Günlük arşivler: 13 Aralık 2016
TARİH : Fatih Sultan Mehmet’in Bedduası
Fatih Sultan Mehmet Çağ kapatıp Çağ açan Osmanlı tarihinin en önemli padişahıdır. Görkemli ve büyük bir savaş sonucu fethettiği İstanbul içerisinde Alayı ile gezintiye çıkan Fatih, Ayasofya önlerine geldiğinde derinlerden bir inilti duyar. Bu sesin sahibi bulunur ve Fatih‘in huzuruna çıkartır. Saçı sakalın birbirine karışmış pejmurde bir halde biri Zindandan çıkarılarak getirilmiştir. Ilk etapta bu bakımsız kişi korkar ancak ona güven verilir ve sakinleştirilir. Ardından Fatih ona, kim olduğunu ve neden hapsedildiğini sorar. Kendisi Keşiş olduğunu ve savaştan önce Konstantin’in kendisine fal baktırdığını, İstanbul’u Türklerin alıp alamayacağını sorduğunu söyler. Keşiş baktığı falda İstanbul’un Türkler tarafından Fethedileceğini söylediğini ve Konstantin’in buna çok kızarak kendisini zindana hapsettirdini söyler. Bunun üzerine Keşiş Fatih‘e "İstanbul’u fethettiniz yani benim falım doğru çıkmış" der. Bunun üzerine Fatih İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp çıkamayacağını dair remilatmasını ister ve kendisini ödüllendirileceğini söyler. Bunun üzerine Keşiş "İstanbul Türklerin Elinden Harp veya Başkale zorla müdahale ile çıkmayacak. Ancak Öyle bir zaman gelecek ki Türkler elindeki toprakları ecnebilere satacak ve bunun sonucunda İstanbul, Türk Malı olmaktan çıkacak" der. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet çok üzülür. Çünkü çok büyük bir emek ve kahramanlık ve zorla fethedilen dünyanın en önemli şehrinin bu şekilde elden çıkacak olması onu rahatsız etmiştir ve "Kim benim edindiğim toprakları ecnebilere satarsa Allah’ın gazabı üstlerine olsun" der. Bu olay bize bugünkü bazı gelişmeleri akıllara getirmektedir. Kaynak : İstanbul Risaleleri |
TARİH : Ölümle Dalga Geçen Dünyayı Korkutan Osmanlı Birliği “Del iler”
Dünya üzerinde pek çok savaşta meşhur taktikler, harika silahlar, dev toplar, bombalar, zehirler ve çeşitli birçok unsur kullanılarak savaş tarihi etkilenmiştir. Ancak savaşlarda hiçbir şekilde taklit edilemeyecek, her askerin taşımadığı bir gerçek güç vardır "Cesaret" Işte cesaret deyince akla gelen Türk milleti, Osmanlı döneminde gözü pekliği ve cesareti ile dünya tarih sahnesine çıkmış, büyük bir iz bırakmıştır. Osmanlı’nın özellikle yükselme döneminde ortaya çıkan onbeşinci yüzyıldan itibaren Ordu’da Öncü Birlik olarak savaşlara katılan Deliler, ismi verilen süvari birliği, Osmanlı’nın en cesur askerlerinden oluşmaktaydı. Osmanlı Deliler İsmi Nereden Geliyor Deliler ismi özellikle Rumeli’de Balkanlarda sefere çıkan Osmanlı birliklerinin önünde giden delil ismi verilen kılavuzlardan gelmektedir. Bu kılavuzlar daha Sonraları cesaret örnekleri sergilemeye başlayınca Deliler adını almışlardır. Daha sonradan deliler ayrı bir birlik olarak savaşlarda ön plana çıkmaya başlamış ve özellikle Rumeli beylerbeyliğin de görev yapan Deliler grubuna katılacak askerler gönüllülük esasına göre seçiliyor ve Türklerden oluşmaktaydı. Ordu’yu Hümayun bünyesinde Deliler Ocağı olarak kurulmuşlardır. Bu savaşlarda en önde giden Deliler Birliği, düşmanın üzerine korkusuzca sefer düzenliyor ve ilk etapta düşmanın direncini kırmayı amaçlıyorlardı. Deliler Birliği’nin kıyafetleri ise oldukça ilginçti. Aslan, leopar, Pars derilerinden yapılma kıyafetleri, yırtıcı kuşların tüylerinden yapılma başlıkları ve giysileriyle düşmana korku salan bir görüntüleri bulunmaktaydı. Deliler Birliği eğri Hançer, gürz, topuz, kılıç ve son zamanlarda tabanca kullanmış Seçkin bir askeri birlikti. Meşhur Osmanlı Tokadı Deliler arasından çıkmıştır. Deliler Birliği özel Islak mermerde çalışırlardı. Islatılmış mermere sürekli tokat atan bu kuvvetli askerler, nasırlaşmış ellerini düşman askerlerinin üzerlerinde kullanırlardı. İyice kuvvetlenen el ve el bilekleri düşmanın üzerine tereddütsüzce Silahsız ve Korkusuz olarak giderdi. Ön saflarda savaşa giren deliler, karşısına çıkan askerlere tokat atma suretiyle etkisiz hale getirebilme yetenekleri bulunmaktaydı. Tokadı yiyen düşman askeri büyük ihtimal boynu kırılarak ölüyor veyahut Tokat sebebiyle savaşmayacak duruma gelerek sakat kalıyordu. Deliler birçok batılı kaynakta kahramanlıkları ve gözü pekliği nedeniyle hayranlıkla geçmektedir. Venedik ve Bizans kaynaklarında delilerin nasıl korkusuzca hareket ettikleri ve cesaretlerine yer verilmektedir. Deliler Ocağı batılı ülkelere de ilham kaynağı olmuştur. Giysileri özellikle Polonya’da askerler tarafından taklit edilmiş, daha sonradan bu giysiler değişerek zamanla Polonya askerlerinin üniforması olmuştur. Avrupa’da pek çok balo ve gösteride Deliler’in giysileri taklit edilerek Türkler anlatılıyordu. Düşmana korku salan bu Cesur askeri Grup, zamanla Osmanlı Devleti’nin duraklama dönemine girmesi ve yeniçerilerin bozulmasına paralel bozulmaya başlamış, özellikle son zamanlarda Deliler grubu üyeleri Balkanlarda dağlara çıkıp eşkiyalık yapmaya başlayınca İkinci Mahmut tarafından bu Ocak kapatılmıştır. “Öyle görünüyor ki doğa onlara, herkesin üstünde bir güç ve vücut kuvvetini ve onların gücünü denemek isteyenlerin gücünü aşan düzeyde, rastlanmayan nitelikte bir kılıç kullanma ve savaşma becerisi vermiştir.” Bizanslı tarihçi Khalkokondyles |
