Etiket arşivi: RUSYA DOSYASI

RUSYA DOSYASI /// MEHMET BERK YALTIRIK : Yeni Rusya Yine Rusya yahut Diplomat Ölümleri


Yeni Rusya Yine Rusya yahut Diplomat Ölümleri

"Diplomat ölümlerinden çok önce ilk olarak Rus askeri ve askeri istihbarat yetkililerin ölümleri söz konusu olduğunda, medyada çok yer verilmese bile, yapılanlara ilişkin “Kremlin’in temizlik harekâtı” yorumu gelmişti."

Son ayların popüler başlığı, her yeni “sır diplomat ölümlerinde” gündeme gelen “Rus dışişlerinde neler oluyor?” sorusu oluyor. Yerinde bir soru ancak hedefi hatalı. Asıl sorulması gereken Rusya’da nelerin olduğuyla ilgili olmalı.

Gerek son birkaç ay boyunca meydana gelen Rus diplomat ölümleri, gerekse QHA’nın haberlerini takip edenlerin aşina olacağı Kırım’ın işgaline karışmış askeri ve askeri istihbarat yetkililerin ölümleri (bilindiği gibi Kuzey Kafkasya ve Yugoslavya’da, Rusya’nın çeşitli saldırı operasyonlarında görev yapmış olan Rusya Federasyonu Hava İndirme Karargâhı Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Aleksandr Şuşukin 27 Aralık 2015 tarihinde, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetler Genelkurmayına bağlı İstihbarat İdaresi (GRU-Askeri İstihbarat) Başkanı İgor Sergun’un da 4 Ocak 2016 tarihinde öldüğü bildirilmişti) gerçekten hayli dikkat çekici. Ancak dikkat çekiciliği nispetinde de peşin yargılı ve meseleyi kestirmeden çözdüğünü iddia eden analiz çöplüğünü de beraberinde taşıyor.

Diplomat ölümlerinden çok önce ilk olarak Rus askeri ve askeri istihbarat yetkililerin ölümleri söz konusu olduğunda, medyada çok yer verilmese bile, yapılanlara ilişkin “Kremlin’in temizlik harekâtı” yorumu gelmişti. Şuşukin ve Sergun, Kırım’ın işgali gibi uluslararası davalara konu olabilecek bir operasyonda rol aldıklarından, ölümleri bir anlamda “delilleri yok etme” olarak nitelendirilmişti. Buna karşı pek bir yorum geliştirilemediğinden bu görüşe de pek karşı çıkan olmamıştı.

Ancak ardı arkası kesilmeyen Rus diplomat ölümleri, Rusya ile kadrolarının ilişkileri konuşulan Trump dönemi çerçevesinde, “Amerikan derin devletinin” Rusya’yı hedef aldığı yolunda türlü çeşit komplo teorisiyle açıklandı. Teori dediysem girift planlamalar ve kesişim noktaları maske kişi ve kurumlarla örtülmüş bağlantılar aklınıza gelmesin. Bilindik, herhangi bir kahvehane sohbetinde dile getirilebilecek, hepimizin çoğu gazete köşesinden aşina olduğu savlardan bahsediyorum.

Her ne hikmetse birbirlerinden ayrı tutulan bu diplomat ölümleri ve hatta yukarıda ahsi geçenlerle birlikte (1 Ocak 2017’de Ermenistan’da bir otelde ölü bulunan Binbaşı Viktor Yemelyanov ve 2016 başlarında ölen askeri yetkililer dâhil) karşımıza çıkan çerçevede Rusya idaresinde “bir kıpırdanmanın meydana geldiğini” düşündürebilecek ölümler, Rus karşıtı blokun intikam hamlesi olarak değerlendirildi. Yine her ne hikmetse Rusya’dan kendi idarecilerine yönelik ne bir karşılık verileceği tehdidi, ne bir misilleme iması geldi. Her fırsatta Kırım’ın işgaline ilişkin sahte gündem oluşturmaktan Avrupa’daki marjinal grupları manipüle etmeye sayısız kolu ve neferi bulunan muazzam “Rus propaganda mekanizması”ndan dahi bir ses çıkmadı.

“Kremlin’in buz adamı Putin” temalı soğuk savaş tandanslı satranç maçı benzetmeli teoriler Kremlin’in vaktini beklediğini ilan ededursun, Rus devleti bünyesindeki bu sır ölümler, tarihinde bu tür “kritik dönemde kadro temizlikleri” eksik olmayan Rusya’da daha başka gelişmeler olduğunun habercisi olabilir.

Bu retorik bağlamında iki teori karşımıza çıkıyor. Ya, Kremlin delillerini temizliyor yahut Rusya’daki devlet mekanizması, uluslararası baskının geleceği noktayı kestirerek şimdiden bir şeylerin hazırlığı içerisine girmiş durumda. Kremlin’in soğuk sessizliği bu nedenle dışarıdaki düşmandan çok, Rusya’nın ve hatta idari mekanizmanın içine yönelik “hasımlara” ilişkin bir mesaj yahut gerçekten de bu bilinmezlik içinde “olası iç hasımları tespit” hamlesi olabilir.

Teorinin de teorisi olarak, Rusya’nın uluslararası baskılardan sıyrılmak için doğrudan öne sürmese bile kendisini mağdur göstermek için bazı ölümlere ses çıkarmayacağı, hatta korumayı kasten gevşettiği yönünde bir tez ortaya atılabilir. Ancak bunun da çok uç bir fikir olacağını beyan etmeli.

Neticede otopsilerin içeriğine ilişkin bilgilerin tam bilinmesi bir yana ta Sovyetler döneminde zehir laboratuvarlarından meşhur “Bulgar şemsiyesine”, birçok operasyonda kimyevi bilgilerini kullanmaktan çekinmeyen bir idarenin, “sırlı diplomat ölümlerinde” uzaktan uzağa sırıtması, başka ihtimallerin de olabileceğini akla getiriyor.

Bu noktada (cevabı aşikar olsa da) başka bir soru sormalı: Yeni Rusya yine Rusya mı?

RUSYA DOSYASI : Rus Şantaj Tarihini Aydınlatan Trump Dosyası


bn-rp147_kompro_gr_20170111142957.jpg?itok=Cr4nayFC

Diplomatlar, politikacılar ve bürokratlar, bilgi içeren materyallerin sızdırılması sebebiyle utanç içindeler.

MOSKOVA- Salı günü, Başkan seçilen Donald Trump ile ilgili bir dosyanın halka açıklanması, Rusya’nın, şantaj amacıyla tanınmış kimselerle ilgili bilgi içeren materyallerin toplanması uygulaması olan, karanlık kompromat sanatına ışık tutuyor.

Dosya, Rus yetkililerinin Trump’ın seks işçileri ile ilişkisini kanıtlayan deliller edindikleri ve bunu şantaj için yedekte beklettikleri iddiası da dahil olmak üzere doğrulanmamış ithamlar ile dolu.

Trump raporları reddetti. “İstihbarat kurumları, bu tarz sahte haberlerin topluma sızmasına asla izin vermemelidir,” dedi Trump Çarşamba günü Twitter’da, “Bu bana yapılan son bir vuruş.”

Rus haber ajanslarına göre, Kremlin dosya ile alakalı herhangi bir bağlantıyı reddetti ve Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov raporları “ucuz roman” olarak tanımladı.

Bilgi içeren/şantaj unsuru materyal anlamına gelen Rusça ifadenin kısaltılmış hali olan kompromat, Rusya’da Sovyet dönemine kadar uzanan zengin bir tarihe sahip. Diplomatlar, politikacılar ve bürokratların hepsi, sızdırılan videolar ve diğer materyaller sebebiyle utanç içinde.

Şantaj hiçbir zaman Rusya’ya özgü olmasa da kompromat’ın konuşlandırılması ülkenin çıplak iç siyasetinde sıradan bir özellik.

Geçtiğimiz yılın başlarında, Kremlin yanlısı televizyon şebekesi NTV, muhalefet partisi Parnas’ın lideri Mikhail Kasyanov’un gizli kamera görüntülerini yayınladı. Görüntüler, Kasyanov’un bir başka parti üyesi ile olan duygusal ilişkisini ve diğer muhalif politikacılar hakkında yaptıkları dedikoduları ortaya çıkardı.

Kasyanov video ve gizli kameraların kullanımı ile ilgili yorum yapmayı reddetti. Eylül ayındaki parlamento seçimlerinin öncesinde yayınlanan görüntülerde, Rusya’nın zorlu muhalefeti bölünmüş ve önemsiz gibi kırılmış şekilde gösterildi. Kasyanov’un partisi, parlamentoda temsil edilmek için yeterli oyu alamadı.

Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü’nden siyasetçi ve tarihçi olan Valery Solovyov, Rus hükümetinin, muhalifler, potansiyel hasımlar ve siyasi muhalifler üzerine dosya hazırlama konusunda uzun bir tarihe sahip olduğunu söyledi.

“Kremlin tabii ki de şantaj unsuru materyal topluyor” dedi. “Gelenek Sovyet KGB’sine kadar gidiyor ve şu an bu materyaller özel servisler ve gazeteciler tarafından toplanıyor.”

Gazeteciler, özellikle de büyük bir şevkle Kremlin yanlısı olan TV kanalları, 2010-2012 yıllarında Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin’e karşı yürütülen protestolarda muhalefet figürlerini, o zamanlar eski Demokrat başkan adayı Hillary Clinton başkanlığında olan ABD Dışişleri Bakanlığı ile iş birliği yapmak gibi çirkin eylemlerle suçlamak için kullanıldı. Gazeteciler, onlara verilen materyalleri dağıttıkları gibi, muhalefette “kompromat” topladılar.

Ancak Solovyoy, toplanan şantaj içeren materyallerin azıcık bir miktarının diğerleri aleyhinde kullanıldığını söyledi. Çok azı alenen ortaya seriliyor, diye ekledi.

“Eğer kaliteli ve güvenilir ise, en iyisi gizli şantajdır.” dedi.

B sınıfı ajan polisiyeleri gibi görünebilen “kompromat”, diğer ülkelerle olan diplomatik çekişmelerde de bir araç olarak kullanılmaktadır. Rusya’ya gönderilen Batılı diplomatlar, cinsel tuzaklardan kaçınmak için eğitildi: Evli bir diplomatın evlilik dışı bir ilişki yaşarken yakalanması, örneğin, sırların açığa çıkarılması için şantaj olarak kullanılabilir.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Rus web sitesi Komsomolskaya Pravda’nın bir seks işçisini ziyaret eden Amerikalı bir diplomat olduğu iddia edilen bir adamın görüntülerini yayınlaması üzerine, 2009 yılında resmi olarak bir şikâyette bulundu. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ian Kelly, diplomatın, o dönemde uydurma bir video ile “Rus basınının kullanıldığı bir karalama kampanyasının öznesi” olduğunu söyledi.

Güvenlik servislerinin korkulduğu ve saygı duyulduğu, siyasal baskı aracı olarak zengin bir gözetleme tarihine sahip bir ülkede, kompromat belirli bir rezonans taşımaktadır.

Gözetlenme korkusu, pek çok Rusun alışkanlıklarının içine işlemiş durumda, gerçekten izlenseler de izlenmeseler de. Ruslar genellikle gizli kameralar hakkında marazi bir espri anlayışına sahipler ve “Bu telefon üzerinden konuşulacak bir konu değil” cümlesini duymak alışılmadık bir şey değil.

Bazı Ruslara göre, Trump dosyasına gösterilen ilgi, tıpkı bir Rus politik draması gibi tükeniyor. Yuri Skuratov, Rusya’nın eski baş savcısı, Trump dosyasının doğru oluşundan şüphe ettiğini söyledi.

“Bu politik bir eylemden fazlası değil,” dedi. “Seçimin kaybeden tarafı için ideal bir biçimde yazılmış. Bu tümüyle aldatıcı ve Amerikan okuyucu için de neden Trump’ın birdenbire Rusya ile iyi ilişkilere girmeye başladığını açıklamaya çalışıyor.

O dönemki Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin ve müttefiklerinin yolsuzluk suçlamalarına bakmaya başladıktan sonra, Skuratov’da şantaj içeren materyallerin kurbanı oldu. 1999 yılında, ona benzeyen ve iki kadın ile yatakta görüntülenen birinin olduğu görüntüler yayınlandı. Sonraki sene ülke meclisinin senatosu tarafından görevinden alındı.

Eski savcı, videodaki adamın kendisi olmadığını öne sürüyor.

“Bu, ben Yeltsin ve çemberinin yolsuzluklarını soruşturmaya başladığımda beni uzaklaştırmak için yapıldı” dedi Skuratov. “Beni kovdurmak ve soruşturmadan uzaklaştırmak için yapıldı.”

Çeviren (Tam Metin): Gaye Polat

(WSJ, Nathan Hodge ve Thomas Grove, Trump Dossier Spotlights Russian History of ‘Kompromat’, 11 Ocak 2017)

Gaye Polat

RUSYA DOSYASI /// KEREM ÇALIŞKAN : İsmail Hakkı Pekin’e gelen ilginç Rusya istihbaratı


İsmail Hakkı Pekin’e gelen ilginç Rusya istihbaratı

İşte bunun için ‘Başkanlık Sistemi’ne, Tek Adam yönetimine, Saray’daki şahsın siyasi inadı ile dış politika belirlenmesine karşı çıkıyoruz…

Erdoğan’ın ‘Başkanlık’ kampanyası tam gaz…

Reis’e destek için ‘Evet’ diyenlar baş tacı…

Gazi Meclis’i savunmak için ‘Hayır’ diyenlere baskı, dayak, sopa, gözaltı, kurşun…

CHP’li bir genç ‘Hayır’ afişi asarken sokak çeteleri tarafından kurşunlandı…

Tıpkı şarkıdaki gibi…

Sana başkanlık yolları, bana kurşunlar…

Tamam kardeşim, kurşun atın da, bir neye ‘Evet’ neye ‘Hayır’ dediğinizi anlayın…

El Bab’da Türk askeri savaşıyor…

Ne için?

PKK’nın Kuzey Suriye’de Akdeniz’e açılan bir Kürt otonom bölgesi kurmasını engellemek için…

Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güney sınırında boylu boyunca bir PKK-PYD terör devleti kurulmasını engellemek için…

Güneyimizde kurulacak böyle bir PKK-PYD devletinden Türkiye’ye sürekli terör saldırıları ve tehdidi gelmesini engellemek için…

El Bab’da ve Suriye’de Fırat Kalkanı operasyonunda verdiğimiz toplam şehit sayısı şimdilik 50’yi geçti…

Bunlar vatan için, Türkiye’nin bütünlüğü için, güneyden gelecek terör tehdidini engellemek için can veren gencecik yiğitlerimiz…

TSK El Bab’da savaşırken Ankara, Astana’da Rusya, İran ve Suriye ile Suriye barışı için masaya oturdu…

Astana’dan gelen haberler, Esad’ın görevde kalacağı, buna karşılık Suriye’nin kuzeyinde PYD’ye bir otonom bölge verileceği yönünde…

İSMAİL HAKKI PEKİN’İN AÇIKLADIĞI ÖNEMLİ İSTİHBARAT

Aydınlık gazetesinin istihbaratçı yazarı emekli koramiral İsmail Hakkı Pekin, bugünkü köşesinde Rus yetkililerin Kürt otonomi bölgesi için vaatleri olduğunu açıkladı.

İsmail Hakkı Pekin’in Türkiye açısından bu hayati bilgiyi paylaştığı cümlesi şöyle:

“Astana’daki görüşmelerde Rusya askeri heyetine başkanlık eden, Rusya Genelkurmay Başkanlığı Ana Harekat Dairesi Başkan Yardımcısı Stanislav Hacimagomedov, söz konusu taslağın Suriye’nin bölünmez toprak bütünlüğünü öngördüğünü belirtmektedir. Ancak bu konuda daha önce görüştüğüm Rus yetkililer Kürt bölgelerine otonomi konusunda vaatleri olduğunu söylediler. Böyle bir şey vuku olursa Türkiye hem içerden hem de Irak ve Suriye kuzeyinden PKK ile kuşatılacak. Ya bunu kabule zorlanacak ya da ABD ve Avrupa desteğindeki PKK ile savaşacak.’’ (İsmail Hakkı Pekin-Aydınlık 30-01-2017)

Demek ki, Astana’dan ABD-Rusya’nın PYD’ye otonom bölge verme planı boş ve palavra bir uydurma haber değil. İstihbaratçı emekli korgeneral (Ergenekon mağduru) İsmail Hakkı Pekin tarafından birinci elden, birinci ağızdan doğrulanan bir bilgi…

Görülen o ki, ABD, Rusların istediği Esad’ın görevde kalması karşılığı, PYD’ye otonom bölge verilmesi için bastırmış ve Rusya’dan bu tavizi almış…

Putin, Suriye’de Trump ile çatışmadan bir çözüm için, Trump’ın çevresindeki Neo-Con’ların da ısrarla istediği ‘Özerk Kürt Bölgesi’ için ABD’ye taviz vermiş…

Suriye’nin falında ABD koruma şemsiyesi altında, güvenli bölge statüsünde bir PKK-PYD otonom bölgesi görülüyor… PKK-PYD’nin kurduğu kantonları birleştireceği bir özerk bölge…Bir terör örgütünün kurduğu, ABD’nin yasal korumasını elde eden bir terör bölgesi…

Arada ‘keleğe gelen’ kim? Türkiye!…

Neden?

