Günlük arşivler: 3 Aralık 2016

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : FETÖ’nün gizli haberleşme ağı çökertildi


FETÖ’nün gizli haberleşme ağları ByLock ve Eagle’nin, İzmir’de itirafçı olan ‘Yeğen’ kod adlı gizli tanığın ifadesiyle deşifre edildiği ortaya çıktı.

Gizli tanığın ifadesini alan İzmir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, savcılık ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), gece gündüz çalışarak örgütün oyununu bozdu. Fetullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) bağlı bir grup askerin 15 Temmuz gecesi kalkışmasıyla, aralarında güvenlik güçleri ve sivillerin de bulunduğu 248 kişi şehit oldu. Darbe kalkışmasının ardından örgütün elemanları teker teker kamudaki görevlerinden alınırken, görevden alınmalarda örgütün şifreli haberleşme ağı ByLock ve Eagle etkili oldu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT), ByLock şifresini kırmasıyla mesajlar ortaya çıkarken, MİT’in bu şifreleri nasıl kırdığı ise hep merak konusu oldu.

ByLock ve Eagle İzmir’den deşifre edildi

İhlas Haber Ajansı (İHA), ByLock ve Eagle’nin nasıl deşifre edildiğini araştırarak çok çarpıcı bilgilere ulaştı. Her şey, darbe kalkışmasından 5 ay önce; yani Şubat 2016 tarihinde ‘Yeğen’ kod adlı gizli tanığın ifadesiyle başladı. Savcılığa ve İzmir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne ifade eden veren gizli tanık, “FETÖ ByLock isminde özel bir haberleşme sistemi kullanıyor diyerek” örgütün şifreli yazışma programlarını açıklayan ilk kişi oldu.

MİT adım adım ByLock’a ulaştı

Örgütün iç yüzünü ve sistemini de anlatan gizli tanık, daha sonra bu bilgileri Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile paylaştı. MİT elamanları, daha sonra da gizli tanığın bilgileri doğrultusunda örgütün haberleşme ağına girmek için gecesine gündüzüne kattı. MİT, çalışmalar sonucunda ise örgütün şifreli yazışma programlarının içerisine girerek, tek tek mesajlara ulaştı. ByLock’un içeriğini çözen MİT, bu şekilde toplamda 18 milyon mesajı tespit etti. Daha sonra da istihbarat, çıkan örgüt üyelerinin isimlerini 81 ildeki savcılık ve emniyetle paylaştı.

Yeğen kod adlı gizli tanığın ifadesiyle de, ByLock ve Eagle Türkiye’de ilk kez istihbarat, polis ve savcılık tutanaklarına yazıldı. Elde edilen bu bilgiler doğrultusunda ise operasyonların teker teker düğmesine basıldı. İzmir Cumhuriyet Başsavcı Vekili Okan Bato ve Cumhuriyet Savcısı Ayhan Yılmaz da, operasyonlara büyük katkı sağladı. Emniyet ve savcılık kaynaklarına göre, gizli tanığın devletin bekasını ilgilendiren ve devletin bekasını kurtaran çok önemli bilgileri de verdiği öğrenildi.

Mart 2016’ya kadar ByLock kullanmışlar

İddialara göre, FETÖ gizli haberleşme programını Mart 2016 yılına kadar kullanıldı. Bu durum gönderilen mesajlara da yansıdı. İHA, FETÖ’nün kriptolu haberleşme programındaki örgütün üst düzey üyelerinin yazışmalarına da ulaştı. FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in mesajının da yer aldığı yazışmalarda, Zaman gazetesi ile ilgili örgütün üst düzey imamının mesajları da ortaya çıktı.

"Acil koduyla" Zaman gazetesi manipülasyonu

Mesajda problemlerle boğuşulduğuna vurgu yapan örgütün üst düzey imamı, Zaman gazetesinin tirajının düştüğünü, bu konunun öncelikli gündem maddesi olması gerektiğini söyledi. Zaman gazetesinden sorumluların örgütün sorumlu imamının yanına geldiğinin anlatıldığı mesajlarda, tirajın arttırılacağı konusunda sorumluların söz verdiklerini; ancak istenilen tirajın artmadığını ve sözün tutulmadığı da belirtiliyor.

FETÖ elebaşı Gülen’den mesaj: "Ne yapmaları gerekiyorsa…"

Yine FETÖ’nün üst düzey imamının yazışmalarında, FETÖ liderinin Zaman gazetesinin tirajlarının artırılması konusunda talimatlarını da örgüt üyelerine aktardığı görülüyor. Ayrıca örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından örgütün sorumlu imamına “Ne yapıp edip benim hissiyatımı arkadaşlarla paylaş. Ne yapmaları gerekiyorsa bir an önce yapsınlar” şeklinde talimat vererek, silahlı terör örgütünün basın ayağı olan Zaman gazetesine karşı manipülasyon taktiği veriyor.

Yine örgüt imamının, "Canım gırtlağımda, 50 tane problemle boğuşuyorum" diyerek moralinin de son derece bozuk olduğu mesajlara yansıyor. İHA

MİT DOSYASI : “MİT’in inanılmaz boyutlarda faaliyeti var”


Alman hükümeti Türk Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Almanya’daki faaliyetleri konusunda muhalefetin endişelerini paylaşıyor.

Batı Alman Radyoları (WDR) ile Kuzey Alman Radyoları’nın (NDR) haberine göre, Alman hükümeti Türk Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Almanya’daki faaliyetleri konusunda muhalefetin endişelerini paylaşıyor.

Deutsche Welle Türkçe’nin Alman Birinci Televizyon Kanalı’nın (ARD) tagesschau.de adlı haber portalından aktardığı habere göre, MİT’in Almanya’daki faaliyetlerinin muhalefetin yanı sıra federal hükümeti de endişelendirdiği ifade ediliyor. İç istihbarat kurumu Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’na ait bir belgeye dayandırılan habere göre, teşkilat MİT’in Almanya’da yanlış bilgi yayarak kamuoyunu manipüle etmesinden endişe ediyor. Bu nedenle, MİT’in istihbarat faaliyetlerinin soruşturulması talep ediliyor.

Haberde, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı tercümanlar vasıtasıyla Alman makamlarının bilgilerine ulaşmaya çalıştığı iddia ediliyor. Bu nedenle Alman iç istihbarat birimi Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (Verfassungsschutz) bu konuyla ilgili özel bir birim oluşturduğu belirtiliyor.

Ayrıca Federal Meclis İçişleri Komisyonu’nun da gizli bir oturumda MİT’in faaliyetlerini ele aldığına dikkat çekiliyor.

"MİT İLE İŞBİRLİĞİ SONA ERDİRİLSİN"

Alman istihbarat birimleri bir yandan radikal İslamcı tehditler nedeniyle MİT ile işbirliğine kendilerini zorunlu hissediyor. Diğer yandan MİT’in Almanya’da Türk muhaliflerine ilişkin casusluk faaliyeti de biliniyor. Bu nedenle Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın Kürt ve Türk muhalifler hakkında MİT’e bilgi aktarmadığına dikkat çekiliyor.

Ancak Federal Meclis’teki Sol Parti alınan önlemleri yeterli bulmuyor. Parti’den yapılan açıklamada, MİT’in Almanya’daki faaliyetlerinin hukuka aykırı olduğunu belirtilerek, bu faaliyetlerin burada yaşayan muhalif güçler açısından da tehdit anlamına geldiği vurgulandı. Sol Parti’nin içişlerden sorumlu temsilcisi Martina Renner, bu gibi faaliyette bulunanların cezaya çarptırılmasını, ajanların sınır dışı edilmesini ve MİT ile işbirliğinin sona erdirilmesini talep etti.

Alman medyasındaki haberlere göre, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Almanya’da binlerce kişiden oluşan bir haber-elemanı ağı bulunuyor. Welt am Sonntag gazetesi adının açıklanmasını istemeyen bir güvenlik politikacısına dayandırdığı bir haberde MİT’e bağlı 6 bin kadar ajanın Almanya’daki Türk toplumuna ilişkin olarak teşkilatı bilgilendirdiği belirtiliyor.

STRÖBELE: MİT’İN İNANILMAZ BOYUTLARDA FAALİYETİ VAR

Federal Meclis’teki Yeşiller Partisi’nin istihbarat birimlerinden sorumlu politikacısı Hans-Christian Ströbele, eylül ayındaki açıklamasında, “Almanya’da MİT’in inanılmaz boyutlarda faaliyeti var” diye konuşmuştu. Ströbele, Handelsblatt gazetesine yaptığı bir açıklamada, ajanların faaliyetleri konusunda dava açılmasını ve bu davanın bu kişileri cezalandırmaya ve sınır dışı etmeye yönelik olmasını talep etti. Aynı zamanda hukukçu olan Ströbele, yabancı bir ülkenin Almanya’ya karşı istihbarat faaliyetinin cezai yaptırımı olduğuna da işaret etti.

MUHALİF GRUPLARA ETKİDE BULUNMA GİRİŞİMİ

Ströbele, daha önceleri yaptığı açıklamalarda da, Almanya’da ajan olarak görev yapan kişilerin Türk hükümetinin emri ile muhalif gruplara etkide bulunma girişiminde bulunduklarına dair ellerinde bazı belgeler bulunduğunu bildirmişti.

Türk istihbaratının faaliyetlerini sert bir dille eleştiren Yeşiller Partisi Federal Meclis Grup Başkan Vekili Konstantin von Notz ise "Otokratik hükümetlerin istihbarat birimlerinin siyasete ve kamuoyuna etkide bulunmaya çalışmasının Avrupa ve Almanya açısından kabul edilebilir bir durum olmadığını” söylemişti. İstihbarat birimlerinin nasıl faaliyette bulunduğuna işaret ederken de von Notz, "Yanlış bilgilendirme, meşru olmayan yoldan etkileme ve hükümetin görüşlerini toplumsal kuruluşlar içinde yayma gibi faaliyetlerin bilinen unsurlar olduğunu, ancak bugün yeniden güncel hale geldiğini vurgulamıştı.

Odatv.com

İSTİHBARAT DOSYASI : DÜNYANIN ÖNDE GELEN İSTİHBARAT SERVİSLERİ / // CIA-MI6-MİT-BND-DGSE-MSS-ISIS VS…


1- MI6 (UK) – İNGİLTERE Gizli İstihbarat Teşkilatı Birleşik Krallık da MI6 olarak bilinen uzun bir geçmişi 1909 kalma vardır. Ajansın ana ofisi Londra’da olan ve İngiltere’de siyasi ve ekonomik çıkarlarını etkileyebilir dünya genelinde bilgi toplamakla yükümlü. MI6 terörizm üzerinde güçlü bir odak vardır, kitle imha ve tüm bölgeyi etkisi potansiyeline sahip ciddi nitelikteki suçları silahlar.

2- ABD İstihbarat Kurumları Amerika Birleşik Devletleri istihbarat topluluğunun onaltı adet ajanslarının yapılır. En önemli ve tanınabilir o listede Central Intelligence Agency (CIA) olan, Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), Savunma İstihbarat Ajansı (DIA) ve Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ile. Geçmişte bu ajanslar soyutlanan devletlerde ameliyat sırasında, istihbarat bilgi paylaşımı ölçüde 11 Eylül saldırıları, 2001 yılından bu yana artmıştır. CIA istihbarat teşkilatlarının en büyük ve ABD politikası etkisi olabilir diğer ülkelerden gelen veri toplama sorumludur. NSA ülkenin istihbarat teşkilatı intercepting ve yabancı sinyalleri deşifre ABD’nin bilgi sistemleri korurken sorumludur. askeri operasyonlar için ilgili bütün dünyada DIA toplar istihbarat bilgileri FBI ülkedeki istihbarat ve kolluk toplum arasındaki bağlantıyı sağlar.

3-GRU-RUSYA Ana İstihbarat İdaresi veya GRU, büyük ölçüde oyuna Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra geldi. Onun temel görevi, iç ve dış düzeyleri hem askeri istihbarat veri topluyor. personeli büyüklüğü Sovyetler Birliği altında istihbarat teşkilatları daha küçük olmasına rağmen, GRU hala dünya istihbarat toplumda önemli bir oyuncu kalır ve profesyonel bir güç olarak kabul edilmektedir. Rusya ve Çin kendi kurumları arasında istihbarat bilgilerinin paylaşımı için imzalanmış bir anlaşma var.

4-MOSSAD-İSRAİL Enstitüsü İstihbarat ve Özel Görevler İsrail istihbarat kuruluşudur. Ayrıca yaygın Mossad olarak bilinen, o 1951 yılında kurulmuştur. Ajans her zaman gizli bir devlette faaliyet göstermektedir ve, orta 90s, ajansın müdürü kimliği bile gizli olarak kalmıştır. Mossad istihbarat verileri Orta Doğu boyunca insan alan maddeleri kullanılarak toplama sorumludur. diğer ülkeler de dahil olmakla birlikte, ana odak ülke kendi bölgesinde yer almaktadır. biraz üzerinde bin ajan olarak anki tahminler sayı kuvvet.