TARİH /// Tarihin En Paralel Adamı : Ekber Şah
Ekber Şah sapık fikirleri, Bütün dinleri tek çatı altında toplama gibi uçuk ütopyaları ve Hindistan’da Birlik kurması ile tarihe geçmiştir. Ekber Şah, ufak yaşlardan itibaren devlet tecrübesi kazanmıştı. Daha 13 yaşında babasının rahatsızlığı üzerine kendisini Ordusu’nun başına geçilmesiyle ilk Zaferini elde etmiş ve babasının ölümü üzerine 14 yaşında tahta çıkmıştır. Tahta çıktığında padişahlık kötü denecek bir vaziyetteydi. Ekber Şah yaptığı fetihler de ilk etapta Kuzey Hindistan’da tekrar Devleti’nin hakimiyetine arttırmış ve daha sonra güneye inerek Hindistan genelinde imparatorluğunu genişletmiştir. Başa geçtikten sonra bir dizi reformlar yapmış, özellikle vergi düzenlemesinde bulunmuştur. Daha sonra Hindistan gibi geniş bir coğrafyada ve çeşitli dinlerin yaşandığı ülkede Birlik sağlama hareketlerine geçmiştir. Böyle büyük ve karışık bir popülasyonda birlik sağlamanın yolunun manevi direncin kırılması ile aşılacağını düşünen Ekber Şah, adına dini ilahi verdiği yeni bir din geliştirmiştir. Bu kendi Kurduğu din konusunda hocası, Mir Abdüllâtiftan etkilenmiştir. Bu dinde amaç bir nevi dinler arası diyalogtu. Çünkü Ekber Şah, bu yeni din ile bütün dinlerin birleştirdiğine inanıyor ve bütün dinlerin ortak amacının Allah’a tapmak olduğunu, ve bu açıdan kendi öğretilerinde, dini ilahi ile bunu gerçekleştirdiğini iddia ediyordu. Hind racalarinim kızlarıyla evlenip Hinduların güvenini kazanmaya çalışan Ekber şah, Hindu öğretilerinin de öğrenmeye çalışmıştır. Başkentte Fetihpur Sikri ibadet hanesini yaptırmış, sonradan sarayda Müslüman din adamlarını toplantılar için kabul etmeye başlamıştır. Pek çok Sünni ve Şii din adamlarını kabul etmiştir. Ancak bu toplantılar faydalı gibi görünse de arka planda büyük bir sinsilik yatmaktaydı. Çünkü din adamlarının farklı konularda tartışmasıyla, içlerindeki İslam dini konusundaki ayrılıkların tartışılmasına izin vermiş ve fikir ayrılıklarını benimsemiştir Ekber Şah. Bu sayede Müslümanlar din adamları arasında itilaf ve kırgınlığın yaşanmasını sağlamıştır. Daha sonradan bu toplantıları Hindu ve Hristiyan Zerdüşt Din adamlarının da davet etmeye başlamıştır. Zamanın ehlisünnet büyüklerine karşı çıkması sonrasında Ekber Şah, 1580 lerden sonra Müslüman tebaaya büyük zulüm ve zorbalıklar yapmaya başlamıştır. Daha sonra kendi gibi sapık düşüncelerin etkisinde kalan din adamı Ebü’l-Fadl aracılığıyla Zerdüşt gibi yaşamaya başlamıştır. 1580 lerden sonra adeta Tüm dinlerin yaşandığı sapıkça bir düzen içine girilmiştir. Ekber Şah sarayda sürekli Ateş yaktırıyor ateşe taptırıyor, güneş için zikir çektiriyor, güneşin Sanskrit dilindeki isimlerini Sabahları zikir çektirerek ayin yapıyordu. Daha sonradan bölgeye gelen Portekizli işgalcilerin beraberinde getirdiği Cizvitli Hristiyan rahiplere, kilise açmalarına izin vermiş, İncil’in çevrilmesini emretmiştir. Hıristiyan dinini de inceleyen Ekber şah, sapık dinine yeni öğretiler ekleyerek tüm halkın dini ilahiyi benimsemelerini istemiştir. Ekber Şah Ayrıca bu yıllarda mehdilik iddiasında da bulunmuştur. Saray çevresinde Ekber Şah yaranmak için bin kadar kişi yeni dine geçmiş, ancak halkta bir karşılık bulamamıştır. Özellikle mehdilik iddiasını güçlendirmek için önünde duran en büyük engel olan Müslümanları sindirmek için, komutanları aracılığıyla büyük zulümler ve kıyımlar yapan Ekber Şah’ın bu acımasız Tavrı, aynı dönemde yaşayan ve Ekber Şah’a karşı büyük mücadelede bulunan İmam Rabbani’nin eserlerinde geçmektedir. Ekber Şah 1605 yılında yakalandığı dizanteri sonucu 22 gün yattıktan sonra acı içinde kıvranarak ölmüştür. Onun ardından tahta çıkan Cihangir Şah, onun yarattığı bu sapık fikrin peşinden gitmemiş ve Ekber Şah’ın ölümüyle de bu düşünceler sona ermiştir. Ekber Şah olumsuzluklarını yanında yaptığı olumlu işlerde olmuştur. Pek çok eser yaptırmış, Hindistan’da birliği sağlamıştır. Hindistan’da Hindulara uygulanan Cizye ve Mukaddes vergisini kaldırmış, Hinduların ve Müslümanların haklarını dengelenmiş, memur haklarına önem vermiş ve halkta memnunluk oluşturmuştur. Hükümdarlığı döneminde özellikle Müslüman çevrelere büyük zararlar vermiştir. Hristiyanlar ise onunla katıldıkları toplantılarda Ekber Şah‘ın dini tartışmalar sırasında Haşhaş ve alkolün etkisinde olduğunu söylemişlerdir. Ekber Şah 1582 de oluşturduğu şartların ve ortamın uygun olduğunu düşünerek sarayda hindular ve diğer Devlet Büyükleri ile yaptığı toplantıda İslam ve Hinduizm arasındaki anlaşmazlıkların toplumsal düşmanlık oluşturduğu, bunun topluma zarar verdiğini öne sürerek yeni bir din kurduğunu ve bu Dine Dini