Çünkü 5 yıllık Suriye savaşı sonucunda hem Erdoğan’ın ısrarla gitmesini, devrilmesini istediği ‘Zalim Esad’ yerinde kaldı…

Esad Rusya ve İran desteği ile Suriye savaşını kazandı…

Üstelik ABD, 5 yıldır Kuzey Irak’ta ısrarla istediği PKK-PYD Kürt Otonom Bölgesi için Rusya’dan onay ve yeşil ışık aldı…

Şimdi Ankara’nın Menbiç hayalleri de suya düşüyor ve orada ABD-Rusya (Trump-Putin) şemsiyesi altında malum ve meşhur ‘PKK-Kürt terör koridoru’ kurulma planları devreye giriyor…

Daha sonra Suriye’deki bu ‘Kürdistan’ın Hatay üzerinden Akdeniz’e inmek isteyeceği de uluslararası basında artık açıkça yazılıp çiziliyor…

Türkiye ise Suriye savaşı nedeniyle hem içerde hem dışarıda yüzlerce şehit verdi ve vermeye de devam ediyor…

Ve Türkiye’nin savaşın başında Esad’a karşı savaşırlar beklentisi ile destek verdiği terör örgütü PYD şimdi Kuzey Suriye’de özerk otonom bölge kuruyor…

Gelinen bu durumun bir numaralı siyasi sorumlusu kim?

Erdoğan…

Erdoğan, Esad’ı devirme inadına kapılmasa bütün bunlar olur muydu?

Hayır olmazdı…

Türkiye Şam ile anlaşsa Kuzey Suriye’de Kürt Otonom Bölgesi olur muydu?

Erdoğan ‘Hatanın neresinden dönülse kardır’ diyerek Esad ile anlaşsa, PYD bölgesini önleyebilir miydi? Evet, önleyebilirdi…

Ankara ve Şam, Erdoğan ile Esad elele verse, hala PKK-PYD bölgesini önleyebilirler mi?

Biraz zor ama, İran’ı da yanlarına alırlarsa olabilir…

DEVLET AKLI İŞLEMİYOR

Peki bu neden olmuyor?

Devlet aklı neden işlemiyor?

Neden Türkiye’nin çıkarına değil de, Erdoğan’ın inadına göre davranılıyor?

Neden Türkiye’nin ulusal çıkarı, Esad ile anlaşıp, Suriye’de PKK-PYD devletini kurulmasını engellemeyi gerektirirken, Erdoğan’ın siyasi çıkarı için, referandum öncesinde Esad ile anlaşma kendisine oy kaybettirir korkusu nedeniyle Ankara Şam ile doğrudan anlaşmıyor?

Çünkü ‘Tek Adam’ın inadı ve siyasi hesapları, ulusal çıkarın, Türkiye’nin önüne geçiyor….

İşte bunun için ‘Başkanlık Sistemi’ne, Tek Adam yönetimine, Saray’daki şahsın siyasi inadı ile dış politika belirlenmesine karşı çıkıyoruz…

İşte bu yüzden ‘Hayır’ diyoruz…

‘Evet-Hayır’ diye kamplaşmadan önce, neyin niçin olduğunu anlamak gerekiyor…

Hiç değilse El Bab’da savaşan ve şehit düşen gencecik yiğitler anısına…

Odatv.com

RUSYA DOSYASI : NORVEÇ İSTİHBARATI, RUS AJANLAR, POROŞENKO VE NOBEL ÖDÜLÜ


Norveç gizli servisi, Rusya’yı, Nobel Barış Ödülü’nün Ukrayna Devlet Başkanı Pyotr Poroşenko’ya verilmesini önlemek için Nobel Komitesi’ni etkilemeye çalışmakla suçladı.

Norveç’te yayın yapan NRK televizyonunun haberinde, Norveç’teki Nobel Komitesi’nin başkanı Olav Njolstad 2015 yazında Rus diplomatların kendisini ziyaret ettiğini açıkladığı aktarıldı. Njolstad’a göre bu ziyaretin nedenlerinden biri, Ukraynalı yetkililerin, Oslo’daki ABD Büyükelçiliği’ne bir mektup gönderip Nobel Barış Ödülü’nün Poroşenko’ya verilmesi için Nobel Komitesi’ne baskı yapılmasını istediği yönündeki haberleri konuşmaktı.

Nitekim Njolstad, bu ziyaretin Nobel Komitesi’ne müdahale etme girişimi olduğundan şüphelendiğini, bu nedenle de ulusal güvenlik servisleriyle iletişime geçtiğini söyledi.

Norveç’in karşı istihbarat servisinden Arne Christian Haugstoyl ise Rus diplomatların potansiyel bir ödül adayının itibarını lekelemek için basında yer alan haberleri kullandığını iddia etti.

RUSYA: PARANOYAKÇA

Oslo’daki Rusya Büyükelçiliği’nden yetkililerse, NRK televizyonuna yaptıkları açıklamada, Njolstad’ın bahsettiği türden ziyaretlerin rutin diplomatik çalışmaların parçası olduğunu belirtip bunu Rus gizli servisinin bir eylemiymiş gibi yansıtmanın ‘paranoyakça’ olduğunu kaydetti

RUSYA DOSYASI : Rus istihbaratçı ‘vatana ihanet’ten tutuklandı


Rus istihbaratçı ‘vatana ihanet’ten tutuklandı

Rusya’nın en büyük siber güvenlik şirket Kaspersky’in üst düzey yöneticisi ve kıdemli bir Rus istihbarat subayı Ruslan Stoyanov ‘ihanet’ gerekçesiyle tutuklandı.

Rusya’nın üst düzey istihbarat yetkilisi ve ülkedeki en büyük siber güvenlik şirketi Kaspersky’in yöneticilerinden Ruslan Stoyanov ‘ihanet’ gerekçesiyle tutuklandı.

USA Today gazetesinin haberine göre, vatana ihanetten tutuklanan Ruslan Stoyanov, Sovyetler Birliği dönemindeki siyasi mahkumların kaldığı Lefortovo hapishanesine götürüldü. Kaspersky şirketinin sözcüsü Maria Shirokova "Stoyanov’un tutuklanmasının Kaspersky ile bir ilgisi yoktu" ifadelerine yer verdi. Şirket yetkilisi ayrıca Stoyanov’un karşı karşıya olduğu suçlamalarla ilgili hiçbir ayrıntıya sahip olmadıklarını da açıkladı.

ABD istihbaratı, Rusya’yı Donald Trump’ın seçilmesine yardımcı olmak için siber yollara başvurmakla suçlamıştı. Eski Başkan Obama da, siber saldırılar ile seçimlere dışarıdan müdahale edilip edilmediğiyle ilgili soruşturma başlatılması emrini verdi.

Rusya, bu siber saldırı suçlamalarının merkezinde duruyor.

RUSYA DOSYASI /// RUSYA’DA YÖNETİM GELENEĞİNİN DEĞİŞEMEYEN ÖZELLİĞİ : GÜÇLÜ YÜRÜTME


RUSYA DOSYASI : Rusyanın Libya Politikası


Rusyann Libya Politikas.pdf

RUSYA DOSYASI /// Rusyanın Suriyede Stratejik Hamleleri : Sonu Meçhul Başlangıç


RUSYA DOSYASI : Rusya’da Zenofobi (YABANCI DÜŞMANLIĞI)


Rusya’da Zenofobi (YABANCI DMANLII).pdf

RUSYA DOSYASI : Suriye Krizi Sonucu Türkiye Rusya İlişkileri


Darbe sonrası halk oylamasıyla devlet başkanı seçilen Hafız Esed ülkeyi otoriter bir rejimle yönetmiştir. Hafız Esed’den sonra Beşşar Esed de baskıcı tutum sergilemiş ve bu zaten baskılardan, yasaklardan yılan halkın ayaklanmasına, Suriye’de geri dönüşümü olmayan sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve kısa zamanda Arap dünyasına yayılan halk hareketlerinden Mart 2011’de Suriye de payını almaya başlamıştır. Adına Arap Baharı denen bu halk hareketleri Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de hükümet değişikliğine neden olmuştur. Arap Baharı ile ortaya çıkan ayaklanmalar sonucu halk demokratik taleplerde bulunmuş, Esed ise bunlara baskıcı tutumlarıyla karşılık vermiştir. Sonuçta rejim yanlıları ile rejim karşıtları arasında kanlı çatışmalar başlamıştır. Bu durumdan en fazla etkilenen ülkelerden biri de şüphesiz Türkiye’dir. Bu noktada Türkiye, Suriye krizi ile birlikte vizyonunu ve misyonunu gösterebilme şansı bulmuştur. Ancak Türkiye’nin “Ortadoğu’da oyun kurucu ülke” politikası krizin başladığı 4 yıl boyunca Suriye’de karşılığını bulamamıştır. Bugün gelinen noktada ise Türkiye’nin Suriye’de çözüm olabilmesinin ve bu çözümde rol alabilmesinin yolunun Rusya’dan geçtiğini fark etmesi ve Rusya ile işbirliğine doğru ilerlemesi bu süreçte ona bir şeyler kazandırabilecek gibi görünmektedir. Rusya açısından düşünecek olursak Rusya’nın ta Çarlık Rusya döneminden beri Akdeniz’e inme düşünmesi ona Hafız Esed döneminde Suriye’de Laskiye yakınlarında askeri üs kurma imkanı sağlamıştır. Bugün ise Laskiye’de bir askeri üs inşaası bulunmaktadır. Yani Rusya’nın bölgeden çıkmayacağı kesindir. Bunu da her fırsatta gerek BM’ye gerek NATO’ya bölgede bulunan Rus askerleriyle, bölgeye gönderdiği S-300’ler, S-400’ler ile göstermektedir.

Suriye’deki Savaşın Doğuşu

1946’da bağımsızlığını kazanan Suriye arka arkaya askeri darbelere maruz kalmış ve istikrarsızlık içinde yaşamıştır. 1963’te yapılan darbe ile Baas Partisi iktidara gelmiştir. Diğer tüm muhalefeti gerisinde bırakarak 1971’de Hafız Esed devlet başkanı olmuştur. Esed demokratik görünümlü otoriter bir rejim yaratmış ve ülkede istikrarı sağlamıştır. 1973 Anayasasıyla ülkedeki bütün kurumlarda mutlak hâkimiyet sağlamıştır. Suriye’deki Nusayriler bir dini cemaat ve sosyal ayrımcılığa maruz kalmış bir mezhep olma konumundan çıkarak Suriye siyaseti ve ekonomisinde etkin bir konum kazanmıştır. Esed ülkenin stratejik konumlarına kendi ailesinden ve mezhebinden insanları yerleştirmiştir. Kolektif liderlik prensibini benimseyen Esed, kendisini merkeze alarak siyasi yapıyı şekillendirmiştir. Hafız Esed iç politikada etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden bir denge kurup azınlık yönetimi teşkil ederken dış politikada çıkar algılaması çerçevesinde politikalar üretmiştir. Arap milliyetçiliği ve İsrail karşıtlığı dış politikanın öncelikli konuları haline gelirken çift kutuplu dünyada denge politikası güdülmüştür. [1] Beşar Esed babasının ölümü üzerine Temmuz 2000’de düzenlenen bir referandumla devlet başkanı olmuştur. Bu referandum yapılmadan önce Suriye Anayasası’nda devlet başkanının yaşı ile ilgili olan maddesi değiştirilmiş, devlet başkanı olma yaşı 40’tan 34’e indirilmiştir ve bu yaş sınırı da Beşar Esed’e uymaktadır. Böylece monarşilerde bulunan yönetimin babadan oğula geçmesi özelliği Suriye’de uygulanmış ve Suriye “başkanlık monarşisi” özelliği kazanmıştır. Yeni yönetimle ortaya çıkan reform umutları menfaat gruplarının direnci sonucunda birkaç yıl içinde yok olmuştur. Çok partili sisteme geçme gibi adımlar atılamamıştır. Çok sayıda sivil toplum kuruluşu, televizyon kanalı, radyo istasyonu ve internet sayfası yasaklanmış veya kapatılmıştır. Beşar Esed, 27 Mayıs 2007’de düzenlenen referandumla ikinci kez devlet başkanı seçilmiştir. Suriye’de ekonomik ve siyasi sistem hızla gelişen ve değişen toplum karşısında hantallaşmış, ihtiyaçlara ve taleplere karşılık veremez hale gelmiştir.

2010 yılında Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da ortaya çıkan halk ayaklanmaları Suriye yönetimini endişelendirse de ilk tepkileri bu ayaklanmaları önemsememek ve kendilerine güvenmek olmuştur. Beşar Esed, uluslararasındaki duruşunun halkı tarafından desteklendiğini, ülkenin yaşadığı ekonomik ve siyasi zorluklara halkının dayanabileceğini, ayaklanmayacaklarını savunmuştur. Ancak çok geçmeden ilk ayaklanma patlak vermiştir. Bu ayaklanma 17 Mart 2011 Dera kentinde ortaya çıkmıştır. En önemli nedeni de bütün ülkeyi etkileyen kuraklık ve yolsuzlukla beraber büyük bir işsizlik sorununun ortaya çıkmasıdır. Bu ayaklanma diğer kentlere de sıçramış, rejim baskıyla sorunu çözmeye çalışırken olaylar iç savaşa dönüşmüştür. Ancak halkın yaptığı bu ayaklanmalar rejim tarafından ciddiye alınmamış, bu ayaklanmaların arkasında dış güçlerin ya da aşırı kökten dincilerin olduğunu düşünmüştür. Sorunu tüm ülke genelinde olarak değil yerel bir sorun olarak düşünmüştür. Çatışmalarla birlikte yoğun insan hakları ihlalleri de ortaya çıkmıştır. Böylece sorun büyüdükçe büyümüş, iç mesele olmaktan çıkmıştır. Bu durum kısa sürede bölgesel ve küresel aktörlerin krize müdahale etmesine fırsat vermiştir. ABD, Esad rejiminin ezeli düşmanlarından biri olarak uluslararası tepki veren ilk aktörlerden biri olmuştur. Olayların tırmanması üzerine ABD konuyu bir yandan BM gündemine taşırken, diğer yandan Türkiye ve Arap Birliği ülkeleriyle yakın temasa geçmiş, bölgesel inisiyatifler geliştirilmesini ve diplomatik çabalara öncelik verilmesini desteklemiştir.10 ABD’nin çağrıları Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan hemen, Arap Birliği’nden ise gecikmeli karşılık bulmuş, özellikle Türkiye Esad yönetimine telkin ve baskılarda bulunmaya başlamıştır. Türkiye’nin bir taraftan Esad’a telkin ve baskıları devam ederken, diğer taraftan Arap Birliği’ni inisiyatif almaya teşvik etmesi ve muhalif grupları desteklemesi de krizin bölgeselleşmesi ve uluslararasılaşmasında etkili olmuştur. Esad’ın yönetimi terk etmesini amaçlayan grubun karşısına İran, Rusya ve Çin’den oluşan ve statükonun devamından yana tutum alan grup çıkmıştır. [2] Suriye’deki bu iç çatışma ve iktidar mücadelesine dış güçlerin dâhil olması sorunun daha da karmaşık hale gelmesine sebep olmuştur. Türkiye ise bu krizde başlangıçtan beri izlediği ahlaki ve ilkeli tutumunu kaybetme riski ile karşı karşıya kalmıştır.

Suriye Krizi’ne Türkiye’nin Bakışı ve Krizin Türkiye’ye Etkileri

Türkiye-Suriye sınırı 910 km’dir ve Türkiye’nin en uzun sınır hattı Suriye iledir. Bu ülkeler arasındaki sınır doğuda Dicle Nehri’nden batıda Akdeniz’e kadar uzanır. Türkiye’nin doğuda Şırnak’tan batıda Hatay’a kadar 6 ilinin Suriye’ye sınırı vardır. İki ülkede sınıra yakın bölgelerde yaşayan vatandaşlar arasında akrabalık vardır. İki ülke arasında ekonomi ve güvenlik alanlarında coğrafi yakınlıktan dolayı karşılıklı bağımlılık söz konusudur. Ayrıca Suriye Türkiye’nin Lübnan, Ürdün vb. Arap ülkelerine açılan kapısıdır. Su sorunu, PKK, Hatay meselesi gibi sorunlar altında Suriye-Türkiye ilişkileri belli dönemler dışında sorunlu olmuştur. AK Parti’nin 20002’de iktidara gelmesiyle ilişkiler hiç olmadığı kadar ilerlemiştir. Ancak Arap dünyasında başlayan ayaklanmaların Suriye’ye sıçramasıyla Türkiye-Suriye ilişkileri yeni bir döneme girmiştir. Türkiye ilk zamanlarda Esed ile iyi ilişkileri dikkate alarak ve bağları da koparmamak adına Esed yönetiminin bölgede yaptığı zulüm ve katliamlara sert tepki gösterememiştir. Ancak bu şiddeti ve baskıyı arttırması üzerine Türkiye’nin bu sessizliğini sürdürmesi imkânsızlaşmıştır. Esed’e sert uyarılar da bulunulmuş ancak şiddet ve baskı daha da artmıştır. Bunun üzerine dönemin Türkiye Başbakanı Erdoğan Suriye’de olanları Türkiye’nin iç işleri olarak algıladıklarını belirtmiştir.

Suriye’deki kriz, İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel bir anlaşmazlık haline dönüşmüştür. Esed yönetiminin Arap Birliği’nin hazırladığı çözüm planına uymaması sonucunda Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. Bu gelişmelerden sonra Türkiye de bu ülkeye tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.

Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar kapsamında;

· Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını,

· Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seya­hatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını, Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer tedbirlerin getirileceğini,

· Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durduru­lacağını,

· Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önlene­ceğini,

· Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını,

· Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulaca­ğını,

· Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını,

· Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını,

· Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur.[3]

2012 yılında Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye Krizi küresel bir anlaşmazlığa dönüşmüştür. Dönemin Başbakanı Erdoğan Beşşar Esed’in iktidarı terketmetsi yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür. Türkiye’nin muhalefet olarak sürdürdüğü temaslara karşılık Esed rejimi PKK/KCK terör örgütü liderleriyle irtibat kurmuş ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK’nın Suriye uzantısı olan PYD’ye serbestlik tanımıştır. Gerilen ilişkiler sonucunda Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde düştü. Uçakla ilgili uluslararası ajanslar “Suriye düşürdü” haberini geçti. Dün gece Başbakan Erdoğan başkanlığında yapılan güvenlik zirvesinde sonrası yapılan açıklamada da uçağın Suriye tarafından düşürüldüğü doğrulandı. Başbakan Erdoğan’ın açıklaması şöyle: “22 Haziran 2012 tarihinde görev uçuşu için Malatya Erhaç Meydanı’ndan kalkış yapan uçakla, radar ve telsiz temasının kesilmesinin akabinde yaşanan gelişmeler, yapılan toplantıda ele alınmıştır. İlgili kurumlarımızın sağladığı verilerin değerlendirilmesi ve Suriye ile yürütülen ortak arama kurtarma faaliyetleri çerçevesinde elde edilen bilgiler neticesinde uçağımızın Suriye tarafından düşürüldüğü anlaşılmıştır. Pilotlarımız dâhil arama kurtarma çalışmaları halen devam etmektedir. Türkiye olayın tam olarak aydınlatılmasının ardından, nihai tavrını ortaya koyacak, atılması gereken adımları kararlılıkla atacaktır.” [4] Uçağın düşürülmesi ve iki pilotun şehit olması sonucu Türkiye, Suriye’ye karşı angajman kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan unsurların hedef alınacağını belirtmiştir. Bu dönemde Türkiye, sığınmacılar sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde tampon bölge kurulabilirliği konusunda BM’ye ve NATO’ya öneride bulunmuştur. Bu öneriyi Fransa kabul ederken, ABD temkinli yaklaşmış, Rusya ise karşı çıkmıştır.

Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mer­milerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardın­dan Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almış­tır. Türkiye bu dönemde Suriye kaynaklı tehditlere karşı ayrıca NATO’dan savunma amaçlı Patriot füze sistemi talep etmiştir. Türkiye’nin talebinin kabul edilmesiyle gönderilen Patriot hava savunma sistemi Suriye sınırına konuş­landırılmıştır. [5]

Suriye Krizi Türkiye’deki terör eylemlerinin artmasına da yol açmıştır. Daha önce sınır kapılarında meydana gelen bombalı saldırılardan sonra 11 Mayıs 2013’te Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelmiştir. Ayrıca Suriye Krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu meydana getirmiştir. Çatışmalardan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler olan Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a sığınmışlardır. Bugün Türkiye’de 3 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Bu mesele Türkiye’de ciddi bir mali külfete yol açmış ve Suriye yakınlarındaki il ve ilçelerimizde de güvenlik sorunları ortaya çıkmıştır. Bu insanların bazıları kaçak yollarla Avrupa’ya geçmeye çalışırken yollarda telef olmuşlar büyük bir çoğunluğu Ege Denizi’nde boğularak ölmüştür. Batı bu insanların kendi ülkelerine gelmemeleri için Türkiye ile anlaşmaya çalışmışlar, bu insanların mali ihtiyaçlarını karşılayacaklarını beyan etmişlerdir. Ancak ne kadarını karşılamışlar orası tartışılır.

Suriye Krizi PKK/KCK terör örgütüne ciddi bir dış destek sağlamıştır. Suriye’deki otorite boşluğu ve Esed’in örgüte destek vermesi örgüt için bölgede hareket alanı sağlamıştır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen terör örgütü, PYD üzerinden bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik etmiş, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda başlangıç olarak özerk bir yönetim kurmaya çalışmıştır. Bu terör örgütü Suriyeli Kürtlerden militan temin etmiştir.

Kürt yapılanması özellikle Türkiye iç siyasete ilişkin önemli etkiler yaratırken, Suriye’de ortaya çıkan güç boşluğunda ortaya çıkan IŞİD gibi petrol kaynaklarına yakınlığı nedeniyle dünyanın en zengin terör grupları arasında sayılan silahlı gruplar Türkiye için gerek kısa vadede gerek uzun vadede daha büyük tehditler oluşturmaktadır. Bölgedeki istikrarsızlık sürdükçe bu güçlerin alanı daha da genişleyecek ve Türkiye için daha büyük bir tehdit oluşturacaklardır. 2015 yılı itibariyle IŞİD Türkiye’yle sınır komşusu olmuştur.[6]

Suriye Krizi’nde Rusya’nın Tutumu

Rusya’nın yüzyıllar boyunca yegâne amacı Akdeniz’e inmek olmuştur. Bu sebeple de Orta Doğu bölgesiyle ilgilenmeye, bölgede nüfuz edinmeye çalışmıştır. BM’de Suriye’yi defalarca ekonomik yaptırımlardan kurtaran Rusya, gerek BM bünyesinde gerekse uluslararası arenada Suriye’nin koruyucusu haline gelmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Suriye ile geliştirdiği işbirliğidir. 2005-2010 yılları arasında Rusya, Suriye’ye 2,5-3 milyar dolar değerinde silah satmıştır. Askeri teknolojilerin yanı sıra enerji alanlarında da işbirliğini geliştirmek için adımlar atmışlardır. 2005’te Rusya ile Suriye; Ürdün, Mısır ve Suriye’yi enerji alanında birbirine bağlayacak doğalgaz boru hattının Suriye’deki uzantısının Ruslar tarafından inşa edilmesi konusunda anlaşmışlardır.

Rusya-Suriye münasebetlerinde Suriye’deki Tartus limanı ve buradaki Rus askerî varlığı da önemli rol oynamaktadır. Suriye’deki Tartus limanı, Soğuk Savaş sırasında Ruslar tarafından bir ikmal ve bakım üssü olarak kullanılmıştır. Her ne kadar bugün bu üs Ruslara ait olmasa da çok sayıda Rus askeri görevlisi, Suriye ordusunda danışman sıfatıyla görev yapmaktadır. 2010 yılından itibaren Rusya Tartus limanını yenileme ve modern teknolojilerle donatmak için bölgedeki çalışmaları hızlandırmış bulunmaktadır. Ruslar, Tartus limanını Rusya’nın Karadeniz Askeri Donanması’nın ihtiyaçlarını karşılayacak hale getirmektedir.[7] Rusya’nın bu limanının yeniden yapılandırmasının sebebi sadece gemilerinin ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Rusya burada kendi bayrağını dalgalandırarak bölgede etkisini ve nüfuzunu arttırmak ve Kırım’daki üssünü kaybettiği takdirde bunu Akdeniz’de telafi etmek istemektedir. Netice itibarıyla Suriye ile geliştirilen çok yönlü işbirliği, bu ülkeyi, Rusya’nın bölgedeki en önemli dayanağı haline getirmiştir.

Rusya, Suriye Krizi nedeniyle Suriye’de uluslararası askeri bir müdahaleye kendi yakın çevresindeki krizlere örnek olmaması için karşı çıkmaktadır. Rusya, Suriye’deki kendisine dost merkezi hükümetten yanadır ve sorunun Suriyelilerin sorunu olduğunu savunmaktadır. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennady Gatilov, “Biz hiçbir zaman siyasi sürecin sonunda Esad’ın mutlaka iktidarda kalması gerektiğini söylemedik ve bu yönde ısrarcı olmadık. Bu konu Suriye halkı tarafından çözülecektir” demektedir.[8] Ancak Esad giderse Rusya’nın bölgedeki çıkarlarını nasıl koruyacağı muammadır. 2012 yaz aylarında Rusya bir yandan BMGK’nın Suriye’ye karşı sert önlemler almasını engellemeye çalışırken bir yandan da Suriyeli muhaliflerle Esad yönetiminin arasını yapmaya çalışmıştır.

Suriye Krizi’nde Türkiye ve Rusya Arasında Yaşanan Gelişmeler

Suriye Krizi’nde Türkiye ve Rusya’nın Suriye politikaları farklı olsa bile yaşanan sorunlarda ortak payda bulunabilmiş ve ticari, siyasi ve sosyal ilişkilerini devam ettirebilmişlerdi. Ancak geçtiğimiz sene Rus uçağının düşürülmesi akabinde iki ülke arasındaki ilişkiler en gergin günlerini yaşamıştır. Bugün ise gelinen noktada karşılıklı olarak zarara uğrama sonucunda geri adımlar atılmış ve Suriye’de birlikte çözüm arayışına gidilmiştir. Öncelikli olarak Suriye Krizi süresince Türkiye ve Rusya arasında yaşanan sorunlara değinmek istiyorum.

22 Haziran 2012 tarihinde Suriye tarafından Türk jeti düşürülmüş ancak Rusya Suriye politikasını değiştirmemiş aksine Suriye yanlısı bir politika izlemiştir.

10 Ekim 2012 gecesi Türkiye, askeri kargo taşıdığı şüphesiyle Moskova’dan Şam’a giden Suriye’ye ait sivil bir uçağı askeri jetler zoruyla Esenboğa Havalimanı’na mecburi inişe zorlamış ve ardından Türkiye-Rusya ilişkileri gerilmiştir. Türkiye’nin uçakta bulunan malzemelere el koymasının ardından Rusya Dışişleri Bakanı, Suriye Krizi ve Ankara’da indirilen Suriye uçağıyla ilgili olarak Türkiye’nin, bu olayda Chicago Sözleşmesi’ne dayanarak hareket ettiğini açıklayarak iki ülke arasındaki gergin ortamı bir anlamda yatıştırmıştır.[9]

Kasım 2012 sonlarında Türkiye’nin NATO’dan Suriye sınırına konuşlandırılmak üzere Patriot füzeleri talep etmesi haberi gündeme gelmiştir. Bunun üzerine Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Türkiye-Suriye sınırının silahlandırılmasının bir alarm olduğuna dikkat çekerek Türkiye’ye bölgede tehlike seviyesini arttırmak yerine etkilerini Suriyeli muhalifler üzerinde kullanarak Suriye’de diyaloğun bir an önce kurulmaya başlanması gerektiğini söylemiştir.

24 Kasım 2015’te Rusya’ya ait Su-24 tipi savaş uçağının sınır ihlali yapması nedeniyle Türk F-16’ları tarafından düşürülmesinden sonra Türkiye ve Rusya ilişkileri gerilmiştir. Rusya, Türkiye karşıtı bir politikaya yönelmiştir. 24 Kasımda düşürülen uçakla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklamada uçağın beş dakika içinde 10 kere uyarıldığı açıklanmıştır. Kriz ile birlikte düşürülen uçağın rotası ve sınır ihlaline ilişkin olarak iki ülke arasında harita krizi ortaya çıkmıştır. Bu krizle birlikte Rusya Devlet Başkanı Putin yaptığı açıklamalarla iki ülkenin stratejik ortaklığını rafa kaldıran tutumlara yönelmiştir. Krizin ardından Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’ye gerçekleştirmeyi planladığı ziyaretini iptal etmiştir. Ayrıca Putin Suriye’nin Laskiye kentindeki hava üssüne S-300 füze bataryaları gönderileceğini söylemiş ve Savunma Bakanlığı da S-400 hava savunma sistemi de göndereceğini açıklamıştır.

Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev, “Türkiye uçağımızı düşürmekle savaş başlattı, ama karşılık vermedik.” ifadelerini kullanmıştır. Rusya hükümeti, Putin’in imzasını attığı ekonomik yaptırımları uçağın düşürülmesinden 4 gün sonra yürürlüğe sokmuştur. Buna göre;

-Türkiye ve Rusya arasındaki vize serbestisi kaldırılmış,

-Başta gıda ürünleri olmak üzere Türkiye’den gelen birçok ürünün Rusya’ya girmesi engellenmiş,

-Türkiye’ye tur satışları yasaklandı ve charter uçuşları kaldırılmış,

-Türkiye yargı yetkisi altında bulunan şirketlerin Rusya’daki faaliyetleri durdurulmuş,

-İzin verilen yaklaşık 60 şirket dışında Rusya’daki işverenlerin yeni Türk işçi çalıştırması yasaklanmıştır.[10]

Olaylar bu şekilde seyrederken yaptırımlar yüzünden ekonomide meydana gelen zararla birlikte Türkiye Rusya ile ilişkilerini düzeltme kararı almış ve bu kararını Rusya’ya bildirmiştir. Rusya da ilişkilerden yana olmuş ancak bazı şartlar ileri sürmüştür: Resmi özür, tazminat ve pilotun katilinin cezalandırılması. Türkiye ise bu artların kabul edilemez olduğunu bildirmiştir. Ancak zamanla Türkiye’nin bu sert tutumu yumuşamıştır. İlişkilerin normalleşmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya Birlik gününde (12 Haziran) Kremlin’e mektup göndermiş ve “ilişkimiz hak ettiği seviyeye ulaşsın” demiştir. Rusya mektubun yeterli olmadığını, ilişkilerin normalleşmesi için resmi özür dilenmesi gerektiğini ifade etmiştir. 27 Haziran’da Erdoğan’ın Rusya’dan resmi özür dilediğini ve tazminat ödemeye hazır olduğunu belirten Kremlin sözcüsü Dmitri Peskov, iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden düzeltilmesi için gerekli çalışmaların başlatılacağını bildirmiştir. Rus-Türk ilişkilerinin normalleşmesi için iki ülke lideri 9 Ağustos’ta St. Petersburg’da bir araya gelerek ilişkilerin krizin öncesi seviyeye getirilmesinde mutabık olmuşlardır. Sonuç olarak Suriye Krizi nedeniyle bölgede çıkar çatışması yaşayan bu iki ülke karşılıklı olarak ekonomik anlamda zarara uğradıklarını fark ettiklerinde ilişkilerini normalleştirmeye karar vermişlerdir. Bugünde Suriye bölgesinde müttefik olmaya çalışmaktadırlar.

Fırat Kalkanı Harekâtı

Fırat Kalkanı Harekâtı, Türkiye ve Türk ordusu tarafından eğitilmiş Özgür Suriye Ordusu grupları tarafından yapılan askeri bir operasyondur. Operasyonun amacı Türkiye tarafından tehlike olarak görülen unsurları temizlemek, sınır ve bölgedeki halkın güvenliğini sağlamak ve kontrol altına almak ve göç sorununu yok etmek için 5 bin km²lik alanda IŞİD, YPG ve Suriye rejimi güçlerinden sivillerin güvenliği dolayısıyla tamamen temizlenmesi hedeflenen Güvenli Bölge oluşturmaktır. Harekâtın bir diğer amacı ise PYD’nin bölgede kantonları birleştirerek otonom bir yapı kurma hedefini bitirmektir. Türk Silahlı Kuvvetleri operasyonda IŞİD ve YPG mevzilerinin yoğun ateş ile hava ve kara unsurlarınca vurulduğunu duyurmuştur. 24 Ağustos’ta başlayan harekâtın ilk 6 gününde IŞİD’den 33 köy ele geçirildi. 5 Eylül’de ise IŞİD Türkiye sınırındaki tüm köylerden çıkarılmıştır.[11]

20 Ağustos 2016’da sayıca büyük bir grup muhalif ağır ve orta seviye teçhizat yüklü elliye yakın araç ile Çobanbey’den yola çıkarak Türkiye sınırına yaklaşmışlardır. 22 Ağustos 2016’da, Irak ve Şam İslam Devleti tarafından Gaziantep saldırısına misilleme olarak Karkamış’a 2 adet havan ateş yapılmıştır. Türk Kara Kuvvetleri 60 adet obüs ateşleyerek Cerablus ve Menbiç’i bombardıman ateşine tutmuştur. Karkamış’da vatandaşlara şehri terketmesi söylendi ve belde kısa sürede boşaltılmıştır. 25 Ağustos 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri, “Topraklar ilhak edilmeyecek Özgür Suriye Ordusu’na teslim edilecektir” açıklamasını yapmıştır.[12] Operasyona tüm dünyadan çeşitli tepkiler gelmiştir. Bunlar başlıca şöyledir:

Suriye: Suriye Dışişleri’nden yapılan ilk açıklamada, “Türk tanklarının Suriye’ye girmesi egemenliğimizin ihlalidir.” denilmiştir.

ABD: ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, “Her iki tarafa da burada asıl düşmanın IŞİD olduğunu hatırlatmaya çalışıyoruz.” ifadesini kullanmıştır. Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada, “NATO Müttefikimiz Türkiye DAEŞ karşıtı çabalara değerli katkılarda bulundu” denilirken ertesi gün yapılan açıklamada ise ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Cook, “Fırat Kalkanı Operasyonu DAEŞ’e büyük bir darbe vurdu” şeklinde konuşmuştur.

Rusya: Rusya Dışişleri’nden yapılan açıklamada, Türkiye-Suriye sınırında yaşanan gelişmelerin Moskova’da derin bir endişeye neden olduğu bildirilmiştir. Açıklamada “Türkiye’nin Cerablus’taki operasyonlarında Şam ile işbirliği yapmalı.” ifadelerine yer verilmiştir.

PYD Lideri Salih Müslim : “Türkiye, Suriye batağında çok şey kaybedecektir.” açıklamasında bulunmuştur.

Fransa: Fransa Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, “Fransa, uluslararası koalisyonun ortağı olan Türkiye’nin IŞİD’le mücadeledeki çabalarını yoğunlaştırmasını memnuniyetle karşılamaktadır.” denildi. Ertesi gün cumhurbaşkanı François Hollande, “IŞİD’in saldırılarına sahne oluşunu göz önüne aldığımızda Türkiye’nin bu operasyonunu anlayışla karşılıyoruz. Fakat aynı zamanda bu operasyonun, müzakereye götüren ortak bir iradeye dönüşmesini sağlamalıyız.” açıklamasında bulunmuştur.

