Günlük arşivler: 16 Aralık 2016

TERÖR DOSYASI : ÖZEL HARPÇİ’DEN BEŞİKTAŞ PATLAMASI HAKKINDA ÖNEM Lİ AÇIKLAMALAR


EMİN ÇÖLAŞAN: Özel harpçi uyarıyor

​Sevgili okurlarım, bazen burada sizlerden gelen mektuplara ve mesajlara yer veriyorum zira içlerinde önemli uyarılar, bilgiler oluyor. Bunları bizler doğal olarak bilmiyoruz. Ya da aklımıza gelmeyen konular. İşte onlardan biri… Yazanın geçmişteki görevini mektubun sonunda öğreneceksiniz. İşte o uzman mektubu… Kendisi istemediği için ismini vermiyorum:

“Emin abi lütfen şu konuyu vurgulayın. Teröristlerin hedefi toplu haldeki polis gruplarıdır. Patlayıcı yüklü bir aracı, ya da intihar yeleği giymiş bir teröristi durdurmak için en çok dört polis yeterlidir.
Zaten bu durdurmaların tamamı patlamayla sonuçlanmaktadır. Eğer durdurma anında bombanın mekanizması çalışmamış ve patlama gerçekleşmemişse, teröristle asla yakalamaya yönelik bir boğuşma yaşanmamalıdır.
Şahıs derhal vurularak etkisiz hale getirilmelidir.
Az bir polis grubu teröristler için cazip bir hedef değildir.
Tek noktada kalabalık gruplar yerine çok noktada az personel ile kontrol yapılmalıdır.
Görevli polis arkadaşlar uykusuz, yorgun ve moralsiz olmamalıdır.
Sabit kontrol noktalarından daha çok, seyyar polis birimleri kullanılmalıdır.
Şüpheli araçlar ve şahıslar mobil timler tarafından takip edilmeli, vatandaşın en az etkileneceği yerde bekletilmelidir. Müdahale inisiyatifi polisin elinde olmalıdır.

Maçka parkındaki polis müdahalesi ne yazık ki yanlıştır.
Allah mekanlarını cennet etsin ama şehit polislerimizin eğitim ve müdahale yetersizliği açıkça görülmektedir.
Patlayıcı madde yüklü olabilecek bir şahsa müdahale tarzı bu değildir.
Terörist ilk müdahalede kendini patlatmamış, tüm polislerin başına toplanmasını beklemiştir. İyi eğitilmiş teröristlerin intihar eylemcisi olduğu unutulmamalıdır.
Bu tür terör saldırılarına karşı eğitim, işin olmazsa olmazıdır ve ne yazık ki yetersizdir.
Yapılan bunca bombalı saldırıya rağmen halen de bariz hatalar yapılması insanı düşündürmektedir.
Adeta toplum bir iç savaşa hazırlanmaktadır.
Kana kan intikam sloganı terörizmin ulaşmak istediği hedeftir. Devletin sloganı olamaz. Saygılarımla.”

Hemen ardından ikinci mesaj geldi:
“Sayın Çölaşan, çok yakında Beşiktaş benzeri bir katliam yaşanmaması için lütfen şu önerimi yetkililere iletin.
Ben Ankara Çankaya’da (…) sitesinde oturuyorum. Meşhur (…) avm’sinin yanındaki site. (Site ile avm’nin isimlerini ben
sildim. EÇ)
Benim oturduğum blokun önündeki avm’ye giden yolun üzerinde polis kontrol noktası var. 24 saat görev yapıyorlar.
Sayıları trafik, güvenlik, terörle mücadele ve zaman zaman da Özel Harekatçılarla birlikte ortalama 20 polis civarında.
Hemen karşı kaldırımda bir otobüs durağı ve bekleyen kalabalık bir halk topluluğu.
Kontrol noktasına 30 metre mesafede 32 katlı, ön cepheleri tamamen cam olan bir site.
Teröristlerin hedef aramasına hiç gerek yok!
Sadece bir araca bomba yüklemeleri yeterli.
Sanırım çok yakında burayı da keşfedecekler…
Ve sizler gazetelere yeni manşetler atacaksınız, televizyonlar yeni ölümlerin içinden bir sürü acıklı hikayeler çıkaracak, siyasetçiler camilerde bayrağa sarılı tabutların başında terörle mücadele konusunda kararlılık nutukları atacaklar.
Yazık olacak insanlarımıza.

Neden bu polisleri yem gibi kullanıp şehit olmalarına neden oluyorlar? Polis vatandaşın güvenliği için elbette kendi hayatını gerektiğinde seve seve tehlikeye atacak, belki de feda edecektir. Polis yüksek riskli bir hedefken hangi teçhizat ve taktik yöntemlerle korunmaktadır? Tehdit bellidir. İntihar eylemi için bombalı araç ve teröristler. Neden polis teyp hırsızlarını, ya da adi suçluları arar gibi basit taktik, teknik ve teçhizat ile görev yapmaktadır? Polis yorgundur, polis mutsuzdur. Terörle mücadele ise yüksek moral ve motivasyon ister.

Sayın Çölaşan, bu yazılanları okur musunuz bilemem. Bu yazdıklarımı okur mektubu olarak kullanabilirsiniz. Ancak teröristlere hedef tarifi yapmış olmaktan korkuyorum. Tek çekincem budur. Size bu analizleri yaparken bir terör uzmanı olduğumu söylemek isterim. Öyle tv’lerde yorum yapan uzmanlar (!) kadar olmasa bile benim de kendimce bir kariyerim var. Özel Kuvvetler’de 12 sene çalışmış, devlet tarafından Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası’yla ödüllendirilmiş, sonra da malûlen emekli olmuş bir TSK mensubuyum. İsmim sizde gizli kalmak kaydıyla saygılar sunarım.

DUYURU : Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul Panel İcrası /// AKSAN Başkanı Konuşması ve So nuç Bildirisi Hk.


Sayın Valim, Sayın Milletvekillerim, Sayına Komutanlarım, Sayın Kaymakamlarım, Sayın Belediye Başkanlarım, İlimizin Saygıdeğer Yöneticileri, Başımızın tacı Gazilerimiz, Değerli Katılımcılar, Basınımızın mümtaz temsilcileri, Hanımefendiler Beyefendiler;

1.Dünya Savaşında Antalya’da Kazanılan Büyük Zaferlerin Kahramanı Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul’u ve gerçekleştirdiği büyük olayı çeşitli açılardan incelemek maksadıyla burada toplanmış bulunmaktayız. Öncelikle AKSAN olarak teşrifleriniz için hepinize hoş geldiniz diyor saygılarımı sunuyorum.

Biz Antalya’da faaliyet gösteren bir kültür sanat derneği olarak öncelikle Antalyamız ve ülkemiz için büyük bir değer olan Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul’u Antalyamızda ve ülkemizde daha tanınır ve bilinir bir şahsiyet haline getirmek ve tarihteki yaptığı büyük olaylara denk bir biçimde anmak ve tanıtmak maksadıyla geniş kapsamlı ve planlı bir projeyi uygulamaya karar verdik. Bunun için de konunun uzmanı olan şahsiyetlerle ve resmi ve sivil kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak bir dizi faaliyetler gerçekleştirdik. Öncelikle bu büyük şahsiyeti hak ettiği ölçüde anmak ve yaşatmak maksadıyla bir faaliyet planı hazırladık. 5 Kasım 2016 tarihinde sizlerin de destek ve katılımlarıyla 48. Ölüm yıldönümünde Andızlı’daki mezarı başında andık. Mezarının bir Anıtmezar haline dönüştürülmesi için değerli sanatçılarımızla irtibata geçtik ve bu konuda önemli bir yol kat ettik. Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının ilgili birimlerinden askeri hayatı ve yaptığı başarıları hakkında iletişim kurduk ve bazı bilgi ve belgeler aldık.Dışişleri Bakanlığı ile irtibat sağladık. Kaş, Kemer ve Antalyamızın çeşitli yerlerinde bizzat incelemeler ve araştırmalarda bulunduk. İlgili kişilerle temas kurduk. Valiliğimiz, Büyükşehir Belediyemiz veAkdeniz Üniversitemiz; ilgili Kaymakamlıklarımız ve Belediyelerimiz ile temasa geçerek konuyu kendileri ile paylaştık. Yapmak istediklerimizi makamlarına arz ettik. Milli Eğitim Müdürlüğümüz, Kültür Müdürlüğümüz, Müftülüğümüz ve ilgili diğer resmi kuruluşlarımız ile irtibata geçerek yapmak istediklerimizi kendilerine anlattık. Daha önce Mustafa Ertuğrul konusunda çeşitli çalışmalar yapmış, emek sarfetmiş, bilinç oluşturma çabasında olmuş çok değerli kişi, kurum ve kuruluşlarla irtibata geçtik. Onların geçmişteki uğraşları sayesinde ve gösterdikleri ışık istikametinde bugün bu çalışmaları yapabilecek duruma geldik. Yaptıkları çalışmalar ve verdikleri emek için hepsine şükran duyuyor teşekkürü bir borç biliyoruz. Ansiad, Türk Hava Kurumu, Ketav, Tesud, Temad, Gazeteciler Cemiyeti, Anadolu Hemşeri Dernekleri Platformu, Kent Konseyi, Gazi Derneklerimiz ve burada adını sayamadığımız birçok sivil toplum kuruluşu ile görüşmeler yaptık, desteklerini aldık. İrtibat kurduğumuz ve görüştüğümüz tüm kurum kuruluş ve örgütler sağolsunlar büyük destek verdiler bizleri yüreklendirdiler.