ilahi adını verdiğini ilan etmiştir. Ekber Şah’ın sapık dininde İslam dininin içerisine pek çok dinden öge yerleştirmiştir. Et yemenin yasaklandığı bu sözde dinde sadece domuz ve kaplan eti yemek serbestti. Ayrıca Doktor onayı ile Şarap içmek sarhoş olmamak kaydıyla yine serbest maddelerden biriydi. Abdest almaya da gerek yoktu. Bu sözde yeni dininde güneşe ve ateşe tapılıyor, çeşitli daha sapıkça öğretiler içeriyordu. Brahmanlar, Ekber Şah’ın Hindulara karşı olumlu tutumu nedeniyle onu ilahi bir statüye koymuşlardır. Ayrıca Ekber Şah‘ın çevresinde bulunan yalaka Sözde Müslüman alimler, onu mehdilik ve zamanın imamı statüsüne koymuşlar, Hatta bu durum ilerleyerek Ekber Şah, Peygamber Efendimize olan düşmanlığı sebebiyle ordusunda bulunan Muhammed isimli komutanların isimlerini zorla değiştirmiştir. Kendini Allah’ın halifesi olarak görmekteydi. Bunun için sözde hadisler uydurulmuştur. Bu yeni söz dedin de İslam bayramları yasaklanmış ve 14 Bayram ilan edilmiştir. Nevruz Bayramı oldukça büyük bir şölenle kutlanmaktadır. Ekber Şah Ayrıca İslam dininin Bedevilerden geldiğini ve Babür gibi yüksek bir medeniyete uygun olmayacağını öne sürmüş, Bu nedenle sapıkça fikirlerini destekleme çabasına girmiştir. Ekber Şah Ayrıca Timur‘un soyundan geldiği için Osmanlı Devleti’ni hakir görmüş ve hükümdarlığı boyunca hiç bir iletişime geçmemiştir. Ayrıca Ekber Şah, Bu dinleri dizayn ve oluşturma çabaları, sözde hoşgörüsü sebebiyle İngilizlerin dikkatini çekmiş ve İngilizler, Onun fikirlerini destekleyerek kendi etkilerini ülkeye sokmaya başlamışlardır. Bu sayede ilk defa Hindistan‘ın ileride İngiliz sömürgesi haline gelmesini sağlayan gelişmeler Ekber Şah zamanında başlamıştır. |
TARİH : Gelişmiş Ülkelerde ki Çarpıcı Boşanma ve Kadın Hakları U ygulamaları
İngiltere çok değil bundan yaklaşık 200 yıl önce boşanma üzerine çağ atlamış ! bir ülkeydi. Öyle ki boşanmak isteyen çiftler kasaba Meydanı’na gelir, kocaları, karılarını Açık arttırma usulü satarlardı. Evet yanlış duymadınız kadınlar mal gibi satılıyordu. Öyle sandığınız gibi yüksek fiyatlara da değil. O günün parası 20-30 şiline ya da çeşitli takas ürünlerine, kadınlar kasaba meydanında satılmaktaydı. Ortaçağ Romanyasın da ise boşanmak biraz daha akıl işi yollarla çözülmek istenmişti. Boşanmak isteyen çiftler kiliseye başvuruyor, kilise onları iki hafta boyunca bir odaya kapatıyordu. Odada her şey tek kişilikti. Yani tek sandalye, tek yatak ve benzeri şeyler tek kişilik düzenlenmişti. Bu durumda mecburen odadaki çiftler bu tek kişilik ürünleri paylaşmak zorunda kalıyordu ve iki hafta sonunda bu paylaşım üzerine gerçekten boşanmak isteyen çiftler boşanıyordu. Ancak tarihte Bu uygulamanın ardından boşanma gerçekleşmediği söylenmektedir. 16. Yüzyıl Fransa’sın da ise boşanmak yasaktır. Çünkü evlilik tanrının emri olarak görüldüğünden boşanma, tanrının emirlerine karşı gelmek anlamına geliyordu. Tek bir istisnası bulunmaktaydı. O da iktidarsızlık. Erkeğin iktidarsızlığı nedeniyle Kadın boşanmak için başvuruyordu. Bu durumda bir heyet toplanıyor ve bu heyette papaz ve Doktorlar bulunuyordu. Doktor ve beraberindeki heyet erkeği çağırıyor, erkeğin erekte hale gelmesi bekleniyordu. Yani erkeğin penisi sertleşince doktor ve beraberindekiler el yordamıyla erkeğin sertliğinin ölçüyorlardı. Tabi bu iş bununla da bitmiyordu. Ardından kadın ve erkek bu heyetin önünde cinsel ilişkiye giriyordu. Jüri erkeğin boşalıp boşalmadığına bakıyor daha sonra heyetin kararına göre boşanma gerçekleşiyordu. Gelelim ortaçağ Almanyasına. Bu durumda bu bölgede boşanmak gerçekten yürek isteyen bir durumdu. Çünkü gerçekten boşanmak isteyen çiftler Arena’ya çıkarılıyor ve ölümüne dövüştürülüyordu. Erkeğin eline bir adet sopa, kadına ise taş dolu çuval verilmekteydi. Bu durumda erkeğine eli arkadan bağlanıyordu güçlerden dengelensin diye. Ardından çiftler, ölene kadar dövüştürülüyordu. Eğer bir tanesi bu kavgadan yarı baygın halde çıkarsa o kişi, çevredekiler tarafından öldürülüyordu. Yani boşanmak isteyen çiftlerin birbirinden kurtulma yöntemi Sadece bu şekildeydi, Yani illa biri ölüyordu. Hindistan Bu açıdan Vahşetin yaşandığı yerlerden biridir geçmişten günümüze kadar. Çünkü Erkeğin karısını yakma gibi bir hakkı vardır. Bu durum günümüze kadar süren bir gelenek ve adı gelin yakma olayı. Fransa’da ise 1975 e kadar kocasının karısını öldürmesi yasalara göre suç değildi(napoleonic codes). Bu kanun 1975 ‘ de kadın kocasını aldatırken yakalanırsa, erkeğin karısını ve sevgilisini vurmasını (öldürmesi) serbest hale getirilmek suretiyle değiştirildi. Bu durumda adam Ceza almamaktadır. Çin’de ise günümüzde aldatmanın en yoğun yaşandığı ülkelerden biridir. Buna çözüm getirmek için karı, koca ve kocasının metresini aynı ortama konulup bir süre yaşamaları beklenir. Çin’de de böyle bi ilginç uygulama bulunmaktadır. İşte bu Yukarıda saydığımız örnekler geçmişten günümüze kadar devam eden dünyadaki akıldışı boşanma ve kadın hakları uygulamalarıdır. Bize insanlık dersi verenlerin bu çağdışı ve insanlık dışı muamelelere nasıl yaptıkları ve hangi mantıkla davrandıkları gerçekten hayret edilecek bir olaydır. "Türkler kadınlarına çok büyük hürmet gösteriyorlar" İbn-i Batuta ünlü Müslüman gezgin Kaynaklar : |