5-RAW-HİNDİSTAN Hindistan istihbarat ajansı Araştırma ve Analiz Wing veya RAW olarak bilinir. Bazen olarak da kısaltılır R & AW. RAW 1968 yılında temel amacı ile komşusu Pakistan hakkında istihbarat toplamak için kurulmuştur. Yıllar boyunca, Pakistan istihbarat toplama çabalarının birincil hedef olarak devam etmiştir. Bu RAW çeşitli yerlerde dünyada fazla sekiz bin alan ajanların istihdam tahmin edilmektedir.

6-MSS (Çin) Çin’in cari istihbarat ajansı, Devlet Bakanlığı Emniyet, 1983 yılında kurulmuştur. Başlıca amacı olanlar veya devirmek başka Çin sosyalist hükümet sökülmesi amacı ile düşman olarak görülebilir üzerinde istihbarat toplamaktır. MSS sahip ajanlar dünyanın sıradan vatandaşlar olarak poz boyunca konuşlanmış. MSS ABD’de birincil ilgi ve birçok ajan var Silicon Valley California boyunca yayınlanmıştır.

7-BND-ALMANYA Federal İstihbarat Servisi Almanya için BND denir. Ajansı ajanlar yüzden fazla ülkede konuşlu ile istihbarat toplama için bir fırsat olarak hemen hemen bütün dünya görüyor. BND yaygın gizli elçilik çalışanları istihbarat verileri toplamak olarak ajanlar göndermek için bilinir. Ajansı fazla dört bin dünya çapında çalışmaktadır.

8-MİT-TÜRKİYE Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT), Türkiye’nin resmî istihbarat örgütü. 1965 yılında Millî Emniyet Hizmeti yerine kurulan,[3]Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve millî gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan gelecek mevcut ve muhtemel tehditler hakkında bilgi toplamak, önlem almak ve gerekli durumlarda ilgili makamları uyarmakla görevli teşkilât. Devletin millî güvenlik politikasının hazırlanmasıyla ilgili her konuda istihbaratın tek elde toplanabilmesi amacıyla, 22 Temmuz 1965 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun kabul edildi ve bu kanun ile kuruluşun adı Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) olarak değiştirildi. Kanun ile MİT’in bir Müsteşar tarafından yönetilmesi ve Müsteşarın, kanun ile belirlenen görevlerin yerine getirilmesinde sadece Başbakan’a karşı sorumlu olması öngörüldü. MİT, yaklaşık 19 yıl süre ile faaliyetlerini 644 sayılı kanun hükümleri doğrultusunda yürüttü, ancak hızla değişen ve gelişen koşulların ışığında yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesi ihtiyacı ortaya çıktı. Bu amaçla, 1 Kasım 1983 tarihinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu çıkarıldı ve kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe girdi.

9- İstihbarat Bakanlığı (İran) İran İslam Cumhuriyeti İstihbarat Bakanlığı (Farsça: وِزارَتِ اِطّلاعات جُمهوریِ اِسلامیِ ایران Vezarat-e Ettela’at Jomhuri-ye Eslami-ye Iran) İran İslam Cumhuriyeti’nin temel istihbarat teşkilatı ve İran İstihbarat Topluluğu üyesidir. Ayrıca VAJA olarak bilinir ve daha önce VEVAK (Vezaret-e Ettela’at va Amniyat-e Keshvar) ya da MOIS olarak bilinirdi. Önceki rejimin istihbarat aygıtını devraldığı zaman başlangıçta, SAVAMA olarak biliniyordu. Bakanlık işin doğası gereği yurtiçinde ve yurtdışında İran’ın üç "egemen" bakanlık kuruluşundan biridir.

10- DGSE-FRANSA Genel Müdürlüğü Dış Güvenlik (DGSE) Fransa diğer istihbarat örgütleri bölgede karşılaştırıldığında oldukça kısa bir geçmişe sahiptir için. Resmen 1982 yılında ülkede önce istihbarat örgütleri çok sayıda gelen kuruldu. Asıl odak yabancı kaynaklardan ülke için askeri ve stratejik kararlarında yardımcı istihbarat toplamaktır. Ajansı beş binden fazla kişiyi istihdam etmektedir.

11-ISI (Pakistan) Hizmetler İstihbarat Müdürlüğü Inter yerleri yerli ve yabancı her iki veri görevli ile derleme zeka. Hindistan’dan Afganistan ve ilgi bölge ile varlığını bir büyük. ISI ülke var içinde patron hiçbir gerçek uzun olan bir kuruluş olarak kabul edilmiştir. Bu ajans yolsuzluk vardır liderliğindeki bazı unsurları arasında ve güvensizlik. en az on 11 Eylül sonrası düzeyi, kamu bir saldırı, ISI durdu bildirildi fonuna kullanılan ilaç para Taliban uygulama, ancak Afganistan’da buth . Bu dünyada olduğu tahmin bu çevrede çalışanlar ile daha on binden faaliyet ISI.

12- CSIS (Kanada) Kanada Güvenlik İstihbarat Servisi istihbarat toplama için bir iç düzeyde sorumludur. Ajans yetki yabancı istihbarat ve onun temel amacı, üzerinde çalışmak zorunda değil ulusal tehditlere karşı Türkiye korumaktır. Yakından ABD dahil diğer ülkelerin istihbarat örgütleri ile çalışır.

13-ASIS (Avustralya) Avustralya Gizli İstihbarat Servisi 1952 yılında kurulmuştur. yirmiden fazla yıl için, ajansın varlığı gizli kendi hükümet bile oldu. Birincil sorumluluğu esas olarak Asya ve Pasifik çıkarlarından maddeleri alanlarında çeşitli konuşlu kullanarak istihbarat topluyor. en ajansları ile ilgili olarak Ana amacı, Avustralya halkı için ulusal tehditlere karşı güvenlik sağlarken, ülkenin siyasi ve ekonomik çıkarlarını korumaktır.

1- MI6 (UK) – İNGİLTERE Gizli İstihbarat Teşkilatı Birleşik Krallık da MI6 olarak bilinen uzun bir geçmişi 1909 kalma vardır. Ajansın ana ofisi Londra’da olan ve İngiltere’de siyasi ve ekonomik çıkarlarını etkileyebilir dünya genelinde bilgi toplamakla yükümlü. MI6 terörizm üzerinde güçlü bir odak vardır, kitle imha ve tüm bölgeyi etkisi potansiyeline sahip ciddi nitelikteki suçları silahlar.

MI5 & MI6 & GCHQ DOSYASI : Türkiye’ye çok gizli istihbarat verecekler !


Türkiye ile İngiltere arasında ‘çok gizli’ bilgilerin paylaşılmasını öngören anlaşma, İngiliz parlamentosundan geçti.

Express gazetesinin haberine göre, Türk ve İngiliz hükümetlerinin ‘çok gizli’ bilgileri paylaşımı konusundaki anlaşma İngiltere parlamentosunda onaylandı.

Söz konusu anlaşmanın geçtiğimiz günlerde İngiltere parlamentosunda onaylandığını belirten gazete, paylaşılacak istihbaratın büyük oranda Suriye ile ilgili bilgileri içerdiğinin tahmin edildiğini bildirdi.

Gazete, Türkiye ile İngiltere’nin Şubat ayından bu yana anlaşmayla ilgili görüşmeler gerçekleştirdiğini ve konunun hafta içinde parlamentoya taşındığını ifade etti.

Süresi beş yıl olarak belirlenen anlaşma, altı ay önceden haber verilmesi şartıyla iptal edilebilecek. Taraflarca iptal edilmediği takdirde, her beş yılda bir otomatik olarak yenilenecek.

Gizli ajanlar hakkındaki istihbaratın paylaşılmasını öngören anlaşma; kitle imha silahlarıyla bağlantılı nükleer, biyolojik ya da kimyasal bilgi alışverişini kapsamıyor.

TBMM’DE HENÜZ ONAYLANMADI

"Türkiye Cumhuriyet hükümeti ile Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı hükümeti arasında savunma ile ilgili gizlilik dereceli bilginin korunması konusunda güvenlik anlaşması" 26 Şubat’ta Ankara’da imzalanmıştı.

TBMM tarafından henüz onaylanmayan anlaşmaya ilişkin kanun tasarısı, halen Dışişleri Komisyonu’nun gündeminde bekliyor.

KÜRESEL ÖRGÜTLER DOSYASI /// ERHAN ALTUNAY : Üst Akıl’ın planları Trump ve Tarot


Erhan Altunay : Üst Akıl’ın planları Trump ve Tarot

The Economist dergisinin sosyal medyaya yansıyan 2017 kapağı yine ilginçliklerle dolu.

The Economist dergisi Yılbaşı ya da o yıla ait kapakları uzun zamandır “kehanet” gibi ilgi çekmekte ve Üst Akıl’ın planları hakkında bilgi vermekte.

Rothschild ailesinin de ortağı olduğu bu derginin belli bir algı yönetimi yaptığı ve bazı olaylara hazırladığı da aslında inkâr edilemeyecek bir gerçek. Bu bağlamda bu kapakları bir “kehanet” olmaktan öte, bir Üst Akıl niyeti olarak okumakta fayda var.

30 Kasım 2016 gecesi de Pelin Çift ile Gündem Ötesi programında Ertan Özyiğit ile birlikte bu kartları bu bağlamda yorumladık. Ben de kendi anlattıklarımı biraz özetleyeyim istedim.

2017 kapağı Tarot kartlarına yer vererek bir ilginçliğe imza atmakta.

Biliyorsunuz İngilizce de, iskambildeki koz “trump” kelimesi ile ifade edilir.

Tarotta ise bu farklı bir anlamdadır. Bilindiği gibi Tarot en yalın anlamı ile, 78 karttan oluşan ve her bir kartında farklı bir sembol olan bir destedir.

Tarot kartlarından 22 tanesi Arcana Major diye adlandırılır. Bunlar üzerinde farklı sembolik resimler olan bir tanesi hariç numaralı kartlardır. Kalanlar ise Arcana Minor olarak adlandırılırlar ve bizim kullandığımız iskambil kâğıtlarının atasıdırlar.

Birçok yerde Arcana Major, İngilizce Trump olarak geçer. Hatta okült kartlar bu şekilde adlandırılır. Bu nedenle The Economist dergisinin Trump soyadı ile böyle bir kapak yaptığını düşünebiliriz.

Kehanet gibi kapak yapan bir derginin böyle bir kapak yapması da işlerini kolaylaştırmıştır kuşkusuz.

Burada bulunan Tarot kartları The Economist dergisinin senaryosuna göre tek tek yeniden çizilmişlerdir. Tabii her kartın bir sembolik içeriği de vardır. Hatta her bir kartın tek tek sembolizmini de bilmek yetmez.

Tarot açılımları ve Tarot kartlarının belli bir sıra içinde okunması, Tarot kartlarının tek tek sembolizmi kadar önemlidir. Kartlar tek başlarına bir anlam ifade ettikleri gibi, bir sıra içinde, sıralamaya göre anlamlar da ifade etmektedirler. Bu nedenle Tarot bakarken tek kart çekmek ya da sıralamada her bir kartın sadece bir tek anlam ifade ettiği bir yerde durduğu açılımları yapmak (örneğin Keltik) tam olarak sonuç vermeyebilir.

Bunu daha farklı bir şekilde ifade edersek, bir kartın gerçekten üzerine atfedilen anlamı ifade etmesi için, gelen diğer kartlarında onu desteklemesi gerek. Eğer devam eden sırada gelen kartlar onu tam desteklemiyorsa, bu kartın etkisi daha hafif olacaktır. Bu yüzden kart açılımı yaparken aynı konu üzerinde yine Tarot’un prensiplerine uygun bir dizi açmak daha doğru olacaktır. Bunun en basit yönü, birbirini takip eden sırada dört kart açmak olacaktır. Böylece, hem element dengesini sağlamış bir dörtlü açmak, hem de bu sıralamada bir öykü okumak, bilinçaltının kendini ifadesine çok daha büyük olanak sağlayacaktır. Daha karmaşık yöntemlerin, bilinci devreye sokacağını unutmadan, bu yalın yöntemi benimsemekte fayda vardır.

Bu bağlamda da kapaktaki açılımın çok doğru bir şekil olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi bu kapakta geçen kartları ve açılım içinde geçen yerleri ile anlatırsak daha anlaşılabilir olacaktır.

YIKILAN KULE

Yıkılan Kule Tarot destesinin en dramatik değişim kartlarından biridir. Var olan durumun kesin bir yıkılışla sonlanacağını belirtir. Sembolik anlamı aslında, Tanrı’ya kafa tuttukları için içindekilerin dillerinin karıştığı Babil Kulesinden gelir.

