Siyaset ve siyasada, başkalarının acısını hissetmeye çalışmak kötü bir fikirdir. Empati, mantığımızı çarpıtır ve bizi önyargılı, gelenekçi ve acımasız hale getirir.
Amerikan siyasetinde nereye dönerseniz dönün, liderler empati ihtiyacı hakkında konuşur. En bilinen örneği, tabii ki, 1992 yılında bir AIDS aktivistine “Acını anlıyorum.” diyen Bill Clinton’dan geliyor. Fakat bu, 2007’de (hala senatörken) “toplumumuzdaki ve dünyadaki en büyük eksiklik, empati yoksunluğudur.” ifadesinde bulunan Barack Obama’nın kariyerinde de tekerrür eden bir konu.
Ve bu sadece liberal bir refleksten ibaret değil. Birkaç ay önce, George W. Bush, Dallas’ta beş maktul polis memuru için düzenlenen bir anma töreninde konuştu ve şöyle söyledi, “Bizler, elimizden gelenin en iyisini yaparak, başkalarının hayatları ve koşullarında kendimizi hayal edip empati kurarız.” Bir adayken, Donald Trump bile Amerikalılardan, yerinden edilmiş Rust Belt fabrika işçilerinden suç kurbanları kaçak göçmelere, diğerlerinin ıstıraplarını tanımalarını istemiştir.
Kimin bizim empatimizi hak ettiği hususunda belirgin ideolojik farklılıklar olsa da, bu durum yine de geniş bir uzlaşmaya varan ender politik duyarlılıklardan biridir. Ve ne yazık ki, düşüncelerimize yol gösterince, empati ahlaki bir karmaşa haline geliyor. Dünyayı daha da beter bir hale getiriyor. Bunu bir kenara koyacak sağduyuya sahip olduğumuzda, daha iyi insanlar oluyor ve daha iyi siyasalar üretiyoruz.
Empati ile ne kastediyoruz? Kimileri, psikologların bilişsel empati, yani; diğer insanların zihinlerinde neler olup bittiğini duygu paylaşma zorunluluğu olmadan anlama kapasitesi, dediği şeyleri tanımlamak için bu kelimeyi kullanıyor. Bu bağlamdan bakınca empati elzemdir; diğer insanların ne istediğini anlamaktan yoksun isen, dünyada etkin bir biçimde rol alamazsın. Fakat bu, özü itibariyle pozitif bir güç de değil. Yüksek bilişsel empati ayrıca, başarılı bir hilekâr, baştan çıkaran ve işkenceci olmak için de gerekli.
Birçoğumuz empatiden bahsettiğimizde, psikologların duygusal empati dediği şeyi kastederiz. Bu, mutlak anlayışın ötesine geçiyor. Bu noktada, birileri için empati hissetmek, onların deneyimlerini ve acılarını paylaşmak- ne hissediyorlarsa onu hissetmek anlamına geliyor.
Bu, hayatın önemli bir parçası. Böylesi bir empati, spor ve seks hazlarını güçlendiriyor ve romanlar, filmler ve televizyon için sahip olduğumuz iştahın altını çiziyor. Her şeyden önemlisi, insanlar arkadaşları ve romantik partnerleri ile duygular paylaşmak ister; bu yakınlığın temel bir parçasıdır.
Fakat, ahlaki yargılarımıza ve politik kararlarımıza rehberlik ettiğimizde, duygusal empati farklı bir mesele oluyor. Sinir bilimi ve psikoloji alanındaki yakın tarihli araştırmalar (günlük yaşamlarımızda görebileceğimiz şeylere dair hiçbir şey söylemeden) gösteriyor ki, empati bizi önyargılı, gelenekçi ve kimi zaman da acımasız hale getiriyor.
Empati biliminin büyük kısmı, özneleri belirli deneyimlere (genellikle hafifçe ağrılı olan elektrik şoku, parmağa iğne batırma ya da kulaklıktan yüksek şiddette müzik verme gibi yöntemler) tabi tutarken beyinlerini taramayı içeriyor. Daha sonra bu taramalar, başkaları şoka uğratıldığında, iğnelendiğinde, ya da yüksek sesle rahatsız edildiğinde beyinlerinin nasıl tepki verdiğiyle karşılaştırılıyor.