Bütün bu girişimler ve faaliyetler ışığında Top.Yzb.Mustafa Ertuğrul hakkında kapsamlı bir proje geliştirdik. Bu projenin icrası için çalışmalar yaptık. İşte bu çalışmaların bir aşaması olan bugün gerçekleştireceğimiz Panel ile kamuoyunda Yzb.Mustafa Ertuğrul konusunda bir farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Öncelikle Antalyamızın sonrasında da tüm ülkemizin bu değerli şahsiyeti tanımasını istiyoruz. Panelin ilk amacı budur. Diğer bir amacı daha vardır; Bugün yani 13 Aralık’ta bu panelin icra edilmiş olması bir rastlantı değildir. Bugün Yzb.Mustafa Ertuğrul’un Kemer açıklarında batırdığı gemilerden birisi olan Paris II gemisinin batırılışının 99. Yıldönümüdür. İşte hem bugünü anmak ve hem de gelecek sene 100. Yıldönümünü anacağımız bu büyük olayın daha geniş bir katılımla ve kapsamlı bir programla anılmasını sağlamaktır. Bunun için gelecek yıl bu olayın 100. Yılı olan 13 Aralık 2017 tarihinde uluslararası boyutta bir sempozyumyapılmasını planlamış bulunmaktayız. Kaş İlçemizde de dünyada top atışı ile ilk uçak gemisi batırılmıştı. Bu olayın kahramanı da Yzb. Mustafa Ertuğrul’dur. Bu olayı canlı tutmak ve her yıl anmasını gerçekleştirmek için de çalışmalarımız vardır. Önümüzdeki ay bu büyük olayın da 100. Yılıdır. Yaklaşan tarihi dikkate alarak çalışmalara şimdiden başlanılması gerekmektedir. Antalya merkezde iki ayrı yerde anıt ve panorama, Kaş ve Kemer’de gerek anıtlar gerekse batarya mevzilerinin ziyaret edilebilecek bir duruma getirilmesi için de çalışmalar yürütüyoruz.

Daha birçok plan ve projelerimiz vardır. Müze, büyük prodüksiyonlu bir sinema filmi, dizi filmler ve seri kitaplar bu düşüncelerimizden bazılarıdır. Tabii ki bunlar sizlerin katkıları ve müsaadeleriyle gerçekleşecek büyük işlerdir. Ayrıca konuyu çocuklarımıza ve gençlerimize anlatmak için de plan ve projelerimiz vardır. Düşüncelerimizi gerçekleştirmek için hayallerimiz geniş enerjimiz sınırsızdır. Çünkü olay çok büyük ve anlamlıdır.

Konu sadece ulusal temelde değil uluslararası ilişkiler bakımından da değerlidir. İnsanlık değerleri açısından da çok güzel ve önemli örnekler taşıyan bir konu ve kişiyle karşı karşıyayız. Savaş halinde olduğumuz ülkelerin vatandaşlarına yapılan muamele; insanlık değerleri açısından tüm dünya insanlarına gururla anlatılabilecek, ibretle gösterilebilecek bir özelliğe sahiptir. Bu durum bölgemizde iç ve dış turizmin olumlu anlamda etkilenmesine yol açacaktır. Kısacası gerek kendi insanımıza gerekse yabancı ülkelerden gelen konuklarımıza gururla gösterebileceğimiz ve anlatabileceğimiz bir olayın sahibiyiz. Bu olayı yansıtmak istiyoruz.

Bütün bu düşünceleri gerçekleştirmek için tüm kurum ve kuruluşlarımızın ve tüm sivil toplum örgütlerinin desteğine ihtiyacımız vardır. Bu desteği esirgemeyeceğinizden eminiz.

Bu panel bir bilgilenme, bilinçlenme ve farkındalık yaratmak maksadıyla planlanmıştır. İcrasının da etkisinin de amacına ulaşmasını diliyor hepinizi saygı ile selamlıyor tekrar hepinize hoş geldiniz şeref verdiniz diyor saygılar sunuyorum…

13.12.2016

Mehmet Rıza ÜNLÜ

AKSAN Yönetim Kurulu Başkanı

PANEL SONUÇ BİLDİRGESİ

“1.Dünya Savaşında Antalya’da Kazanılan Büyük Zaferlerin Kahramanı Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul” konulu Panel’i 13 Aralık 2016 tarihinde icra etmiş bulunmaktayız. Adı Türk Tarihi içinde altın harflerle yazılı bu büyük kahraman çeşitli açılardan anıldı. Birçok konu bilimsel olarak dile getirildi. Konu ile ilgili bölgenin yapısı ve geçmişte bu bölgelerde yapılan faaliyetler anlatıldı. Kaş, Kemer ve Antalya’nın harp tarihi açısından çok önemli bir bölge olduğu görüldü. Adeta bir Çanakkale gibi Gelibolu gibi önemli bir muharebe alanı olduğunu müşahede ettik. Kemer’deki Paris II batığı ile yeri yeni tespit edilen Aleksandra batığı çevresinde yapılacak sportif, turistik ve sanatsal faaliyetler aracılığı ile insanlık ve barış duygularının yansıtıldığı ve yaşatıldığı bir merkez olacağı ümidini taşıyoruz.

Öte yandan bu büyük kahraman ve gerçekleştirdiği bir birinden önemli büyük olaylar bize çok başka mesajlar vermekte ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu vatanın kolay kazanılmadığı; büyük emek, gayret ve fedakârlıklarla, kanla, canla savunulduğu görülmektedir. Onlara layık olmak vazifemizdir.

Her geçen gün, her yaşanan olay bize; birlik ve beraberliğimizin ülke bütünlüğümüzün önemini göstermektedir. Nasıl ki Yzb. Mustafa Ertuğrul şahsında birlik ve beraberlik içinde vatan için gözünü kırpmadan ve yılmadan mücadele edilmişse günümüzde ve gelecekte de aynı ruh ve duygu ile hareket edileceği hususunda inancımız tamdır. En üst makamdaki yöneticiden en uzaktaki vatandaşa kadar herkes bu vatanın değerini bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Bu vatan birlik ve beraberlik duygusu ile ayakta durur. Fedâkar insanları sayesinde yaşama kaynağını bulur.Kahramanları sayesinde de ayakta durarak geleceğe taşınır. Kahramanlar bir milletin sembolüdür, yaşam kaynağıdır, itici gücüdür, moral değeridir, motivasyon unsurudur, milli gücüdür. Yeni nesiller bu kahramanları tanıdıkça kendilerini daha güçlü hisseder ve geleceğine sahip çıkar. Genç nesilleri kendi değerlerimizle buluşturmalıyız. Bu değerler; millet olarak, bizlerin de ülkemizin de vatanımızın da özgürlük ve bağımsızlığımızın da teminatıdır. Biliyoruz ki; “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”

Yzb. Mustafa Ertuğrul konulu Panel kapsamında gelecekte yapılması halinde Antalyamız ve ülkemiz içim yararlı olacağını düşündüğümüz konular şunlardır:

1.Yzb. Mustafa Ertuğrul konusu ilkokuldan itibaren ilgili derslerde işlenmek maksadıyla Milli Eğitim Bakanlığınca müfredata dahil edilmelidir.

2. Muharebenin olduğu kara ve deniz bölgelerinde anıtlar, müzeler, siperler, dioramalar, rölyefler vb. yapılmalıdır. Buralara tanıtıcı tabelalar yerleştirilmelidir. Yol boyunca trafik levhaları ile yönleri gösterilmelidir. Ayrıca turizm ve bölge haritalarında yerleri belirtilmelidir.

3. Bazı caddelere, mahallelere, okullara vb. Mustafa Ertuğrul adı verilmelidir.

4.Tespit edilecek ilgili tarihlerde resmi anma yıldönümleri yapılmalıdır. Mustafa Ertuğrul her yıl mezarı başında anılmalıdır.

5. Mustafa Ertuğrul’un mezarı anıtmezar olarak yeniden düzenlenmelidir.

6. Kaş, Kemer ve Antalya merkezde yeniden, büyük ve işlevsel anıtlar yapılmalıdır. Bu anıtların yeri iyi tespit edilmeli ve çok kişiler tarafından görülecek yerlere yerleştirilmelidir. Bu anıtlar ulusal veya uluslararası yarışma ile belirlenmeli ve sanatsal değeri olmalıdır.

7. Bu anıtlardan ayrı olarak Kemer’de deniz içinde büyük bir İnsanlık ve Barış Anıtı yapılmalıdır. Bu anıt Müzeyi de içermelidir. Paris II batığı ve yeri yeni tespit edilen Aleksandra batığı da bu Müze ve anıt kapsamına dâhil edilmelidir. İnsanların bu batıklara dalışı veya en azından batıkların canlı izlenimi imkânları sağlanmalıdır. Bu konuda Sayın Mustafa AYDEMİR tarafından önceden hazırlamış olan ve büyük bir ilerleme kaydeden projesi desteklenmelidir.

8. Büyük bir prodüksiyonla Hollywood standartlarında bir sinema filmi çekilmelidir. Mevcut durumda Sayın Mustafa AYDEMİR’ in senaryosunu yazdığı ve çekimi için 3 yıldır uğraş verdiği sinema filminin hayata geçirilmesi bu ihtiyacı karşılayacaktır.

9. Her yıl belirlenecek bir tarihte Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı veya yerel olarak bir Belediyemizce Mustafa Ertuğrul ödülü verilmelidir. Mustafa Ertuğrul bir kahraman ve tarihi bir şahsiyet olmaktan başka aynı zamanda bir sanatçıdır. Çeşitli tabloları vardır. Bunlar dikkate alınarak her yıl bilim, sanat, kültür, edebiyat, şiir vb. gibi farklı alanlarda konusu Antalya veya Mustafa Ertuğrul olan çalışmalara ödüller verilmelidir.

10. 13 Aralık 2017 tarihinde 100. Yıldönümü olarak yapılması planlanan Uluslararası Sempozyum için ilgili kurum ve kuruluşlar ile müşterek bir çalışma yürütülmelidir. Bu müşterek çalışmayı yürütmek için Valilik, Belediye, Üniversite ve AKSAN arasında bir protokol yapılarak bu sempozyumun icrası çalışmalarına başlanmalıdır.

11. Mustafa Ertuğrul konusunda ilgili tüm kurum ve kuruluşlar ile koordineyi sağlamak ve faaliyetleri takip etmek maksadı ile AKSAN yetkilendirilmeli ve desteklenmelidir.

12. Belediyelerimizin desteği ile bir “Yzb. Mustafa Ertuğrul Kültür Merkezi” kurulmalıdır. Bu merkezin faal tutulması ve etkinliklerin icrası için bir çalışma grubu kurulmalıdır. AKSAN bu işlerin de koordinatörlüğünü yapabilir.