Burada üzerinde haç olan kule yıkılmakta ve saflar Hristiyanlık ve “Orak-Çekiç” olarak tutulmaktadır. Hristiyanlıkla ilgili bir algı yönetiminin sırada olduğunu düşünmekteyim ben, yani Dan Brown ile başlayan bir süreçte Katolik Kilisesi’ne karşı yapılan bir algı yönetimi vardı ve şimdi de buna karşı yeni bir argüman ortaya çıkabilir. Son tahlilde Katolik Hristiyanlığın sarsılması gündeme gelebilir.

Serinin bu kartla açılması da bu durumun tetikleyeceği olaylardan söz ediyor olabilir.

Tabii buradan Trump’a giden seride “Tower” ve “Trump Tower” arsında bağ kurmak da olası. Benim Marjinal yorumum, Trump Tower olan bir ülke de Türkiye. Hem de Hristiyanlık ile komünizmin tam arasında… İyi düşünmek gerek. Acaba Türkiye hakkında ilginç bir plan mı var?

MAHKEME

Mahkeme kartı Tarot destesinin en ilginç kartlarından biridir. Artık bir durumun bir çözüme ya da olması gereken bir sona kavuşacağını söyler. Klasik destede bu kart, kıyamet gününü ve mezarlarından çıkan ölüleri gösterir. Yani yeni bir çağ ya da yeniden diriliştir.

Bu kartta Trump’ın “İmparator” kartındaki gibi olması yani imparatorluk alametlerini alması oldukça ilginçtir.

Trump’ın elinde tuttuğu “Globus Mundi”, Yerküre’yi yani Dünya’yı sembolize etmekte olup, “globalizm” sözcüğünün de kökenidir. Globalciler ile Trump’ın ilişkisini de ele vermektedir. Asa ise bildiğimiz hükümdarlık asasıdır. Bu asanın iletişim ile ilgili Hermes’in asası ile benzerliği de Trump’ın iletişim ile ilgili gücünü de ortaya koymaktadır.

Tabii asada kartal figürüne de dikkat etmek gerek. “Ayasofya’nın Gizli Tarihi” kitabında yazdığımız gibi, Tapınakçılar önce İstanbul’daki Patrik’ten icazet almışlardı ve ilk sembollerinden biri kartal idi.

Yıkılan Kule’den sonra bu kartın gelmesi, yıkılan düzenden sonra Trump ile farklı bir düzenin ortaya çıkacağını da göstermektedir.

DÜNYA

Dünya Kartı artık Tarot destesinin son kartıdır ve bir döngünün tamamlandığını gösterir. Klasik kartlarda dört element sembolleri olup bir tamamlanma ve aynı zamanda da döngü sonu vardır.

Bana göre, burada Üst Akıl’ın gönlünden geçen, bu kartta sembolize edilen dinlerin döngüsünün de son bulması gibi gözüküyor.

Karttaki sembollerden, Kitap, tapınaklar ve Piramit, bilinen tektanrıcı ve pagan dinlerin sembolleri gibi duruyor. Ancak bunlarla birlikte sanatı sembolize eden tiyatro maskları ve resimler de var, hatta bir kitap. Bu da aynı zamanda bildiğimiz kültürün de yok olacağını gösteriyor. The Economist “kâhinleri” burada oldukça iddialı gözüküyorlar.

Acaba bundan sonra “Yeni Dünya Düzeni”nin başlaması mı öngörülüyor, göreceğiz. Tabii herkesin bir düzeni vardır. En hayırlı düzenin sahibi buna izin vermeyecektir.

MÜNZEVİ

Ve ilk seri Münzevi ile bitiyor…

Münzevi kartı, Tarot destesi içinde, elinde kendini aydınlatan ışığı ile bir yola giren “aydınlanma” adayı kişiyi gösterir.

Münzevi kartının bu serinini son kartı olması da artık girilen yolu gösteriyor olsa gerek. Yani alttaki gelecek dörtlü seri de bu yol önemli olacak demek bu aynı zamanda

Münzevi bir tepe üzerinden seyrederken, aşağıda da bir yola girmiş insan toplulukları gözükmekte.

Üzerinde çarpı bulunan baş harfler büyük olasılık ticaret anlaşmalarını simgelemekte. Aynı şekilde EU yani AB üzerinde de bir çarpı bulunmakta ve muhalif kitleler No ve STOP bayrakları ile bu reflekslerini açığa vurmaktalar. Üst Akıl’ın büyük halk hareketlerini öngörmesi hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.

Özellikle Brexit’ten sonra, Avrupa Birliği daha kırılganlaşmış ve ekonomik manipülasyonlara da açık hale gelmiştir. Bir kıvılcımın, geniş halk kitlelerinin bunun aleyhine çevirebileceği hiç de olasılık dışı değildir.

Münzevi’nin üzerinde durduğu tepenin ayaklarında, sanki kırılmış, bölünmüş bir Dünya haritası var. Bunun yıkılan, kırılan bir “globalizm” hayalinin mi sembolize ettiği tartışılabilir.

ÖLÜM

Tarot serisinin ikinci serisi Ölüm kartı ile başlamakta. Tam da Yıkılan Kule’nin altında bir değişim kartı olarak yer alan ölüm, ikinci serinin başında, yeni bir dönemi de göstermekte.

Yıkılan Kule ve Kadar Çarkı gibi bir değişim kartı olan Ölüm, Yıkılan Kule’den farklı olarak bir de yeniden doğuşu göstermektedir. Klasik Tarot destelerinde, Ölüm’ün arkasında Güneş doğmakta ve her ölümü bir doğumun takip edeceğini göstermektedir.

Burada Ölüm kartı felaket habercisi olarak bu serinin başındadır. Hemen fark edilebileceği gibi, karta damgasını vuran bir nükleer patlama resmidir. Bu nükleer patlama resmi ile birlikte iki büyük sinek figürü vardır ki bu da hemen akla bir virüs saldırısını getirmektedir.

Zaten nükleer savaş ve virüs saldırısı her zaman bir korku senaryosu olarak gündemdeyken, burada olması daha da ilginç yapıyor. Özellikle de Dan Brown’ın Cehennem romanından sonra.

Bu arada su içindeki balığa da dikkat. Suların çekilip balıkların ölmesi olarak görülen bu resmin bir başka anlamı da ilk çağlardan bu yana Ab-ı hayat efsanelerinde balıkların dirilmesinden dolayı ölümün yenilmesi de olabilir.

Her ne olursa olsun, bu kartta da bir Güneş doğmakta.

BÜYÜCÜ

Büyücü kartı Tarot’un 1 numaralı kartıdır ve yeni bir başlangıcı gösterir. Bu kart için farklı resimler vardır. En eski destelerden biri olan Marsilya destesinde, bir masa başında eşyaları ile gözükmektedir. Aslında Fransızca adı Bateleur olan bu kart sözlük anlamı ile cambaz, hokkabaz anlamına gelmektedir. Ancak kart dikkatle bakıldığında bir hazırlığı canlandırmaktadır. Bu hazırlık ise başlayacak olan inisiyatik yolculuğu ve o süreçte yapacaklarının hazırlığıdır.

The Economist yorumunda ise çok şaşırtıcı bir haldedir. Kart büyücünün elindeki asa ve başındaki klasik Büyücü kartına benzemekle birlikte, çok ilginç bir öykü anlatmaktadır.

Büyücünü eliyle Üç boyutlu bir yazıcıya basmaktadır. Kafasındaki sanal gözlükte ise VR yazmaktadır. Yorumcuların fikir birliği ile kabul ettikleri bunun “Virtual Reality” yani “Sanal gerçeklik” olduğu yolundadır bu da çok anlamsız gelmemektedir.

Birçok yazımımda bu kavramı anlatmıştım. Özellikle Sanal bir gerçekliğin olduğunu ve algılarımızla oynayarak, global kapitalizmin farklı bir gerçeklik algısı yarattığını hep yazmıştım. Burada, üç boyutlu yazıcıdan çıkan evler de bunu sembolize etmektedir.

Ben özellikle bu hayal âleminden bahsettiğini düşünmekteyim. Yani çıkacak olan Masalcı kitabımız da tam da bunu anlatmakta.

Seride Ölüm’den sonra bu kartın gelmesi de anlamlıdır. Burada değişikliğin aynı zamanda sanal gerçekliğe eğilime neden olacağı da düşünülebilir.

KADER ÇARKI

Serinin bu kartı yine bir değişim kartı olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada politik bir değişim de öngörülmektedir.

Kader Çarkı, Ortaçağlar boyunca çok sık kullanılan bir semboldür. Hatta ünlü Carmina Burana’da bile geçer.

Kader bazen güldürür, bazen ağlatır. Kader çarkında birileri inerken birileri çıkar.

Burada Merkel’in indiği açıkça görülmekte. Tabii yaklaşan Almanya seçimlerini düşündüğümüzde bu daha da anlam kazanmaktadır.

Kader Çarkı’nda yükselen ise Fransa bayrağının yanında büyük olasılıkla Jean-Marie Le Pen’in kızı ve Milliyetçi Cephe lideri Marine Le Pen’i gösteriyor.

Marine Le Pen bilindiği gibi, gelecek sene Alain Juppé’ye karşı seçim zaferi kazanan François Fillon ile iki turlu seçimde mücadele edecek.

Çarktaki üçüncü bayrak ise Lüksemburg bayrağıdır. Burada ilk akla gelen isim, eski Lüksemburg başbakanı, şimdiki AB Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker olmaktadır. Daha önce Daimi Başkan seçilemeyen Jean-Claude Juncker’ın yıldızı nasıl parlayacak bu da bir tartışma konusu olabilir. Türkiye’ye AB kapılarının kapanmasının ağır bir dış politika hatası olacağını söyleyen bu politikacıyı tabii ki merakla da takip edeceğiz.

YILDIZ

Serinin son kartı olarak karşımıza Yıldız kartı çıkmakta. Venüs ile alakalı olan Yıldız kartı birçok anlama gelmekle birlikte daha çok Şans ve varlık göstermektedir. Bu kartı gerçekleşen rüyalar olarak yorumlayanlar da vardır.

Klasik kartta Venüs gibi çıplak bir kadın ve yedi ve sekiz kollu yıldızlar vardır. The Economist kartında ise bütünlenmeyi temsil eden sekiz kollu yıldızlar ve yıldızlar içinde fotoğraflar vardır.

Birçok yorumcu bunların içindeki fotoğrafları tanınmış “yıldızlar” olarak yorumlamakta hatta biri bunu Lady Gaga’ya benzetmektedir.

Benim yorumum ise bu fotoğraflarda çeşitli ırklardan insanların olduğu yönündedir. Belki de bir genetik çeşitlilik söz konusu olmaktadır.

Ortada görülen Kuyrukluyıldız da ilginçtir. Benim aklıma ilk olarak DNA’nın yapısını bulan ekipten Francis Crick geldi. O Dünya üzerindeki yaşamın uzaydan gelen organik maddelerle ile başladığını söylemişti ve bunların bir kuyrukluyıldız ile geldiğini söyleyen çok bilim adamı da olmuştu. Serinin son kartı olması Dünya dışı bir yaşam arayışının söz konusu olabileceğini de gösteriyor olabilir.

SONUÇ

The Economist’in “sosyal medyaya sızan” bu kapağı Tarot yardımı ile ilginç “öngörülerde” bulunmaktadır.

Bu tabii ki Üst Akıl niyetleri ile alakalı olmakta ve bu kez ezoterik bir yöntem kullanmaktadır. Tabii burada Tarot kullanımı Trump ile alakalı olsa da “kehanet” anlamını pekiştirmektedir.

Her zaman söylenildiği gibi, kehanetlerden çok kehanetleri yazanlar ve gerçekleştirmeye çalışanlar önemlidir. 2017 senesinde kim bunları nasıl gerçekleştirmeye çalışacak göreceğiz.

KİTAP TAVSİYESİ : METAFİZİK İSTİHBARAT /// YAZAR : HAKAN YILMAZ ÇEBİ


KİTABI BURADAN SATIN ALABİLİRSİNİZ.

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : ByLock ilk böyle deşifre edilmiş


Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) gizli haberleşme ağları ByLock ve Eagle’nin, İzmir’de itirafçı olan ‘Yeğen’ kod adlı gizli tanığın ifadesiyle deşifre edildiği ortaya çıktı. Gizli tanığın, "FETÖ ByLock isminde özel bir haberleşme sistemi kullanıyor diyerek" örgütün şifreli yazışma programlarını açıklayan ilk kişi olduğu ortaya çıktı.

ByLock ve Eagle’nin ilk, gizli tanığın ifadeleri doğrultusunda İzmir’de deşifre edildiği ortaya çıktı.

Fetullahçı Terör Örgütü’ne bağlı bir grup askerin 15 Temmuz gecesi kalkışmasıyla, aralarında güvenlik güçleri ve sivillerin de bulunduğu 248 kişi şehit oldu. Darbe kalkışmasının ardından örgütün elemanları teker teker kamudaki görevlerinden alınırken, görevden alınmalarda örgütün şifreli haberleşme ağı ByLock ve Eagle etkili oldu.