KORE DOSYASI : Dünyanın En Ölümcül Sınırı Kore Tarafsız Bölgesi
TARİH : Dünya Tarihinin En İlginç Paraları
Alışveriş yapmak için bir araç olarak kullanılsa da para geçmişten günümüze krizler çıkaran, savaşlara sebep olan, yaşam tarzımızın değişmez olgularından biri olmuştur. Çoğu ülke tarihte değişik banknotlar kullanmış Bu paralar ilginçlikleri sebebiyle tarihe geçmiştir. Meksika Pezosu Paralar üzerinde genelde ülkelerin önde gelen insanları ve liderlerinin portreleri yer alırken, 1934 yılında Meksika’da basılan 5 pezonun üzerinde yer alan çingene kadın portresi, dönemin liderlerinden birinin metresine ait olduğu şeklinde bir söylenti bulunmaktadır. Esrarlı Madeni Para Dünya üzerinde uyuşturucu olan esrarı, ilk kez Gümüş madeni para üzerine 2010 yılında Benin Cumhuriyeti bastırmıştır. Para üzerinde bulunan yeşil hint keneviri motifinin üzerine elinize sürdüğünüzde ortama esrar kokusu yaymaktadır. Bu olay, parada bulunan sentetik katkı maddeleri sayesinde olmaktadır. Gine Parası Neredeyse her ülkede Kendi liderlerinin fotoğraflarının bulunduğu banknotlar basılmaktadır. Ancak Tarihte ilk defa bir ülke, kendinin olmayan bir devlet başkanının fotoğrafını banknotta kullanmıştır. 1980 piyasaya sürülen Gine banknotunun üzerinde Yugoslavya devlet başkanı Tito’nun fotoğrafı Yer almıştır. Bunun nedeni Tito’nun ülkeye yaptığı yardımlardan dolayı idi. Bol Sıfırlı Banknot Zimbabve’de dünyanın en bol sıfırlı parası 2008 yılında basılmıştır. 10 trilyon sıfır olan bu para Kasım 2008 de Zimbabwe’de gerçekleşen savaş sonucunda enflasyonun Zirve yapması ve değerinin %709.8 milyar olmasıdır. Kafası Kesik Banknotlar 1997 Afrika ülkesi Zaire’de diktatör Mobutu‘nun rejiminin yıkılmasının ardından yeni yönetim, ülkede yeterince para bulunmadığından eski rejimin Parası olan 20lik banknotların da Mobutu’nun resmindeki kafa kısmını keserek Banknot olarak kullanmışlardır. Tahta Paralar Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, Büyük bir ekonomik ve Finansal krizin içerisine girmiş ve acil durum parası olarak tahtadan paralar basılmıştır. Amerikan Doları Dünyada en çok sahtesi basılan para Amerikan dolarıdır ve en çok sahte dolar basan ülke Kuzey Kore’dir. Amerika, Bu nedenle sahtekarlığın önüne geçmek için Belirli aralıklarla dolar üzerinde değişiklikler yapmaktadır. Ayrıca Amerikan doları, üzerinde en çok kokain kalıntısı bulunan paradır. Son olarak Amerikan doları bakteri ve mikrop açısından dünyanın en kirli parasıdır. Dünyanın En Güzel Parası Dünya üzerinde figür anlamında en güzel para 1000 kazak tengesi seçilmiştir. Mamut Fosilli Para Fildişi Sahillerinde üretilen bin franklık madeni paraların üzerinde gerçek mamut fosili parçaları yer almaktadır. Uzaydan Gelen Para Fiji Cumhuriyeti’ni 2012 yılında düşen Neuschwanstein meteorun parçalarından 999 adet 10 dolarlık madeni para üretilmiş ve bu para kısa zamanda koleksiyoncular tarafından satın alınmıştır. Osmanlı Parası Osmanlı döneminde çıkarılan(13 Eylül 1916) 50 bin liralık banknotların her birinin karşılığı 360 kilo altına tekabül etmekteydi. |
KAMPANYA : PARASIZLIK YÜZÜNDEN GENELEVDE ÇALIŞMAK ZORUNDA KALAN NİNELERİMİZE DEVLET SAHİP ÇIKSIN ! !!!
KAMPANYAYA KATILMAK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.
ÖZEL BÜRO GRUBU, Türkiye’nin bir kanayan yarasını daha gündeme getirme kararı aldı. Hemen konuya girelim. Türkiye’nin yaşlı nüfusu oldukça fazla. Şanslı olan yaşlılarımıza çocukları yada akrabaları bakıyor. Bir kısmı ise devletin koruması altında huzurevlerinde barınıyor. Bunlar şanslı doğmuş olanlar.
Ama ya dışlanmış, hor görülmüş, 2. Sınıf vatandaş muamelesi gören yaşlılarımız ne durumda ?
Gençliğinde kader kurbanı olmuş, bir çoğu ailesinin kendisini terk etmesi nedeniyle yada koca şiddeti, yetim kalma gibi sebeplerden hiçbir zaman sıcak bir yuva sahibi olamamış kadınlarımız ne durumda düşündünüz mü ?
Biz söyleyelim o zaman.
Haberdeki örnekte de okuyacağınız gibi 80 yaşında hala seks işçisi olarak çalışmaya mecbur bırakılmışlar. Onlar için bir umut yok, bir gelecek yok.
Ama madem ki sıfatlarımızın başında “İNSAN OLMAK” var. Bu duruma seyirci kalamayız. Eğer insan isek kalmamalıyız. Biz bu çirkin kadere elbette DUR diyebilecek güçteyiz. Hayatları boyunca yüzü gülmeyen kadınlarımıza, ninelerimize insanlığın ölmediğini gösterebiliriz. Onları hiç olmaz ise yaşlılıklarında rahat ettirebiliriz, her ne yapmış ne yaşamış olurlarsa olsun. Bu bizlerin insanlık vazifesidir.
Şimdi lütfen bu kampanyaya bir 5 dakikanızı ayırın ve tüm sosyal medya çevrenize, üye olduğunuz mail gruplarına gönderin.
Gönderin ki yarın vicdanımızda kara bir leke oluşmasın !!!