13. Mustafa Ertuğrul konusunda daha önce yapılmış çalışmaların yeniden basımı ve yeni yapılacak olanların da teşvik edilmesi sağlanmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak tüm katmanlarda bir farkındalık meydana getiren “Ben Bir Türk Zabitiyim” adlı kitabın toplu alımları ve öğrenci merkezli yerlerde dağıtımları sağlanmalıdır. Öte yandan bu konuda broşür türü kitapçıkların yapılması da desteklenmeli ve tüm ilköğretim öğrencilerine dağıtımı sağlanmalıdır.

14. Mustafa Ertuğrul konusu tespit edilecek bir heyet marifetiyle, konunun önemine ve az bilinirliğine binaen; Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve ilgili diğer makamlarda bizzat takdimi yapılarak bu makamların doğrudan bilgilendirilmesi sağlanmalıdır.

Ülkemiz bugün, her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duymaktadır. Tüm vatandaşlar olarak bir birimize daha sıkı sarılmalı herhangi bir şahsi hesap ve hedef gütmeden ortak değerler etrafında buluşabilmeliyiz. İşte Mustafa Ertuğrul konusu bu ortak paydayı sağlayabilecek bir değerdir. Bu değeri iyi değerlendirmeli, iyi yönlendirmeli ve verimli sonuçlar doğuracak iyi işlere temel oluşturabilmeliyiz. Bu bir fırsattır ve güzel bir fırsattır. El birliği ile gönül birliği ile amaç birliği ile Mustafa Ertuğrul konusunda ortak çalışmalar yapmalıyız. Ancak bu şekilde vazifesini layıkıyla yapmış insanlar arasında yer alabiliriz. Bu Panelin buna vesile olmasını diliyor, Kahraman Yzb. Mustafa Ertuğrul’un şahsında tüm Şehitlerimizi Gazilerimizi rahmetle, minnetle ve şükranla anıyor, Panel Sonuç Bildirgesini takdirlerinize arz ediyor, hepinize saygılar sunuyoruz… 13. Aralık.2016

AKSAN PANEL YÖNETİM KOMİTESİ

SİYASİ DOSYA : Liberal Demokrasinin Kazan-Kazan Fantezisi


trump-brexit.jpg?itok=6ByCh1VB

WASHINGTON, DC – Ancak birkaç analist Brintayalıların Avrupa Birliği’nden çıkmayı ya da Amerikalılar’ın Donald Trump’ı gelecek başkanları olarak seçeceğini tahmin edebildi. Ancak bu yanlış seçimler üzerine ortaklaşılmış (konsensusa varılmış) açıklamaların gelmesi uzun sürmedi. Mevzu bu tür karışık ve birbirini takip eden (bağlı olan) gelişmelere gelince, ucuz düşüncelerden kaçınmalıyız.

Şimdi ki ortak görüş, görece kozmopolitan ve dünyadan haberdar olmaya kendini kaptırarak; daha az eğitimli ve dünyadan daha az haberdar grupları dinlemekte başarısız olan akademideki, medyadaki ve iş dünyasındaki elitleri suçlamak. Bu daha az eğitimli ve dünyadan daha az haberdar gruplar, küreselleşmeden en az faydalananlar durumunda ve Brexit örneğindeki gibi ulusüstü kurumları ya da Trump örneğindeki gibi müesses nizamın adaylarını reddetmeye meyilliler. Onları yok saymak, birçok açıdan, çok net bir hata.

Bu görüşe yönelik önemli bir iddia söz konusu. “Ortak fikir,” Davos’tan Aspen’e içlerinde anketörlerin/siyasi tahmincilerin de olduğu, benzer eğitim geçmişini paylaşan, aynı medya kuruluşlarını okuyan ve aynı toplantılarda ve olaylarda bir araya gelen bugünün finans ve entelektüel elitine sürekli olarak sıkıntı veriyor.

Bu topluluk, tarihten önemli dersler aldığına inanmaya yatkın. Bu elitler, ırkçılığı ve etnosentrizmin ılımlı formunu dahi yererken, feminizmi reddetmeleri pek olası değil. Bu gruplar çeşitliliğin en iyi örnekleri olmamalarına rağmen, en azından çeşitliliğin getirdiği değerin ve erkek dominasyonunun azaldığına dair geniş bir kabul mevcut.

Bu grubun diğer önemli paydası ise refah. Bu grubun tüm mensupları multimilyoner olmamalarına rağmen, ekonomik küreselleşmenin faydalarını görmek için ihtiyaç duyulan eğitime ve yeteneklere sahip olma eğilimindeler. Sonuç olarak, özellikle Birleşik Devletler’de, çok yakın zamana kadar elitler artan eşitsizliği büyük bir problem olarak kabul etmediler (birçok varlıklı elit eşi benzeri görülmemiş oranda hayırseverlik faaliyetlerine girmiş olmalarına rağmen).

İş dünyasından ve finanstan politikaya kadar birçok kritik sektörde birbiriyle bağlantılı kararlar veren kozmopolitan elitlerin, daha az varlıklı, az eğitimli ve dünyayla daha az bağlantılı insanların dertlerine daha fazla dikkat etmesi gerektiği çok açık. Benzer fikirdeki insanların toplanmasından daha ziyade, küreselleşmeyi daha farklı deneyimleyen insanların da içinde olduğu daha değişik geçmişlerden ve koşullardan insanları bir araya getiren platformlar kurmalılar. Bu tür platformlar kamusal müzakerenin parçalanmasına çözüm üretebilir.

Ancak tek problem ideolojik ‘kaynamalar’ değil. Evvela, elitler sadece son popülist zaferleri tahmin etmekte zorlanmakla kalmadılar, aynı zamanda, kesinlikle popülist olmayan Francois Fillon’un Fransız merkez sağının, büyük farkla, başkan adayı olacağını da beklemiyorlardı. Açıkçası, onların siyasi radarını(görüşünü) tıkayan tek şey işçi sınıfının öfkeleri konusundaki bilgisizlikleri değil.

Elbette, gerçekler daha iyi bilindiğinde ve insanlar onları daha tutkulu bir şekilde tartıştığında, seçmenlerin daha birleşik ve siyasetin daha yapıcı hale geldiğine inanmak rahatlatıcı. Ancak, hatta daha iyisi, daha fazla gerçeğe dayalı söylem, insanların çıkarlarını farklılaştırıyor.

Brexit ya da Trump için oy kullananlar küreselleşmenin gerçek faydalarını anlamadıkları için değil, pastadaki paylarını koruyacak yetenekleri ya da fırsatları olmadı için oy verdiler. İletişimin ötesinde, temelde kazan-kazan politikası olmayan gerçekçi yeniden dağıtım politikalarına ihtiyaç var. Serbest ticaretin ve teknolojinin kazananları, kaybedenleri vergi, sübvansiyonlar ve istihdam desteğiyle tazmin etmek zorunda.

Benzer şekilde, liberal-demokratil Batı’nın ekonomik ve coğrafi çıkarlarının büyük oranda tutarlı olduğuna yönelik varsayımlar temelde çatladı. Gerçek şu ki, geleneksel Batılı güçler birçok ortak noktaya sahip olmasına rağmen, enerjiden – Avrupa, hidrokarbona Birleşik Devletler’den daha bağımlı durumda – güvenliğe kadar birçok alanda farklılaşıyor. Bu bağlamda, sadece daha iyi bir iletişim kurmak ve gerçekler üzerinde anlaşmak işbirliği anlaşmasını kolaylaştırmaya yeterli olmayacak. Görüşmeler, her iki tarafında bir şeylerden feragat etmesini gerektirecek.

Bu her iki konu da Batılı dünya görüşünde daha büyük bir çatlağı işaret ediyor: kazan-kazan çözümüne duyulan inanç. Aslında, liberal demokrasi, hem merkez sağda hem de merkez sol yapılarda, uzun vadede bu tür çözümlerin (en önemlisi barış hali) ‘toplumun’ – ya da aslında insanlığın tümünün – yararlanacağı inancıyla destekleniyor. Demokrasi tüm girdileri çıktıları müzakere ediyor ve kısa vadedeki fedakarlıkları yönetiyor. Ancak, sonucunda herkes faydalanıyor.

Elbette, kazan-kazan çözümlerinin başarısızlığı, sıklıkla kaybet-kaybet şeklinde sonuçlanıyor. Son yüzyılın ilk yarısında, büyük oranda, tarımsal alanın başarılı şekilde kullanılamadığı durumda ülkelerin açlığa mahkum olacağı inancı vardı. Bugün benzer iddialar enerji hakkında yapılıyor.

Gerçek çok daha karmaşık. Ekonomiler için kapsayıcı bir büyümeyi ‘kazanmayı’ güvenceye almak, çok zengine uzun vadede ciddi refah kazandıracak olan uluslararası kuralların da içinde olduğu düzenlemeleri ve vergileri kabul etmeye zorlayacak. Bu durum onları kaybeden haline getirmeyecek (yine varlıklık olacaklar), ancak kimse bir kayıpları olacağını reddedemez.

Liberal-demokratik yaklaşımın doğru yaptığı şey, anlaşmaya her zaman bir alan bırakması. Herkes evine gerçek kazanan gibi dönmese de, bireyler ve ülkeler birlikte çalışarak ve anlaşmaya vararak; sınırlı alanı koruyarak ve ona elindeki kaynaklarla sahip çıkarak yapılandan daha iyi sonuç alırlar. Siyasi kilitlenmelerin de dahil olduğu modern çatışmaların maliyeti oldukça hatta kazananların bile kayıp vereceği kadar büyük.

Son yanlış hesaplamaların ardından, sadece bu hikayeye uyan değil, çatışmalara neden olan tüm potansiyel kaynakları hesaba katmamız gerektiği anlamına gelecek şekilde siyasi radarlarımızı yeniden ayarlamalıyız. Burada, liberaller ya da sosyal demokratlar ve sert ideologlar – ister milliyetçi ya da başka türlü olsun—arasında dünya görüşündeki temel farklılık belki de en önemlisi. Liberaller orta vadede kazan-kaybet durumunu kabullenmeli, ancak bir yandan uluslararası barışı desteklemek için çalışırken, içeride de aşamalı demokratik değişime yönelik uzun vadedeki inancını sürdürmeli.

