Sorgu ve mülakat teknikleri,

· Kripto kullanımı ve gizli haberleşme,

· Şüpheden düşme teknikleri,

· Bilgi alınması amacıyla şüpheli şahsa yada gruba yemleme malzemesi hazırlama teknikleri (Kısaca zarflama diye de anılır…Değişik çeşitleri vardır.)

· Gizli buluşma teknikleri (İstihbari adı : Brush contact – Fırça teması)

· Kaynak kullanımı,

· Eleman kullanımı,

· Gizli kamera kullanımı, bug yerleştirme teknikleri, Kontr-Takip

· Fotoğraf, bilgisayar, ve diğer ekipman ve cihaz kullanımı; (Gizli kamera, bug…)

· Organize suç yada terör gruplarına sızma yöntemleri,

· Yakın dövüş ve fiziki güç kullanımı,

· Silah ve patlayıcı eğitimi (Her tür silah ve patlayıcı eğitimi),

· Hedef analizi ve bireysel önlem geliştirme,

· İstihbari analiz gibi tamamen teoriğe ve pratiğe dayalı sıkı bir eğitimden geçirilirler.

Yukarıda adı geçen eğitimlerde başarılı olan adaylar çırak-üstad ilişkisi içerisinde yeni görev yerlerine atanırlar.

· Operasyonlar Dairesi,

· İstihbarat Dairesi (Yurt içi – Yurt Dışı İstihbarat),

· Espiyonaj-Kontr-espiyonaj bölümü,

· Terörle mücadele (Kontr-Terör Dairesi),

· Organize Suç ve Kaçakçılık Dairesi,

· Teknik Şube Müdürlüğü,

· Takip ve Gözetim Dairesi,

· Psikolojik Harekat Dairesi

gibi bölümlerde artık derslerde öğrendiklerini bizzat uygulama safhasına geçilir.

Tüm adayların görev yaptığı süre içerisinde öncelikli kural "Kimliklerini hassasiyetle muhafaza etmeleri-deşifre olmamaları" dır. Bu nedenle çok elzem olmadığı takdirde -olağanüstü bir durum yok ise- kesinlikle kimlik ibraz edemezler. Ve kimliklerini açıklayamazlar. Aksi sonuçlar idari ve hukuki takibata neden olur. Aynı zamanda bir ajanın kimliğini başka bir kaynağın yada vatandaşın deşifre etmesi de "Aktif ajanın hayatını tehlikeye atma" nedeniyle takibata yol açar. GİZLİ SERVİS PERSONELİ operasyonel değildir. Polis gücünün yetkilerini sadece belirli durumlarda, Örneğin yurt içinde faaliyet gösteren bir yabancı ajanın yakalanması hallerinde kullanabilir. Tutuklama yetkileri bu nedenle sınırlıdır.

Ajanların birbirleriyle ve merkez ile teması, karargah tabir edilen merkezi bölümden telsiz yada KİŞİYE ÖZEL ANONS SİSTEMİ gibi başka elektronik cihazların kullanımı ile yapılır.(bkz.sig-int) Bu teknolojinin sivil adı AUDIO SPOTLIGHT’dır. Aşağıdaki linke tıklarsanız bu teknolojinin sivil olarak nasıl kullanıldığını anlatan videoları izleyebilirsiniz.

AUDIO SPOTLIGHT VİDEOLARI : https://www.youtube.com/results?search_query=audio+spotligt+technology

Ayrıca gizli servis mensupları durum gerektirdiğinde tüm polis yetkilerine sahiptir.

Kısacası, bir ülkenin milli güvenliği ciddi bir iştir. Dolayısıyla, küreselleşen tehditlere karşı koymak içinde sürekli teknolojinizi ve eğitiminizi güncel durumda tutmak zorundasınız…

Teknolojinin yarınlarınıza ışık tutması dileğimizle;

ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.