Nasıl test ederseniz edin, bir sinirsel örtüşme mevcut: Beyninizin kendi acılarınıza tepki veriyor oluşu -ön insula ve singulat korteks gibi bölümlerde- başkasının acısıyla empati kurduğunuzdakine benzer bir biçimde cevap veriyor. Bill Clinton’nın cevabı, bir metafordan daha fazlasıydı- bir dereceye kadar, başkalarının acısını tam anlamıyla hissediyoruz.
Bununla birlikte, bu türden araştırmalar ayrıca ortaya çıkarıyor ki, empati önyargılıdır. Önyargıların bazıları, etnik köken ve mensubiyet gibi etmenlere bağlı olarak yüzeyseldir. 2010 yılında Neurondergisinde yayınlanan bir çalışma, Avrupalı erkek futbol taraftarlarını test etmiştir. Öznelerden birine elinin arkasından şok verilmiş, daha sonra bu kişiye başka birine aynı şokun verilişi izletilmiştir. Diğer erkek, özne ile aynı takımın taraftarı olarak tanımlandığında, empatik nöral cevap- öz/diğer acının örtüşmesi- güçlü olmuştur. Fakat, erkek birey, diğer takımın taraftarı olarak tanımlandığında, böyle olmamıştır.
Diğer önyargılar daha da kemikleşmiş durumda. Geçmişte size daha adil davranan birine karşı, sizi aldatan birine olduğundan daha fazla empati hissederken, sizinle uzlaşan kişiye de rekabet edenden da daha fazla empati duyarsınız.
Ve empati faaliyeti, eğer kişinin kendi ızdırabından mesul olduğu algısı doğarsa işlemeyi bırakır. 2010 yılında Cognitive Neuroscience Dergisinde yayınlanan bir çalışma insanlara AIDS’ten muzdarip bireylerin videolarını göstermiştir. Bireyler, damar içi uyuşturucu kullanımından dolayı enfekte oldukları belirtildiğinde, kan nakli sebebiyle hastalık kapmış olarak tanımlandıklarından daha az empati görmüştür.
Empatik yanıtlarımız sadece önyargılı değildir; bizi bariz pratik hesaplamaları gözardı etmemiz için de kışkırtırlar. 2005 yılında Behavioral Decision Making Dergisinde raporlanan çalışmalarda, araştırmacılar, insanlara bir çocuğun hayatını kurtarmak için geliştirilecek bir ilacın yapımına ne kadar para bağışlayacaklarını sormuştur ve başka insanlara da çocuk sayısını sekiz yapıp aynı soruyu yöneltmişlerdir. Araştırmanın katılımcıları sayıları önemsemeyip, her iki durumda da yaklaşık olarak aynı sayıları vermişlerdir. Ve bir çocuğa duyulan empati, çocuğun fotoğrafı gösterilip adı söylenerek tetiklendiğinde; bir adet çocuk için yapılan bağış, sekiz çocuklu örnekte olduğundan daha yüksek miktarlara ulaşmıştır.
Empati, spesifik bir bireyi düşündüğümüz zaman aktive edilir- sözde “teşhis edilebilir mağdur” efekti- fakat daha geniş düşünceleri hesaba katma konusunda başarısızdır. Bu, Personality and Social Psychology Dergisinde yayınlanan 1995 yılından klasik bir deneyle güzel bir şekilde tasvir edilmiştir. Öznelere, ölümcül bir hastalığa yakalanmış ve acısını hafifletecek bir tedavi için bekleme listesinde düşük sıralarda olan 10 yaşında Sheri Summers isimli bir kız çocuğu tanıtılmıştır. Bu kişilere kız çocuğuna acil tedavi olanağı -daha ciddi hastalıkları olan ya da daha uzun süredir bekleme listesinde bulunan çocukların önüne geçirerek-sunulduğunda, cevapları genellikle hayır olmuştur. Ancak, öncesinde çocuğun ne hissettiğini hayal etmeleri, kendilerini onun yerine koymaları istendiğinde ise verdikleri cevap çoğunlukla evettir.
Gerçek dünyada, bu türden bir sapkın ahlak matematiği görüyoruz. Bu nedenle, insanların kötü muamele görmüş köpekler ya da petrolle kaplanmış penguenlere yardım etme arzusu, diğer ülkelerdeki milyonlarca insanın ya da kendi ülkelerindeki azınlıkların acılarını dindirmeye olan ilgilerini aşabiliyor. Bundan dolayı, hükümetler ve bireyler kimi zaman küçük bir kızın asansör boşluğuna sıkışmasına (Midland, Texas’taki ünlü 1987 olayı Bebek Jessica’yı hatırlarsak), daha fazla insanı etkileyen krizlere olduğundan daha çok ilgi gösterebiliyorlar.