Çeviren (Tam Metin): Cemal Taşpınar

(Project Syndicate, Kemal Derviş, The Win-Win Fantasy of Liberal Democracy, 5 Aralık 2016)

TERÖR DOSYASI : Beşiktaş’taki Terör Saldırısının Ardından medyad an analizler


besiktas_saldirisi.jpg?itok=WKY28g40

Türkiye Gündemi

12 Aralık 2016

Yeni Şafak: Süleyman Seyfi Öğün: Terör

Teröristler yine yapacaklarını yaptılar. Beşiktaş ile Bursaspor arasında oynanan maçın hemen ardından bombalar patladı.. Ortalık kan gölüne döndü. Büyük çoğunluğu gencecik polisler olan 38 yurttaşımız hayatını kaybetti. Onlarca kişi de yaralandı. Böyle bir zamanda yazı yazmak çok zor.. Kelimelerin hükmünü kaybettiği anlar bu anlar.. Henüz kesin bir açıklama yok; ama bâzı belirtilerden bu işi yapanın PKK olduğu anlaşılıyor. Görünen şu: Terör, bahanesi ne olursa olsun, tek başına hareket etmiyor. Endüstriyel bir dünyâda yaşıyoruz. Bu şu demek: hayatımızda endüstrisi olmayan hemen hemen hiç bir şey kalmadı. Terör bundan muaf değil. Terör güçlü bir endüstri ve bu endüstriye birileri büyük bir yatırım yapıyor. Her terör örgütünün arkasında kapalı, karanlık ve çok katmanlı ilişkilerin mevcut olduğunu biliyoruz. . Modern terörü, bir miktar insanın sözüm ona “kurtuluş” için biraraya geldiği, amatör bir iş olarak görmek çok sığ bir bakışı ifâde ediyor. Herhangi bir terör örgütünün büyümesi ve halk desteği almasını da bir basitlemenin konusu hâline getirmemek gerekiyor. Evet devlet-toplum ilişkilerinin bozuk olduğu yerlerde bu ilişki geçerlidir. Yâni “devlet eziyor, terör örgütü doğuyor ve halk tabanını büyütüyor” denilebilir. Bu sâdece devlet aklının tutulmasıyla açıklanabilir. Devletlerin ahmaklaşması ve terörü tırmandırmaları sık rastlanabilir bir olgudur. Ahmaklaşmalar da bâzen gizli bir aklın varlığına işâret ediyor olabilir. Terörün bir endüstri olduğunu dikkatten kaçırmazsak bu tarz bir devlet ahmaklığının da bu endüstriyi besleyen; yâni ona yatırım yapan bir iş olduğunu anlayabiliriz. Bu tarz süreçler, devletin terörden mağdur olan ve güvenlik endişesine kapılan çok daha büyük çoğunluklar üzerindeki iktidârını kuvvetlendiren etkiler doğurabilir. Devamı için…

Cumhuriyet: Tayfun Atay: Devlet sınıfta kaldıkça terör savaş ilan eder

Terörle mücadeleden “terörle savaş” tabirine “11 Eylül” (2001) hadisesiyle geçildi. İlk resmi kullanımı da sanırım George W. Bush’a borçluyuz. Tabirin vurgusu, küresel kapitalizme aynen onun gibi küresel işleyişe sahip cihatçı tedhiş örgütlerinden gelen tehdit üzerindedir. Ana karakteristik itibarıyla da intihar saldırıları işaretlenir. İstanbul’da Dolmabahçe ve Maçka Parkı’nda art arda vuku bulan dehşet verici iki kanlı terör saldırısı sonrası Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da Bush gibi konuşmuş. “Türkiye terörle mücadele etmiyor, terörle savaşıyor” diyerek… Terörü bir devlete karşı “savaş gücü” olma noktasına, düzeyine, kapasitesine neyin getirdiğini biraz aşağıda tartışmaya açacağız, ama ona geçmeden terörle savaş nasıl bir savaştır, bunun üzerine bir iki not düşelim. Terörle savaş, konvansiyonel (devletler-arası) olmayan, korkunç asimetrik bir savaştır. Üstelik de gerek insan gücü, gerek teçhizat donanımı, gerekse teknolojik düzey bakımından zayıf olanın (terör örgütü) güçlü olan (devlet) karşısında avantajlı olduğu bir asimetrik savaş… Burada zayıf taraf, güçlü tarafın zaaflarını yakalar, onların üzerine gider, oralardan vurur. Güçlü taraf ise aynı yönde bir imkâna sahip değildir. Çünkü karşısında kendisi gibi gözle görülür, ucu-bucağı belli, çapı-gücü ölçülebilir mahiyette bir hasım yoktur. Evet, belki terör örgütünün kitlesel destek bulduğunu bildiğiniz ya da düşündüğünüz topraklara taarruz edebilirsiniz. Ama buralar birer saldırı hedefi olmaktan öte sizi içerisine çeken bir anafora da dönüşebilir. Hem oradan çıkamazsınız, hem de geride bıraktığınız ve kalbinizi temsil eden yerleri açık birer karşı hedef hâline getirirsiniz. Devamı için…

Haber Türk: Özcan Tikit: Vicdanımıza saldırdılar

Onlar bu ülke, bu millet için, bizler evimizde, işimizde veya eğlencemizde güven içinde olalım diye canlarını verdiler. Türkiye’mizin kalbi İstanbul’umuzun en eşsiz manzarasına bakan muhitinde emniyetimiz için nöbet beklerken ölüme yürüdüler. Farkındasınız değil mi? Kalleşler yaptıkları bu saldırılarla polisimizi hedef alarak bu toprak parçası üzerinde yaşayan her bir neferimizi korkutmaya, sindirmeye ve nihayetinde de esir almaya heves ettiklerini gözler önüne serdiler.“Çevik Kuvvet” ya da “Polise saldırdılar” deyip geçebilir miyiz? Asla, hem de milyon kere asla… Bunun üzerinde durup düşüneceğiz. Milletin adalet duygusu diye bir şey varsa bunun başladığı yerdir polis… O polis, bir toplumu toplum yapan, her bir ferdin yan yana kardeşçe yaşamasını mümkün kılan adaleti ve güveni, kendisine yine bu millet tarafından verilmiş yetki çerçevesinde tesis etmek için olması gereken yer her neresiyse her daim oradadır. Polis bu milletin ta kendisi, vicdanıdır yani. Milletin adaletinin kılıcı polis ve askerdir ve bu hepimizin zihnindeki altın kuraldır adeta. Korkakça ve kalleşçe eylemlerle, polisimize-askerimize saldıranlar, bize bu altın kuralı unutturabileceklerini, bizi bu saldırılarla yıldırabileceklerini sanıyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Bu milletin her bir ferdi, polisine ve askerine yapılan her hain eylemin doğrudan kendi canına ve vicdanına yapıldığının farkındadır. Devamı için…

T24: Hakan Aksay: Kapılar tutulmuş, yollar kesilmiş, şehir yenilmiş… Neylersin!..

…Onlarca insan öldürüldü yine. Yüzlerce kişinin gelecekleri, hayalleri, umutları söndürüldü. Her bir insan hayatı, lanet olası siyasi hesapların topundan bin kat değerlidir. Onca ölümün ardından bir an bile empati yapmayı denemeden hemen kolları sıvayıp “Başkanlık olmazsa kaos olur” ve “Başkanlık sistemi gelecek, terör bitecek” diye haykırarak politik kavgalara girişebilmek için nasıl bir yürek sahibi olmalı insan? İçişleri Bakanı "teröristlerden intikam alınacak” dedi dün. Devletin görevi intikam almak mı, yoksa yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak mı? Ne demişti Cumhurbaşkanı 8 ay kadar önce: “Biz siyasiler ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Çünkü halk size oylarını ‘Benim can ve mal güvenliğimi sağlayacaksın’ diye veriyor.” Kimden gelirse gelsin – PKK, IŞİD, öteki örgütler – tüm terör eylemlerini lanetliyorum. Ama neden 2-3 yıl önce bütün bunlar olmuyordu? “Güzellikle 400 milletvekili verilmemesi” sonrasında, 7 Haziran’ın yok sayılarak 1 Kasım’da tablonun yeniden değiştirilmesinin ardından, neden her bir aşamada daha çok kan dökülüyor? Bir sonraki adım başkanlık ise oraya kadar ve ondan sonra daha ne kadar kayıp vermemiz gerekiyor? Devamı için…

SÜREÇ ANALİZ

www.surecanaliz.org

MİZAH : ÇOCUKLARIMIZ BİZDEN DAHA AKILLI :))))))))


ANMA MESAJI : ATA’NIN SANATÇISI TARIK AĞABEYİ HER ZAMAN MİNNET VE ÖZLEM İLE HATIRLAYACAĞIZ.


MEKANI CENNET, TOPRAĞI BOL OLSUN.

MİZAH : 2016-2017 MİLLİ EĞİTİMDEN MANZARALAR :))))))))


MİZAH : 2016 TÜRKİYE’SİNDE ÖĞRETMENLERİMİZİN TİRAJI KOMİK HALİ


KÜRESELLEŞME DOSYASI /// Fukuyama : Parçalanma Tehlikesi


06tp-democracy-inyt-master675.jpg?itok=0or8W58q

Bu yıl meydana gelen ve yıl boyunca etkisi sürecek olan kritik anları araştıran Turning Points(Dönüm Noktaları) dergisinden bir makale.

Dönüm Noktası: Britanya Avrupa Birliği’nden çıkmayı oyladı, ve bu tüm dünyada şok etkisi yarattı.

Yaşadığım yer olan Silikon Vadisi’nde “parçalanma” kelimesi büyük oranda olumlu bir değere sahip. Binlerce zeki ve genç insan, her yıl buraya, alışılagelmiş iş yapma yollarını parçalama ve bu süreçte zengin olma umuduyla geliyor.