Almanya: Almanya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Martin Schäfer, “Türkiye’nin başlattığı harekatı anlayışla karşıladıklarını” belirterek, “Ankara’nın Uluslararası Koalisyon güçlerinin IŞİD’e karşı mücadeledeki hedefleri ve amaçları ile uyumlu hareket ettiğini” dile getirmiştir.

İsrail: İsrail Büyükelçiliği Ankara Maslahatgüzarı Amira Oron, “Türkiye, sınırlarında IŞİD’in olmasına izin veremez. Türkiye’yle hemfikiriz ve destekliyoruz” açıklamasında bulunmuştur.

İran: İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bahram Kasimi yaptığı açıklamada,”Suriye topraklarındaki terörist gruplarla mücadele, uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olan o ülkenin toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygı gösterilerek merkezi yönetimle koordineli şekilde yapılmalı” ifadesinde bulunmuştur.[13]

Bu tepkilere rağmen Türkiye Fırat Kalkanı Operasyonuna başlamış ve bugün hala sürdürmektedir. Bölgeyi önemli oranda temizleyebilmiş ve bölgede yaşayan Türkmen halkı evlerine geri dönebilmiştir.

Sonuç

Suriye’de ortaya çıkan kriz her ne kadar bir iç isyan şeklinde başlamış olsa da kısa zaman sonra etkisi tüm komşu ülkeleri etkilemiştir. Orta Doğu iç ve dış aktörlerin müdahalesine çok açık olan bir bölgedir. Bu bölgede ortaya çıkan sorunların çözümü kolay değildir. Sorunların çözümünde inisiyatif alınması ve küresel ölçekte ağırlığı olan aktörlerin bölge ülkeleriyle işbirliği içinde ortak bir noktada buluşması gerekmektedir. Ne yazık ki Suriye, meselede söz sahibi olan ülkelerin anlaşamamasının faturasını ödemektedir. İhmaller, anlaşmazlıklar, yanlış politikalar ve çekişmeler neticesinde içinden çıkılamaz bir çatışma alanı haline gelen Suriye, komşu ülkeler için de bir tehdit ve istikrarsızlık kaynağı olmuştur. Esed rejiminin gerilemesiyle ortaya çıkan boşluğun devlet altı gruplar tarafından doldurulması Suriye krizinin gidişatını değiştirmiş ve yeni aktörler ve pazarlık alanları oluşturmuştur.

İŞİD gibi içte ve dışta sorumsuzca hareket eden ve terörü hedefe ulaşmak için amaç edinen yapıların bölgede etki alanını genişletmiştir. Bu noktada çok yönlü ve sıfır sorunlu bir dış politika yönünde adımlar atan Türkiye’nin durumu hiç de iyi değildir. Bir yandan sınırının hemen dibinde IŞİD ile karşı karşıya gelmiş bir yandan da Suriye’nin kuzeyinde oluşmaya başlayan ve özerklik yolunda ilerleyen yeni bir Kürt oluşumuyla karşı karşıya gelmiştir. Bölgedeki Türkmenlere yapılan zulüm de bunun cabasıdır. Ayrıca Suriye’de savaştan kaçan milyonlarca Suriye’yi ülkesine almış olan Türkiye için mülteci sorunu da oldukça önemlidir. Bu insanlar hem ekonomik anlamda hem de güvenlik anlamında Türkiye’yi zor durumda bırakmaktadır. Üstelik Suriye Krizi yüzünden Rusya ile de ilişkilerinde sorunlar yaşamış, bu sorunlar yüzünden de ekonomik anlamda zor zamanlardan geçmiştir.

Rusya ile sorunlarını halletmiş ve artık bölgede aktif olmaya ve bölgedeki durumu kendi lehine çevirmeye karar vermiştir. Bunun için de adına Fırat Kalkanı Operasyonu denilen harekâta başlamış, belirli adımlar atabilmiştir. Yine de Türkiye’nin bu operasyona istikrarlı bir şekilde devam etmesi ve bölgeyle olan sınırını kendi aleyhine sonuçlar doğurabilecek her türlü etkiden arındırması gerekmektedir. Bunun için de Suriye’de Esed rejimi ile anlaşmalıdır.

Afranur ARIKAN, Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler 3.sınıf öğrencisi

DİPNOTLAR

[1] Yağmur ŞEN, Suriye’de Arap Baharı, Yasama Dergisi, Ocak- Şubat-Mart-Nisan 2013, sayı 23, syf.59

[2] Oktay BİNGÖL, Krizlerin Uluslararasılaşması: Rejime Karşı Protestolardan Bölgesel Çatışmaya Suriye Örneği, syf.4

[3] Atilla SANDIKLI- Ali SEMİN, Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, BİLGESAM, syf:236

[4] Levent İÇGEN, Vatan Ankara, Suriye, Türk Savaş Uçağını Düşürdü! 23 Haziran 2012

[5] Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN, Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye’ye Etkileri, BİLGESAM, syf:237

[6] Nurettin ALTUNDEĞER, M. Ertuğrul YILMAZ, İç Savaştan Bölgesel İstikrarsızlığa: Suriye Krizi’nin Türkiye’ye Faturası, syf: 293

[7] İlyas KAMALOĞLU (KAMALOV), Rusya’nın Orta Doğu Politikası, ORSAM Rapor No:125 THE BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No:23, Temmuz 2012, syf:14

[8] Oktay BİNGÖL, Krizlerin Uluslararasılaşması: Rejime Karşı Protestolardan Bölgesel Çatışmaya Suriye Örneği, syf:17

[9] Merve Suna ÖZEL, Suriye Krizi Sürecinde Rusya-Türkiye İlişkisinde Uçaklar-Jetler-Sorunlar, 21. Yüzyıl Enstitüsü Bilim Birlik Barış, 4 Aralık 2015

[10] HABERUS Rusya ve Avrasya’dan Güncel Haberler, Uçak Krizinde Yıldönümü; Türk-Rus İlişkilerinde Neler Yaşandı? – Analiz, 24 Kasım 2016

[11] By Editör, El Bab ve Fırat Kalkanı Haritası, Stratejik Ortak, 25 Kasım 2016

[12] Fırat Kalkanı Operasyonu, Wikipedi Özgür Ansiklopedi

[13] Fırat Kalkanı Operasyonu, Wikipedi Özgür Ansiklopedi

KAYNAKÇA

Yağmur ŞEN, Suriye’de Arap Baharı, Yasama Dergisi, Ocak- Şubat-Mart-Nisan 2013, sayı 23

Oktay BİNGÖL, Krizlerin Uluslararasılaşması: Rejime Karşı Protestolardan Bölgesel Çatışmaya Suriye Örneği

Atilla SANDIKLI- Ali SEMİN, Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, BİLGESAM

Levent İÇGEN, Vatan Ankara, Suriye, Türk Savaş Uçağını Düşürdü! 23 Haziran 2012

Nurettin ALTUNDEĞER, M. Ertuğrul YILMAZ, İç Savaştan Bölgesel İstikrarsızlığa: Suriye Krizi’nin Türkiye’ye Faturası

İlyas KAMALOĞLU (KAMALOV), Rusya’nın Orta Doğu Politikası, ORSAM Rapor No:125 THE BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No:23, Temmuz 2012

Merve Suna ÖZEL, Suriye Krizi Sürecinde Rusya-Türkiye İlişkisinde Uçaklar-Jetler-Sorunlar, 21. Yüzyıl Enstitüsü Bilim Birlik Barış, 4 Aralık 2015

HABERUS Rusya ve Avrasya’dan Güncel Haberler, Uçak Krizinde Yıldönümü; Türk-Rus İlişkilerinde Neler Yaşandı? – Analiz, 24 Kasım 2016

By Editör, El Bab ve Fırat Kalkanı Haritası, Stratejik Ortak, 25 Kasım 2016

Fırat Kalkanı Operasyonu, Wikipedi Özgür Ansiklopedi

RUSYA DOSYASI : Rusya, uçak düşürme emrini kimin verdiğini açıkladı


Rusya, uçak düşürme emrini kimin verdiğini açıkladı

Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Araştırma Görevlisi Ruslan Kurbanov, Rus uçağının vurulma emrini kimin verdiğini açıkladı… Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Araştırma Görevlisi Ruslan Kurbanov, "24 Kasım’da Rus uçağını kim düşürdü, kim bu emri verdi? Bu talimatı ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan verdi. Bu talimatı İncirlik Üssü’nde nöbetçi olan bir albay verdi. Fiiliyatta da bu albay Gülen’in adamıydı" dedi. NATO’nun da maskesi düştü, Türk halkı gördü! Sputnik’ten Fuad Safarov’un haberine göre NTV’de Mesto Vstreçi (Buluşma Yeri) programında konuşan Rus uzman, İncirlik Üssü’nün 15 Temmuz darbe girişimindeki rolüne şu ifadelerle işaret etti: "Türkiye’de yaşanan darbe girişiminin ardından Türk halkının NATO ile ilgili ne düşündüğü ortaya çıktı. Darbe girişimi hazırlıkları için İncirlik Üssü fiiliyatta Truva Atı görevi yaptı. Türkiye bu konuda bugün de tehlikeyi biliyor, görüyor.

Fakat yakın zamanda Türkiye’nin NATO’dan ayrılacağını söylemek doğru olmaz." ‘TALİMATI GÜLENCİ ALBAY VERDİ’ Kurbanov, 24 Kasım 2015’te Suriye sınırında düşürülen Su-24 jetine ilişkin olaraksa şunları söyledi: "Türkiye’de Gülen örgütünün toplumda oluşturduğu paralel yapı, iktidar merkezine ulaştı. Burada örgüte ABD de önemli yardımda bulundu. Bu örgüt fiiliyatta CIA’in bir ajan ağı. On yıllardır devlete sızdılar. Fethullah Gülen’in ABD’de oturma izni almasına CIA ajanları yardımcı oldu. 24 Kasım’da Rus uçağını kim düşürdü, kim bu emri verdi? Bu talimatı ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan verdi. Bu talimatı İncirlik Üssünde nöbetçi olan bir albay verdi. Fiiliyatta da bu albay Fethullah Gülen’in adamıydı. Rusya ve Türkiye’nin arasını bozmaya çalıştılar."

OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>http://www.seviyelihaber.com/guvenlik/rusya-ucak-dusurme-emrini-kimin-verdigini-acikladi-h2762.html

RUSYA DOSYASI /// Avrasyacılık ve Rusya : Modern Üçüncü Roma


Avrasyacılık ve Rusya : Modern Üçüncü Roma

Milliyetçiliğin doğuşunda geçmişi yeniden yorumlama, tekrar tanımlama ve mitsel söylemlerin yaratılması yoluyla gerçekleştirilen kültürel dönüşümlerin önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Kültürel dönüşümlerin altında yatan psikolojik motivasyona bakıldığında ise aşağılık ve geri kalmışlıktan kaynaklanan utanç duygusunun seçilmişliğe ve üstünlüğe taşınma arzusuyla beraber yaşadığı görülmektedir. Bu anlamda Rus tarihinde üç önemli kültürel dönüşüm süreci ve buna bağlı olarak oluşan Rus kimlik oluşum sürecinden bahsedilebilir.

Birincisi, Ruslaşma (ya da Slavlaşma) olarak ifade edilebilecek, pagan kültürden Ortodoks kültüre (Bizans etkisiyle) geçişle ortaya çıkan ve pagan olmakla kalmayıp ondan üstün olan bir kimlik iddiasıdır. İkincisi, Ortodoks kültürden imparatorluk kültürüne geçişi temsil eden, Ortodoks ama ondan daha üstün olma bilincidir (Ortodokslaşma). Buradaki Üçüncü Roma olma iddiasında, Bizans mirasını bir yandan kabul ederken diğer yandan da Rus Çarlığı’nın Bizans’tan tarihsel anlamda daha ileri, gelişmiş ve üstün bir pozisyonu yakaladığı şeklindeki bir benlik yüceleştirmesi gizlidir. Üçüncü kültürel dönüşüm ise Lenin’le beraber Sovyetlerin kurulmasıyla yaşanmıştır. İmparatorluk kültüründen ideolojik kültüre geçişte etkili olan süreç ideolojikleşme (Batılılaşma) olarak adlandırılabilir. Burada ortaya çıkan iddia da Batılı ama ondan daha üstün olma idealidir. Söz konusu üçüncü süreçte Rusya’da tarihsel bir kırılma yaşanmış, ve bu kırılmayla birlikte 19. yüzyılda yoğun bir biçimde tartışılan ve bugünlere kadar ulaşan medeniyet sorunsalı ortaya çıkmıştır. Bu süreçlerin tümünde geçmişi bir yönüyle reddetme bir yönüyle de kabullenme psikolojisi kendini gösterir. Aynı zamanda geçmişle bugün sentezlenmekte ve daha üstün olduğu iddia edilen yeni durum onaylanmaktadır.

10. yüzyılda Kiev Rusya’sının Ortodoksluğu kabulü ile Rus milli kimliğinin oluşumunda din unsuru başat bir önem kazanır. Yerli Slav halklar ile Ruslar arasındaki farklılıklar Ortodoks üst kimlik altında kaynaşarak devletin bütünleşmesi ve merkezileşmesi sağlanmış olur. Diğer yandan Bizans’ın zengin kültürel birikimi Rusya’ya taşınarak devletin hukuk düzeninin, teşkilatlanma yapısının ve yazılı dilin gelişiminin oluşturulması yoluyla güçlü bir hükümdar merkezli devletin temelleri atılmıştır. Ancak, hiç şüphe yoktur ki, öncelikli olarak Ortodoksluk üzerinden Rusya’nın Bizans mirası ile kurduğu ilişki Rus halkının pagan kültüründen kaynaklanan direncinden ve üst yönetici tabakalarının “seçici” ve “ihtiyatlı” tavırlarından bağımsız bir tarzda gerçekleşmemiştir. Ortaya çıkan kültürel etkileşim Ortodoks Bizans kültürünün Ruslar tarafından kabullenilmesini kolaylaştıracak açıklığı ve müsamahakârlığı sayesinde mümkün olmuş, fakat yine de neticede “Rus Ortodoksluğu” gibi ayrı bir dini ve toplumsal kurum vücut bulmuştur.

Ortodokslaşma ve Üçüncü Roma

Rusya’daki birinci kültürel dönüşüm süreci bu minval üzere şekillenirken 15. yüzyılda olağanüstü bir açılım olarak değerlendirilebilecek büyük bir olay yaşanmıştır. 1438 yılında gerçekleşen Floransa Konseyi’nde Ortodoks Kilisesi’nin temsilcileriyle Katolik Kilisesi’nin temsilcileri bir araya gelerek iki kilisenin Roma kilisesi çatısı altında birleşmesi konusunda karara vardılar. Altında yatan nedenlerin siyasi olduğu açık olan bu kararın iyice zayıflayan ve Osmanlı tehlikesiyle karşı karşıya olan Bizans İmparatoru tarafından verilmiş bir taviz olduğu anlaşılmaktadır. Floransa Konseyi’nde alınan bu kararın Rusya’daki yankısı daha büyük olmuştur. Moskova Prensliği ve Metropolitliği bu kararı tanımamışlar, kendi inançlarının gerçek Hristiyanlık olduğunu, Ortodoks Kilisesi’nin de gerçek inancın kilisesi olduğunu savunarak Ortodoks inançlarına ihanet etmeyeceklerini bildirmişlerdir.

Bu sürecin akabinde Moskova Prensleri İstanbul Patrikliği’nin onayına gerek duymadan Moskova metropolitlerini kendileri atamaya başlamış, böylelikle dini anlamda tamamen bağımsız hareket etme gayreti içinde olmuşlardır. 1453’te İstanbul’un fethiyle beraber Bizans İmparatorluğu yıkılınca Ortodoks Kilisesi imparatorsuz kalmış, bunun üzerine de Rusya dünyadaki tek aday olduğu iddiasına sarılmıştır. Özellikle Moskova Metropolitliği’nin ısrarları sonucu sahipsiz kalan Ortodoksluğun sahiplenilmesi olarak ifadesini bulan Üçüncü Roma teorisi kabul edilerek Rusya İmparatorluk olma yolunda önemli bir adım atmıştır.

Üçüncü Roma teorisi Pskov manastırlarından birinde rahip olan Filofey adlı biri tarafından işlendi ve yazılı olarak III. Vasili’ye sunuldu. Bu teori şöyle formüle edilmişti: Daha önce dünya hâkimiyetinin merkezi Roma idi. Sonra Yeni Roma (Bizans) oldu. Her iki Roma da düştü. Hâlbuki Üçüncü Roma ayaktadır, o da Moskova’dır. Hristiyanlıktaki “mukaddes teslis” gereğince Dördüncü Roma olmayacaktır. Öyleyse Moskova dünya hâkimiyetinin yeni merkezidir. Bu teoriye göre Moskova hükümdarları Bizans imparatorlarının halefleri ve Ortodoksluğun yüksek hamileri konumuna getirilmiştir. Ortodoksluk tek doğru ve hakiki din olmakla, Moskova yeryüzündeki doğruluğun ve hakikatin merkezi konumuna gelmiştir.