LÜTFEN TIKLAYIN :
KAMPANYA : PARASIZLIK YÜZÜNDEN 80 YAŞINDA SEKS İŞÇİSİ OLARAK ÇALIŞAN NİNELERİMİZ E DEVLET SAHİP ÇIKSIN !!! /// https://istihbaratveanaliz.wordpress.com/2016/11/15/kampanya-parasizlik-yuzunden-80-yasinda-seks-iscisi-olarak-calisan-ninelerimiz-e-devlet-sahip-ciksin/
***
HABERİN KAYNAĞI : http://www.aydinlik.com.tr/toplum/2016/80-yasinda-5-liraya-genelevde-calisiyor
HABER BAŞLIĞI : 80 yaşında 5 liraya genelevde çalışıyor
İzmir Valiliğinin yaptığı çalışma, genelevlerde yaşamı gözler önüne serdi. 80 yaşında 5 lira karşılığında cinsel ilişki kuran H., torunlarına bakmak için çalışmaya mecbur olduğunu söyledi
Hayati ÖZCAN/AYDINLIK
İzmir’de 23 genelevde yapılan anket, bu evlerde çalışan kadınların yaşam koşullarını ortaya koydu. Evlerde çalışan kadınların yaşları 23 ile 80 arasında değişiyor. Anket çalışması sırasında 80 yaşındaki H., torunlarını okutabilmek için 5 TL karşılığında çalışmaya devam ettiğini söyledi.
İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırma Merkezi temsilcilerinin de katılımıyla İzmir Valiliği bünyesinde oluşturulan Genelevde Çalışan Genel Kadınların Hak İhlallerini Tespit ve Araştırma Alt Komisyonu kadınlarla görüştü. Genelevlerde çalışan kadınların bazılarının yaşlarını bile bilmediği, nüfus cüzdanlarının ise kendilerinde değil genelevin patronunda olduğu ortaya çıktı. Yaşamları boyunca, babalarından, erkek kardeşlerinden ve kocalarından korkan kadınların, genelevde de patronlarından korktuğu gözlemlendi. Kadınların bu işi ortalama 18.68 yıldır yaptıkları ve bir kısmının da bu süre boyunca 3-4 kere dışarıya çıktığı görüldü. Genelevde günlük çalışma saati ise en düşük 5 en yüksek 14 saat.
YAŞLARI BÜYÜTÜLMÜŞ
Komisyon üyeleri, 115 kadınla görüştü. Kadınların yaşları 23 ile 80 arasında değişiyor. Yaş ortalaması 43.65. Ancak birçoğu vesika alabilmek için yaşını büyütmüş. 80 yaşında olup da hâlâ genelevde çalışan H., komisyon üyelerine, torunlarını okutmak zorunda olduğu için hâlâ müşteri kabul ettiğini söyledi. H. “Vizite ücretini çok düşük tutuyorum. 5 TL de olsa yine para kazanıyorum” dedi. H., genelev dışında başka bir iş verilmediği için burada çalışmaya mecbur olduğunu söyledi.
Kadınların eğitim durumları incelendiğinde, büyük çoğunluğunun ya hiç eğitim almadığı ya da sınırlı aldığı görülüyor. Kadınların yüzde 15.7’si okuma yazma bilmiyor. Yüzde 57.4’ü ilkokul, yüzde 10.4’ü ortaokul, yüzde 14,8’i lise, yüzde 0.9’u üniversite mezunu.
KOCASI GETİRDİ
Kadınların yüzde 43.5’nin bekar, yüzde 43.5’nin boşanmış yüzde 13’nün dul olduğu görüldü. Yapılan görüşmelerde, kadınlar evlilikleri sırasında yoğun olarak taciz, şiddet ve tecavüze uğradıklarını söylediler. Kadınların büyük kısmı, kocaları tarafından başka erkeklerle para karşılığı birlikte olmaya zorlandığını belirtti. Kadınlardan biri genelevde çalışmaya nasıl başladığını şu sözlerle anlattı: Diyarbakır’da evliydim, kocam her fırsatta dövüp zorla beni başka erkeklere pazarlıyordu. Aileme gidemezdim “gelirsen kefenle çıkarsın” diyorlardı. Kocam “Senin için İzmir’de boru fabrikasında iş buldum” dedi. Doğru düzgün bir işte çalışacağım diye sevindim. Bir geldim o geliş 20 yıldır burada çalışıyorum.
Kadınların yüzde 47,8’i resmi nikah, yüzde 17,4’ü imam nikahı, yüzde 5,2’si hem resmi hem de imam nikahı ile evlendiğini söyledi. Yüzde 28,7 ise hiç evlenmediğini belirtti. Genelevde çalışan kadınların çocuk sayısı ortalama 1.12 çıktı. Kadınların bir kısım çocuklarıyla hiç görüşmezken bir kısmının çocukları da annelerinin hasta bakımı ve bunun gibi işlerde çalıştığını düşünüyor. Çocuk sahibi olan kadınların çoğu, vesikalı oldukları için başka iş bulamadıklarını, deneseler de geneleve geri dönmek zorunda kaldıklarını söylediler.
Para karşılığı ilk ilişki 11 yaş!
Genelevde çalışan kadınlara ilk cinsel deneyimlerini yaşadıklarında kaç yaşında oldukları da soruldu. En düşük 8, en yüksek 23 çıktı. Cinsel deneyim yaş ortalaması ise 16. Komisyon üyeleri, 8 yaşında cinsel deneyimin söz konusu olamayacağını, bunun tecavüz olduğunu değerlendirdi. Para karşılığı ilk cinsel ilişkide en düşük yaş 11, en yüksek yaş 43. Yaş ortalaması, 21.22. Burada çıkan 11 yaş sonucuyla ilgili de, böyle bir talebin o yaşta çocuktan gelmesinin mümkün olmadığı çocuğun aile bireyleri tarafından başka erkeklerle para karşılığı cinsel ilişkiye zorlandığı değerlendirmesine de yer verildi.
İller arası nakil
Kadınların yüzde 22.6’sı Ege Bölgesi, yüzde 20,9’u Akdeniz Bölgesi, yüzde 18.3’ü Marmara Bölgesi, yüzde 9.6’sı Karadeniz Bölgesi, yüzde 9.6’sı İç Anadolu Bölgesi, yüzde 7,8 Güneydoğu Anadolu Bölgesi, yüzde 1.7’si Doğu Anadolu Bölgesi şehirlerinde yüzde 2.6’sı da yurtdışında doğduğunu söyledi. Çalışmayı yapan komisyon üyeleri, her bölgeden kadının olması durumunu farklı illerdeki genelevlerden nakille yer değişikliği yapıldığı şeklinde değerlendirdi.
30 kez düşük yaptı
Kadınların yüzde 78.3’ü düşük ya da kürtaj yapması haline evet yüzde 21.7’si hayır yanıtını verdi. Düşük sayısı, 0 ile 30 arasında değişiyor. Ortalama düşük sayısı 4.40. Kadınların yüzde 57.4’ü düşük ya da kürtajı özel sağlık kuruluşunda, yüzde 9.6’sı resmi sağlık kuruluşunda, yüzde 7’si kendi kendine, yüzde 3.5’i ebe ve benzeri sağılık personelinin yardımıyla yaptığını söyledi.