Ancak neredeyse başka herkes için parçalanma kötü bir anlam taşıyor. Doğası gereği, insan istikrara ve düzene değer veriyor. Yetişkin bireyler haline gelmek için sonucu tahmin edilebilen gelenekler biriktiriyoruz ve atalarımızı ve geleneklerimizi hatırlayarak bağ kuruyoruz. Bugünün küreselleşen dünyasında, birçok insanın maddi olarak durumu iyi olsa da, büyük teknolojik ve sosyal güçler sonucunda alışılmış sosyal pratiklerinin daimi bir parçalanma içinde olmasından üzüntü duyması sürpriz değil.

Elbette küreselleşme çok önemli ve büyük faydalar üretti. 1970’den 2008 finansal krizine değin, küresel üretim dört katına çıktı ve faydaları özellikle zenginlere gitmedi. Ekonomist Steven Radelet’e göre, gelişmekte olan ülkelerde 1993’te %42 olan sefalet 2011’de %17’ye gerilerken; aynı ülkelerde 5 yaşından önce hayatını kaybeden çocuk oranı 1960’taki %22 seviyesinden 2016’da %5’ten az seviyeye geriledi.

Bu tür istatistikler birçok insanın yaşadığı deneyimleri yansıtmıyor. Üretimin Batı’dan işçi maliyetinin düşük olduğu alanlara kayması, Asya’nın yükselen orta sınıflarının gelişmiş ülkelerin işçi sınıfı toplulukları pahasına büyüdüğü anlamına geliyor. Ve kültürel bir noktadan bakınca, fikirlerin, insanların ve ürünlerin sınırlar aşan hareketliliği, geleneksel toplulukları ve iş yapma şekillerini parçaladı. Bazıları için bu çok önemli bir fırsat sunarken, bazıları için de bir büyük bir tehdit anlamına geliyor.

Bu parçalanma, Amerika’nın gücünün artışı ve Birleşik Devletler’in İkinci Dünya Savaş’ı sonrası şekillendirdiği liberal dünya düzeniyle yakından ilişkilendiriliyor. Anlaşılır bir şekilde, hem Birleşik Devletler’e karşı hem de ulus(ların) içinde tepkiye neden oldu.

Modern siyasi sistemler liberal demokrasiler olarak anılıyorlar çünkü iki ayrı prensibi bir araya getiriyorlar. Liberalizm, tüm vatandaşların kendini gösterebildiği ortamın devamını sağlayan hukukun üstünlüğüne ve ekonomik büyüme ve refah için son derece önemli olan özel mülkiyet hakkına dayanıyor. Demokratik kısmı, yani siyasi seçim, ise toplum seçimlerinin uygulayıcısı ve tüm vatandaşlara karşı hesap verebilir durumunda.

Geçtiğimiz birkaç yıldır, dünyanın dört bir yanında, bu eşitliğin demokratik kısmının liberal kısmına karşı ayaklandığına tanık olduk, ve bunlardan en dikkat çekici olanıysa, Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın iki yıl önce ülkesinin bir “illiberal devlet”(liberal olmayan) olduğunu öne sürmesiydi. 2014’te partisi Fidesz halk desteğini ve parlamentoda nitelikli çoğunluğu kazandı ve gücü Orban’ın eline vermek üzere anayasayı değiştirmeye başladı. Bunu takiben, Orban muhalif medya kuruluşlarını ve kontrolünde olmayan (kontrol edemediği) hükümetdışı örgütleri baskı altına almaya başladı.

Böyle yaparak, Orban dünyada belki de “illiberal demokrasinin” en önemli uygulayıcısı Vladimir Putin’i taklit ediyor. Putin, özellikle 2014’te Kırım’ı ilhakından bu yana, ülkesinde oldukça popüler hale geldi. Putin kendini hukuka bağlı hissetmiyor: Putin ve dostları (ahbapları) siyasi gücü kendilerini zengileştirmek ve zenginliklerini iktidarı elinde tutmayı garantilemek için kullanıyorlar.

Hemen yanıbaşında, ülkenin cumhurbaşnı ve uzun süredir dominant figürü olan Recep Tayyip Erdoğan, 2014’te seçmenlerden güçlü bir demokratik destek aldı. Bu desteğin iki yıl sonrasında gerçekleşen darbe girişimi ona, sadakatsizliklerinden(ihanet ettiklerinden) şüphelendiği akademisyenleri, gazetecileri, askeri yetkilileri ve binlerce memuru hedef haline getirmek için gerekçe verdi.

Orban, Putin ve Erdoğan’ın iktidara geldiği ülkelerde, seçmenler, liberal, kozmopolitan kent eliti –Budapeşte, Moskova ve İstanbul’da—ve az eğitimli, kırsal seçmen şeklinde kutuplaşmış durumda. Bu tür sosyal bölünme, Brexit’e ve Birleşik Devletler’de Donald Trump’ın yükselişine yol açan bölünmeye benziyor.

Trump’ın bu yükselişi Amerikan sistemine yönelik bir meydan okuma ortaya çıkarıyor çünkü Trump, illiberal demokrasi trendine çok rahatlıkla uyuyor. Kendisini halk desteğiyle meşru kıldı, ancak onun tüm kariyeri, taşeronlarına ödeme yapmak gibi “uygunsuz/zahmetli” kuralları atlamakla(yerine getirmemekle) geçti. Onun popülaritesinin büyük kısmı, siyasi doğruculuk konusundaki var olan genekleri yıkma/parçalama isteğinden geliyor. İlk başta siyasi olarak canladırıcı gibi görünse de, başkan olarak, medya eleştirilerine yönelik olarak iftira davası açacağını söylediğinde tedirgin edici bir hale geliyor. Amerikan seçmenlerine, “yalnızca ben” bu ülkenin problemlerini kişiliğimin yardımıyla çözebilirim, ülkenin kurumlarını reform ederek değil şeklinde göz boyadı.

Trump’ın Putin’e hayranlığını ifade etmesi ve Putin’in buna memnuniyetle karşılık vermesi şaşırtıcı olmamalı. Trump da, Putin gibi, demokratik gücünü kullanarak, gerçek bir liberal demokrasiyi sembolize eden “denge ve denetim” mekanizmasının altını oymak istiyor. Zenginliğini siyasi güç elde etmek ve siyasi gücünü kendini bulunduğu makamda güçlendirmek için kullanan bir Rus oligark gibi olacak. Ve Putin gibi Trump da destekçileri tarafından takip edilecek tartışmasız alternatif hikayeler/anlatılar yaratabilecek.

Ancak liberalizm ve demokrasi arasındaki denge diğer uluslarda da değişiyor. Hindistan ve Japonya vatandaşları, öncekilerden daha kapalı bir kimlik oluşturduklarına inandıklarını ifade ettikleri milliyetçi liderler seçtiler. Bu liderler, liberazimin değerlerini Orban ve Erdoğan’dan daha fazla dikkatle gözetiyorlar, onlara yönelik eleştiriler ise onların destekçileri arasındaki hoşgörüsüzlüğü teşvik ettiği yönünde.

İlliberal demokrasi trendi ne kadar sürecek ? Küresel siyasetin, kapalı ve agresif milliyetçilikle birlikte çatışmaya saplandığı yirminci yüzyılın başındaki gibi bir döneme mi gidiyoruz ? Bu durum birkaç kritik faktöre bağlı, özellikle de krizi yaratan küresel elitin tepkiye vereceği yanıta. Amerika ve Avrupa’da, son yıllarda, elitler kendilerinden çok sıradan insanlara zarar veren büyük siyasi hatalar yaptılar. Finansal piyasaların serbestleştirilmesi Birleşik Devletler’deki yüksek riskli konut kredisi krizine yol açarken, kötü planlanmış euro Yunanistan’ın borç krizinine katkıda bulundu ve sınırların açık olmasına neden olan Schengen sistemi, mültecilerin Avrupa’ya akışını kontrol etmeyi zorlaştırdı. Elitler bu tür durumların oluşmasındaki rollerini kabul etmek zorundalar.

Bugün sürpriz olan şey popülizmin olması değil, ancak popülist dalganın ortaya çıkmasının bu kadar uzun zaman alması. Şimdi, elitler zarar gören kurumları düzeltmeli ve küreselleşmeden aynı oranda yararlanamayan kendi toplumları daha iyi korumalılar.

Her şeyden önemlisi, var olan liberal dünya düzeninin tersine dönderilmesinin, muhtemelen, küreselleşmeden faydalanamayan gruplar dahil herkes için işleri daha kötü yapacağını aklımızda tutmamız gerekiyor. Gelişmiş dünyada iş kaybının temel nedeni göç ya da ticaret değil, teknolojik gelişmeler. Amerikan üretim sektörü geçtiğimiz on yılı, son derece otomatikleşmiş fabrikalarda bazı işleri yok ederken bile, bir yeniden doğuş olarak görüyor.

Parçalanmayı kaçınılmaz olarak kabul etsek bile, insanları parçalanmadan koruyacak daha iyi sistemlere ihtiyacımız var. Kapalı ve yozlamış bir küresel ticaret şeklindeki bir alternatif, çok daha kötü bir düzenin ortaya çıkmasına neden olarak daha fazla bir eşitsizliği doğuracak.

Çeviren (Tam Metin): Cemal Taşpınar

(NYT,FRANCIS FUKUYAMA, The Dangers of Disruption, 6 Aralık 2016)

DIŞ POLİTİKA DOSYASI : Rusya, Suriye ve Türk Dış Politikası üzer ine medyadan analizler


_92860212_rusya-devlet-baskani-putin-basbakan-yildirimi-kremlin-sarayinda-kabul-etti_4447_dhaphoto1.jpg?itok=jHs_fP7D

Cumhuriyet: Ceyda Karan: Halep’in kurtuluşu Ve sonrası

Bugün cihatçı grupların iknasında Başbakan Binali Yıldırım’ın Moskova demeçlerinde doğruladığı üzere Rusya’yla temaslar ve Türkiye’nin üzerinde nüfuzu olduğu gruplara telkinlerinin rolü olduğu açık. Mühim olan sonrası… Hâlâ tek parça bir Suriye olup olmayacağı şüpheli. Savaşın canavarı IŞİD Rakka’da. Ama o, sınırın Irak tarafıyla birlikte uluslararası bilek güreşinin bir unsuru. Şimdi iki odak noktası var: Türkiye ile Rusya arasında nasıl bir pazarlığın olduğunu bilmediğimiz Halep’in kapısı ‘El Bab’. Ve yerel ateşkeslerle çıkartılan militanların doluşturulduğu İdlib. Burada 10 bin kadar Nusra, 10 bin Ahrar militanının başını çektiği gruplarla bir emirlik kurulmuş durumda. Devamı …

Gazete Duvar: Evren Balta:‘Bağımsız’ dış politika?