Bylock ve Eagle İzmir’den deşifre edildi

ByLock ve Eagle’nin nasıl deşifre edildiğine ilişkin çok çarpıcı bilgilere ulaşıldı. Her şey, darbe kalkışmasından 5 ay önce, yani Şubat 2016 tarihinde ‘Yeğen’ kod adlı gizli tanığın ifadesiyle başladı. Savcılığa ve İzmir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne ifade eden veren gizli tanık, "FETÖ ByLock isminde özel bir haberleşme sistemi kullanıyor diyerek" örgütün şifreli yazışma programlarını açıklayan ilk kişi oldu.

MİT adım adım Bylock’a ulaştı

Örgütün iç yüzünü ve sistemini de anlatan gizli tanık, daha sonra bu bilgileri Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile paylaştı. MİT, çalışmalar sonucunda ise örgütün şifreli yazışma programlarının içerisine girerek, tek tek mesajlara ulaştı. ByLock’un içeriğini çözen MİT, bu şekilde toplamda 18 milyon mesajı tespit etti. Daha sonra da istihbarat, çıkan örgüt üyelerinin isimlerini 81 ildeki savcılık ve emniyetle paylaştı.

‘Yeğen’ kod adlı gizli tanığın ifadesiyle de, ByLock ve Eagle Türkiye’de ilk kez istihbarat, polis ve savcılık tutanaklarına yazıldı. Elde edilen bu bilgiler doğrultusunda ise operasyonların teker teker düğmesine basıldı. İzmir Cumhuriyet Başsavcı Vekili Okan Bato ve Cumhuriyet Savcısı Ayhan Yılmaz da, operasyonlara büyük katkı sağladı. Emniyet ve savcılık kaynaklarına göre, gizli tanığın devletin bekasını ilgilendiren ve devletin bekasını kurtaran çok önemli bilgileri de verdiği öğrenildi.

BND & BFV DOSYASI : ALMAN İSTİHBARATINDAN 150 MİLYON EURO’LUK PROJE


Almanya Federal İstihbarat Teşkilatı’nın (BND), terörle ve Akdeniz’deki insan kaçakçılığı ile mücadele kapsamında WhatsApp ve Telegram gibi mesajlaşma uygulamalarının şifresini kırmaya yönelik 150 milyon euro’luk bir proje gerçekleştireceği belirtildi.

WikiLeaks, BND’nin faaliyetleriyle ilgili ‘devasa’ araştırma raporlarını yayınladı Halihazırda 70 popüler iletişim servislerinin yaklaşık 10’unun bilgilerini edinebilen BND, bu yolla uluslararası terörizm ve Akdeniz’deki insan kaçakçılığı ile mücadele için imkânlarını genişletmek istiyor.

Alman Netzpolitik gazetesi, BND’nin WhatsApp ve Telegram gibi mesajlaşma uygulamalarının şifresini kırmak için ‘İnternette Standartlaştırılmamış İletişimin Keşfi’ (ANISKI) başlıklı bir proje başlatacağını yazdı. Haberde 150 milyon euro maliyetli projenin amacının özel aktarım ve şifreleme protokolleri kullanan uygulamalar nedeniyle oluşan tehlike ile mücadele olduğu belirtildi. BND’nin, ANISKI projesi çerçevesinde üstverilerin (metadata) incelenmesi ve işlenmesi için de bir yazılım geliştireceği, ayrıca bu amacını gerçekleştirebilmek için güçlü bir donanım satın alacağı da gelen bilgiler arasında. Almanya parlamentosu geçen hafta BND’ye ayrılan bütçeyi yüzde 12 oranında arttırmayı kabul etmişti.

Daha fazla: https://tr.sputniknews.com/avrupa/201612021026108499-alman-istihabaratindan-150milyon-euroluk-proje/

DUYURU : Aşağıda ilk etapta tanımlanmış olan ON (10) hedef çerçe vesinde; TÜRK-AMERİKAN TOPLULUKLARI BİRLEŞMEK ZORUNDADIR…


AÇIK TASLAK ÖNERİ : TÜM TÜRK-AMERİKAN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI, TEMSİLCİLERİ, TÜRK-AMERİKAN TOPLULUKLARI VE ÜYELERİNE:

Aşağıda ilk etapta tanımlanmış olan ON (10) hedef çerçevesinde; TÜRK-AMERİKAN TOPLULUKLARI BİRLEŞMEK ZORUNDADIR…

Cumhuriyet’in 93.ncü Kuruluş Yıldönümü ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Sonsuz Anısına ithafen…

1/10. En geniş yelpazeden ve toplumun her kesitini kapsama alanı içine alacak a-politik/partilerüstü (bipartisan) bir platform kurmak ve / veya tüm ilgili taraftarları tek çatı altında, Türkiye aleynine Regean Dönemi’nde çıkartılmış olan sözde soykırımın her yıl 24 Nisan’da ABD Başkanı tarafından anılmasına yönelik 22 Nisan 1981‘deki "kararname"nin tamamen ortadan kaldırılması amacında birleşmek. Ve bu amaç doğrultusunda, Amerika ve Türkiye boyutunda çalışacak çok sesli-katılımlı bir Türk-Amerikan Platformu’nu da aktif ve etkin hale getirmek.

[Taslak/genişletilmiş çeviri]

Özellikle de Amerika’da, yalnızca Ermeni Diaspora’sının talebine hizmet etmiş ve etmekte olan tek taraflı bu kararnamenin, ABD’de yaşayan her Türk vatandaşının aleyhine otomatik bir ayrımcılık ve dezavantaj zemini oluşturmuştur. ABD Başkan ve yönetimi nezdindeki yetkili mercilerce, bu kararın kaldırılması veya bu kararı; geçersiz kılacak yeni bir karar çıkartılmasını sağlamada iş ve güç birliği oluşturmak;

1.nci maddenin gerekliliği-aciliyetine ilişkin yorum:Eğer Lozan Barış Andlaşması‘na ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş prensiplerine, özellikle de Amerika bazında sahip çıkmak istiyorsak; Amerikan yönetimi ve hükümetleri tarafından, tüm Türk-Amerikalılara ve Türkiye’ye deki tüm vatandaşlarına karşı, "Demoklesin Kılıcı" haline dönüştürülmüş olan, özellikle de "sözde soykırım"a ilişkin bölümü,geçersiz kılacak yeni bir kararnamenin önerilmesi ve hızla kabul edilmesinin sağlanması zaruridir.

Mevcut durum, tüm Türk vatandaşları ve özellikle de doğrudan Türk kökenli-Amerikalılara karşı sürekli bir tehdit olarak ayrımcılığı, resmileştirmiş bir kararnamedir. Bu nedenle, "geçersiz" kılınması için acilen ne gerekiyorsa o yapılmalıdır.

Bunun kadar eşdeğer önemde, bir madalyonun iki-yüzü niteliğinde olan diğer bir konu ise Amerikan Dış İlişkiler Konseyi veya Senato’sunda (bu konuda yetkili karar verme mekanizması olan birim nezdinde) Lozan Barış Andlaşması’nın "tanınması"nın (recognition) gerek Türk-Amerikan toplumunun ortak bir talebi ve gerekse resmi-hükümetler düzeyinde ki talebi olarak, sağlanmasına yönelik çalışmak;

Lozan konusunda, "sözde soykırım" kararnamesinde olduğu gibi hukuki boyutta veya uluslararası hukuk açısından bir bağlayıcılığı olmayabilir. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine ve Amerika’daki tüm Türk kökenli vatandaşlara, doğuştan gelen kimlik-ve-kültürel haklarına da saygı esasına dayalı olarak, Lozan Barış Andlaşması’nın "tanınması" yönünde yeni Amerikan Başkanı tarafından alınacak bir karar, aynı zamanda, taaa 22 Nisan 1981 tarihinden beri gündemde ve işlemde olan kararnameyi de etkisiz kılacak bir niteliğe sahip olacaktır. Zaten, iç-içe zincirle geçmiş bu iki durum, özellikle de Amerikan Dış Politikası nezdinde, Türkiye ve Türk-Amerikan toplumu aleyhine hedeflenmiş siyasi sonuç olarak birbirine bağlanmıştır. Bu nedenle, bu iki husustan en azından birisinin başarılmadığı takdirde, Amerikan hükümetleri tarafından Türkiye ve Türk-Amerikalılar üzerinde, Ermeni konusu sürekli kullanılmaya devam edilecektir. Bu çerçevede, Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki varolan tehdit ise ağırlaştırılmış kronik bir vak’a olarak bizim, çocuklarımızın ve torunlarımızın üzerinde de sürdürülmeye devam ettirilecektir.

2/10.
Türk-Amerikalıların ABD Senatosu ve Dışişleri Konseyi ve/veya ABD Senatosu’dan, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi doğuş ve kuruluş belgesi olan 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Andlaşması‘nın "tanınırlığı"nı resmen sağlamak;

GEREKÇE: Türk-Amerikalıların ABD Senatosu ve Dışişleri Konseyi ve/veya ABD Senatosu’dan, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi doğuş ve kuruluş belgesi olan 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Andlaşması’nın, Regean Dönemi’nin 1981’de Türkiye aleyhine çıkartmış olduğu kararnameyi tersine çevirtmenin de belki en etkin veya tek yolu ve kanalıdır. Bu nedenle, Lozan Barış Andlaşması’nın ülkenin insanı ve egemenlik haklarına da saygı bazında, resmen "tanınmasını" sağlamaktır. (Ref 1/10 – Reagan döneminde, çoğunlukla fabrikasyon imalatı bazında üretilmiş sahte belgelere dayanarak, 1981’de Türkiye ve tüm Amerika’da doğmuş ve doğacak Türk kökenli vatandaşların aleyhine bir kararname çıkartımış iken, ABD Başkanlarından hiçbirisi Lozan Barış Andlaşması’nı (24 Temmuz 1923) şimdiye kadar resmen tanımamıştır! Ermeni Lobisi’nin talebi ve elde etmiş olduğu sonuca karşılık, Türk-Amerikan toplulukları ve Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuda bugüne değin ne yapmıştır? Veya NİÇİN somut resmi bir adım atmamıştır! Örneğin, F.Gülen’in 15 Temmuz’dan sonra Amerika’dan iade talebini, Türk Hükümeti, ABD’den resmen talep etmeden, Amerikan Hükümeti, bu konudaki tüm gazete haberler-yorumlar ve hatta Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanı nezdinde kamuya açık veya resmi beyanları da, Amerikan Hükümeti bazında birşey ifade etmemiştir. Bu örnekten yola çıkarak, ve aynayı kendimize tutarak, bu konunun Türk Hükümeti veya TBMM tarafından resmen talep edilmesi, gerektiği kanısındayım. Bu talebin de Türk kamuoyu tarafindan hükümetten/TBMM’den talep edilmesi gerekir!) Daha önemlisi, 1/10 ve 2/10 hedefleri çerçevesinde, herşeyden önce birinci derecede atılması gereken en önemli tek ve temel adım ise Amerika’da yaşayan ve oy verme hakkına sahip olan her Türk-Amerikan vatandaşını, bu ortak hedeflerden en azından biri üzerinde birleştirmektir. Bu amaçta genel kapsamda, Türk-Amerikan toplumu lehine olacak bir tasarıya destek verecek veya öncülük edecek aday ve/veya politik partinin desteklenmesi. Bu iki maddeye ilişkin ortak platformda birleşmenin de bu yönde sağlanması, ilk hedef olarak öngörülmektedir.

3/10.
Ermenilere, taa erken Osmanlı döneminden itibaren kapılarını açmış olduğu Anadolu topraklarına yerleşmiş olan Ermenilerin; ilk yerleşim dönemlerinden 1900’lu yıllara kadar uzanan ve özellikle de 1.nci Dünya Savaşı öncesi, iki farklı topluluk-din–-tüm iniş çıkışlara rağmen–– barış içinde yaşadıkları ve birbirlerini yaşam-kültür olarak etkiledikleri dönemlerin incelenmesi-gün ışığına çıkartılması ve "birliktelik ve barışçıl" ve karşılıklı saygı anlayışı içinde yaşanmış dönemler üzerinde araştırmalara yoğunlaşmak. Bunun sonucunda da; bilimsel ve akademik boyutta kitap, uluslararası sergiler, sempozyum-konferans üretmek hedefli Türk-Ermeni Sinerji teması üzerinde çalışmak. Bu çerçevede; iki komşu ülkeye ve nüfusuna olduğu kadar dünya barışına da katkıda bulunmak ("Turkish-Armenian Synergy" konusunda ilk girişime ilişkin 26 Ekim 2009 tarihli Medya Bülteni: http://www.lightmillennium.org/tasynergy/tas_formed_news_oct26_09.html).