Üçüncü Roma teorisi tarihsel anlamda dini gereklerin sonucu olarak ortaya çıkmış gibi görünse de, aynı zamanda seküler bir karakter taşımaktadır. Üçüncü Roma’nın ilanı, aslında Rusya’nın “Doğu’nun hâkimi” olma vizyonuna soyunduğunun bir göstergesidir. Moğol istilasından kurtulan ve Konstantinopolis Patrikliği’nden bağımsızlığını ilan eden Rusya, Ortodoksluğun hamiliğini elde ederek Doğu’da en güçlü imparatorluk olma hayalini gerçekleştirme ufkunu yakalamış oluyordu. Moskova Rusya’sı Üçüncü Roma olma iddiasıyla bir taraftan Bizans’ın mirasını sahiplenirken, diğer taraftan da Bizans’ın vesayetinden kurtulmuş oluyordu. Dolayısıyla Üçüncü Roma idealinin esas önemi Rusya’nın 15. yüzyılda tarih sahnesine çıkarken geçmişini yeniden tanımlayan, geleceği içinse muazzam kapsayıcılıkta tanımlanan yeni bir dini-siyasi söylemi hayata geçirmesi olmuştur.

Üçüncü Roma’nın Rusya’nın küresel anlamda sahip olduğu özgün pozisyona içsel bir gönderme yaptığı ve bu özgünlük iddiasının emperyal arzulara zemin hazırladığı karşı konulmaz bir gerçektir. Üçüncü Roma ile birlikte istisnai tarihsel role dayalı seçilmişlik fikrinin Rus kimliğinin ana harcı haline getirilmesi, yayılmacı politikalar güden Rus İmparatorluğu’nun Mesihçi karakterini gözler önüne serer. Üçüncü Roma’nın hem uhrevi hem de maddi dünyayı kapsayan özel ideolojik karakteri dolayısıyla Rus Mesihçiliği’nin çok geniş amaçlara yönelik olarak şekillendiği doğrudur. Rusya, dünyadaki tüm insan topluluklarına düzen verici ve aynı zamanda tüm insani problemleri çözmeye muktedir bir tarihsel kadere yazgılı olduğu inancına kavuşmuştur. Rus Mesihçiliği’nin özünü bu inanç oluşturmaktadır. 19. yüzyıl felsefecisi Nikolai Fedorov’un “Rus kozmosu” diye kavramsallaştırdığı “insanoğlunun mukadderatındaki tüm apokaliptik değişimlerin gerçekleşebilmesinin ancak Rusya’nın siyasi ve dini liderliğinde mümkün olabileceği” görüşü Mesihçi yaklaşımın bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Batılılaşma ve Sovyet Deneyimi

Tam bu noktada Rusya’nın yaşadığı üçüncü kültürel dönüşümün sınırları içine girilmesi söz konusudur. Federov’un yüzyılı Rusya’da medeniyet sorunsalının hararetli bir biçimde tartışıldığı döneme tekabül eder. Rusya’nın hangi medeniyete ait olduğu sorusuna Slavofiller ve Batıcılar farklı cevaplar üretmeye çalışarak ülkeye yön verecek çıkış noktasını belirleme çabası içine girmiştir. Ancak ilginçtir ki cevap yeni yüzyılın başında ne Batıcı ne de Slavofil olan Lenin’den gelmiştir. İnsanlığın kaderinin sorumluluğunu üstlenmeye yazgılı olan Rusya’nın yeni elbisesi komünizm olmuştur. Çünkü artık devir imparatorluklar devri değil, ideolojiler devridir.

19. yüzyılda Batıcılar ve Slavofiller arasında yaşanan tartışmanın özü Rus olmanın nasıl tanımlanacağı üzerinedir. Bu aynı zamanda Rus milliyetçiliğinin nasıl şekilleneceğini belirleyen bir süreç olmuştur. O dönemde Rusya’da Batı’nın gerisinde kalmış olma duygusu kendini hissettirmekteydi. Ancak bu geri kalmışlık duygusu Rus milliyetçileri tarafından tepkisel biçimde üstünlük psikolojisinin temellerini oluşturan bir motivasyona dönüştürülmek istenmiştir.

Rus milliyetçiliğinin doğuşunda Batı’ya dair algının kodlanmasında hem kadere bağlı hem de tercih yoluyla ortaya konan bir bakış açısı vardır. Rusya kaderin bir cilvesi olarak Bizans mirası, Moğol istilası ve etkisi, ve Batı’dan gelen saldırılar sonucu Avrupa’dan yalıtılmış bir şekilde yaşamıştır. Öte yandan Batılıların Rusya’yı Asyalı ve barbar olarak nitelemeleri, kendilerini Avrupa’dan farklı ve hatta üstün olarak konumlandırmaları şeklinde bilinçli bir tepkiye yol açmıştır. Dolayısıyla Rusya’nın Avrupa’dan tarihsel yalıtılmışlığı ve bilinçli kopuşu 19. yüzyıl Rus milliyetçiliğinin bilincine yerleşmiş ve kökenini oluşturmuştur.
Rus milliyetçiliğinin ana karakterini belirleyen Slavofil-Batıcı çatışmasının içerdiği diyalektik, karşıtlıkların birbirleriyle etkileşimi ve bir çözüme kavuşturulması açısından anlam taşımaktadır. Temsil edilen pozisyonlar ve üretilen söylemler Rusya’da milliyetçi söylemin hangi yapısal çerçevede ortaya çıktığını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak pek çok açıdan görülebileceği üzere Slavofiller ve Batıcılar arasındaki bu diyalektik çatışma ve ikilem halen Rusya’da tam anlamıyla bir çözüme kavuşturulmuş sayılmaz. Rusya’nın yüzünü nereye döneceği meselesi ciddi bir tartışma konusudur. Bu tartışmanın tamamlanmamasında araya Sovyet deneyiminin girmesinin de kuşkusuz büyük etkisi olmuştur. Yine de Slavofillerin çabaları Rus kimliğini Batı’dan “farklılaştırma” sürecini temsil etmektedir. Rusya’nın kökenleri konusunda Slavofillerin üretmiş oldukları mitsel söylemler, Batıcılar tarafından yöneltilen geri kalmışlık ve barbarlık suçlamalarını tersine çeviren, gurur duyulması ve medeni olarak nitelendirilmesi gereken özellikler olduğu şeklindeki geniş bir “kültürel ethos”un oluşumuna hizmet etmiştir.

Mesela bu noktada Slavofillerin kullandıkları başlıca argüman Slav halklarının sahip oldukları özgün kültürel kimlikleriyle ileride Avrupa medeniyetinin temsilcileri olacakları iddiasıdır. Batı karşısındaki aşağılık ve utanç duygusuna karşı seçilmişlik ve üstünlüğün ispatı girişiminde, Rus antikitesine (Çarlık, mir sistemi, Narodnik, Ortodoksluk, “doğal” köylülük gibi…) başvurarak yeniden tanımlanmış bir kimlik yaratma arzusu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle Slavofiller kendi nativizmini yaratarak kendi geçmişlerini tekrar icat ederken, geçmişi yeniden mitleştirmiş ve geleceğe yönelik yeni bir toplum (ulus) tasavvuru ortaya koymuşlardır.

Ancak tüm bu tartışmalar yeni yüzyılın başında o an için beklenmedik sayılabilecek farklı bir çözümün zaferiyle sonuçlanmıştır. Lenin, Rusya’nın bu tartışmadan çıkışını ideolojik bir yaklaşımda bulmuş, komünizmin bir çözüm olacağına inanmıştır. Rusya’nın yeni ideolojisi, bir yandan Batılılaşma sürecinin bir ürünü ve fakat Batı sistemi içinde bir antitez olacağı, diğer yandan da Rus olmanın evrensel bir ideolojiye bağlanmakla Batı da dâhil tüm dünyanın liderliğini eline alacağı düşüncesini temsil etmektedir. Bu anlamda Bolşevik devrimini Mesihçilik bağlamında yorumlamak gerekir. Bolşevizm “Mesihçi tarzda bir Batılılaşma”dır; yani Rusya’nın dünyadaki en Batılı ülke olarak görülmesi anlamına gelmektedir. Mesihçi görüşte yer alan Rusya’nın tek sahici Hıristiyan ulus olduğu inancı Bolşevizm’de Batılı ülkelerin liderliğini hak eden Rusya fikrinin doğuşuna hizmet etmiştir. Stalin dönemi Sovyet Rusya’sında Mesihçi gelenek materyal koşullarını tamamlayarak zirve noktasına ulaşmış ve Sovyet komünizmi dünya topluluklarının liderliğine soyunmuştur. Tüm uluslar sadece askeri gücü dolayısıyla değil, pek çok alandaki üstün başarısı sebebiyle Sovyetlerin ayak izlerini takip edeceklerdir.

Burada bir noktanın altınının çizilmesi gerekmektedir. Sovyet ideolojisi ve yayılmacılığının altında Üçüncü Roma’da köklerini bulan Rus Mesihçiliği’nin bariz izleri görünüyor olsa da, esas itibariyle Sovyetler dönemi (özellikle Lenin dönemi) Üçüncü Roma’nın askıya alındığı bir dönem olarak değerlendirilmelidir. Sovyet Rusyası’nın din konusundaki tutumu herkesçe malumdur. Devletin Ortodokslukla meczedilmiş Mesihçi yayılmacılığının yerine sekülerize edilmiş dünya liderliği fikrinin kabul görmesi durumu söz konusudur. Ancak yine de ideoloji her ne kadar seküler bir karakter kazanmış bile olsa Rus Mesihçiliği’nin yapısal çerçevesi korunmuştur. Dolayısıyla devletlerin tarihsel süreç içerisinde ideolojileri ve toplumsal sistemleri köklü sayılabilecek değişimler göstermesine rağmen, radikal kopuşlardan ziyade dönüşüm geçirerek yenilenme ilkesine bağlı olarak süreklilik esasının korunduğu anlaşılmaktadır.

Avrasyacılık ve Üçüncü Roma Ruhunun Dirilişi

Sovyet döneminde Mesihçi gelenek (Üçüncü Roma formu) Batılılaşmanın etkisiyle seküler ideolojik bir içerik kazanmıştır. Ancak tarih göstermiştir ki bu seküler ideolojik içerik, yani komünizm, tutmamıştır. Çünkü Rus milli kimliğinin ana harcı olan ve Üçüncü Roma’nın özünü oluşturan Ortodoksluk reddedilmiştir. Bunu ilk fark edenler ise Avrasyacılar olmuştur. Avrasyacılık Sovyet tecrübesinin ilk faaliyetlerini gören ve 1920’li yıllarda ortaya çıkan entelektüel bir harekettir. Avrasyacılık bir anlamda Batıcılar-Slavofiller tartışmasını tamamlama girişimidir. Avrasyacılar en az Lenin kadar Rusya’yı Batılılaştırmak için reform girişimlerinde bulunan Petro’yu da Rusya tarihini farklı ve yanlış bir yöne çevirdiği için eleştirirler. Petro’dan beri yaşanan Batılılaşma yanlış olduğu gibi Sovyet sistemi Batı medeniyetinin kabulü anlamını taşıyordu. Kapitalist sisteme alternatif gibi görünse de komünizm ateist ve materyalist felsefesiyle Batı kültürünün bir parçasıydı. Komünizmin evrenselci yaklaşımı Batı medeniyetinin üstünlüğünü teyit eden bir anlayışa sahipti.

1920’lerde Avrasyacıları en çok endişelendiren husus Bolşeviklerin din karşıtı politikaları sonucunda Rus toplum hayatının sekülerleşmesi ve Ortodoksluğun insanların yaşamından dışlanması idi. Avrasyacılığın kurucu babası Trubetskoy’un Ortodoksluğun Rusya için hayati önemine dair görüşleri çok nettir. Trubetskoy öncelikle her kültürün alt ve üst katmandan oluştuğunu söyler. Alt katman halk kitlelerinin taleplerini karşılayan kültürel değerler hazinesidir. Üst katman ise bu değerlerin olgunlaştırıldığı, inceltildiği ve daha yüksek değerlere çıkarıldığı bir yerdir. Ama her halükarda bu katmanlar arasında karşılıklı bir etkileşim vardır ve bu etkileşimin sıhhatinden milli bütünlük doğmaktadır. Eğer bu etkileşim kurulamazsa katmanlar arasında kültürel uçurum meydana gelmekte ve milli bütünlük bozulmaktadır. Trubetskoy’un analizine göre tüm yöresel ve boysal farklılaşmalara rağmen söz konusu alt katman ve üst katman arasındaki etkileşimi kuran ve yekvücut bir sistemi mümkün kılan unsur Ortodoksluk’tur. Ortodoksluk, zamanında Rus kültürünün “sinir sistemi”ni teşkil etmişti ve onun sayesinde farklılıklar bütünleşebilmişti.

Petro sonrası dönemdeki Batılılaşmayla birlikte Rus kültürünün üst katmanlarında bu unsur önemli ölçüde baltalanmış ve kültürün esasları yıkılmıştı. Ortodoks entelektüellerle halka sirayet eden bu durum tam bir manevi boşluk ortamı doğurmuştu. Trubetskoy’a göre bu yüzden bu manevi boşluğu hisseden gerek aydın gerekse sıradan halk temsilcilerinin dini arayışları tüm Petro sonrası dönemin en bariz niteliği olmuştur. Şüphesiz, Rus kültürünün yeniden inşasında Ortodoksluk, hayatın her köşesine nüfuz etmelidir. Ancak o zaman her Rus, bu kültürde tam bir huzur ve memnuniyet bulacaktır.

Avrasyacılığın, Ortodoksluğun Rus kimliğinin oluşumundaki tartışmasız rolüne yaptığı vurguyla beraber, Avrasyacıların dünya tasavvuru, evrenselci yaklaşımı reddetmektedir. Hiçbir kültür ve medeniyet diğerine göre üstün kabul edilmez. Bu açıdan bakıldığında 19. yüzyıldan bugüne Rus kimliğinin yaşadığı bunalıma bir çözüm arayışı olarak ortaya çıkan Avrasyacılık, Batılılaşma sürecine alternatif olarak Rusya’nın özgün bir medeniyete sahip olduğu görüşünü ileri sürer. Rusya ne tam anlamıyla Doğulu ne de tam anlamıyla Batılıdır. Rusya özgün Avrasya medeniyetine aittir. Peki, bu Avrasya medeniyeti nasıl tanımlanmaktadır? Avrasya, Çarlık Rusya’sı sınırlarına tekabül eden coğrafi, tarihi ve sosyo-kültürel açıdan bütünlük oluşturan bir medeniyettir. Yapılması gereken var olan coğrafi ve tarihi bütünlüğü siyasi, ekonomik ve sosyal bir yapıya dönüştürmektir. Avrasya Birliği projesi buradan çıkmaktadır. Avrasya Birliği’nin üç önemli saç ayağından bahsedilebilir: (1) İdeaların hâkim olduğu ideokratik federal bir devlet yapısı, (2) sosyalist ve kapitalist olmayan fonksiyonel ekonomik düzen, ve (3) kültürlerin ve dinlerin serbestçe gelişimine imkan tanıyan Avrasyacı milliyetçilik.

Burada bahsedilen milliyetçiliğin nasıl bir milliyetçilik olduğu üzerinde durmak gerekir. Avrasyacı milliyetçiliğin temelinde Avrasya coğrafyasındaki toplulukların hangi tutkal ile bir arada tutulacakları sorusu vardır. Ya da aslında böyle bir tutkalı mümkün kılan koşullar mevcut olup olmadığı sorusu. Avrasyacılar Avrasya’yı birbirinin içine meczedilmiş senfonik “çokhalklı bir şahsiyet” olarak tanımlamaktadırlar. Bundan kasıt özel kültür inşa etmiş ya da inşa etmeye muktedir olan halklar bütünüdür. Ortak coğrafya ve tarihe yazgılı olmak bunun en önemli paydasını oluşturmaktadır. Avrasya coğrafyasında yaşayan toplulukları bir arada tutacak temel zamk özel şahsiyetleriyle beraber Avrasyacı milliyetçilik olmalıdır.

Bu bağlamda Avrasyacılara göre aşırı Rus milliyetçiliğinin devletin bileşenlerinin dengesini ihlal edeceği ve devlet bütünlüğünü bozacağı ifade edilmektedir. Çünkü Rusya’nın tek sahibi olan Rus halkı devrim sonrasında bu pozisyonunu kaybetmiş ve söz konusu coğrafyada bulunan gayri Rus halklarla yetkilerini paylaşmıştı. Bu yaklaşımın Rus milliyetçiliği ile Avrasyacı milliyetçilik arasında çizdiği sınır bölgedeki diğer halkların özel kültürlerine karşı bir saygı ve tanımayı ifade etmektedir. Bununla beraber Avrasyacı milliyetçilik birlikte yaşamayı sağlayacağı gibi ortak bir medeniyet projesi çatısı altında bölgesel aidiyeti perçinleyecektir. Ancak yine de Avrasyacı milliyetçilik içinde Rusya’nın nereye konulduğu, Rus halkının diğer halklar arasında nasıl bir yere sahip olduğu sorusunun cevabı muğlaktır. Rusya, Avrasya bölgesinde diğer ülkeler arasında herhangi bir ülke mi sayılacak, eşitler arasında birinci gibi bir pozisyona mı getirilecek, yoksa bölgenin lideri olarak mı tanımlanacaktır?