Dış politika kuşkusuz insanın hayat döngüsü ile karşılaştırabilecek bir mecra değil. Siyasetin hiçbir alanı öyle değil. Ama söz konusu olan bağımsızlık kavramı olduğunda dış politikayı açıklayan belki de en iyi teşbih ergenlik olabilir diye düşündüm. Ergenlik bağımsızlık, otorite, kimlik, çıkar, güç, kapasite gibi dış politikayı da belirleyen bütün temel süreçlerin insanın gündelik hayatını belirlediği bir dönemeç. İnsanın kendi hayatında “tam bağımsızlığın” ne anlama geldiğini (ve hatta gelmediğini) çoğu zaman kafasını duvara vura vura anladığı bir süreç. Ben kendimi bildim bileli Türkiye dış politikasında “tam bağımsızlık” şiarına sahip. Ama çoğu zaman “tam bağımsızlık” mevcut durum kötü gidiyorsa iktidarların her şeyin kendi ellerinde olmadığını söylemek ve kendi dışlarındaki aktörleri suçlamak için kullandıkları kullanışlı bir kavram. Devamı …

Milliyet: Sami Kohen:Suriye politikasında Rus etkisi

Suriye ordusunun kuşatma altındaki Halep’in doğu kesimini muhalif güçlerden geri alması, birkaç bakımdan önem taşıyor. 1) Askeri bakımdan, Suriye ordusunun haftalardan beri süren çetin çatışmalardan sonra, stratejik değeri de yüksek olan bu tarihi kente hâkim olması, Esad rejimi için önemli bir zaferdir. Böylece Beşar Esad 5 yıldır devam eden Suriye iç savaşında ilk kez askeri üstünlüğünü göstermiştir. Esad kendi deyişiyle bu “büyük zafer”in iç savaşın gidişatını değiştireceğine inanıyor. Ancak bunun “savaşın bitmesi için yeterli olmadığı”nı da kabul ediyor. Bunun anlamı, Esad’ın Suriye sorununda “askeri çözüm opsiyonunu” sonuna kadar kullanacağı, dolayısıyla çatışmaların devam edeceğidir. Devamı …

Karar: Garip Dalay:Dış politikada otonomi arayışı

AK Parti döneminde Türkiye dış politikasına damgasını vuran temel özelliklerin başında, uluslararası sistemde stratejik otonomi arayışı bulunmaktadır. Burada bir parantez açacak olursak, tabii ki mevcut sistemde hiçbir güç mutlak bir otonomiye sahip değil. Karşılıklı bağımlılık sadece zayıf ülkeler için değil güçlü devletler için de geçerlidir. Tabii ki farklı oran ve boyutlarda… Öncelikle Türkiye’yi tarihi, coğrafyası ve bütün kimliksel bileşenleriyle uyumlu bir şekilde dünyada konumlandıran bu arayış, AK Parti’nin bütün iktidar dönemlerine rengini çalmıştır. Yani, maksimum veya optimum otonomi arayışı Türkiye dış politikasının temel motivasyonlarının başında gelmektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin stratejik kimliğini geniş ve pro-aktif bir şekilde tanımlamaya çalışmaktaydı. Tarih, coğrafya, ulusal çıkar, iç-dış politika bütünlüğü veya dengesi, ekonomi-siyaset bütünlüğü veya dengesi, güvenlik-demokrasi dengesi ve benzeri birçok unsur bu siyasetin harcına karılıyordu. Devamı …

Star: Beril Dedeoğlu:Türkiye-Rusya: İkili ilişkileri aşan kritik süreç

Türkiye-Rusya ilişkilerinin önce normalleşmesi ardından da gelişmesi yönünde önemli adımlar atılıyor. İlişkilerin geliştirilmesi konusuna kimsenin itirazının olmadığı anlaşılmakla birlikte, normalleşmenin tümüyle sağlanamadığı söylenebilir. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi öncelikle ekonomik ve ticari konuları içeriyor. Rusya, önce Ukrayna ardından Suriye meselesi nedeniyle bir tür ekonomik sıkıştırılmaya maruz kalmış durumda. Ayrıca, savaş içinde doğrudan yer almanın maliyetini de kaldırıyor. Bu koşullara bir de Avrupa’nın ekonomik sorunlarını çözememesiyle ortaya çıkan koşullar ve Trump dalgası eklenince, Rusya’nın yeni çıkışlar araması doğal. Devamı …

(SÜREÇ ANALİZ 9 ARALIK 2016 TÜRKİYE GÜNDEMİ)

ARAŞTIRMA DOSYASI : Project Orion – Nuclear Propulsion Concept


2016-12-08_16-00-11-150x150.jpg

Background

Project Orion was a study of a spacecraft intended to be directly propelled by a series of explosions of atomic bombs behind the craft (nuclear pulse propulsion). Early versions of this vehicle were proposed to take off from the ground with significant associated nuclear fallout; later versions were presented for use only in space.

The Orion concept offered high thrust and high specific impulse, or propellant efficiency, at the same time. The unprecedented extreme power requirements for doing so would be met by nuclear explosions, of such power relative to the vehicle’s mass as to be survived only by using external detonations without attempting to contain them in internal structures. As a qualitative comparison, traditional chemical rockets—such as the Saturn V that took the Apollo program to the Moon—produce high thrust with low specific impulse, whereas electric ion engines produce a small amount of thrust very efficiently. Orion would have offered performance greater than the most advanced conventional or nuclear rocket engines then under consideration. Supporters of Project Orion felt that it had potential for cheap interplanetary travel, but it lost political approval over concerns with fallout from its propulsion.

The Partial Test Ban Treaty of 1963 is generally acknowledged to have ended the project. However, from Project Longshot to Project Daedalus, Mini-Mag Orion, and other proposals which reach engineering analysis at the level of considering thermal power dissipation, the principle of external nuclear pulse propulsion to maximize survivable power has remained common among serious concepts for interstellar flight without external power beaming and for very high-performance interplanetary flight. Such later proposals have tended to modify the basic principle by envisioning equipment driving detonation of much smaller fission or fusion pellets, although in contrast Project Orion’s larger nuclear pulse units (nuclear bombs) were based on less speculative technology.

Currently, I have multiple requests for documents relating to Project Orion. They will be added when they become available.

Declassified Documents

pdf.gifAdvanced Propulsion Concepts (4th Symposium) Palo Alto, California, April 26, 27, 28 1965. Orion Space Propulsion (Technical Status and Mission Potential). Parts 1, 2 and 3 [54 Pages, 6.9MB]

PSİKOLOJİ DOSYASI : Empatinin tehlikeleri


bn-rb208_empath_j_20161202181347.jpg?itok=LwLbsOEI

Siyaset ve siyasada, başkalarının acısını hissetmeye çalışmak kötü bir fikirdir. Empati, mantığımızı çarpıtır ve bizi önyargılı, gelenekçi ve acımasız hale getirir.

Amerikan siyasetinde nereye dönerseniz dönün, liderler empati ihtiyacı hakkında konuşur. En bilinen örneği, tabii ki, 1992 yılında bir AIDS aktivistine “Acını anlıyorum.” diyen Bill Clinton’dan geliyor. Fakat bu, 2007’de (hala senatörken) “toplumumuzdaki ve dünyadaki en büyük eksiklik, empati yoksunluğudur.” ifadesinde bulunan Barack Obama’nın kariyerinde de tekerrür eden bir konu.

Ve bu sadece liberal bir refleksten ibaret değil. Birkaç ay önce, George W. Bush, Dallas’ta beş maktul polis memuru için düzenlenen bir anma töreninde konuştu ve şöyle söyledi, “Bizler, elimizden gelenin en iyisini yaparak, başkalarının hayatları ve koşullarında kendimizi hayal edip empati kurarız.” Bir adayken, Donald Trump bile Amerikalılardan, yerinden edilmiş Rust Belt fabrika işçilerinden suç kurbanları kaçak göçmelere, diğerlerinin ıstıraplarını tanımalarını istemiştir.

Kimin bizim empatimizi hak ettiği hususunda belirgin ideolojik farklılıklar olsa da, bu durum yine de geniş bir uzlaşmaya varan ender politik duyarlılıklardan biridir. Ve ne yazık ki, düşüncelerimize yol gösterince, empati ahlaki bir karmaşa haline geliyor. Dünyayı daha da beter bir hale getiriyor. Bunu bir kenara koyacak sağduyuya sahip olduğumuzda, daha iyi insanlar oluyor ve daha iyi siyasalar üretiyoruz.

Empati ile ne kastediyoruz? Kimileri, psikologların bilişsel empati, yani; diğer insanların zihinlerinde neler olup bittiğini duygu paylaşma zorunluluğu olmadan anlama kapasitesi, dediği şeyleri tanımlamak için bu kelimeyi kullanıyor. Bu bağlamdan bakınca empati elzemdir; diğer insanların ne istediğini anlamaktan yoksun isen, dünyada etkin bir biçimde rol alamazsın. Fakat bu, özü itibariyle pozitif bir güç de değil. Yüksek bilişsel empati ayrıca, başarılı bir hilekâr, baştan çıkaran ve işkenceci olmak için de gerekli.

Birçoğumuz empatiden bahsettiğimizde, psikologların duygusal empati dediği şeyi kastederiz. Bu, mutlak anlayışın ötesine geçiyor. Bu noktada, birileri için empati hissetmek, onların deneyimlerini ve acılarını paylaşmak- ne hissediyorlarsa onu hissetmek anlamına geliyor.