4/10.
ABD merkezli kurulması öngörülmüş olan bir TÜRK-KÜTÜPHANE VE MÜZESİ ( "TLM", Turkishlibrary.us) ve / veya ATATÜRK NY SANAT & KÜLTÜR MERKEZİ’nin kurulması, bina alım-program geliştirme ve işletme amaçlı, bağış kampanyaları düzenlemek ve bu amaçla bir destek grubu kurmak; Ve / veya Türk-Amerikan toplumu tarafından, hiç bir resmi bağı-kaynağı olmaksızın kurulacak ve ayrım yapılmaksızın ve programlarının uyumluluğu bazında, tüm Türk-Amerikan sivil toplum kuruluşları ve/veya kamuya açık kişisel projeler/programların sunulabileceği – sergiler açılabileceği, kitap tartışmaları-imza günleri düzenlenebilecek bir TURKISH COMMUNITY HOUSE or TURKISH PUBLIC HOUSE’un kurulması…

5/10.
Özellikle New York ve çevresi ve Amerika çapında da olmak üzere, Türk Amerikan Toplumu temsilcilerinin ve kar amacı gütmeyen kuruluşların / derneklerin, şemsiye organizasyonlar ile her alandaki sivil toplum kuruluşlarını; Birleşmiş Milletler’e üyelik konusunda teşvik edici-bilgilendirici toplantılar yapmak ve Birleşmiş Milletler bünyesinde de, Türk-Amerikan sivil toplum kuruluşlarının aktif ve etkin olmasını sağlamak. Aynı zamanda, BM’nin 2030 için Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini destekleyecek – dahil olacak nitelikte programlara dahil olmalarına yönelik, yol gösterici-teşvik edici olmak;

6/10.
ABD Dış Politikası’nın Türkiye üzerindeki, Türk halkı ve ülke nüfusunun çoğunluğunun güvenliğini-yaşamını ve geleceğini tehdit etmiş ve etmekte olan, 100 yılı aşkın tüm DIŞ Politikalarına bir SON VERMESİ ve Türk-Amerikan’ların; Amerikan yönetiminin Türkiye üzerinde ki tüm dış politika hesaplarında; ÖNCE İNSANI GELİŞME, HERKESE YAŞAMA GÜVENCESİ VE ORTAK GÜVEN VE SÜRDÜRÜLEBİLİR GELİŞME VE BARIŞ UNSURUNU 1.nci SIRAYA ALMASI AMAÇ’li; Türk-Amerikan platformunun ortak bir çalışma yapması. Bunu yer ve koşullar izin verdiği ölçüde de her düzeyde Amerikan yönetimine iletmesi ve olumlu değişiklikler-düzenlemeler yapılmasında destek mekanizmalarının kurulması veya harekete geçirilmesi…

Bu kapsamda, Türk-Amerikan Toplumu, şu anki, yeni dönem Başkan ile gelecekteki tüm ABD Başkanları’ndan bugün, yarın, yakın ve uzak geleceğe yönelik olarak; Amerika Birleşik Devletler’inden aşağıdaki genel çerçevede, bir Dış Politika uygulamasını talep eder:

a) Amerikan Dış Politikasının, Türkiye’de "güçlerin ayrılığı" "din ve devlet işlerinin" ayrımı yerine, birleştirilmiş olmasındaki desteğini geri çekmesi ve Türkiye’de "güçlerin ayrılığı" ilkesinin ABD Dış Politikası olarak desteklenmesi;

b) Din özgürlüğü adı altında, Türkiye’deki laik eğitim sisteminin imam hatip okullarına dönüştürülmesini değil, laik eğitim sistemini ABD Dış Politikası olarak destekleMEMESİ;

c) ABD Dış Politikası teşvik ve desteklerinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren eğitimde kız-erkek çocukların bir arada okuma-öğrenme-gelişme çerçevesindeki kazanılmış hakların kaybedilmesine GÖZ YUMMAMASI; ve "din özgürlüğü" adı altında, "erkek hakimiyetinde" kız-erkek çocuklarının ilk öğrenimden-günlük yaşam ve meslek hayatına kadar uzanan çizgide, ayrımcılığa destek VERMEMESİ;

d) Sivil ve Kadın Haklarında kazanılmış yasal ve demokratik haklarda, "din özgürlüğü" veya "din’i gerekler" adına, sosyal ve toplumsal baskı mekanizmalarını işleten uygulamalarla; geri adımlar atılmasına DESTEK VERMEMESİ;

e) Türkiye Cumhuriyeti’nin bir şeria rejimine, İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürülmesini teşvik etmemesi ve desteklememesi; bunun yerine, desteklerin kazanılmış demokratik hakların korunması kadar, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda, bir Dış Politika uygulanması.

Yukarıda tanımlanan kritik noktalardan dolayıdır ki,, ABD Dış Politikası’ndan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri ve ülke genelinde insanın yasal ve hukuki kanallarla kazanılmış demokratik ve sivil haklarına saygı duyan bir anlayış talep ediyoruz. Bu çerçevede, ABD Dış Politikasını da; nispı yada etniğe göre değil (Kürt nüfusuyla sınırlı olmayan), ülke çapında ve genel kapsamda; sürdürülebilir İNSANİ gelişme ve barış temelinde, ABD, Türkiye ve Ortadoğu dış politikalarını yeniden gözden geçirmesi ve reform yapması zaruridir.

7/10.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 95.nci Kuruluş Yıldönümü’nü Birleşmiş Milletler bünyesinde kutlamak. Bu amaç doğrultusunda, Türk-Amerikan sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek, kapsamlı ve tam günü içeren zengin içerikli bir program ile kutlanmasını resmi kanallarla da işbirliğiyle sağlamak ve bu amaçta on çalışmalara başlamak;

8/10.
Anadolu Uygarlıklarını ve / veya 1000 Yıllık TÜRKLERİN TARİHİ Sergisi ve / veya 1000 Yıllık Türk Kadın Tarihi temalı büyük sergileri, Metropolitan Müzesi’ne (MET) ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki diğer büyük şehirleri de hedefleyerek (Chicago , Los Angeles, Florida vb.), bir yıllık bir sürece yayılacak bu nitelikteki sergilerin gerçekleşmesi yönünde çalışmak…. Aynı zamanda, New York Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) 150 yıllık Modern Türk Sanatını’dan (resim / heykel, heykel, seramik vb.) seçilecek ve Amerika’da ilk defa Modern Türk Sanatı’nın bir kesitini sergileyecek nitelikte bir sergi açılmasını sağlamak;

9/10.
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e Daimi Temsilciliği’nin desteğiyle, Birleşmiş Milletler’de, Lozan Barış Anlaşması ve / veya "KÜRESEL HEDEFLER VE ATATÜRK" (Global Göals and Atatürk) ya da "SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA HEDEFLERİ VE ATATÜRK" temasında; ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının da işbirliği-desteği çerçevesinde; uluslararası tam günlük bir konferansın Birleşmiş Milletler bünyesinde, ortaklaşa düzenlenmesi yönünde çalışmak;

10.10.
New York veya W.DC veya Connecticut veya New Jersey kapsamında, "KÜRESEL HEDEFLER VE ATATÜRK" veya "SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA HEDEFLERİ VE ATATÜRK" konusunda, aynı zamanda, bu kez bir üniversite ile ortaklaşa akademik/bilimsel uluslararası bir konferans düzenlemek.

6/10’a YORUM:
Etkin ve devam etmekte olan ABD’nin Türkiye üzerindeki yürürlükte olan politikaları -kanımca-, Türkiye’de genel toplumsal ve sürdürülebilir barışı, insanı ve ekonomik kalkınma ve güvenceyi gerek ülke kapsama alanında ve gerekse Orta Doğu’da bir tehdit altında tutmaktadır! Bu politikalar, hiç bir şekilde yerel insana/yöre/bölge insanı-topluluklara da hizmet etmemiştir. Aksine onların kendine yeterlilikleri ellerinden alınmıştır. (Ve sanki Türkiye’de ve Ortadoğu’da bir tek Kürt’ler var! Kürt, Kürt, Kürt hakları-özgürlükle diye diye, ülke çapında laik ve temel insani hakları güme gitmiştir! Gitmesine de, "Kürtlerin demokratik hakları" adıyla, "din özgürlüğü" birleştirilerek, temel ve genel kazanılmış insan ve kadın haklarının esasen güme gitmesine yol açılmıştır ve adeta desteklerde bu yönde olmuştur! Ve bu hiç bir şekilde, tabii bir kaç silah-lobisi/fabrikası, petrol şirketlerinin Ortadoğu petrol politikaları dışında, Amerikan toplumuna da geniş kapsamlı bir dönüşü yoktur. Söz konusu Dış politikalar, ISIS’i de doğurmuş olduğu için, bir bakıma, ABD Dış Politikası; kendi kendine de bir tehdite dönüşmüştür.

AÇIKLAMA:

1) Bu üçüncü kez güncelleştirilmiş ON MADDELİK TASLAK ÖNERİ METNİ; ABD’deki nüfusu en düşük olan azınlık göçmen topluluklarından biri olmamıza rağmen, ABD’deki Türk-Amerikan Toplumu arasında sürekli bir tırmanışta tutulan gerginlik, topluluğun kendi içindeki ayrımcılık, yıllardır inatla sürdürülen tuz-buz olma/bölünme-parçalanma politikalarına bir tekki olarak yazılmıştır. Yukarıdaki tüm metin ve yorumlar; doğrudan kişisel gözlemlere ve kapasiteye dayanılarak, ortak toplumsal bir metin haline dönüştürülmesi hedeflenmiştir. Bu metin, bireysel haklar esasına dayalı, ilgili topluluğa açık bir önergedir. Yazarın sorumlu olduğu "The Light Millennium" ve/veya veya Işikbinyılı.Org’un bir kampanyası değildir. Taslak 1 ve 2’yi içeren Açık Draft -3 Teklifi, Bircan Ünver tarafından, New York’ta 24 Ekim – 9 Kasım 2016 tarihleri arasında yazılmış ve sosyal medyada paylaşılmıştır.

2) İlk taslak 24 Ekim, ikinci taslak, 27 Ekim tarihlerinde Facebook / bircan.ünver ve @lightmillennium sayfaları aracılığıyla paylaşılmıştır. Üçüncü ve 10 Maddelik Taslak ise 9 Kasım 2016 tarihinde, Lightmillennium.Org‘da yayınlanmış ve ÜRL adresi sosyal medyada paylaşılmıştır.

3) Türkiye’den FEYM Grubundan Orhan Tan Bey’den gelen öneri doğrultusunda, İngilizce’den Türkçe’ye, orijinal metin genişletilerek, çevrilmiştir.

Yukarıdaki 10 maddelik taslak öneri, orijinal olarak Lightmillennium.Org’da 9 Kasım 2016 tarihinde İngilizce olarak yayınlanmıştır. Metnin Türkçe’ye çevirisinde, taslak on-madde’ye bağlı kalmakla birlikte, bu metin bire-bir çeviri değildir.

Yazan ve Türkçe’ye genişleterek çeviren: Bircan Ünver – 24 Ekim – 28 Kasım 2016

Orijinal Ingilizce taslak: http://www.lightmillennium.org/turkish-american/open-call-to-the-members-of-the-turkish-american-communities.html

40.nci ABD Başkanı RONAL REAGAN’IN BAŞKAN OLDUĞU İLK YILIN TAKİP EDEN AYLARINDA, 22 NİSAN 1981 TARİHİNDE, en başta Türk-Amerikalıları savunmasız yargılamaya mahkum bırakmış ve Türkiye’ye karşı da, uluslararası hukuk dışı bir muameleye, ABD Başkanlık düzeyinde mahrum bırakılmış olan kararnamenin tüm metnidir, 1/10 ve 2/10’a konu ve hedef olan. Hedef, bu metindeki, "sözde soykırım"a ilişkin bölümü tümden geçersiz kılacak bir mekanizmada, Türk-Amerikalıların birleşmesidir. https://www.reaganlibrary.archives.gov/archives/speeches/1981/42281c.htm

* * * * *

2009 yılı Türk-Ermeni Sinerji girişimlerinden bugüne genel bir değerlendirme…

Lozan Barış Andlaşması’nın ABD’den resmen "tanınması" yönündeki ilk çağrıyı 2010 yılında yapmış olduğum dönemde, "ABD taraf değildi ve bu talep, Türk-Amerikan ilişkilerini zedeler", içerikte bir yanıt almıştım. O yanıta, ne o gün ne de bugün katılıyorum. Zira, ABD’den resmen Lozan’ı "tanımasını" talep etmek, uluslararası hukukta bağlayıcı nitelikte olan bir "ONAY" "ratify" değildir.

Kaldı ki, aynı Amerika Birleşmiş Devletleri’nin en üst düzey-zirvedeki, 40.nci Başkanı, sözde "Ermeni soykırım" iddialarına dayanarak, taa 1981’de Türkiye aleyhine resmen Amerika Devlet Yönetimi ve Dış politikası çerçevesinde, bir karar çıkartılmıştır. Bu konuda da her yıl, Ermeni Diyasporası’nın kampanyalarına "hayır" içerikli, "savunmadan durumundan" öte gidemeyen hiç bir somut adım ne Türk-Amerikan dernekleri-toplulukları ne de Türkiye’den resmi düzeyde atılmamıştır.