Böyle bir tartışmanın kökleri Sovyet Rusya’sı zamanına gitmektedir. Çarlık Rusya’sındaki egemen Rus ulusu merkezinde tanımlanan anlayış, Sovyet zamanında çok-halklı bir ulus ve bu ulusa ait bir ideoloji çerçevesinde anlaşılmıştır. Avrasyacılar bu yeni durumda bu ulusu Avrasyalı, onun mekânını Avrasya, onun milliyetçiliğini ise Avrasyacılık olarak isimlendirmişlerdir. Buradan hareketle şöyle bir sonuç çıkmaktadır. Belli bir etnik birimin milliyetçiliğinin sırf ayrılıkçılığa dönüşmemesi için daha büyük bir etnik birimin milliyetçiliği ile kombine edilmelidir. Yani, Avrasya’daki her bir halkın milliyetçiliği Avrasyacı milliyetçilikle bir terkip haline gelmelidir. Dolayısıyla burada vatandaştan, kendi halkına dair aidiyetin ötesinde, Avrasya’ya dair daha üst düzeyde bir ben-idraki beklenmektedir. Ancak başta sorduğumuz soru önemini korumaktadır. Rusya bölgede nasıl konumlanacaktır? Bu konuda Avrasyacıların da kendi içlerinde ayrıldıkları düşünülebilir. Rusya’yı bölgenin lideri olarak görenlerle, eşitler arasında birinci sayanlar mevcuttur. Ama her halükarda Avrasya’nın ve Avrasyacılığın ayakta tutulması için Rusya’nın özel bir konumunun bulunduğu ve özel bir girişimde bulunması gerektiği konusunda hemfikirdirler.

1920’lerde alternatif bir medeniyet projesi olarak ortaya çıkan Avrasyacılığın 1990’larda tekrar canlandığı görülüyor. Burada günün koşullarına uygun olarak Avrasyacılık Atlantikçiliğe, yani Amerikan küreselleşmesine karşı konumlandırılarak tekrar formüle ediliyor. Avrasyacılığın özündeki “özgün medeniyet” fikri korunmakla birlikte, daha detaylı bir Avrasya Birliği projesi kodifiye ediliyor. Çok kültürlülüğü esas alan ve çok kutuplu bir dünya idealini benimseyen yeni-Avrasyacılık Rusya’nın izolasyondan kurtularak lokomotif bir güç olarak yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirme ve post-Sovyet entegrasyonunu sağlama misyonunu sahiplenme girişimi olarak ortaya çıkıyor. Burada Avrasya Birliği’ne giden yolda AB’ye benzer biçimde ekonomik entegrasyonun öncelikli ve itici güç olarak görüldüğü bir model savunuluyor.

Avrasyacılığın, 1990 sonrası Rusya’da tekrar canlandığı ve Rusya’nın iç ve dış siyasetinde etkin bir pozisyon kazandığı görülmektedir. Bunda önemli ölçüde Aleksandr Dugin’in etkisi vardır. Avrasyacılığın düşünsel birikimini alıp, özellikle jeopolitik alanında tekrar sistematize eden Dugin yeni bir ideoloji geliştirmiştir. Dugin için Avrasyacılık bir tercih değil, bir zorunluluk, ölüm-kalım meselesidir. Amerikancı küreselleşmenin tehdidi altındaki yenidünyada Rusya stratejik, ekonomik, sosyal ve kültürel kaynaklarını seferber etmek zorundadır. Diğer Avrasyacılar için olduğu gibi Dugin açısından da faal hale getirilip seferber edilmesi gereken kaynakların başında gelen unsurlardan biri Ortodoksluk’tur. Hristiyanlığın Katoliklik ve Ortodoksluk şeklinde ikiye ayrılmasını medeniyetsel düalizmin bir parçası olarak görmektedir. Bu medeniyetsel düalizmin sonucu olarak Ortodoksluk bir Doğu (Avrasya) dini olduğuna göre Rus Ortodoks Kilisesi sadece dini değil, sosyo-politik alanda da Rus halkının ve Avrasya medeniyetinin sorumluluklarını üstlenmeli, devlet ve toplumla karşılıklı aktif ilişkiye girmelidir. Dugin, bugünkü dünya düzeni karşısında Rusya’nın merkez güç olabilmesi için açık bir biçimde Üçüncü Roma ruhunun diriltilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

2000’li yılların başında Rusya’da Vladimir Putin’in devlet başkanı olarak iktidara gelmesiyle beraber Avrasyacı yaklaşımın yansımaları iç ve dış politikada kendini hissettirmeye başlamıştır. İdari alanda başkan olur olmaz uygulamaya koyduğu, merkezin kontrolünü sağlamak için federasyonun federal üst bölgelere bölünmesi suretiyle yedi bölgeye valiler atanması, merkezle çevre arasındaki ilişkileri sıkılaştırmak ve yakınlaştırmak amacına yöneliktir. Kültürel alanda ise Putin, Rus Ortodoks Kilisesi ile yurtdışındaki Rus Ortodoks Kilisesi’nin birleşme sürecine yardımcı olmuş ve kilise liderlerini Rus Çarı gibi Kremlin’de kabul etmiştir. Putin’in bu girişimi Ortodoksluğun sahip olduğu potansiyelin hem içeride hem de dışarıda kullanılmak istendiğinin en açık göstergesidir.

Putin’le beraber Rus dış politikasının aldığı Avrasyacı rengin yansımaları ise çok daha çeşitlilik arz etmektedir. Rus dış politikası gerek Bağımsız Devletler Topluluğu coğrafyası, gerekse de Asya ve Ortadoğu ülkeleri ile ilişkileri bakımından yeni boyutlar kazanmıştır. Avrasya coğrafyası olarak tanımlanan coğrafyada yoğunlaşan dış politika faaliyetleri, Rusya öncülüğünde kurulan yeni bölgesel örgütler ve ikili ilişkiler çerçevesinde derinleştirilmiş ve ilerletilmiştir. Eski Sovyet ülkeleriyle entegrasyonu amaçlayan girişimlerin yeni bölgesel örgütler kanalıyla gerçekleştirilmesi çabası ekonomik entegrasyon kapsamında üyeler arasındaki gümrük duvarlarının indirilmesi, Rus rublesinin ortak para birimi olarak kabul edilmesi ve Dünya Bankası benzeri bir kalkınma bankasının kurulmasından; bölgedeki su kaynaklarının verimli kullanılması, ulaşım yollarının inşası, alt yapı, ticaret ve kültürel işbirliği gibi alanlara kadar genişletilmiştir. Rusya, ayrıca, eski Sovyet Cumhuriyetleriyle güvenlik alanındaki temaslarını da yürütmekte ve askeri ittifak ilişkilerini pekiştirmektedir. Rusya’nın “yakın çevre” olarak tanımladığı ülkelerdeki askeri varlığı 2000’li yıllardan bu yana kademeli olarak artmaktadır. Post-Sovyet entegrasyon çabaları olarak özetlenebilecek tüm bu dış politika girişimlerinin somut örgütsel ağı şöyledir: (1) Bağımsız Devletler Topluluğu, (2) Avrasya Ekonomi Topluluğu, (3) Ortak Ekonomik Alan, (4) Orta Asya İşbirliği Örgütü, (5) Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, ve (6) Şanghay İşbirliği Örgütü.

Dış politikada kullanılan enstrümanların geniş bir yelpazede çeşitlilik arz etmesi dezavantaj gibi görünse de, daha önce belirtildiği üzere esas gaye üst düzey bir Avrasya Birliği oluşturmak olduğundan, tüm bu örgütlerin belli bir zaman sonra üst bir çatı altında birleştirileceği tahmin edilebilir. AB’ye benzer bu şemsiye örgütün ne zaman kurulacağı ya da nasıl kurulacağı konusunda şimdiden bir tahminde bulunmak kolay değildir. Ancak şu an var olan söz konusu örgütlerin işleyişi ve gelişimi bu sorunun cevabını belirleyecek ana unsuru oluşturmaktadır.

Neticede son gelişmelerden hareketle şöyle bir yargıda bulunmak yanlış olmayacaktır. Post-Sovyet entegrasyonunu gaye edinen Avrasyacılık düşüncesinin modern Üçüncü Roma hayalini yansıttığı söylenebilir. Yaşanan Batılılaşma süreci ve Sovyet deneyiminin Rusya’nın dünya tarihi içindeki istisnai rolünü ve dünya liderliği idealini sekteye uğrattığı, oysa temsil ettiği özgün medeniyet pozisyonunun farkına varılması, bu pozisyonu ele geçirecek ve sağlamlaştıracak modern politika enstrümanlarının zaman kaybetmeden kullanılması gerektiği vurgulanmaktadır. Rusya ancak bu sayede hak ettiği yere ve güce ulaşacağı gibi, bu aynı zamanda Rusya için bir ölüm-kalım meselesi olarak görülmektedir. Putin dönemiyle beraber ortaya konan dış politika uygulamalarının bu niyeti belli eden izler taşıdığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Ortodoksluğun Avrasyacılar tarafından 20. yüzyılda tekrar keşfedilmiş olması da bir rastlantı olarak görülemez. Rusya’nın kuruluşundan itibaren Rus kimliğinin ana unsuru mutlak surette Ortodoksluk olmuştur. Tarihsel süreç içinde yaşanan iki büyük kültürel dönüşümde etkili olan unsur yine Ortodoksluktur. Bu gerçeğin reddedilmesiyle birlikte Rusya’nın gerilemesi fark edilip ona göre politikaların belirlenmesi, geleceğin yeniden inşası anlamına gelecektir.

(Ekopolitik Gündem, Mustafa Tüter, Mart-Nisan 2010)

RUSYA DOSYASI /// Eski Rus İstihbaratçı : Rus Uçağını Düşürenler Erdoğan Düş manıydı, ABD’li Askerler de Katıldı


Eski Rus İstihbaratçı: Rus Uçağını Düşürenler Erdoğan Düşmanıydı, ABD’li Askerler de Katıldı

Rusya Stratejik Çalışmalar Enstitüsü Başkanı, uçak krizinin perde arkasında tartışma yaratacak detayı paylaştı: Rus uçağının düşürülmesine İncirlik’te görev yapan ABD’li askerler de katıldı.

Rusya Federasyonu Devlet Başkanlığı’nın resmi düşünce kuruluşu ‘Rusya Stratejik Çalışmalar Enstitüsü (RISS) Başkanı Leonid Reşetnikov, geçen hafta Ankara Politikalar Merkezi’nin davetlisi olarak İstanbul‘daydı. Devlet Başkanı Putin‘in yakın çalışma ekibindeki Reşetnikov, 33 yıl Rusya Dış İstihbarat Servisi‘nde üst düzey görevlerdeydi. RISS de doğrudan Kremlin’e bağlı bir kuruluş. Dolayısıyla Reşetnikov Rusya ile ilgili sorularımı direkt ‘biz’ diye yanıtladı. Uçak krizinin perde arkasından Moskova ile Ankara arasındaki Suriye anlaşmasına, pek çok tartışma yaratacak detayı paylaştı.

"RUSYA İLE TÜRKİYE ARASINDA ASKERİ ÇATIŞMA HEDEFLEDİLER"

Moskova‘ya göre Türkiye-Rusya ilişkileri şu anda ne durumda? 24 Aralık 2015’te Türkiye‘nin Rus uçağını düşürmesinden önceki seviyeye geri dönebilmiş durumda mıyız?

Türkiye ile ikili ilişkilerimizde yaşadığımız uçak krizi gerçekten de çok ciddiydi. Bu kriz sırasında Türk-Rus ilişkilerinde büyük bir gerileme oldu. Şimdiki amaç tekrar eski seviyesine çıkarmak. Bu belki çok hızlı olmayacak ama en azından Rusya eski seviyeye çıkarmak için samimiyetle çalışacaktır. Burada mesele bir ülkeye sempati duyup duymamakta değil. Bizim için önemli olan husus Türkiye‘nin bir komşumuz olarak istikrarlı ve güçlü bir ülke olması.

Türkiye Rusya için gerçekten de çok önemli bir ülke; hem ikili ilişkiler açısından hem de uluslararası arenadaki konumu açısından. Özellikle de şuna önem veriyoruz. Rusya‘nın sınır komşusu ülkelere baktığımızda Türkiye neredeyse tek bağımsız ülke. Bu Rusya için çok önemli. İran‘dan Finlandiya‘ya kadar uzayan bir coğrafyadan bahsediyorum. Bütün bu coğrafyadaki komşularımız arasında Türkiye yegâne bağımsız politika izleyen ülkedir. Diğer ülkeler daha çok ABD‘nin kontrolü ya da baskısı altında. Ama dediğim gibi Türkiye farklı. O nedenle de Türkiye ile nasıl bir ilişki yürütelim sorusunu Washington‘ı arayıp sormamıza gerek yok!

Türkiye ile işbirliği yapmadan Ortadoğu’daki, İran Körfezi’ndeki, Kuzey Afrika‘daki sorunları çözmek çok zordur. Buraya Kafkasya ve Karadeniz‘deki sorunları da dahil etmek gerekiyor. Bütün bunlardan dolayı Türkiye ile ilişkileri eski seviyesine çıkarmak için Moskova elinden geleni yapacaktır.

"İNCİRLİK’TEKİ ABD ASKERLERİ KATILDI"

– ‘Uçak düşürme kararının Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın kararı olmadığını anladık’ dediniz. Anlıyoruz ki bunlar Erdoğan ile Putin arasında bizzat konuşuldu. Sonuçta komşu bir ülkenin uçağını vurmanın prensiplerini belirleyen angajman kuralları. Siz Rus uçağının Türk pilotlar tarafından düşürülmesi talimatının Ankara‘da en üst düzeyden verilmediğine hükmederken hangi verilere dayanıyorsunuz? Fetullahçı bir pilot tarafından, Türkiye dışından bir yerden alınan talimatla düşürüldüğüne ilişkin argümanı satın aldınız mı?

Türkiye‘de Rus-Türk ilişkilerinin gelişmesini istemeyen bazı çevreler var. Bunların arasında genellikle ya Amerika ile bağlantılı ya Gülen örgütüyle bağlantılı olanlar var. Şunu söyleyebiliriz; bize göre Rus uçağının düşürülmesinde etkin olanlar öncelikle Erdoğan düşmanıydı ve aynı zamanda Amerika ile bağlantılıydı. Elimizde öyle bilgiler var ki İncirlik‘te görev yapan Amerikalı askerler bu olayın gerçekleşmesine katılmışlardır. Amaç da Rusya ile Türkiye‘yi karşı karşıya getirmekti. Son 10-15 yıl içinde elde edilen başarıları yok etmekti amaç. Çünkü onların hesaplarına göre Rusya buna mutlaka askeri olarak cevap verecekti. Rusya‘dan bunu beklediler. Ama hesapları tutmadı. Bizim hiç tepki vermememiz mümkün değildi elbette. Kaldı ki televizyonda da pilotumuzun öldürülmesini ve cesedine karşı yapılan saygısızlığı da izledik. Dolayısıyla Rusya‘nın buna tepki vermemesi mümkün değildi.

İlk günlerde tabii Türk Cumhurbaşkanı‘nın bu süreçteki rolü de belli değildi. Dolayısıyla süreç ekonomik yaptırımlarla başladı. Bunlar şüphesiz ağır yaptırımlar, ilişkilerimizi olumsuz etkileyen yaptırımlardı. Ancak şüphesiz ağır da olsa ilişkilerimize zarar da verse bu ekonomik yaptırımlar Rusya‘nın askeri olarak yanıt vermesinden daha iyiydi. Şimdi ekonomik yaptırımlar yavaş yavaş kaldırılacak, dolayısıyla ticari ilişkilerin eski seviyeye çıkarılması mümkün. Para kaybı şüphesiz ilişkiler açısından en minimum zarara yol açmış oldu.

Türk ortaklarımızı şu konuda uyarmak isterim. Yeni provokasyonlar gelebilir. Çünkü Türkiye ile Rusya‘nın yeniden ilişkileri düzeltmeye çalışması Batı’da pek çok kimseyi rahatsız etmektedir. Bundan dolayı yeni bir provokasyon ihtimalinin olmayacağını söylemek mümkün değil.

"TÜRK TARAFI KAPALI KAPILAR ARKASINDA ‘BİZ DÜŞÜRMEDİK’ DEDİ"

– ‘İlk günlerde Sayın Erdoğan’ın bu konuyla ilgili nerede durduğunu bilmiyorduk’ dediniz. Kapalı kapılar ardında aylar süren bir diplomatik trafik yaşandı. İşadamları, başka devlet başkanları gibi arka kanallar devreye girdi. Erdoğan hangi noktada ‘Biz bu kararın arkasında değiliz, bir komplo söz konusu’ diye Rusya‘ya bildirdi. Eğer bu kapalı kapılar ardında size bildirildiyse Türk tarafı bunun bir komplo olduğuna yönelik tespitini neden kamuoyuna açıklamadı?

Sayın Cumhurbaşkanı‘nın Rus yetkililerine hangi noktada bu açıklamayı yaptığına dair kesin bir tarih vermek mümkün değil. Ama bunun konuşulduğu dönemde artık kalkışma hazırlıkları da yapılmaya başlanmıştı. Dolayısıyla birçok kimse herhangi bir açıklama yapmaktan çekiniyordu. Ama bu arada kapalı kapılar arkasında çok görüşme yapıldı. Kapalı kapılar arkasında Türk tarafı durumu anlatmaya çalıştı. Gerek İstanbul‘da gerek Moskova‘da gerekse üçüncü ülkelerde görüşmeler yapılıyordu. Bu görüşmeler çerçevesinde Erdoğan ve Putin olayın nasıl ve neden yaşandığını öğrenmekle görevlendirildi. Kapalı kapılar ardında yapılan bu görüşmeler neticesinde Rusya olayın gerçek yüzünü gördükten sonra krizden çıkma konusunda bir karar alındı. Taraflar buna karar verdikten sonra kalkışma teşebbüsüyle karşı karşıya kaldık. Türkiye ile Rusya‘nın anlaşmak üzere olduğunu anlayan güçler kalkışmayı planlamaya başladı ve Erdoğan’ı öldürmek istediler.

– Kalkışma dediğiniz 15 Temmuz darbe girişimi, doğru mu?