Ayrıca yine bu sebeple, konu politikaların acil kurbanlarına- serbest bırakılan bir mahkûm tarafından saldırıya uğrayan biri, bozuk aşıdan dolayı hastalanan bir çocuk, yönetmelikler ve vergiler sebebiyle iflas eden kimse- geldiğinde çok fazla endişelenmemizin sebebi de budur, ancak bu tür politikaların önleyebileceği acılar söz konusu olduğunda kısmen umursamazız. Bir tahliye programı, suçun genel olarak düşmesine sebep olabilir, örneğin; saldırıya uğramamış insanların sayısındaki istatistiksel kayma hakkında düşünürken empati hissedemezsiniz.
Ahlaki ve siyasi tartışmalarda pozisyonlarımız, kiminle empati kurduğumuzun seçimini sıklıkla yansıtmaktadır. Yasal uygulamalar ile kötü muamele gören ve öldürülen azınlıklara- ya da hayatları sıklıkla tehlike içinde olan polislerin kendisine- empati hissedebiliriz. Üniversiteye gidemeyen azınlık öğrencilerle- ya da daha iyi notları olduğu halde geri çevrilen beyaz öğrencilerle de. Kendini el tabancası ile vuran küçük bir çocuk annesi ile empati kurabiliyor musunuz? Ya da kendini savunmak için silah alması yasak olduğundan tecavüze uğrayan bir kadınla? Sadece yeni bir hayata başlamak isteyen Suriyeli mülteci, ya da işini bir göçmene kaptıran Amerikalı ile?
Bu gibi empatik endişeler düşmanlığa neden olabilir. 2016 seçim sezonunun en empatik anının, başkanlık seçiminden geliyor oluşunu düşünün; Trump’ın kaçak göçmenlere olan saldırısı. Donald Trump, tabii ki mağdur olarak tanımladığı tecavüz edilen, saldırıya uğrayan ve katledilenler hariç, göçmenlere karşı empati hissetmiyordu.
Laboratuvarda, empati ve saldırganlık arasındaki bağlantıyı görebiliriz. Personality and Social Psychology Bülteninde yayınlanan, 2014 yılına ait akıllıca bir çalışmada, nakit ödül için matematik yarışmasına giren mali açıdan muhtaç bir öğrenci hakkında öznelere bilgi verildi. Öğrenci için empati hissetmeye motive edildiklerinde, özneler benzer bir şekilde öğrencinin rakibine, her ne kadar rakip açıkça yanlış bir şey yapmamış olsa da acı çektirmek – tüketmesi için bol miktarda acı sos tahsis ederek- konusunda da motive oldular.
Verilen tüm problemleri empati ile göz önüne alırsak, bunun gerilimini aşmak için mantıksal düşünmeyi kullanabiliyor olmamız iyi bir şey. Pek çok insan, bu tarz empati güdümlü yargıların hatalı olduğu konusunda uzlaşacaktır- bir kişi, sekiz taneden daha değerli değildir, aşı programını sadece tek bir hasta çocuk sebebiyle durdurmamalıyız, eğer durdurursak bu düzinelercesinin ölümüne sebep olur. Takdir edebiliriz ki, herhangi önemli karar- ceza yargılaması, yüksek eğitimde çeşitlilik politikaları, silah kontrolü ya da göç konusunda- kaçınılmaz bir biçimde kaybedenler ve kazananlar içerecektir ve dahası birisi empati kurmak için mutlaka olayın diğer tarafından bir başkasını bulacaktır.
Peki iyi insanlar olmak için motivasyonumuz ne durumda? Eğer diğerleriyle empati kurmuyor, acılarını hissetmiyorsak, neden onlara yardım etmeyi yeteri kadar önemseyelim? Eğer empatinin alternatifi apati ise, o halde belki de kusurlarını dikkate almaksızın “ona sadık kalmalıyız.