Eğer halen 1981’den itibaren mevcut olan ve tüm Türk-Amerikalıları, en başta rendice edici-küçük düşürücü, hiç bir hukuk kanalıyla da kanıtlanmamış ve 100 yıl önceki olaylarla mahkum etmiş olan ikinci ülkemizde, bugün suçlanılmaya sessiz kalınmış ve halen kalınıyorsa, bu çok düşündürücüdür. Aynı zamanda, Türkiye’nin de çok kötü dış politikalarının bir ürünü ve sonucudur.

Tüm Lozan’a ilişkin öneriye, ABD "taraf" değildi diyenlere soruyorum: Kısaca, Amerika, sözde "Ermeni Soykırımı" iddialarında resmen taraf miydi ki, adiğeçen kararname çıkartılmıştır! Ve her yıl, Ermeni Diyasporası’nın bir zafer işareti olarak hem Amerika hem de dünya çapında, yüreğimize saplamakta olduğu hançere karşı, halen yürürlükte olan "1981 kararnamesiyle" Ermeni iddialarının resmen tanınması konusunda ki yanıtınızı ve duruşunuzu, şahsen merak ediyorum. Bu çerçevede, bugüne değin Lozan ve talihsiz 1981 kararnamesinin kaldırılması veya onu geçersiz kılacak yeni bir kararname çıkartılması konusunda, somut bir adım atılmış mıdır? Bu kapsamda, özellikle de çatı Türk-Amerikan derneklerinin, bu noktadan itibaren mevcut "savunma" ve "sınıfta kalmış" politikalarını da artık değiştirmeye ve ortak hedeflerde birleşmeye davet ediyorum.

"Lozan Barış Andlaşması"nın Amerika tarafından, resmen bir "Proclamation" ile tanınması yönünde, 2010-2011 yıllarında, özellikle şimdi olduğu gibi benzer bir yaklaşımla Türk-Amerikan dernekleri başkanlarına ulaşmış ve ortak bir çalışma zemini oluşturmayı hedeflemiştim. O dönemde, toplumsal yapı ve siyasi ortam izin vermemiş olacak ki, sonuç alamadım! Yine de o döneme ait yapmış olduğum ve halen Web ortamından ulaşılır olan referansları, bugünki Açık Taslak Öneri’nin de altyapısını da oluşturduğundan aşağıda paylaşıyorum. Bununla birlikte, bazı dış yayın organları/sitelerde, 2010 yılında verilmiş olan bazı ireferansların çıkartılmış olduğunu ise bugün itibariyle, 28 Kasım 2016 günü tespit ettim. O nedenle, aşağıdaki referanslar, halen aktif ve ulaşılır olanları içermektedir.

KAYNAKLAR

AÇIK MEKTUP: SAYIN BAŞKAN BARAK OBAMA, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ (2011, 2013)

http://isikbinyili.org/index.php/say-24/70-ermeni-tasar-s-ayr-mc-l-k-ve-tuerk-amerikal-lara-yoenelik-devam-eden-tehditler

İKİ UCU KESKİN BIÇAK VE "2023 SENARYOLARI"…

Ümit tükendiği andan itibaren kişi ve toplumlar da tükenmiş sayılırlar…

https://yerelce.wordpress.com/2010/09/07/umit-tukendigi-andan-itibaren-kisi-ve-toplumlar-da-tukenmis-sayilirlar/

Ermeni Tasarisi – H.Res.252 “Findings” 2.nci Bolum: – 4 Mart 2010 (1.Madde, iddia edilen zaman dilimi ; 1915 – 1923)

https://www.congress.gov/bill/111th-congress/house-resolution/252/text

Text of the Armenian Genocide Bill (H.Res.398) (Tasari Tarihi: 11 Kasim 1999. Iddia edilen zaman dilimi: 1915-1923. https://www.congress.gov/bill/106th-congress/house-resolution/398/text

Ermeni Tasarısı, 4 Mart 2010 ( Türkçe metin )

http://aydinbilgi.blogspot.com/2010/03/ermeni-tasars-turkce-metni.html

California Assembly Resolution – Assembly Concurrent Resolution No. 51 (Tasari Tarihi:23 Nisan 1981. Iddia edilen zaman dilimi: 1915-1918 )

http://www.armenian-genocide.org/Affirmation.210/current_category.24/affirmation_detail.html

İngiliz Gizli Belgeleri (orijinal URL adresi bulunamamıştır.)

http://turkishpaintings.com/index.php?p=112&;l=1&&modPostmessage_itemID=63&modPostmessage_ListingPage=2

5)Kurtlar Vadisi Pusu: 2023 (Fragman, orijinal URL adresi bulunamamıştır.)

– “Ermeni Tasarısına’ Karşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan Antlaşması Çerçevesinde, ABD Senatosu Tarafından “Resmen Tanınması’ İçin Kampanya

– Ermeni Tasarısı’na karşın bir kampanya önerisi (orijinal sayfa bulunamamıştır.)

http://www.hyetert.com/?Id=36044&;;DilId=1

– Amerikan Senatosu Türkiye’yi “Resmen Tanısın” Kampanyası?

http://www.haberler.com/amerikan-senatosu-turkiye-yi-resmen-tanisin-2210187-haberi/

The Forgotten Turks : Open Letter to Harvey Sicherman, President of FPRI…

https://yerelce.wordpress.com/2010/08/30/the-forgotten-turks-open-letter-to-harvey-sicherman-president-of-fpri/

– Ermeni Tasarısı’na Karşı Kampanya – Campaign Versus to The Armenian Resolution… (YERELCE, 27 Agustos 2010)

https://yerelce.wordpress.com/2010/08/27/ermeni-tasarisi%E2%80%99na-karsi-kampanya-campaign-versus-to-the-armenian-resolution/

–Ermeni Tasarısı’na Karşı Kampanya – Campaign Versus to The Armenian Resolution The Forgetten Turk: Open Letter to Harvey Sicherman, President of FPRI

– An Open Letter: Open Letter to Harvey Sicherman, President of FPRI

https://yerelce.wordpress.com/2010/08/30/the-forgotten-turks-open-letter-to-harvey-sicherman-president-of-fpri/

– Turkish-Armenian Synergy Initiative

http://www.lightmillennium.org/tasynergy/tas_formed_news_oct26_09.html

ATATÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİLERİ DOSYASI : ATATÜRK’ÜN HZ. MUHAMMED İLE İLGİLİ DÜŞÜNCE VE SÖZLERİ


ATATÜRK’ÜN İSLAMİYET – İSLAM PEYGAMBERİ (HZ. MUHAMMED SAV) – İLE İLGİLİ SÖZLERİ VE DÜŞÜNCELERİ.pdf

BÜYÜK ORTADOĞU DOSYASI : BOP ve Yeni Dünya Düzeni ekseninde Biladu’s-Sudan (Siyahlar Ülkesi)


BOP ve Yeni Dünya Düzeni ekseninde Biladu’s-Sudan (Siyahlar Ülkesi)

Konuya geçmeden önce Sudan tarihine hızlıca bir göz atacağız. İlerleyen bölümlerde bazı tarihi olaylar üzerinde detaya da gireceğiz.

Amr ibnu’l-As’ın Mısır’ı 639’da fethinden sonra Müslümanlar ticaret için Sudan pazarlarına girmeye başladılar ve bu sayede Sudanlılar İslam’ı tanıyıp. benimsediler. Bölgede yaygın olan Hristiyanlığın etkisi azalmaya başladı. Osmanlı Devleti’nin 1517’de Mısır’ı fethinden sonra, Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Sudan’da hüküm süren ve Sennar Sultanlığı olarak da bilinen Func Devleti’ni mağlup edip fethi gerçekleştiren İsmail Paşa’yı görevden alarak, yerine kendi oğlunu getirdi. Ancak oğlu, Fransız ve İngilizlerle işbirliği yaparak bazı eyaletlerin valiliklerine onların adamlarını getirdi. Bu durum Müslüman Sudan halkını rahatsız etti. Ahmed el-Mehdi önderliğinde isyan başlatan halk bölgede ayrı bir yönetim kurdu. Mehdi’nin ölümünün ardından da İngilizlerin komutasındaki Mısır ordusuna yenildiler ve Mehdi hareketi dağıtıldı.

1956 yılına kadar İngiltere ve Mısır yönetiminde kalan Sudan, bu tarihte bağımsızlığını kazanırken, uzun yıllar sürecek bir iç savaşın içine sürüklenmişti. 1955 yılında patlak veren Anya Nya ayaklanmasında kuzey ve güney savaşında yarım milyon insan hayatını kaybetti. Sudan iç savaşı 1972 tarihinde Merkezi yönetim adına Başbakan Cafer Numeyri ile Güney Sudan Özgürlük Hareketi (SSLM) lideri Joseph Lagu arasında Etiyopya’da imzalanan Addis Ababa barış anlaşmasıyla sona ermişti. 1969 yılında askeri darbeyle başa gelen başbakan Cafer Numeyri, 1983 yılında dini esaslara göre bir yönetim kurmaya doğru evrilerek değişen politikaları neticesinde ülkede şeriat hukuku uygulanmasına karar vermesi ve yarı özerk güney bölgesi ile sınırlarda değişiklik yapması barış anlaşmasına aykırı olarak kabul edildi ve ikinci iç savaş dönemi başlamış oldu. İkinci Anya Nya ayaklanması olarak tarihe geçen bu ayaklanmada iki milyon kişi öldü. John Garang, Sudan Halk Kurtuluş Ordusu (SPLA)’nu kurdu ve Anya Nya olarak tanınan güneyli gerilla birliklerini yenilgiye uğratarak güneyin en önemli siyasi aktörü haline geldi. 1983-2005 arasında süren iç savaşta SPLA güçlenmişti. 2005 yılında Kapsamlı Barış Anlaşması (CPA) ile savaş sona ermişti. Aynı yıl Ulusal Birlik Hükümeti kurularak, Güney’in Kuzey’den bağımsızlığını ilan edeceği döneme kadar bir geçiş süreci başlamış oldu. Güney Sudan’da devlet başkanlığına, partileşen Halkın Kurtuluşu Ordusu (SPLM) lideri John Garang getirildi. 2005’te John Garang helikopter kazasında ölünce, Salva Kiir Mayardit örgütün başına geçti. 2010 yılında yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanlığına el Beşir, Güney Sudan Hükümet Başkanlığına ise Salva Kiir Mayardit seçildi. Seçimlerde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi Güney Sudan’da halkın %92.8’ini aldı. 2011’deki referandum ile de ülke resmen ikiye bölündü.

“Benim faraziyem şudur ki, bu yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacak. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hâkim mücadele kaynağı kültürel olacak. Milli devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü aktörleri olacak fakat küresel politikanın asıl mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecek. Medeniyetlerin Çatışması, küresel politikaya hâkim olacak. Medeniyetler arasındaki fay hatları geleceğin muhabere hatlarını teşkil edecek”

Samuel P. Huntington

Sudan’ın ilk ayrılıkçı hareketi Anya Nya’nın lideri Joseph Lagu, 2006 yılında yayınlanan (Sudan: Odyssey Through a State-From Ruin To Hope) hatıratında 1955 yılında Kuzey’e yönelik saldırılara başladıklarını belirtirken, 1967 Arap-İsrail savaşı sonrasında İsrail Devlet Başkanına yazdığı mektupta şunları söylediğini aktarıyor: “Arapları yenen Tanrı’nın seçkin halkı olmanızdan dolayı çok mutluyum. Bizi maddi ve manevi desteklemeniz halinde Mısır’a destek veren Sudan’ı bizler de alt edebiliriz”. Bu mektup sonrasında İsrail’in desteğiyle 18 bin kişiyi silahlandırdığını da ekliyor.

Gerçekten de İsrail, Hartum ile Anya-Nya arasındaki iç savaşa 1960 yılının ikinci yarısında dahil oldu. Uganda, Çad, Etiyopya ve Kongo üzerinde kurduğu istasyonlarla Sudan’daki ayaklanmaya destek vermiş, Güney Sudan’daki Torit şehrindeki Mossad merkezinde yapılan görüşmelerle Anya-Nya gerillaları İsrail’e götürülerek eğitilmişti.
israil’in Anya-Nya ile ilişkilerini organize eden kişi ise Uganda Kampala’daki İsrail büyükelçisi Uri Lubrani idi.

1971’de Hartum’da mahkemeye çıkarılan eski bir Alman gerillası Rolf Steiner’in itiraflarında İsrail’in kendilerine kolaylıkla yardım ulaştırmak amacıyla Uganda hükümeti ile Sudan sınırını rahatça kullanmak için anlaşmaya vardığını açıklamıştı.