– Yani siz diyorsunuz ki ‘Bizim uçağımızın düşürülmesiyle 15 Temmuz darbe girişimi arasında birebir ve net bir bağlantı var’. Öyle mi?

Biz öyle bir kanıya vardık ama sizleri bilemiyorum. Rus tarafı olarak biz bu görüşe sahibiz. Biz kendi elimizdeki bilgilerle Türkiye‘nin bize verdiklerini karşılaştırarak böyle bir sonuca vardık.

– Eğer 15 Temmuz’u planlayan odaklar Türkiye ile Rusya arasında askeri bir çatışma çıkarabilselerdi krizi oradan devam ettireceklerdi, 15 Temmuz’a gerek kalmayacak mıydı? Bu mudur analiziniz?

Belki de kalmazdı. Ama şurası kesin Türk-Rus çatışmasını çıkarmaya çalışmanın arkasında da yine Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmak vardı. Her iki koşulda da hedef buydu bizce. Beni doğru anlayın lütfen. Ben ne Erdoğan taraftarıyım ne de karşıtıyım. O sizin Cumhurbaşkanınız. Ama objektif olarak şunu söyleyebiliyoruz; her şey onu ortadan kaldırmak, devirmek için yapıldı. Süreçler öyle gelişti.

"RUSYA’DA GÜLEN’İN GİZLİ ARKADAŞ ÇEVRESİNİ OLUŞTURMAYA ÇALIŞTILAR"

Rusya kendi topraklarındaki Gülen okullarını henüz AK Parti ile Cemaat arasındaki ilişkilerin çok iyi olduğu dönemde kapatmaya başladı. Bildiğim kadarıyla okulların büyük bölümü 2006-2008 döneminde kapatıldı. Hatta bundan duyulan rahatsızlığı Ankara üst düzey görüşmelerde dile getiriyordu o süreçte. Türkiye‘nin tepkisine rağmen neden kapattınız okulları?

Bu yapıya baktığımızda klasik Sünni İslam’dan daha farklı bir yapıya sahip olduğunu gördük. Biz bu tür yapıların Rusya‘da faaliyet göstermesini istemiyoruz. Çünkü Rusya Federasyonu‘ndaki Müslümanların ve diğer dinlerin temsilcilerinin aşırı olmayan bir çerçevede faaliyet göstermesini isteriz. İkincisi de bu yapının iki ayrı şekilde faaliyet gösterdiğini tespit ettik. Bir taraftan legal olarak yani okullar ve sivil toplum kuruluşları açıyorlardı, diğer taraftan da illegal bir örgütlenme içindeydiler. Yani Rusya Federasyonu‘ndan bilim adamlarını, siyasetçileri, işadamlarını aralarına katarak bir yapılanmaya gitmeye çalışıyorlardı. Böyle bir faaliyet hangi ülkenin hoşuna gider?

– Muhalifleri mi örgütlüyorlardı? Onu mu demek istiyorsunuz?

Muhalifler değil ama önde gelen entelektüeller, kendi alanında söz sahibi olan kimseleri besleyerek –yani gizli olarak para vererek- kendi taraflarına çekip onlardan istifade ediyorlardı. Yani Fetullah Gülen‘in gizli arkadaş çevresi oluşturuluyordu, aynı bir tarikat gibi. Bizlere de geliyorlardı. Enstitüye gelip bizimle bağlantı kurmaya da çalıştılar. İstanbul‘a, Avrupa‘ya davet ettiler.

– Enstitünüzün (RISS) Gülen teşkilatlarıyla ortak hiçbir çalışması oldu mu?

Bizim iki-üç tane önemli uzmanımız onların bazı faaliyetlerine birkaç kez katıldı. Ama o faaliyetlerde satır arasını iyi okuyabildikleri için işin arkasında başka şeylerin olduklarını tespit edince kestiler. Şunu gördük; Gülen, Türkiye‘de büyük bir ağ kurmuş, çok insan ona biat etmiş.

– Orta Asya‘daki diğer ülkelerde CIA ajanlarının örtülü bir biçimde faaliyet göstermek için Gülen okullarını paravan olarak kullandığına dair türlü rivayet var. ABD ile Gülen teşkilatı arasında Türkiye‘yi de aşan başka türlü bir ilişki olduğunu düşünüyor musunuz?

Eski bir Rus istihbaratçı olarak size şunu söyleyeyim; Amerikalılar her imkândan ve yöntemden aktif olarak istifade eder. Amerikalılar eğer bir şey lazımsa DAEŞ’i de kullanır, Gülen’i de kullanır. Bunlar Amerikan istihbaratının geleneksel metotlarıdır. Gülen’i kullanmış olmaları şüphesiz mümkün çünkü kendisi Amerika‘da yaşıyor ve büyük ölçüde onlara bağımlı. Ona orada yaşama ve çalışma fırsatı verdiler. Dolayısıyla da Gülen Amerika‘ya borçludur.

"DİNDE RADİKALİZM ZARARLI İYİ SİYASETÇİ ORTAYI BULMALI"

Fetullah Gülen‘in Sünni İslam’ın klasik bir temsilcisi olmadığını tespit ettiğinizi söylediniz. Son dönemde yaşananlara bakınca Türkiye‘deki seküler yapının tehdit altında olduğunu düşünüyor musunuz?

Ben Türkiye uzmanı değilim ama her şeyin radikalliğine karşıyım. Kendim aslında dindar bir insanım ama dinde radikalizme karşıyım. Hem soldaki hem de sağdaki radikalizm zararlıdır. İyi bir siyasetçinin amacı ortayı bulmak olmalıdır. Şüphesiz Mustafa Kemal büyük bir liderdi ama onun yaptığı her şeyi kutsal olarak değerlendirmek de yanlış olur. Türkiye‘nin nüfusunun büyük bir bölümünü dindar olarak görüyoruz. Ama Mustafa Kemal’in kurduğu her şeyi yıkmak da yanlış olur. Ortayı bulmak lazım.

"ESAD YENİ SURİYE SEÇİMLERİNE KATILABİLMELİ"

Ankara ile Moskova son 4 yılda Suriye konusunda iki farklı ucu temsil etti. Rusya tüm gücüyle Esad rejiminin arkasında durdu. Batı’yla Esad’lı geçiş formüllerini müzakere ediyorsunuz uzun bir süredir. Türk hükümetiyle bu hususta anlaşabildiniz mi, en son durum nedir?

En başta şunu hatırlatmak isterim; bizim Türkiye ile ortak görüşümüz Suriye‘nin sınır bütünlüğü korunmalıdır. Suriye tek bir parça olarak kalmalı. ABD Suriye‘nin parçalanma ihtimaline, üçe veya daha fazla parçaya bölünmesi ihtimaline de bakıyor. Bu noktada Rusya ile Türkiye aynı görüşe sahip. Biz ilk olarak Suriye‘deki teröristleri ortadan kaldırılmasını sonra da Suriye‘nin seçimlere gitmesini savunuyoruz. Seçim Suriye halkının olacak ancak Esad’ın da bu seçime katılma hakkı olmalı. Türkiye ile şöyle anlaştık; başta teröristleri yok edeceğiz, Esad’ın kaderini de daha sonra görüşeceğiz.

"PYD TERÖRİST DEĞİL"

Türkiye‘ye göre PYD/YPG de Suriye‘deki terörist gruplar arasında. PYD‘nin Moskova‘da da bir temsilciliği var. Rusya, Türkiye ile anlaşırken PYD‘yi de terör örgütü ilan etmeyi kabul etti mi?

Biz onları terörist olarak kabul etmiyoruz ama onların bağımsız bir devlet kurmalarını da desteklemiyoruz. Evet, bu temsilcilik var Moskova‘da ama Rus Dışişleri tarafından resmi temsilcilik olarak kabul edilmiyor. Bunu toplumsal bir kurum olarak görüyoruz. Suriye‘nin özerkliklere bölünmesine karşıyız. Özerklikler Suriye‘nin parçalanmasına yol açar. Kürtler Suriye‘de ancak kültürel özerkliğe sahip olabilir.

"KÜRTLERİN ÖZERKLİĞİNE DE BAĞIMSIZ DEVLETE DE KARŞIYIZ"

– Kültürel özerklikle kastettiğiniz tam olarak nedir? Suriye‘de Irak‘taki Bölgesel Kürdistan Yönetimi gibi bir yapıya karşı olduğunuz anlamına mı geliyor?

Ben şahsen bir ülkenin parçalanmasına karşıyım. Irak da neredeyse parçalanmış durumda. Onlar kendilerini özerk olarak adlandırsa da fiiliyatta neredeyse bağımsız hareket ediyorlar. Dolayısıyla Kürtler Suriye‘de de özerklik elde ederse bu neredeyse bağımsız bir devlet olacaktır. Haritalarla oynayıp Ortadoğu’yu tamamen değiştirmemeliyiz. Kürtlerin olduğu her yerde dillerini yaşatmalarına ve kültürel olarak gelişmelerine imkân tanınmalıdır ama devlet kurmalarına biz karşıyız. Tarihin kaderi böyle. Ne yapalım bugün; Irak‘tan sonra İran, Suriye ve Türkiye‘yi mi parçalayalım? Ermenistan‘da da Kürtler var.

"KÜRTLER KADERİNE KÜSMELİ"

Rusya‘ya göre PKK ile PYD arasında net bir bağ var mı?

Bende böyle bir bilgi yok. Bildiğim şu; Amerika onlarla aktif çalışmakta, silah ve para vermekte. Amerika‘nın danışmanları orada görev yapıyor. Bizim orada danışmanlarımız yok. Biraz önce söylediğim; 4 ülkede birden bu tür özerkliklerin kurulması gerçekçi değil. Kürtler bir anlamda kaderine küsmeli. Dünyayı biz değiştiremeyiz. Bazıları dünyayı değiştirmek istiyor ama bu yeni savaşlara yol açar. Amaç her ülkede Kürtleri eşit haklara sahip vatandaş haline getirmek olmalı. Rusya‘da 100 etnik grup var. Hepsine bağımsızlık mı vereceğiz? Kürtler eğer bir yerde baskı görüyorsa buna karşı çıkmalıyız ama devlet kurmalarına karşıyız.

KİMDİR?

Emekli Korgeneral Leonid Reşetnikov, Kharkov Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu. Doktorasını 1974’te Bulgaristan‘da Sofya Üniversitesi’nde vermiş. Sırpça, Bulgarca, Yunancayı akıcı konuşuyor. 1976-2009 yılları arasında (33 yıl) Rusya Dış İstihbarat Servisi‘nde (SVR) görev yaptı. 2009’da kurumdan emekli olduğunda SVR‘nin Enformasyon ve Analiz Ofisi’nin başındaydı ve yönetim kurulu üyesiydi. Yaş haddinden emekli oldu. Rusya‘da 2000’li yıllarda Gülen dosyasını birebir takip eden isimlerden biri. SVR‘den emekli olduğundan beri Rusya Federasyonu Devlet Başkanlığı’nın resmi düşünce kuruluşu ‘Rusya Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nün (RISS) başkanlığını yürütüyor.

RUSYA DOSYASI /// NİHAT ALİ ÖZCAN : Türkiye-Rusya ilişkilerinin karakteri değişiyor mu


Eksen | Nihat Ali Özcan

Türkiye ve Rusya, 24 Kasım 2015’te gerçekleşen uçak krizine kadar ticaretten doğal gaza, nükleer santral inşasından turizme birçok alanda stratejik ölçekte işbirliği geliştirdi. Bu ilişki, Rusya ile gerilimli bir dönem yaşayan ABD ve AB’nin mutsuzluğuna rağmen uçak krizine kadar artarak devam etti.

Ancak farklılaşan Suriye stratejileri bir süre sonra iki ülkeyi karşı karşıya getirdi. Türk hükümeti, stratejik çıkarlarını Esad’ın gidişine bağlarken, Rusya, tam tersine, Esad’ı arkalayan bir yaklaşım sergiledi. Rejime verdiği desteği her geçen gün artırarak sürdürdü. Uçak hadisesi gerilimin tepe noktası oldu.

Sekiz ay süren krizde iki ülke ilişkileri ciddi bir sınavdan geçti. Hiç beklenmedik bir anda meydan gelen 15 Temmuz darbe girişimi, iki tarafın “ortak bir anlayış” geliştirmesini hızlandırdı. Takip eden günlerde tansiyonu düşüren açıklamalar, artan diplomatik ve askeri trafik sayesinde iki ülke ilişkileri yeniden ivme kazandı.

Rusya ve Batı (Avrupa Birliği ve ABD), 15 Temmuz darbe girişimine farklı tepkiler verdiler. Batı, darbenin başarısız olmasından pek de mutlu olmadığını belli den bir tutum takındı. Darbeye odaklanmak yerine, darbe sonrasında hükümete “ayar verecek” adımlar atmayı sürdürdü. Öyle ki, Batı basını Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbenin gerisinde olduğunu ileri süren, girişimin bir komplo olduğunu ima eden yorumlar yaptı. Bu tutum Türk hükümetinde büyük hayal kırıklığına neden oldu.

Rusya, Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin tersine bir tutum takındı. İstihbarat kökenli Putin ve ekibi darbe girişimini Batılı istihbarat örgütlerinin geleneksel “örtülü operasyonlarından biri” olarak gördüler.

Putin, 1990’larda, Demirperde’nin yıkılışından renkli devrimlere, Arap Baharı’ndan, Ortadoğu’daki iç savaşlara kadar yaşanan tüm “devlet/rejim” krizlerini Batılı ülke istihbarat örgütlerinin “örtülü operasyonları” olarak gördü. Ukrayna ve Suriye krizine müdahil olarak farklı tepki verdi. Batılı istihbarat örgütlerinin hamlelerini boşa çıkarmayı hedefleyen, açıktan kuvvet kullanmayı esas alan, “karşı hamlelere” girişti. Her iki ülkede de göreceli başarı sağladı.

Putin açısından 15 Temmuz darbe girişimi, Batılı istihbarat örgütlerinin “örtülü operasyonlarının” son halkasıydı. Üstelik darbenin “işbirlikçi faili” Rus istihbaratına hiç de yabancı değildi. ABD ile ilişkilerini kuşkulu ve misyonunu muğlak bulduğu Gülen Hareketi hakkında herkesten önce şüpheleri ve fikri vardı. Bu nedenle yıllar önce Rusya’da faaliyetlerini yasaklamıştı.

Rusya’nın ABD ve AB ile ilişkileri gerilimli bir dönemden geçiyor. Kısa vadede çözümü mümkün görünmüyor. Böyle bir dönemde, NATO üyesi ve önemli jeopolitiğe sahip Türkiye’de “müttefiklerin el altından desteklediği” darbenin başarılı olmaması Rusya için kaçırılmaz bir fırsattı. Putin de öyle davrandı ve sadece ilişkileri düzeltmek için zeytin dalı uzatmakla kalmadı, aynı zamanda Batı’yı huzursuz edecek düzeye ulaşmak için yeşil ışık yaktı.

Ekonomik ilişkilerin canlandırılması, askeri ve istihbarat alanlarında işbirliği, Suriye üzerinde kontrollü/sınırlı uzlaşma, Türkiye ve Rusya’yı aynı çizgide buluşturdu. Bu sürecin ABD ve AB cephesini arayışa sevk etmesi kaçınılmaz görünüyor. Zihinlerinde “müttefikleri” Türkiye ile bir dizi soru işareti oluşacaktır. Bu durumda Putin’in hamlelerini boşa çıkaracak adımların neler olacağını bir süre sonra göreceğiz.

RUSYA DOSYASI /// Öldürülen Rus pilotun eşi : Çavuşoğlu ile buluşmaya hazırım


Türk F-16 jetlerinin 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya’ya ait Su-24 tipi savaş uçağını vurması sonucu hayatını kaydeden Rus pilotu Oleg Peşkov’un eşi, Türkiye’nin resmi özrünü kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı.

Çavuşoğlu: Su-24 uçağının pilotunun eşinden bizzat özür dilemeye hazırım

Türk F-16 jetlerinin Rusya’nın Su-24 tipi savaş uçağını 24 Kasım 2015 tarihinde vurması sonucu hayatını kaydeden Rus pilotun eşi Yelena Peşkova, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile buluşmaya ve resmi özrü kabul etmeye hazır olduğunu söyledi. Peşkova, “Ailemizin geçirdiği çok acı zamanlara rağmen, Çavuşoğlu ile yapılacak görüşmeye katılmak üzere Moskova’ya gideceğiz” dedi.

Çavuşoğlu dün Rossiya 24 televizyonuna yaptığı açıklamada Peşkova’dan resmi olarak bizzat özür dilemeye hazır olduğunu ifade etmişti.

Çavuşoğlu: Su-24 uçağının pilotunun eşinden bizzat özür dilemeye hazırım

Rossiya 24 televizyonuna röportaj veren Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türk F-16’larının düşürdüğü Rus uçağının öldürülen pilotunun eşinden bizzat özür dilemeye hazır olduğunu belirtti.

Çavuşoğlu, Türkiye’nin öldürülen Rus pilot Oleg Peşkov’un eşine finansal yardım sağlamaya hazır olduğunu belirtti.

Rossiya 24 televizyonuna röportaj veren Çavuşoğlu şu ifadeleri kullandı: “Ölen pilotun ailesine maddi yardım sağlamak isteriz. (Rusya Dışişleri Bakanı Sergey) Lavrov’a, ölen pilotun eşinin kabul etmesi hâlinde kendisini ziyaret edip özür ve taziye dileklerimi ifade etmeye hazır olduğumu ilettim”

RUSYA DOSYASI : Rusya o ülkeden arsa satın alıyor !


Rusya o ülkeden arsa satın alıyor!