Neyse ki, bizi iyi olmaya motive eden tek güç empati değil. Empati açıkça endişe ve şefkatten- başkalarını önemseme, kaderlerine değer verme- ayrılabiliyor. Ayrım, sinirbilimci Tania Singer ve Olga Klimecki tarafından, 2014 yılında Current Biology dergisinde yayınlanan bir makale ile güzelce özetleniyor: “Empatiye karşıt olarak şefkat, diğerlerinin acısını paylaşmak anlamına gelmiyor: bilakis, başkalarının refahını arttırmak için duyulan güçlü motivasyonun yanında, samimiyet, endişe ve diğer insanlara ilgili olma hisleri ile nitelendirilmiştir. Şefkat, başkalarıyla hissetmek değil, başkalarını hissetmektir.
Emotion dergisinde kısa sürece önce yayınlanan, Yale mezunu öğrenciler Matthew Jordan ve Dorsa Amir ile beraber yürüttüğüm araştırma serilerinde, iki farklı ölçekte insanların puanlarını karşılaştırdık, biri duygusal empatiyi ölçme ve diğeri de şefkati ölçme idi. Tahmin edildiği üzere, ölçeklerin doğamıza ait farklı yanlara dokunduğunu bulduk: birinde yüksek sıradayken, diğerinde aşağılarda olabiliyordunuz. Ayrıca ortaya çıkardık ki, şefkat, cömert bağışları öngörürken, empati görmüyor.
Dahası, Tania Singer tarafından yürütülen araştırmalar bütününde, kişiler ya empati ya da şefkati deneyimlemek için eğitildi. Empati egzersizlerinde, kişilere acı çeken insanların neler hissettiğini anlamaları hususunda talimat verildi. Şefkat egzersizlerinde -kimi zaman “sevme-sevecenlik meditasyonu olarak adlandırılan-, diğerlerine karşı ılımlı düşünceler yönlendirmeleri söylendi, ama empati hissetmeleri değil, sadece pozitif duygular beslemeleri için.
Bunu yaparken beyinleri tarandı ve ortaya çıktı ki, iki durum arasında nöral bir farklılık vardı: empati egzersizleri insula ve singular korteksinde artan aktivasyona sebebiyet veriyor, beynin bu bölümleri, önemsediğin birinin acısıyla empati kurarsan harekete geçiyor. Şefkat egzersizleri, beynin diğer bölümlerini- diğer şeylerin yanında, ödül ve motivasyon ile ilgili bir bölüm olan ön striyatum gibi- aktive ediyor.
Bu çalışmalar, empati ve şefkat arasındaki pratik farklılıkları da açığa çıkardı. Empati zor ve memnuniyetsizdi- bireyleri yıpratıyordu. Bu, temsili acı çekişlerin sadece kötü karar alımlarına değil, ayrıca tükenme ve vazgeçmeye sebep olduğunu da ileri süren diğer bulgularla da tutarlı durumda. Şefkat egzersizleri, tam tersine, arabulucunun daha iyi hissetmesine ve başkalarına karşı daha kibar davranmasına yol açıyordu.
Bu sonuçlar, meditasyon ile eğitimden geçmenin, insanları başkalarına karşı daha kibar ve yardım etmeye daha hevesli hale getirdiğini bulan (kişilerin diğer bilişsel yeteneklerinin eğitildiği bir kontrol durumuyla karşılaştırıldığında) Paul Condon ve çalışma arkadaşlarının, 2013’te Psychological Science dergisinde yayınlanan, yakın tarihli yargılarıyla da güzel bir biçimde bağıntı kuruyordu. Meditasyonun “sosyal paylaşım duygularıyla ilişkili şebekeler lehine, sıkıntı sahibi insanların hislerini simüle etmekle bağlantılı beyin iletişim ağının, aktivasyonu düşürdüğünü öne sürüyorlar. Empatinin etkisini kısıtlamak, esasen, kibar olmayı kolaylaştırıyor.
Empatinin cazibesini inkâr etmiyorum. Diğerlerinin hissettiği gibi hissetmek, acılarını dolaylı yoldan yaşamak ve kalplerimizi dinlemek için dünyayı hissetmeye çalışmak, genellikle karşı konulmaz bir şeydir. Gerçekten de bu durum, verenin hayatını güçlendirecek bir hediyeye benziyor. Alternatif yol -daha uzak acıma duygusu ile karışık, dikkatli bir muhakeme ile birlikte- soğuk ve hissiz görünebilir. Lehinde söylenecek en temel şey ise, dünyayı daha iyi bir yer haline getirdiğidir.
Çeviren (Tam Metin): Gaye Polat
(WSJ, Paul Bloom, The Perils of Empathy, 2 Aralık 2016) |
Son Yorumlar