Yine Benjamin Beit-Hallahmi, 1987 yılında yayınlanan The Israeli Connection: “Whom Israel Arms and Why” adlı kitabında İsrail’in Güney Sudanlı isyancı güçleri 1960’lı yıllardan beri desteklediğini belirtir.

Güneyde isyancılara destek veren Mossad, Kuzey’de de tıpkı Mısır’da olduğu gibi Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Sudan kolunu “toplumu kutuplaştırma” programında kullanmayı ihmal etmez.

1969-85 arasında Sudan Devlet Başkanı olan Cafer Muhammed en-Numeyri, iktidarının ilk yıllarında sola dönük bir program uygulamaya çalıştı. Ancak hem darbeci subaylar partiyi yasa dışı ilan etti hem de Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Sudan kolu 1970’te Sadık el-Mehdi liderliğinde İslamcı ayaklanma başlattı. Ayaklanmayı halkın desteğiyle bastıran Numeyri, 1971’de yapılan seçimle oyların %98.6’sını alarak devlet başkanı oldu. 1972’de Güney Sudan’a özerklik tanıyarak çatışmalara son verdi. SSCB ile dengeli ilişkilerin yanında özellikle Afrika ülkeleri ve Arap dünyasıyla bağlarını güçlendirmeye çalıştı. 1976 yılında savunma paktı imzaladığı Mısır ile sıkı bir yakınlaşma içine girdi ancak bu yakınlaşma, Libya ile ilişkilerin bozulmasına neden oldu.

1978’de Afrika Birliği Örgütü (DAU) başkanlığını yaptığı sırada Afrika’nın dış güçlerle “bağlılık” ilişkilerinden kaçınması gerektiğini savundu. Müslüman Kardeşler Örgütü’nün baskılarına direnemeyerek 80’li yıllarda önemli politika değişikliklerine gitmek zorunda kaldı. 1983’te Güney Sudan’ın özerkliğini kaldırıp, şeriat hükümlerini yürürlüğe koymak istedi.

Ekonomi alanında izlediği sosyalist politikalardan da vazgeçerek kapitalist tarım politikasına yöneldi ve 1981’de dünyanın en büyük şeker fabrikalarından Kenana projesini başlattı. 1985’te ABD’deyken savunma bakanı ed-Dahab tarafından kansız bir darbeyle devrildi. Yıllar sonra ülkeye dönüp tekrar siyasete soyunduysa da iktidarının son döneminde izlediği zikzaklı ve çelişkili politikalar nedeniyle bu kez halktan beklediği desteği alamadı.

1989 yılında National Islamic Front (NIF)’in lideri Al-Turabi polis devleti kurarak yargısız infaz, işkence, kötü muamele ve keyfi tutuklamalar gibi birçok insan hakları ihlallerine imza attı. NIF, 90’ların sonunda ismini National Congress olarak değiştirdi.

1989’da seçimle iş başına gelen Başbakan Sadık el Mehdi hükümetini deviren Beşir, Ekim 1993’te kendisini iktidara getiren askeri cuntayı dağıtarak, ülkesinde İslamcı bir yönetim oluşturmak amacıyla kendisini sivil devlet başkanı ilan etti.

Beşir, 2005’te 21 yıllık iç savaşı sona erdirmek için Sudan Halk Kurtuluş Hareketi lideriyle barış anlaşması imzaladı, ancak bunun bir yenilgi olmadığını vurgulamak için hayli çaba sarf etti.

Ömer Hasan Ahmed el-Beşir de ülkedeki kin tohumlarını beslemeye devam etti ve Darfur’da yaptığı katliam nedeniyle UCM tarafından savaş suçlusu olarak ilan edildi. Sonraki dönemde ise ülkenin Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye bölünmesini desteklediğini açıkladı.

Beşir, iktidarının ilk on yılında, giderek artan şekilde İslamın aşırı yorumunu yaparak ve yurt dışındaki radikal dincileri destekleyerek birçok komşu ülkeyle Batılı hükümetleri kendisine yabancılaştırdı. El Kaide lideri Usame Bin Ladin 1990’larda, sınır dışı edilmeden önce Sudan’da üslenmişti.

Jonathan Bloch ve Patrick Fitzgerald’ın 1983 yılında yayınladıkları “British Intelligence and Covert Action: Operations in Africa and the Middle East from 1945 to the Present” adlı kitapta Güney Sudanlı isyancıların stratejik açıdan Iraklı Kürtlere benzediği ve aynı şekilde istikrarsızlık unsuru olarak kullanıldığına dikkat çekilir.

Tel Aviv Üniversitesi Moshe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi (The Moshe Dayan Center for Middle Eastern and African Studies)’nden emekli Mossad çalışanı Tuğgeneral Moshe Fergie imzasıyla 2003’te yayınlanan “İsrail ve Sudan Kurtuluş Hareketi-Israel and the Movement for the Liberation of South Sudan” adlı kitap Sudan’da olup bitenleri çok net ifade ediyor.

Fergie, Sudan yönetimine karşı uzun yıllardır mücadele eden John Garang’a destek veren İsrail birliğinin askeri kanadı içinde yer aldı.

Fergie’nin kitabında anlattığına göre Garang ismi hem İsrailli subayların şahsi eğitimi ve hem de Kenya, Uganda, Tanzanya ve Zaire ABD Büyükelçilikleri tarafından önerilmesiyle ön plana çıkmıştı.

1945’te Yukarı Nil’de doğan Garang, ortaokulu Tanzanya’da okurken sınıf arkadaşlarından biri de Uganda Cumhurbaşkanı Museveni idi. ABD’de burslu olarak okudu ve yine ABD’de ziraat ekonomisi üzerine doktora yaptı. Aynı zamanda askeri eğitim gördü. İsrail’de ülke güvenliği fakültesinde askeri devriyelere katıldı. Sudan ordusunda albay olarak görev yaptı. 1983’te Sudan Cumhurbaşkanı Numeyri tarafından güneydeki isyanı bastırmak için görevlendirildi. Ancak aynı yıl ordudan ayrılarak isyancı Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’nun başına geçti. Sudan Halk Kurtuluş Ordusu subayları ve liderlerinin maaşlarını İsrail ödüyordu. İsrail’de yayınlanan Marghun askeri dergisi Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’na verilen miktarın 500 milyon dolar olduğunu ve bunun büyük bir bölümünün ABD tarafından karşılandığını yazdı.

Kitaptaki bilgilere göre İsrail istihbaratı, Güney Sudan’ın en büyük ayrılıkçı grubu Sudan Halk Kurtuluş Hareketi “Sudanese People’s Liberation Movement-SPLM” ile örgütün askeri kadanı olan Sudan Halk Kurtuluş Ordusu “Sudanese People’s Liberation Army-SPLA”nın önderi John Garang’a verdiği silah, para, istihbarat, uzman, diplomatik ve siyasi desteği tafsilatıyla açıklıyor. Aynı kitapta İsrail’in Afrika’yı istikrarsızlaştırma ve bölme stratejisi de anlatılıyor. 1979’da israil ile Mısır arasında imzalanan barış ittifakına rağmen, israil’in ana hedefinin Mısır’ı zayıflatmak ve bölmek olduğu da anlatılıyor. Bunu başarmak için uygulanan politika hep aynı; toplumu kutuplaştırmak. Ve dikkat ediniz, bunu başardıkları her ülkede bir cenahta hep Müslüman Kardeşler Örgütü veya daha radikal örgütler var. Nitekim, İsrail’in ilk Başbakanı David Ben Gurion (1886-1973) ordu komutanları, istihbarat birimleri ve güvenlik kurumları yetkilileri ile birlikte siyasi liderlere yaptığı bir konuşmada: “Biz küçük bir halkız. İmkanlarımız ve kaynaklarımız kısıtlıdır. Arap ve İslam ülkelerindeki düşmanlarımızla muamelelerimizde mutlaka bir gedik aramalıyız. Zayıf noktalarını keşfetmeliyiz. Özellikle dini cemaatler, etnik gruplar ve mezhepler arasındaki ilişkileri ele alın. Böylelikle bu sorunların daha da büyümesi için çalışacağız. Sonunda bu sorunlar içinden çıkılmaz bir hale gelecektir.” demişti. Fergie, İsrail’in etnik unsurlar üzerindeki çalışmasının 1940’ların sonunda başladığını ve bunun için de ilk hedef olarak Irak, Suriye, Lübnan ve Sudan‘ın seçildiğini anlatıyor.

Fergie, kitabın giriş kısmında, “İsrailli merciler, Güney Sudan’daki liderlerle özel ve ciddi ilişkiler oluşturmanın önemini anladı ve böylece Güney Sudan ile olan ilişkilerini Kuzey Irak’taki Kürt liderler Mustafa Barzani ve sonra oğlu Mesut Barzani ile olan ilişkilere benzer biçimde inşa ettiler. Hedefe ulaşmak için Sudan Kurtuluş Hareketi ile yardımlaşma ve diyalog içine girecek bazı İsrailli kişilerden bir birlik oluşturuldu. Birlik üç uzman ekipten oluşmaktaydı; ilki siyasi işlerden sorumlu ekip, ikincisi askeri alandan sorumlu ekip (Fergie de bu ekipte yer alıyordu) ve üçüncüsü de istihbarat ve güvenlik alanında çalışacak ekipti.”

Yazar, bu birliklerin üç önemli görevlerinin olduğunu şu şekilde sıralıyor:

1-İsrail’in güvenliği için güçlü askeri bir gücün inşası.

2-Arap ve İslam dünyasını saran önemli devletlerle ilişki ve yardımlaşma yoluna gitmek. Fergie, bunun için özellikle üç ülkeyi sacayağı olarak seçtiklerini belirtiyor. Bunlar İran, Türkiye ve Etiyopya. Menderes döneminde 1958 yılında hem Ankara ve hem de Tahran’da dört ülkenin genelkurmay başkanları arasında toplantılar yapıldı. İsrail bu ülkelere askeri uzmanlar gönderdi. Yazar, İran devriminin ardından İsrail’in İran’ı kaybettiğini söylüyor.

3-Arap ve İslam dünyasındaki azınlıklarla ilişkiler içine girip, sorunun büyümesini sağlamak. Yazar, bunun için özellikle dört ülkenin seçildiğini kaydediyor; Irak, Suriye, Sudan ve Lübnan.

Kitabın ilk bölümünün başlığı “Sudan’a Giriş Yolu Afrika”. Bu bölümde, ilk hedefin, Sudan’a stratejik önem kazandıran Kızıl Deniz ile bağlantısını kesmek olduğunu ve bu planın 1960’ların sonlarında uygulamaya konulduğunu söylüyor. Bu amaca ulaşmak için Etiyopya, Kongo, Zaire, Uganda ve Kenya üzerinden Afrika’ya diplomatlar, uzmanlar ve müsteşarların gönderildiğini, bunların başında Ehud Ehzbail ve Eshir Ben Nasan gibi Mossad’ın iki zor adamının bulunduğunu ifade ediyor. Yine Mossad’ın savunma cihazları sorumlusu Ahron Zair’in bölgeye uzman ve müsteşarlar gönderilmesinde büyük rolü olduğunu ve bu uzmanların Sudan’a komşu ülkelerin ordularını eğitme ve silahlandırma görevinde bulunduklarını ve böylece Sudan’daki tüm gelişmelerin kontrol altına alınarak, Sudan’ın güneyindeki ayrılıkçı örgütlerin desteklenmesinde kullanıldığını ifade ediyor.

1930-1974 arasında son Etiyopya İmparatoru olan Haile Selasiye döneminde Etiyopya’nın emniyet, istihbarat, ordu ve bürokrasisini İsrailli uzmanlar şekillendirmişti ve kontrol tamamen onların elindeydi. İsrail Etiyopya’da Etiyopya yahudileri olarak bilinen Falaşaları(Beta Israel) kullanıyordu. Etiyopya’daki Falaşalar 1955’ten itibaren ve en son 1991 Süleyman Operasyonu ile defeaten İsrail’e götürüldülerse de, İbranice bilmedikleri, ibadetlerini Ge’ez dilinde yaptıkları, Tevrat’a göre amel edip, Talmud’u bilmedikleri gibi birçok sebepten dolayı İsrail toplumuyla uyuşamadılar ve sürekli dışlandılar. İsrail, Falaşaların bir kısmını eğiterek Sudan’ın güneyine yerleştirdiler.

İsrail’in, Etiyopya’nın yanı sıra, Kenya, Angola, Mozambik, Orta Afrika Cumhuriyeti, Tanzanya, Zaire, Gana, Uganda, Çad ve Kongo’da askeri üsleri bulunmaktadır. Bu yerleşimdeki amaçlardan biri, Kızıl Deniz ve Sudan hudutlarını kontrol altında tutmaktır.

Etiyopya’da uygulanan politikanın bir benzeri de Eritre’de uygulanmıştır. Fergie, Afrika Kıt’asındaki İsrail’in en güçlü stratejik ortağı, Sudan ve Yemen’in güvenliğini tehdit eden Kızıl Deniz hudutlarındaki en önemli üslerin Eritre’de olduğunu yazar.