Yaşlansa da burada yaşıyor
Yaşı ilerleyen kadınlar, genelevlerde yaşamaya devam ediyor. Artık yeterince para kazanamayan bu kadınlar, dışarıdan ev tutamadıkları için genelevin patronundan oda kiralayarak burada yaşamaya devam ediyor. Yaşlanan genelev kadınları, tutukları odanın yanındaki odada da düşük ücretlerle müşteri kabul ediyor.
TERÖRLE MÜCADELE DOSYASI : TERÖRÜN ÇÖZÜMÜ – ASALA – MODELİNDE
KAYNAK : http://golcukhaber.com.tr/2016/12/terore-asala-modeli/
İstanbul’da çok acı bir olay yaşadık, üstelik bir spor müsabakası sonrasında. Başbakan Yıldırım “Alçakça saldırıyı PKK’nın yaptığından şüphemiz yok” dedi. Biz hain FETÖ örgütüyle mücadeleye devam ederken, ortada bir de DEAŞ belası var. Şimdi baktığımızda üç terör örgütünün de dış bağlantıları var. Bu alçaklar birilerinin maşası, yani piyon. İstanbul’daki saldırıda yabancı istihbarat örgütlerinin de yardım ettiğini ve işin içinde olduğunu söyleyebiliriz. O halde bu alçaklara bir zamanlar ASALA’nın da başınıza ne dertler açtığını düşünerek ve adi ASALA örgütünün nasıl yok edildiğini hatırlayarak bakalım. Bu alçaklara da ASALA’yı yok etme modelini uygulayalım. Şimdi bakın size bir başka hikaye daha anlatayım. İsrail 1948’de kuruldu, MOSSAD ise 1949’da. MOSSAD gücünü ve kendini nerede gösterdi, şimdi ona bakalım. 1972’de Almanya’da Münih Olimpiyatları sırasında on beşe yakın İsrailli sporcu Filistin gerillaları tarafından öldürülmüştü. MOSSAD o işin içinde kim varsa hepsini birden yok etti ve bir daha İsrail böyle bir olayla karşılaşmadı. O halde bizim de uygulamamız gereken yol bir zamanlar ASALA’ya uyguladığımız yol olsa gerekir diye düşünüyorum. Türkiye’nin yine bu olay karşısında sergilediği tavır da aslında tüm dünyayı şaşırtıyor. İktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle, sanatçısıyla, halkıyla bir anda kenetlenen bir büyük milletin sergilediği tavır; tüm dünyaya karşı önemli de bir mesajdır. Şimdi burada HDP’ye de bir bakmak lazım. Mecliste grubu bulunan dört siyasi parti var üçü teröre karşı ortak bildiride imzayı koymuş. HDP’nin imzası yok. Efendim neymiş, içeriğini beğenmemişler. Buna bu milletin vatanını seven bayrağına bağlı hiç bir ferdi inanmaz. PKK’dan ve terörden yana bir tavır gibi algılar ki, böylesine önemli bir süreçte bu ayrı tavır, mutlaka karşılarına en yakın sandıkta çıkacaktır diye düşünüyorum.
SPOR MÜSABAKASI SONRASI OLMASI DAHA DERİN ÜZÜNTÜYE NEDEN OLDU
Futbol Federasyonu ve Kulüpler Birliği seyirci yasağını kaldırarak, çok güzel bir adım atmıştı. Galatasaray seyircisi Beşiktaş sahasına konuk oldu, çokta güzel oldu. Kol kola bir mesaj verildi. Sonra Galatasaray seyircisi Kadıköy’e geldi, güzel bir atmosfer yaratıldı. Ardından Beşiktaş seyircisi geldi, birlik ve beraberlik mesajları verildi. Eski güzel günleri yaşamaya başladık. Sonra Bursa seyircisi Beşiktaş’a geldi. Ne yazık ki, o seyircileri korumakla görevli polis kardeşlerimiz hain bir saldırı sonrasında şehit düştüler. Televizyon programlarında “Ya keşke şu yasak kalkmasaydı mı” gibi laflar edildi. Öyle ya konuk seyirciyi korumak için orada olan polis kardeşlerimiz eğer seyirci yasağı devam etseydi orada olmayacaktı, gibi bir mantık işlendi. Herkes doğal olarak üzgün ve insan canı tabi ki her şeyden çok daha önemli. Ancak seyirci yasağının tekrar başlaması terör örgütleriyle alçak teröristleri cesaretlendirmekten başka bir işe yaramaz, olumlu olan uygulama devam etmeli, tedbirler de ona göre alınmalı. Spor müsabakası sonrasında canımızın yanması bu alçakların aslında kardeşlik teması işleyen spora karşı da nasıl hain olduklarının önemli bir göstergesidir. Terör insanlık suçudur, terörist zaten insan değildir. Dünyanın en alçak yaratıklarının insanlara karşı işlemiş olduğu bir suçtur ve bugüne kadar dünya yüzünde terörden abat olan olmamıştır. Biz bundan böyle alçak ve bölücü terörün dış bağlantılarını bu milletin önüne koyarak seksen bir vilayetteki seksen milyon insanımızı tek yürek haline getirmeliyiz.
Şeytanın Pisliği
Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebelerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp; “Artık ben kemâle geldim. Sohbete devâm etmeme lüzum kalmadı.” deyip kendi başına bir yere çekildi. Benlik ve gururundan dolayı şeytânî bir rüyâ gördü. Rüyâsında, bağlık bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini gördü. Bu rüyâyı hakîkat zannedip, kibiri daha da arttı ve bu hâlini arkadaşlarına anlattı. Onlar da Cüneyd-i Bağdâdî’ye arzettiklerinde, Cüneyd-i Bağdâdî çok üzüldü ve anlatılan kimsenin yanına gitti. Baktı ki o kimseyi şeytan aldatmış, Ona;
“Seni bu gece Cennet’e götürürlerse, Cennet’e vardığında üç defâ Lâ havle oku.” buyurdu. Hakîkaten o kimseyi rüyâsında Cennet’e götürdüler. O kimse Cennet’e vardığında üç defâ Lâ havle okudu. Gördüklerini ve kendisinde hâsıl olan şeytânî hâllerin hepsini unuttu. Bir anda kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü.Uyandığında gördüklerini hatırladı ve içine düştüğü hatâyı anladı. Çok pişman olup tövbe etti ve Cüneyd-i Bağdâdî’nin elini öptü. Sohbetlere devâm edip, talebeler arasındaki yerini aldı.
Hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî buyurdu ki:
“Herkese bir mürşid-i kâmil lâzımdır. Aksi halde mel’ûn şeytan gelip kendisine musallat olur ve insan maazallah ona tâbi olur.”