Bu, hayatın önemli bir parçası. Böylesi bir empati, spor ve seks hazlarını güçlendiriyor ve romanlar, filmler ve televizyon için sahip olduğumuz iştahın altını çiziyor. Her şeyden önemlisi, insanlar arkadaşları ve romantik partnerleri ile duygular paylaşmak ister; bu yakınlığın temel bir parçasıdır.

Fakat, ahlaki yargılarımıza ve politik kararlarımıza rehberlik ettiğimizde, duygusal empati farklı bir mesele oluyor. Sinir bilimi ve psikoloji alanındaki yakın tarihli araştırmalar (günlük yaşamlarımızda görebileceğimiz şeylere dair hiçbir şey söylemeden) gösteriyor ki, empati bizi önyargılı, gelenekçi ve kimi zaman da acımasız hale getiriyor.

Empati biliminin büyük kısmı, özneleri belirli deneyimlere (genellikle hafifçe ağrılı olan elektrik şoku, parmağa iğne batırma ya da kulaklıktan yüksek şiddette müzik verme gibi yöntemler) tabi tutarken beyinlerini taramayı içeriyor. Daha sonra bu taramalar, başkaları şoka uğratıldığında, iğnelendiğinde, ya da yüksek sesle rahatsız edildiğinde beyinlerinin nasıl tepki verdiğiyle karşılaştırılıyor.

Nasıl test ederseniz edin, bir sinirsel örtüşme mevcut: Beyninizin kendi acılarınıza tepki veriyor oluşu -ön insula ve singulat korteks gibi bölümlerde- başkasının acısıyla empati kurduğunuzdakine benzer bir biçimde cevap veriyor. Bill Clinton’nın cevabı, bir metafordan daha fazlasıydı- bir dereceye kadar, başkalarının acısını tam anlamıyla hissediyoruz.

Bununla birlikte, bu türden araştırmalar ayrıca ortaya çıkarıyor ki, empati önyargılıdır. Önyargıların bazıları, etnik köken ve mensubiyet gibi etmenlere bağlı olarak yüzeyseldir. 2010 yılında Neurondergisinde yayınlanan bir çalışma, Avrupalı erkek futbol taraftarlarını test etmiştir. Öznelerden birine elinin arkasından şok verilmiş, daha sonra bu kişiye başka birine aynı şokun verilişi izletilmiştir. Diğer erkek, özne ile aynı takımın taraftarı olarak tanımlandığında, empatik nöral cevap- öz/diğer acının örtüşmesi- güçlü olmuştur. Fakat, erkek birey, diğer takımın taraftarı olarak tanımlandığında, böyle olmamıştır.

Diğer önyargılar daha da kemikleşmiş durumda. Geçmişte size daha adil davranan birine karşı, sizi aldatan birine olduğundan daha fazla empati hissederken, sizinle uzlaşan kişiye de rekabet edenden da daha fazla empati duyarsınız.

Ve empati faaliyeti, eğer kişinin kendi ızdırabından mesul olduğu algısı doğarsa işlemeyi bırakır. 2010 yılında Cognitive Neuroscience Dergisinde yayınlanan bir çalışma insanlara AIDS’ten muzdarip bireylerin videolarını göstermiştir. Bireyler, damar içi uyuşturucu kullanımından dolayı enfekte oldukları belirtildiğinde, kan nakli sebebiyle hastalık kapmış olarak tanımlandıklarından daha az empati görmüştür.

Empatik yanıtlarımız sadece önyargılı değildir; bizi bariz pratik hesaplamaları gözardı etmemiz için de kışkırtırlar. 2005 yılında Behavioral Decision Making Dergisinde raporlanan çalışmalarda, araştırmacılar, insanlara bir çocuğun hayatını kurtarmak için geliştirilecek bir ilacın yapımına ne kadar para bağışlayacaklarını sormuştur ve başka insanlara da çocuk sayısını sekiz yapıp aynı soruyu yöneltmişlerdir. Araştırmanın katılımcıları sayıları önemsemeyip, her iki durumda da yaklaşık olarak aynı sayıları vermişlerdir. Ve bir çocuğa duyulan empati, çocuğun fotoğrafı gösterilip adı söylenerek tetiklendiğinde; bir adet çocuk için yapılan bağış, sekiz çocuklu örnekte olduğundan daha yüksek miktarlara ulaşmıştır.

Empati, spesifik bir bireyi düşündüğümüz zaman aktive edilir- sözde “teşhis edilebilir mağdur” efekti- fakat daha geniş düşünceleri hesaba katma konusunda başarısızdır. Bu, Personality and Social Psychology Dergisinde yayınlanan 1995 yılından klasik bir deneyle güzel bir şekilde tasvir edilmiştir. Öznelere, ölümcül bir hastalığa yakalanmış ve acısını hafifletecek bir tedavi için bekleme listesinde düşük sıralarda olan 10 yaşında Sheri Summers isimli bir kız çocuğu tanıtılmıştır. Bu kişilere kız çocuğuna acil tedavi olanağı -daha ciddi hastalıkları olan ya da daha uzun süredir bekleme listesinde bulunan çocukların önüne geçirerek-sunulduğunda, cevapları genellikle hayır olmuştur. Ancak, öncesinde çocuğun ne hissettiğini hayal etmeleri, kendilerini onun yerine koymaları istendiğinde ise verdikleri cevap çoğunlukla evettir.

Gerçek dünyada, bu türden bir sapkın ahlak matematiği görüyoruz. Bu nedenle, insanların kötü muamele görmüş köpekler ya da petrolle kaplanmış penguenlere yardım etme arzusu, diğer ülkelerdeki milyonlarca insanın ya da kendi ülkelerindeki azınlıkların acılarını dindirmeye olan ilgilerini aşabiliyor. Bundan dolayı, hükümetler ve bireyler kimi zaman küçük bir kızın asansör boşluğuna sıkışmasına (Midland, Texas’taki ünlü 1987 olayı Bebek Jessica’yı hatırlarsak), daha fazla insanı etkileyen krizlere olduğundan daha çok ilgi gösterebiliyorlar.

Ayrıca yine bu sebeple, konu politikaların acil kurbanlarına- serbest bırakılan bir mahkûm tarafından saldırıya uğrayan biri, bozuk aşıdan dolayı hastalanan bir çocuk, yönetmelikler ve vergiler sebebiyle iflas eden kimse- geldiğinde çok fazla endişelenmemizin sebebi de budur, ancak bu tür politikaların önleyebileceği acılar söz konusu olduğunda kısmen umursamazız. Bir tahliye programı, suçun genel olarak düşmesine sebep olabilir, örneğin; saldırıya uğramamış insanların sayısındaki istatistiksel kayma hakkında düşünürken empati hissedemezsiniz.

Ahlaki ve siyasi tartışmalarda pozisyonlarımız, kiminle empati kurduğumuzun seçimini sıklıkla yansıtmaktadır. Yasal uygulamalar ile kötü muamele gören ve öldürülen azınlıklara- ya da hayatları sıklıkla tehlike içinde olan polislerin kendisine- empati hissedebiliriz. Üniversiteye gidemeyen azınlık öğrencilerle- ya da daha iyi notları olduğu halde geri çevrilen beyaz öğrencilerle de. Kendini el tabancası ile vuran küçük bir çocuk annesi ile empati kurabiliyor musunuz? Ya da kendini savunmak için silah alması yasak olduğundan tecavüze uğrayan bir kadınla? Sadece yeni bir hayata başlamak isteyen Suriyeli mülteci, ya da işini bir göçmene kaptıran Amerikalı ile?

Bu gibi empatik endişeler düşmanlığa neden olabilir. 2016 seçim sezonunun en empatik anının, başkanlık seçiminden geliyor oluşunu düşünün; Trump’ın kaçak göçmenlere olan saldırısı. Donald Trump, tabii ki mağdur olarak tanımladığı tecavüz edilen, saldırıya uğrayan ve katledilenler hariç, göçmenlere karşı empati hissetmiyordu. 

Laboratuvarda, empati ve saldırganlık arasındaki bağlantıyı görebiliriz. Personality and Social Psychology Bülteninde yayınlanan, 2014 yılına ait akıllıca bir çalışmada, nakit ödül için matematik yarışmasına giren mali açıdan muhtaç bir öğrenci hakkında öznelere bilgi verildi. Öğrenci için empati hissetmeye motive edildiklerinde, özneler benzer bir şekilde öğrencinin rakibine, her ne kadar rakip açıkça yanlış bir şey yapmamış olsa da acı çektirmek – tüketmesi için bol miktarda acı sos tahsis ederek- konusunda da motive oldular.

Verilen tüm problemleri empati ile göz önüne alırsak, bunun gerilimini aşmak için mantıksal düşünmeyi kullanabiliyor olmamız iyi bir şey. Pek çok insan, bu tarz empati güdümlü yargıların hatalı olduğu konusunda uzlaşacaktır- bir kişi, sekiz taneden daha değerli değildir, aşı programını sadece tek bir hasta çocuk sebebiyle durdurmamalıyız, eğer durdurursak bu düzinelercesinin ölümüne sebep olur. Takdir edebiliriz ki, herhangi önemli karar- ceza yargılaması, yüksek eğitimde çeşitlilik politikaları, silah kontrolü ya da göç konusunda- kaçınılmaz bir biçimde kaybedenler ve kazananlar içerecektir ve dahası birisi empati kurmak için mutlaka olayın diğer tarafından bir başkasını bulacaktır.

Peki iyi insanlar olmak için motivasyonumuz ne durumda? Eğer diğerleriyle empati kurmuyor, acılarını hissetmiyorsak, neden onlara yardım etmeyi yeteri kadar önemseyelim? Eğer empatinin alternatifi apati ise, o halde belki de kusurlarını dikkate almaksızın “ona sadık kalmalıyız.