Finlandiya istihbarat servisi Supo’nun, Rusya’nın olası bir işgal durumunda kullanmak ve askeri birliklerini yerleştirmek için Finlandiya’nın bazı bölgelerinden ev ve arsa aldığına dair bir rapor yayınladığı iddia edildi.

Uzun süredir Rusya tehdidinin gündemde olduğu Finlandiya korkunç bir şüpheyle çalkalanıyor. Fin basınında çıkan haberlere göre istihbarat servisi Supo, hükümete yabancıların ülkede mülk edinmesiyle ilgili bir rapor sundu.

Iltalehti gazetesinde yer alan haberde, Rusya’nın olası bir işgal durumunda kullanmak ve askeri birliklerini yerleştirmek için Finlandiya’dan ev ve arsa aldığı iddia edildi.

Gazete, istihbarat servisinin raporuna dayandığı haberinde Rusların politik olarak hassas bölgelerde bu alımları gerçekleştirdiğini belirtirken, raporda; "Herhangi bir kriz durumunda, avantaj kazanmak için yapılan bu alımlara karşı tedbirler alınmalı. Yabancı bir ülke ulaşım hatlarına yakın ve birliklerini yerleştirebileceği alanlar satın alıyor olabilir." dendiği iddia edildi.

Gazete ayrıca Rusya’nın Kırım’ın işgali sırasında da benzer taktikler kullandığını yazdı.

Ekim ayında Fin bakanlar, Rusya’nın denge bozucu propaganda çalışmalarından dolayı endişeli olduklarını açıklamıştı.

Finlandiya ile Rusya arasında 1340 kilometrelik bir sınır hattı bulunuyor.

RUSYA DOSYASI : Rusya’da Ukrayna istihbarat amblemi histerisi


Rusya’da Ukrayna istihbarat amblemi histerisi

Rusya’da devlet memurları, gazeteciler ve sosyal ağ kullanıcıları, Ukrayna askeri istihbaratının amblemini eleştiriyor.

Rusya’da Ukrayna askeri istihbaratının yeni amblemi histeriye neden oldu.

Ukrayna askeri istihbaratının yeni ambleminde Rusya Federasyonu topraklarını kılıçla delen bir baykuşunun resmi yer aldı. İstihbaratçıların sloganı için Latinceden “Bilge kişi yıldızlara hükmeder” anlamına gelen “Sapiens dominabitur astris” ifadesi kullanıldı.

Ancak Rusya’da adı geçen Ukrayna kurumunun böyle bir resim kullanılmasına büyük tepki gösterildi. Böylece Rusya Başbakan Yardımcısı Dmitriy Rogozin, amblemin “aptalca” olduğunu ileri sürerken Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mariya Zaharova, “Ukrayna’nın mevcut dertlerine bir dert daha eklendi. Kuşbilimi derdi. Tüm Berkutlar (altın kartal/Ukrayna’nın eski Rusya yanlısı çevik kuvvet timlerinin kullandığı ad) uçup gittikten sonra, baykuşlar eline silah almak zorunda kaldı” şeklinde bir istihza yaptı.

Ukrayna istihbaratının yeni amblemi, sosyal ağ kullanıcılarının da dikkatinden kaçmadı. İnternet kullanıcıları, amblemdeki baykuşu, Rus masallarındaki iğne ile öldürülebilen korkunç bir varlığa benzetti.

Bununla birlikte Rus internet kullanıcıları arasında, “Rusya’nın günümüzde tüm dünya için asıl sorun ve engel olduğunu” itiraf eden ve Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’ya ait toprakları işgal ettiğinden dolayı Ukrayna’nın böyle bir amblem kullanmakta haklı olduğunu ifade eden kullanıcılar da var.

Öte yandan Ukrayna askeri istihbaratının yeni amblemi ne zaman kabul ettiğinin kesin tarihi bilinmiyor. Ukrayna istihbaratının resmi Facebook sayfasındaki resimin daha 7 ay önce mart ayında değiştirildiği biliniyor. Ancak Ruslar amblemi şimdi fark etti.

RUSYA DOSYASI : Rusya’dan Ürkütücü Adım !


Bakalım kim kimi korkutacak..

RUSYA’DAN NÜKLEER SİLAH

Dailystar.co.uk’un haberine göre, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin imzaladığı belgeyle, Rus ordusuna ait nükleer bomba taşıma kapasitesine sahip uçaklarını ABD sınırına yakın bir bölgeye taşıyor.

İki süper güç arasındaki ilişkiler son günlerde yaşanan Suriye konusundaki anlaşmazlık nedeniyle bozulmaya başlamıştı. Kremlin, Rus halkına "savaşa hazırlıklı olun" uyarısında bulundu.

Uzun menzile sahip "Blackjacks" ve "Bears" lakaplı bombardıman uçakları Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi ABD sınırına yakın bölgelerde devriye yapacak.

Bunun öncesinde Rusya, Avrupa’nın Finlandiya sınırında savaş jetleriyle devriye uçuşları başlamıştı.Ayrıca Rusya, TU-95Ms ve TU-22M3s model stratejik bombardıman uçaklarını da Pasifik Okyanusu üzerinden Hawaii ve Japonya’daki Guam Adası’nda bulunan ABD askeri üssüne yakın yerlere transfer edecek.

Binlerce asker ve tank Baltık denizinin yakınlarına, kıtalararası balistik nükleer füzeler ise ülkenin doğusunda bulunan sınırlara yerleştirildi.Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü, Rusya’da yayınlanan Izvestia gazetesine konuyla ilgili verdiği demeçte; "Filoların dağıtım planı tamamlanmak üzere. Uzun menzilli bombardıman uçaklarının, ülkenin doğusu ve merkezinde bulunan askeri bölgelere konuşlanacak" dedi. Rusya geçtiğimiz aylarda da askeri birliklerini ülke sınırlarına konuşlandırmıştı.

Rusya’nın, ABD’nin Guam’daki askeri üssüne karşı dikkatli olmasının sebebi, ABD’nin geçtiğimiz günlerde nükleer silah taşıyabilen gizli bombardıman uçaklarını oradaki üssüne transfer etmiş olması. NATO ve Kremlin, dünyaya son saniyelerini yaşatabilecek güçte nükleer silahlara sahip.(ajanslar)

Kaynak : Sarızeybek Haber

RUSYA DOSYASI : Rusya’dan çarpıcı açıklama ! ‘Uçağımızı Türkler düşürmedi’


Rusya’dan çarpıcı açıklama! ‘Uçağımızı Türkler düşürmedi’

Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Leonid Petrovich Reshetnikov, geçen yıl Türk hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağının düşürülmesi ile ilgili önemli açıklamalar yaptı. Uçağı ABD’nin düşürdüğünü belirten Reshenikov, asıl hedefin Türkiye ile Rusya arasında savaş çıkarmak olduğunu söyledi.

Rusya'dan çarpıcı açıklama! 'Uçağımızı Türkler düşürmedi'

Rusya’dan geçen yıl Türkiye sınırdal düşürülen Rus jetiyle ilgili çarpıcı bir açıklama geldi.

Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Leonid Petrovich Reshetnikov, Su 24’ü Amerika’nın düşürdüğünü söyledi. Reshetnikov, Rus askeri uçağının düşürülmesinin bir provokasyon olduğunun anlaşıldığına dikkat çekerek uçağın düşürülmesinde doğrudan ABD’nin rolü olduğunu ifade etti.

"ABD’nin asıl hedefinin Türkiye ile Rusya arasında savaş çıkarmak olduğunu" söyleyen Reshetnikov, "Uçağın düşürülmesi emri Erdoğan’dan gelmiş değildir. Bizler askeri üslerde kimlerin olduğunu biliyoruz, orada ABD’li meslektaşlarımız bulunuyor. Uçağı onlar düşürdü" dedi.

Suriye’deki gelişmelere ilişkin de değerlendirmeler yapan Reshetnikov, "Batılılar ve ABD, Suriye’nin bölünmesini bize teklif ediyor ancak bizim buna ‘evet’ dememiz mümkün değil" ifadeleri kullandı.

ulusalkanal.com.tr

RUSYA DOSYASI : Darbe istihbaratı 14 Temmuz’da Rusya’dan gelmiş


Putin’in Özel Temsilcisi "14 Temmuz’da ‘Türk ordusunda hareketlilik var’ uyarısı yaptım" dedi.

Rusya Dış Politika Danışmanı ve Rusya Federasyon Başkanı Vladimir Putin’in Özel Temsilcisi Aleksandr Dugin, 14 Temmuz’da Ankara’da olan ve o gün birçok kişiye ordunun içinde hareketlilik olduğunu söyledi.

Dugin, 15 Temmuz günü saat 18’de Melih Gökçek ile yüz yüze görüştüğünü, darbenin gerçekleştiği dakikalarda ise uçakta beklediğini söyledi.

Rusya’ya ziyarette bulunan Avrasya Yerel Yönetimler Birliği Genel Başkanı Hasan Cengiz ve Avrasya Yerel Yönetimler Birliği Üyesi/Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Danışmanı Ahmet Tunç ve beraberindeki heyet Moskova’da Rusya Dış Politika Danışmanı ve Rusya Federasyon Başkanı Vladimir Putin’in Özel Temsilcisi Aleksandr Dugin ile bir araya geldi.

Avrasya Yerel Yönetimler Birliği Genel Başkanı Hasan Cengiz, uçak düşürme olayının bir provokatör eylem olduğunu, olaydan bir gün sonra bildiklerini ancak Ocak ayında kendilerine gelen Türk Hava Kuvvetleri’nden bir grubun sunduğu belgeler ile olaydan tam emin olduklarını söyledi.

Bu belgeleri devletin önemli birimleri ile paylaştıklarını ve aynı zamanda Aleksandr Dugin’in de Türkiye ziyareti sırasında kendisine ilettiklerini ve Dugin’in de bunu Rusya yönetimi le paylaştığını söyledi.

“Dugin, 15 Temmuz’dan bir gün önce Türkiye’yi uyardı”

“Sayın Dugin, darbeden önce bizi ordunun içinde hareketlilik var diye uyarmıştı” diyen Cengiz, uçak düşürme olayını ve darbe girişimini ve o gün Ankara’da misafirleri olan Aleksandr Dugin ile yaşadıklarını şöyle anlattı:

25 Kasım’da bu işin içerisinde provokatör bir eylem olduğunu biliyorduk ancak belgeleyemiyorduk. Ocak ayında Türk Hava Kuvvetleri’nden bir grup asker, bize bir dosya getirdi ve bu uçağı ordu içindeki bir cunta tarafından düşürüldüğünü iddia ediyorlardı; ellerinde de belgeler vardı, isim listesi vardı. FETÖ’cü asker listesi. Ama kanıtları yoktu. Tabi biz bu dosyayı aldık devletin önemli birimlerine illettik. Sonrasında Sayın Dugin, 2016 Mart ayı içerisinde Türkiye’deydi. O dönem her iki lider de yüksek perdeden konuşuyordu; yanlış yönlendirmeler neticesinde hem Sayın Putin hem de Sayın Cumhurbaşkanımız… Sayın Dugin’e uçağı FETÖ’cü askerler tarafından düşürüldüğünü illettik, kendisi de dönüşünde Sayın Putin’e bunu ilettiğini bizlere söyledi.

Yine Sayın Dugin’i 14 Temmuz’da Avrasya Yerel Yönetimler Birliği’nin özel davetlisi olarak Türkiye’ye davet ettik. Darbeden, yani ihanet gecesinden bir gün önce. 15 milletvekili ile Feyzullah Kıyıcı’nın ofisinde özel bir toplantı yaptık öğleden önce. Öğleden sonra da devletin istihbarat birimlerinin üst düzey yöneticileri ile de bir toplantı yapıldı. O zamanda Sayın Dugin, şunu diyordu, ‘sizin ordunun içerisinde bir hareketlilik söz konusu’ Türkiye’nin artık bir karar verme aşamasına geldiğini bir tercih yapmak zorunda olduğunu bunun üzerine gidilmesi gerektiğini söyledi böyle özel bir toplantıda. 14 Temmuz’da da bunu söyledi, 15 Temmuz günü de sabah özel görüşmeler ve öğleden sonra bir konferans verdi; orada da Sayın Dugin benzer açıklamalar yaptı. Akşam saat 18.00 gibi de Sayın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile de bir buçuk saatlik bir görüşmemiz oldu ve Sayın Dugin, Moskova’ya dönmek için çıktı. Zaten köprüde sanırım 20:30’da kapatılmıştı. Yani Sayın Dugin uçağa bindiğinde darbe başlamıştı.”

“Rusya, Mart ayında uçak düşürme kararının…"

Uçağın düşürülmesinin hemen ardından Aralık 2015’in başından itibaren üst düzey Türk askeri heyetlerin Rusya’ya geldiğini söyleyen Dugin ise, ilk olarak bunu onlardan duyduğunu ancak ellerinde kanıt olmadığını belirterek bu ziyaretin pek dillendirilmediğini söyledi.

Dugin, şöyle devam etti: “Askeri meslektaşlarımızın uçağın başka güçler tarafından vurulduğuna dair kanıtları yoktu. Türkiye İstihbarat Servisi’nin üst düzey yetkilileri, generalleri Erdoğan’ın uçağı vurma talimatını vermediğini söylediler ve stratejik teknolojik açıdan birçok argüman söylediler. O zaman bu olayın böyle olduğuna dair kanıtları yoktu. Ve bu insanların muhalif olmaları çok ilginçti. Onlardan bu tür argümanlarla destek açıklamaları dışında her şeyi beklerdik. Onların, bunun Rusya ve Türkiye’nin ilişkilerine ve Erdoğan’ın kendisine karşı bir provokasyon olduğunu kanıtlayan açıklamaları 10 kat daha güçlüydü. Düşünün, Erdoğan’ın tarafındakilerin onun suçsuz olduğunu söylemesi bir şey, karşı taraftan bunu söylemeleri başka bir şey ve onlar burada Erdoğan’ın kurban olduğunu kanıtlamaya çalıştılar. Bu çok önemli bir nokta.

Bu konuyu ülke yönetimiyle görüştük, o zaman ilgili kanıt yoktu. Daha sonra ikinci kez Mart ayında Hasan Cengiz’in daveti üzerine gerçekleşti. İşte o zaman tamamen başka güçler Erdoğan’a yakın güçler Türk ordusunun içerisinde komplo kurulduğuna ilişkin kanıt sundular. Bunu da yönetimimize yavaş bir şekilde ilettiler. Böylelikle Mart ayında Rusya bunun Erdoğan’ın kararı olmadığını, aksine hem Türk yönetiminde ve Türk ordusunda hem Rusya’ya hem de Erdoğan’a karşı komplo elementi olduğunu biliyordu. Ve tabi ki kimin tarafından böyle bir komplo olduğunu, Rusya ve Türkiye’nin ilişkilerini bozmak kimin için önemli olduğunu anlamak çok kolay.”

“Darbeyi, Erdoğan’ın Rusya tarafına dönmeye başladığını görünce yaptılar”

“Hatırladığınız kadarıyla kimse neden bunların yaşandığını anlamıyordu, çünkü daha önce çok iyi ilişkilere sahiptik. Bu yüzden bu olayların ardından, Türk ürünlerinin girişi yasaklandı. Hiç hoş olmayan ve bir hayli zor durumlar yaşandı. İşte bu zamanda Türkiye’yi çok iyi tanıyan az sayıdaki insanlar bu durumu değiştirmek için çabalamaya başladık. Neden? Çünkü biz bu kararın ne Erdoğan’ın ne de Türk askerlerinin kararı olamayacağını anlıyorduk. Bu yüzden burada başka bir karar vardı. Bu şekilde Hasan Cengiz, Türk Avrasyalılarıyla ve Kemalist askeriyle tanıştık. Özellikle Kemalist askerleri şu anda hiçbir şekilde kavga yoluna gidilmemesini söylediler, aksine her ne kadar karşı olsalar da Erdoğan’ın desteklenmesi gerektiğini söylediler. Çünkü Erdoğan haklı, şu anda o Türkiye’nin çıkarlarını koruyor. Ve bu şekilde ilişkileri ilerletmeye başladık. Detayları açıklayamam, daha bir sürü ciddi adımlar attık. Sonuçlarına dikkat çekmek gerek.

İlk olarak Erdoğan’ın özrü ki bu çok erkekçe bir hareketti. O kendisini kandırdıklarını itiraf etti ve darbe girişimi bunların boş sözler olmadığını kanıtladı. İlişkilerimizi bozmak isteyenler Erdoğan’ın Rusya tarafına dönmeye başladığını görünce insanların hayatını kaybettiği darbeyi düzenlediler. Daha sonra her şey anlaşılmaya başladı, Türk meslektaşlar FETÖ’nün ne olduğunu biliyorlar. Bu buz dağının sadece tepesi. Rusya ve Türkiye’nin ilişkilerini bozma çabası Fetullah Gülen’den de daha derinde yatıyor, burada başka güçler de var. Putin ve Erdoğan’ın tarihi görüşmesinin ardından yeni bir yola girdik. Türkiye bir kez daha Avrasya önceliğini gözden geçirmeli, Avrupa’da Türkleri beklemiyorlar sizde biliyorsunuz. Türkler için Avrupa kapalı iken Rusya açıktır.

Rusya ile Türkiye arasında güvenilir birliğin kurulması gerek. Rus ve Türk ailelerinin mutlu yaşaması ve hiçbir düşmanın bizim tarihi dostluğumuzu bozmaması için birlik olmamız gerek. Zamanında Ruslar ve Türkler çok karşı karşıya geldi ama şimdi birlik olursak her şeyi kolaylıkla, kan dökülmeden yönetebileceğimizin farkına vardık.”

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.