TERÖR DOSYASI /// M. KEMAL SALLI : BEŞİKTAŞ KATLİAMI VE “FIRAT KALKANI”
M. Kemal SALLI
mksalli
Bölgemizde, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının hemen ardından, 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında bir dünya savaşı yaşanmaktaysa ve ülkeniz hem stratejik konumu nedeniyle hem de bölgesel bir aktör olarak bu savaşın kapsama alanı içindeyse, Beşiktaş katliamına basit bir terör eylemi olarak bakamazsınız. Bir ülkenin en büyük metropolünden tüm dünyada yankı uyandıracak bir operasyon gerçekleştirilmişse, bu katliamın arkasındaki güç yalnız Türkiye’ye değil, tüm dünyaya bir mesaj veriyor demektir.
Bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeyi hedefleyen küresel güç PKK/YPG ve DEAŞ gibi örgütleri operasyonlarında maşa olarak kullanıyorsa, “Beşiktaş’taki katliamı hangi örgüt gerçekleştirdi?” sorusu doğru bir soru olamaz: arkasındaki gerçek aktörleri ve hedeflerini görmek gerekir.
Ortadoğu’daki tablo göründüğü kadar karmaşık değil. ABD ve Batılı dostlar politik sorunlarını Türkiye üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Türkiye kendini güney sınırları boyunca kuşatacak ABD/İsrail Koridoro’na “hayır!” dedikçe, “Fırat Kalkanı” operasyonlarını derinleştirdikçe bombalar patlıyor.
Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş, Beşiktaş katliamına ilişkin açıklamasında, “Kesin değil, ama oklar PKK’yı gösteriyor” demişti. Katliamın kriminolojik yapısına bakıldığında da PKK’nin parmak izlerini rahatça görebiliyoruz.
Doğrudur, Beşiktaş katliamını PKK yapmış olabilir, ama bu noktada terör ve terör örgütleri konusundaki şaşmaz kuralı bir kez daha hatırlamamız gerekir: “Hiçbir terör örgütü arakasında bir devlet desteği olmadan varlığını sürdüremez.”
Taksim’deki katliamın ardındaki gerçek aktörleri, hedeflerini ve vermek istedikleri mesajı görebilmek için olaya bu çerçeveden bakarak değerlendirmek gerekir.
Bölgemizde, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının hemen ardından, 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında bir dünya savaşı yaşanmaktaysa ve ülkeniz hem stratejik konumu nedeniyle hem de bölgesel bir aktör olarak bu savaşın kapsama alanı içindeyse, Beşiktaş katliamına basit bir terör eylemi olarak bakamazsınız. Bir ülkenin en büyük metropolünden tüm dünyada yankı uyandıracak bir operasyon gerçekleştirilmişse, bu katliamın arkasındaki güç yalnız Türkiye’ye değil, tüm dünyaya bir mesaj veriyor demektir.
Bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeyi hedefleyen küresel güç PKK/YPG ve DEAŞ gibi örgütleri operasyonlarında maşa olarak kullanıyorsa, “Beşiktaş’taki katliamı hangi örgüt gerçekleştirdi?” sorusu doğru bir soru olamaz: arkasındaki gerçek aktörleri ve hedeflerini görmek gerekir. Bu hedeflerin neler olabileceğinden “Fırat Kalkanı Tehlikeleri” ve “Fırat Kalkanı mı, Dicle Kalkanı mı?” başlıklı yazılarımda söz etmiştik.
Beşiktaş katliamını Ortadoğu’daki gelişmelerden, özellikle de Suriye’deki güç mücadelesinden ayrı düşünemeyiz. Beşiktaş katliamına uzanan gelişmeler zincirinin en önemli aşaması, BOP’un en önemli hedeflerinden biri olan “Kürt Koridoru” görünümlü ABD/İsrail Koridoru’nun tıkanmış olmasıdır. “Saddam’ın kimyasal silahlarını yok etmek” (!) ve demokrasi getirmek” (!) için Irak’ı işgal eden çağdaş haramilerin hesapları, Rusya ve İran’ın Esad’a destek vermeleri nedeniyle Suriye parselinde duvara tosladı. Irak’ın yağmalanan petrol ve doğalgazını Akdeniz’e taşıyacak olan ABD/İsrail Koridoru Fırat’ı aşamadı. Koridor Halep’i aşıp Akdeniz’e ulaşamadı, ama Suriye’deki paylaşım kavgası henüz sona ermiş değildir.
Türkiye de, kendisini 1200 kilometrelik güney sınırları boyunca kuşatacak bu koridorun oluşmasından büyük rahatsızlık duyuyordu. Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi dolayısıyla gerginleşen ilişkilerini normalleştiren Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” operasyonu başlatmasıyla “koridor”un önüne bir engel daha konmuş oldu.
“Türkiye açısından Suriye coğrafyasında, Çobanbey’den Halep’e, Bayır-Bucak’a uzanan Türkmen coğrafyası ne kadar önemliyse, Irak’ta Telafer’den Musul-Kerkük’e, Bedre’ye uzanan Türkmeneli coğrafyası o kadar önemlidir. Hatırlayalım, İsrail’in güvenliğini sağlamak açısından, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak olan bir “Koridor” oluşturma çalışmaları 1991’de, I. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesiyle başlatılmıştı.
Kerkük referandumu ve Musul’un kurtarılması sonrasındaki gelişmeler, Irak’ın bölünmesi gibi bir sonuç üretirse, Fırat Kalkanı’nı zorunlu kılan gerekçeler bir Dicle Kalkanı’nı gündeme getirebilir.
Çünkü Türkiye, Irak Türkmeneli coğrafyasını oluşturan Telafer, Zaho, Eski Kelek, Musul, Kerkük, Erbil, Mahmur, Altunköprü, Tavuk, Tuzhurmatu, Tazehurmatı, Kıfri, Karatepe, Diyala, Mendeli ve Bedre’de bugüne kadar uygulanan insanlıkdışı uygulamalara, katliamlara daha fazla seyirci kalamaz.
Çünkü Türkiye, onyıllar boyu ülkemizin birliğini, bütünlüğünü hedef PKK terör örgütünün komuta merkezinin Türkmeneli’ndeki Kandil’de barınmasına artık izin veremez. Petrol zengini bir bölge olduğunun anlaşılmasından bu yana, Kandil’e artık, yalnızca, PKK Karargahı olarak bakılmıyor. PKK hem Irak’ta hem de Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan kantonlarda, uyuşturucu ticareti yanı sıra petrol ticareti de yapıyor.
Türkiye, 1926’da, Irak’ın bağımsız bir ülke olması koşuluyla vazgeçtiği Musul ve Kerkük petrollerinin bir referandum komedisiyle bir başka ‘yönetime’ devredilmesine kayıtsız kalamaz.”