Neyse ki, bizi iyi olmaya motive eden tek güç empati değil. Empati açıkça endişe ve şefkatten- başkalarını önemseme, kaderlerine değer verme- ayrılabiliyor. Ayrım, sinirbilimci Tania Singer ve Olga Klimecki tarafından, 2014 yılında Current Biology dergisinde yayınlanan bir makale ile güzelce özetleniyor: “Empatiye karşıt olarak şefkat, diğerlerinin acısını paylaşmak anlamına gelmiyor: bilakis, başkalarının refahını arttırmak için duyulan güçlü motivasyonun yanında, samimiyet, endişe ve diğer insanlara ilgili olma hisleri ile nitelendirilmiştir. Şefkat, başkalarıyla hissetmek değil, başkalarını hissetmektir.

Emotion dergisinde kısa sürece önce yayınlanan, Yale mezunu öğrenciler Matthew Jordan ve Dorsa Amir ile beraber yürüttüğüm araştırma serilerinde, iki farklı ölçekte insanların puanlarını karşılaştırdık, biri duygusal empatiyi ölçme ve diğeri de şefkati ölçme idi. Tahmin edildiği üzere, ölçeklerin doğamıza ait farklı yanlara dokunduğunu bulduk: birinde yüksek sıradayken, diğerinde aşağılarda olabiliyordunuz. Ayrıca ortaya çıkardık ki, şefkat, cömert bağışları öngörürken, empati görmüyor.

Dahası, Tania Singer tarafından yürütülen araştırmalar bütününde, kişiler ya empati ya da şefkati deneyimlemek için eğitildi. Empati egzersizlerinde, kişilere acı çeken insanların neler hissettiğini anlamaları hususunda talimat verildi. Şefkat egzersizlerinde -kimi zaman “sevme-sevecenlik meditasyonu olarak adlandırılan-, diğerlerine karşı ılımlı düşünceler yönlendirmeleri söylendi, ama empati hissetmeleri değil, sadece pozitif duygular beslemeleri için.

Bunu yaparken beyinleri tarandı ve ortaya çıktı ki, iki durum arasında nöral bir farklılık vardı: empati egzersizleri insula ve singular korteksinde artan aktivasyona sebebiyet veriyor, beynin bu bölümleri, önemsediğin birinin acısıyla empati kurarsan harekete geçiyor. Şefkat egzersizleri, beynin diğer bölümlerini- diğer şeylerin yanında, ödül ve motivasyon ile ilgili bir bölüm olan ön striyatum gibi- aktive ediyor.

Bu çalışmalar, empati ve şefkat arasındaki pratik farklılıkları da açığa çıkardı. Empati zor ve memnuniyetsizdi- bireyleri yıpratıyordu. Bu, temsili acı çekişlerin sadece kötü karar alımlarına değil, ayrıca tükenme ve vazgeçmeye sebep olduğunu da ileri süren diğer bulgularla da tutarlı durumda. Şefkat egzersizleri, tam tersine, arabulucunun daha iyi hissetmesine ve başkalarına karşı daha kibar davranmasına yol açıyordu.

Bu sonuçlar, meditasyon ile eğitimden geçmenin, insanları başkalarına karşı daha kibar ve yardım etmeye daha hevesli hale getirdiğini bulan (kişilerin diğer bilişsel yeteneklerinin eğitildiği bir kontrol durumuyla karşılaştırıldığında) Paul Condon ve çalışma arkadaşlarının, 2013’te Psychological Science dergisinde yayınlanan, yakın tarihli yargılarıyla da güzel bir biçimde bağıntı kuruyordu. Meditasyonun “sosyal paylaşım duygularıyla ilişkili şebekeler lehine, sıkıntı sahibi insanların hislerini simüle etmekle bağlantılı beyin iletişim ağının, aktivasyonu düşürdüğünü öne sürüyorlar. Empatinin etkisini kısıtlamak, esasen, kibar olmayı kolaylaştırıyor.

Empatinin cazibesini inkâr etmiyorum. Diğerlerinin hissettiği gibi hissetmek, acılarını dolaylı yoldan yaşamak ve kalplerimizi dinlemek için dünyayı hissetmeye çalışmak, genellikle karşı konulmaz bir şeydir. Gerçekten de bu durum, verenin hayatını güçlendirecek bir hediyeye benziyor. Alternatif yol -daha uzak acıma duygusu ile karışık, dikkatli bir muhakeme ile birlikte- soğuk ve hissiz görünebilir. Lehinde söylenecek en temel şey ise, dünyayı daha iyi bir yer haline getirdiğidir.

Çeviren (Tam Metin): Gaye Polat

(WSJ, Paul Bloom, The Perils of Empathy, 2 Aralık 2016)

TERÖR DOSYASI : Emniyetin bombalı saldırı istihbaratı belgesi nasıl sızdırıldı ?


Geçtiğimiz hafta Beşiktaş’ta gerçekleşen bombalı saldırının dehşeti daha akıllardayken sosyal medyaya düşen yeni bir emniyet istihbarat belgesi tartışmalara yol açtı…

Türkiye geçtiğimiz Cumartesi akşamı İstanbul Beşiktaş’ta gerçekleşen bombalı saldırıların acılarıyla boğuşurken sosyal medyaya düşen yeni bir saldırı istihbaratı belgesi tartışmalara yol açtı.

Odatv’nin haberine göre; Ankara Emniyeti‘nin iç yazışması olduğu anlaşılan belgenin gerçekliği emniyet kaynaklarına göre teyit edildi…

PKK’nın Ankara’da birden fazla canlı bomba eylemine hazırlandığı istihbaratının yer aldığı belgede, saldırıyı yapacak araçların markasından eylemcilerin kaldığı mahalleye kadar neredeyse tüm ayrıntılar yer alıyor…

Belgenin gerçek olmasının dehşeti bir yana, devletin çok gizli bir istihbarat belgesinin yine dışraya nasıl sızdırıldığı ise ayrı bir tartışma konusu oldu…

Daha önce cemaatin sızdırdığı bilinen benzer belge ve bilgilerin bu sefer kim veya kimler tarafından servis edildiği bilinmiyor. Ancak hem devletin kendi güvenliği hem de halkın can güvenliğinin yine büyük tehlikede olduğu çok acı şekilde görülüyor… (Odatv)

İşte o belge:

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : HAKİMLER BİR ZAMANLAR FETULLAH GÜLEN’İ NASIL KOLLUYORDU ? GÖRELİM !!! YI L : NİSAN 2013


Ergenekon davasında yargılanan Muammer Karabulut’a ‘Protestan Kuran’ adlı kitabında Fethullah Gülen’e hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapis cezası verildi.

Radikal.com.tr – ‘Protestan Kur’an’ adlı kitabında Fethullah Gülen’e hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapis cezasına çarptırılan Ergenekon sanığı Muammer Karabulut hakkındaki gerekçeli karar tamamlandı.

Zaman gazetesinin haberine göre, Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Karabulut’un Gülen’e karşı ‘nefret suçu’ işlediğine hükmetti. Ancak Türk Ceza Kanunu’nda bu suçun karşılığının bulunmaması sebebiyle ‘hakaret’ten ceza verildiğini kaydetti. Kitapta Gülen’e karşı "eleştiri sınırlarının aşıldığı" ve "kamuoyunu bilgilendirme" amacının dışına çıkıldığı söylendi.

Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Fethullah Gülen’e hakaretten 1 yıl hapse çarptırılan Ergenekon davası sanığı Muammer Karabulut’un cezasını, 14 bin 600 liraya çevirmişti. Ceza, "sanığın suçtan ötürü pişmanlık duymaması ve benzer nitelikte tekrar suç işleyebileceği" düşünülerek ertelenmemişti. Mahkeme, gerekçeli kararında Karabulut’un Gülen’i, “İslam dinini ve Kur’an’ı protesto ederek değiştiren, bunu da kanla beslenen para imparatorluğunun kirli düzenini biraz daha yaşatabilmek amacıyla yapan bir kişi olarak göstermeye çalıştığını” savundu. Bu durumu "nefret suçu" sayan ve davanın, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğine hükmeden kararda ayrıca, Karabulut’un Ergenekon davası iddianamesi ve eklerine göre "örgütün amaçları doğrultusunda dezenformasyon faaliyetleri içinde bulunduğu" suçlamasıyla yargılandığı hatırlatıldı.

Bu kapsamda yazdığı yazılar ve dava konusu ‘Protestan Kur’an’ isimli kitabın, "örgütün üst düzey yöneticileri tarafından okunduğu, diğer örgüt üyelerinin de kitaptan haberdar olduğunun ileri sürüldüğü" ifade edildi.

CHP DOSYASI /// VİDEO : MUTLAKA İZLEYİN !!!! — Muharrem İNCE’nin Meclisteki Müthiş Konuşması — M UTLAKA İZLEYİN !!!!


SONUNA KADAR DİNLEMENİZİ ÖNERİRİM…

ÇOK GÜZEL !

VİDEO LİNK :

KENDİNE HAS MUHALEFETİYLE SON DÖNEMDE İYİCE YILDIZI PARLAYAN VE HÜKÜMETİN HEDEF ADAM HALİNE GETİRMEYE ÇALIŞTIĞI, ELE BAŞI ÇETE BAŞI GİBİ ÇİRKİN YAKIŞTIRMALARLA YIPRATMAYA, KARALAMAYA ÇALIŞTIĞI MUHARREM İNCE, SON DÖNEMİ VE SÜRECİ MECLİSTE YAPTIĞI BU MÜTHİŞ KONUŞMAYLA ÖZETLERKEN, AKP BDP SIRALARI SUS PUS DİNLEDİ.

REKOR KIRMASI BEKLENEN İŞTE O VİDEO…

LÜTFEN, EN AZ BİR KEZ İZLEDİKTEN SONRA MUTLAKA PAYLAŞIP GENİŞ KİTLELERE SESİMİZİ MUHARREM İNCE ARACILIĞIYLA DUYURALIM …

[status draft]

TARİH : CUMHURİYETİN KURULUŞ YILLARINDAN FOTOĞRAFLAR – 1


[status draft]

KARİKATÜR : ORGANİK :))))))))))))


[status draft]

KARİKATÜR : TEMBEL HOROZ :)))))))))


[status draft]

KARİKATÜR : ESPRİLİ MELEK :)))))))))))))


[status draft]

KARİKATÜR : YÜKSEK TEKNOLOJİ :)))))) (+ 18 ARGO İÇERİR)


[status draft]

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.