“…Görüldüğü gibi, Türkiye’nin 15 Temmuz savrulmasına rağmen başarıyla yürüttüğü ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu, önümüze, çok ciddi sorunlar yığmıştır.”
“ …Bizi bir ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu yapmaya mecbur bırakan dinamikleri ve önümüze çıkarabileceği sorunları görmek ve önlemini almak zorundayız.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin oğlunun doğduğu yer olan Çobanbey’de bir “Güvenli Bölge” oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz ‘Fırat Kalkanı’nın maddi ve ruhani boyutlarını görmek ve bilmek zorundayız. Bizi ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu yapmak zorunda bırakan gelişmeler, yalnızca sınır güvenliği sorunu değildir; Türk’ün ve İslam’ın sancaktarı olmuş Türk milletinin tarih sahnesinde kalabilme mücadelesidir. Bu mücadele, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu’nun siyasi haritasını yeniden şekillendirmek üzere yola çıkan bir süper güce karşı varlığını sürdürme mücadelesidir.”
ABD İLE OLDUĞU GİBİ, RUSYA İLE DE SORUNLARIMIZ VAR
ABD, Fırat Kalkanı operasyonuyla sınırdan El Bap’a kadar uzanan bölgede bir güvenli bölge oluşturarak, hem koridorun önünü kesmeyi hem de hem de terör tehdidini yok etmeyi hedefleyen Türkiye, El Bap’a yürürken hem ABD hem de Rusya’nın itirazıyla karşılaştı. ABD, “Karadaki en sağlam dostum olan PKK/PYD’ye dokunma” derken Rusya da, “El Bap’ aşıp Halep’e yaklaşma” diyor. Türkiye’nin El Bap’ı kontrol altına alarak Halep’in kuzeyindeki muhaliflerle yeniden ilişki kurmasını istemiyor.
TÜRKİYE TARİHİ BİR SINAVDA
Türkiye’nin bir devlet refleksiyle başlattığı “Fırat Kalkanı”operasyonuyla ABD’nin “enerji koridoru” önündeki duvarı daha da güçlendirmesi ABD ve Batılı ortaklarının planını zora sokmuş oldu. Türkiye’nin ÖSO’ya destek olarak sürdürdüğü “Fırat Kalkanı” sürecinde ABD’nin “Karadaki en sağlam müttefikim” dediği PKK/YPG’ye darbeler indirmesi de Suriye’de duvara toslamış olan Batı cephesinde tedirginlik oluşturmuştu. Şu aşamada ABD’nin PKK/PYD’den vazgeçmesi mümkün değil; o nedenle PKK/PYD’ye yatırım yapmaya devam ediyor. Silahlandıyor, asker ve bürokrat olacak şekilde eğitiyor ve Irak ile Suriye’nin kuzey parsellerini birleştirerek Akdeniz’e uzanan ve İsrail’in güvenliğini sağlayacak olan bir kuşak oluşturmaya çalışıyor. Türkiye PKK/YPG’ye darbe vurdukça ABD’nin kaşları çatılıyor.
Beşiktaş katliamı dahil, günümüzde Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki gelişmelerin perde arkasını görebilmek için, ABD seçim sonuçları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Obama döneminde ABD, Ortadoğu ve Uzakdoğu’da uyguladığı politikalarda beklediği sonuçları alamadı; zorlanıyor. ABD gemisini yüzdürebilmek için yönetimde değişiklikler yapmak istiyor. Neo-conlar hedeflerine ulaşamadılar. Bütün anketlerin Hillary Clinton’ı göstermesine rağmen, ondan 1 milyon daha az oy alan Trump’ın kazanması nedenlerini doğru değerlendirmek gerekir. Anlaşılan o ki, Pentagon ağırlığını koyarak ABD’nin Ortadoğu ve Uzakdoğu’da duvara toslayan politikalarını revize etme hazırlığında..
5 Ocak’ta göreve başlayacak olan Trump, Rakka operasyonu’nun Nisan 2017’ye ertelendiğini açıkladı. Nedenini bilemiyoruz, ama konu enerji hatlarına yeni güzergah bulmakla ilgili olduğu sanılıyor. Ortadoğu’daki paylaşım kavgasının asıl nedeni de enerji kaynakları ve dağıtım hatlarıyla ilişkili.
ENERJİ HATLARI KAVGASI
Türkiye, ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptığı dönemde, Esat’la, Katar doğalgazının Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması konusunda anlaşmışlardı. Fakat, Rusya, İran ve Çin’in devreye girmesi sonucunda vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Estirilen Arap Baharı rüzgarlarıyla Suriye kaosa sürüklendi, parçalanma noktasına geldi. Kıbrıs, Mısır, Katar, Gazze, İsrail doğalgazının Avrupa’ya taşınması konusunda ABD ile Rusya arasında büyük bir kavga yaşanmakta, ama AB ülkeleri de Çin de kavgadan uzak değil. Rusya Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının yüzde 33’ünü karşılıyor. ABD, Ortadoğu petrolünü ABD/İsrail Koridoru içinden Akdeniz’e ulaştırırken doğalgazını da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırarak AB ülkelerini Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtarmayı planlıyor.
Türkiye kendini güney sınırları boyunca kuşatacak ve terör üretecek ABD/İsrail Koridoru’na karşı çıkarken, Rusya da, kendisini “petrol tedarikçisi” konumundan uzaklaştıracak olan bu “koridor”a karşı duruyor. Bu arada, Ukrayna’da önü kesilen Putin Rusyası, imzaladığı anlaşmayla doğalgazını Türk Akımı kanalıyla Anadolu üzerinden Avrupa’ya ulaştırmanın hazırlığını yapıyor. Azerbaycan doğalgazını Avrupa’ya taşıyacak olan TANAP 2018’te açılıyor..
Enerji merkezli böylesine bir karmaşa içinde restler çekiliyor, sürpriz ortaklıklar kuruluyor. İsrail Türkiye ile ilişkilerini hızla normalleştiriyor ve Rusya’nın Türk Akımı’na paralel bir doğalgaz boru hattı için anlaşma imzalanıyor. Tablo sıkıntılı ve karmaşık gibi görünse de, göründüğü kadar karmaşık değil. ABD ve Batılı dostlar politik sorunlarını Türkiye üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Türkiye kendini Güneysınırları boyunca kuşatacak “korıdor”a “hayır!” dedikçe, “Fırat Kalkanı” operasyonlarını derinleştirdikçe bombalar patlıyor.
Beşiktaş katliamının özü, özeti bu. Allah ülkemizi terör belasından korusun..
Son Yorumlar