İsrail, Güney Sudan’a girişte, bölgenin en güçlü kabilesi Dankalar’ı kullandı. Bu kabile aynı zamanda SPLM/A’nın lideri John Garang’ın da kabilesiydi. Fergie, İsrail’in güneydeki ayrılıkçı örgütlere yardımının beş aşamada gerçekleştiğini yazıyor:

1-1950’lerde ilk önce güneylilere insani yardım, daha sonra güneydeki kabileleri tespit ederek, kuzey ile güney arasındaki ayrışmanın sebeplerine yoğunlaştılar.

2-1960’lara gelindiğinde ise, İsrail Uganda üzerinden Güney Sudan’a silah aktarmaya başladı. Daha sonra ise silah aktarımında ana üs Etiyopya oldu.

3-1965-70 arasında Cabi Şefik aracılığıyla güneye silah vermeyi sürdürür. Bunun yanında güneyde kurduğu askeri okul ile ayrılıkçıları eğitiyorlardı.

4-1970-80’li yıllarda, 1972’de yapılan anlaşma ile Güney’e özerklik verildi. 1978’de Güney’de Bentu bölgesinde petrol bulundu. 1983’te ayrılıkçıların Sudan ordusuna saldırıları arttı. Aynı yıl Etiyopya’da John Garang ve yardımcısı Salva Kiir öncülüğünde kurulan Sudan Halk Kurtuluş Ordusu (SPLA)’nun kurulmasıyla saldırılar başka bir boyut kazandı. İsrail Garang’ın ordusuna uydu resimleri, hava ve silah desteği sağlıyordu. Sudan yönetimi 1988’de 2’si Mossad ajanı olmak üzere 5 İsrailli askeri uzmanı çatışmalarda öldürdü. 1990’da Sudan’ın güneyinde ayrılıkçılar hakimiyet alanlarını genişlettiler.

5-Bu son aşama 90’larda başlar. SPLA’ya verilen destek zirveye ulaşır. Köprü ülke ise Etiyopya yerine Kenya olur. SPLA’nın askeri teçhizatları Sudan ordusundan daha modern hale gelir. Böylece SPLA’nın siyasi kanadı Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM)’nin Hartum yönetimiyle görüşmelerinde elini güçlendirmesini sağlar. Sudan yönetimi ya güneyi terkedecek veya güneyin sunduğu şartları kabul edecekti. 2003’te Nairobi’de imzalanan anlaşmaya göre güneyliler yönetime ortak oldukları gibi, yeraltı kaynaklarını da paylaşacaklar ve 6 yıl sonra yapılacak referandum ile güneyin kaderi belirlenecekti. Garang da el-Beşir’in yardımcısı olarak kabul edildi.

Kitapta yer alan bir başka bilgiye göre İsrail, Nil Nehri’nin sularını başka bir yöne kanalize ederek Mısır ve Sudan’ı zor durumda bırakmayı planlıyordu. Halbuki, 1929’da Mısır’da işgalci konumundaki İngiltere, Nil Nehri’nin sularının yüzde 80 kullanım hakkını Mısır’a vermiş ve 1950’lerde imzalanan anlaşma ile de Mısır’ın avantajlı konumu korunmuştu. Ancak başta Etiyopya ve diğer bölge ülkeleri, 1929’da İngiltere’nin Mısır’a verdiği hakkın günümüzde geçerli olmadığını ve bu nedenle paylaşımın yeniden yapılanmasını isterken, Mısır ve Sudan bu isteklere karşı çıkıyordu. Hüsnü Mübarek döneminde Etiyopya’nın bu girişiminin savaş sebebi olduğu sert bir dille ifade edilmişken, Mursi döneminde ise bu işin çözümünde diyalog yolu benimsenmişti.

Güney’de petrolün bulunuşuyla (Sudan petrol rezervlerinin %80’inin Güney Sudan’da olduğu tahmin ediliyor) İsrail, Sudan’ın güneyine petrol aramalarında bulunması için İsrailli Prof. Elyahu Lunfiski liderliğinde bir ekip gönderdi. Petrolün bulunuşuyla diğer emperyal ülkelerin de iştahı kabardı ve uzun yıllar boyunca ince ince işlenen bir çalışmanın sonucunda 2011’deki referandumla Güney Sudan Devleti, dünyanın 193. ülkesi olarak kuruldu. Oded Yinon Planı’nın Afrika ayağında Sudan’da işlem başarıyla tamamlandı. 2008 Ocak-Şubat sayısında The Atlantic‘te yayınlanan “Irak’tan sonra” başlıklı yazıda Holly Lindem tarafından Goldberg makalesi için çizilmiş olan aşağıdaki harita kullanılmıştı. Haritaya baktığınızda planların çekinmeden açık açık anlatıldığını, sınırların yeniden çizildiğini ve üstelik planlayıcıların başarıya ulaşacaklarından en ufak tereddüt ve endişelerinin olmadığını açıkça görebiliyoruz.

Şablon belli, izlenen politika belli, amaç belli. “Yapıcı kaos – Constructive Chaos” gibi süslü tanımlar kimseyi aldatmasın. Etnik, dini, mezhepsel, hizipsel vb kaşınabilecek ne kadar farklılık varsa kaşıyarak, sonuçta “divide and conquer strategy” yani “böl ve fethet stratejisi” uygulanarak Anglo-Amerikan ve israil hedeflerine uygun olarak bölgelerin yeniden yapılandırılması, haritaların yeniden çizilmesi süreci devam ediyor. Aslında durumu en güzel anlatan cümleyi ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski söylemiş: “Hegemonya insanlık tarihi kadar eskidir.- Hegemony is as old as Mankind…”

İnsanın aklının almadığı nokta ise, her şey bu kadar açık açık ifade edilirken, planların uygulandığı ülkelerin yönetici ve halklarının nasıl bu kadar kör ve basiretsiz olabildikleri, nasıl kolayca kandırılabildikleri..

Son söz: “Her toplum, layık olduğu şekilde yönetilir. Cahil toplumların dünyanın geleceğinde yeri yoktur, olmamalıdır da”

RESEARCH DOCUMENT /// The Iran-Contra Affair 30 Years Later : A Milestone in Post-Truth Politics


The Iran-Contra Affair 30 Years Later: A Milestone in Post-Truth Politics

Declassified Records Recall Official Deception in the Name of Protecting a Presidency

Posted November 25, 2016
National Security Archive Electronic Briefing Book No. 567
Edited by Malcolm Byrne

For further information, contact: 202.994.7000 and nsarchiv

President Ronald Reagan holding the Tower Commission report, result of an early inquiry into the Iran-Contra affair, February 26, 1987. (Source: POTUS-Geeks)

Washington, D.C., November 25, 2016 – Exactly thirty years ago, President Ronald Reagan announced to the nation – after weeks of denials – that members of his White House staff had engaged in a web of covert intrigue linking illicit U.S. support for a guerrilla war in Central America with an illegal and politically explosive arms-for-hostages bargain with the Islamic Republic of Iran. The revelation quickly led to a new phrase – “Iran-Contra” – which became synonymous with political hubris, government incompetence, and dishonesty in the public sphere.

Over the years, the National Security Archive has published major document collections, books, and web postings about Iran-Contra that expand on all of these areas of inquiry (see links in left column). Today, the Archive posts a selection of materials that spotlight the last of the elements above – deceitfulness – whose relevance has sadly become more pronounced after a bruising political season marked by examples and allegations of widespread public contempt for facts, evidence and the truth.

President Reagan turns over the podium in the White House press room to Attorney General Edwin Meese after revealing the Iran-Contra affair to the nation, November 25, 1986 (Source: Reagan Library and Museum, C38118-29)

Today’s focus also follows Oxford Dictionaries’ selection earlier this month of the term “post-truth” as its Word of the Year, a choice it traced indirectly to the Reagan-era scandal: “Post-truth seems to have been first used in this meaning in a 1992 essay by the late Serbian-American playwright Steve Tesich in The Nation magazine. Reflecting on the Iran-Contra scandal and the Persian Gulf War, Tesich lamented that ‘we, as a free people, have freely decided that we want to live in some post-truth world.’” (See The Nation, January 6/13, 1992)

The historical record, including thousands of documents and hundreds of hours of testimony that are not possible to reproduce here, bears out the connection between the attitudes evident during the mid-1980s and what Americans have been witnessing in 2016.

The Iran-Contra affair inundated national news coverage starting a few weeks before the November 1986 press conference (as stories about the Contra and Iran operations leaked out) and lasting through Summer 1987. A galvanized media that had faced criticisms for its lax treatment of Reagan seemed eager to make up for it now that it finally had a story of Watergate proportions. Picking up on aspects of secret administration policy that only a few intrepid reporters had noticed before, TV and print outlets uncovered sometimes shocking new information about the lengths to which the Reagan administration had gone to press the Contra war in and around Nicaragua without authorization from Congress.

Similar disclosures came out about National Security Council staff-supervised contacts with Iranian intermediaries and Israeli counterparts, along with covert missile shipments from U.S. military stocks to Iran. Various committees in Congress hastily held hearings that produced more discoveries along the same lines.

Eventually, a joint congressional select committee was convened and an independent counsel appointed by the courts, both of which uncovered volumes of invaluable documentary evidence of what had transpired, including:

President Reagan hosts Saudi King Fahd in the Oval Office, February 11, 1985. During the visit, Fahd pledged to double secret Saudi funding for the Nicaraguan Contras to a level of $2 million per month. Reagan’s national security adviser, Robert C. McFarlane, had quietly solicited the Saudis for aid several months earlier in an attempt to get around congressional restrictions on U.S. funding for the rebels. (Source: Reagan Library and Museum, C27253-9)

· After being explicitly prohibited from aiding the Contras with military or intelligence support, the president and his top advisers had agreed to solicit financial and other material backing from a slew of foreign governments (Document 01), from Saudi Arabia, to China, to the Sultanate of Brunei, to apartheid South Africa. No effort was ever intended to notify Congress, which had constitutional authority over funding for those activities

· When the approaches to foreign governments seemed not to be enough, National Security Council staffer Oliver North, the main foot soldier of the affair, with authorization from at least one of his superiors, National Security Adviser John Poindexter, diverted revenues from the illicit Iran missile sales to the Contras – the activity that garnered the most attention in the scandal

· Reagan had authorized direct talks with Iran to bargain for American hostages being held by Hezbollah in Lebanon, in direct contradiction of his own black-letter policy, and disregarding statutory requirements to justify his decision in writing and notify Congress (Document 02)

· When Reagan’s senior aides told him the Iran deals were illegal, he told them flatly that he was willing to face “charges of illegality” (Document 03)

· After the covert Contra support operation was exposed with the shooting down of a U.S.-backed supply plane (in October 1986), State Department and CIA officials testified falsely to Congress about U.S. ignorance of the program. Their testimony eventually produced guilty pleas to criminal charges of misleading Congress.

· After the Iran deals were leaked to a Lebanese news magazine, the White House recognized it would be much harder to hide their role in this instance. The president, vice president and other top aides rallied around to protect the president and the covert policy by explicitly promoting a cover story that departed in significant ways from the truth (Document 08)

· Vice President George H. W. Bush was substantially aware of, and even participated in aspects of, the illicit operations even though he denied it vociferously at the time. Confirmation eventually came in the form of dictated notes which he had refused for years to turn over to the independent counsel (Document 06), as well as in the form of other documents about proscribed quid pro quo deals with the Honduran government.

· Secretary of State George P. Shultz, while standing out as one of the few officials (along with Defense Secretary Caspar W. Weinberger) to directly speak against the Iran deals to the president, also knew more than he admitted to Congress and the independent counsel – as did Weinberger. Some of the notes of his debriefings to State Department aides, handwritten by Charles Hill, are among the most explicit records available about the atmosphere of deceit – and self-deception – within the White House and the administration (Document 07)

Former National Security Council staffer Oliver L. North takes the oath before testifying before the joint congressional select committees, July 7, 1987. (Source: Americanheritage1.com)

Much of this evidence did not surface for years because key participants withheld their personal papers, diaries and notes from prosecutors. The picture that finally emerged was of high-risk policies carried out in secret, not because they were legitimate national security concerns but because they ran directly counter to declared U.S. policy, presidential public statements and formal assurances to Congress. The truth needed to be withheld not because foreign powers might benefit (dozens of other governments were already in the loop about the various goings-on, often through direct contacts with U.S. officials), but because congressional funding for key presidential priorities would be jeopardized and the political repercussions of disclosure would be devastating.

President Reagan himself spoke passionately about his actions in connection with the Iran deals, but his insistence that he had not traded arms for hostages and other obvious untruths only undermined his credibility with the public. It took months before Nancy Reagan and other advisers could persuade him to acknowledge the facts (Document 09).

Each of these dubious activities, both the original policies and the subsequent cover-up, in its way laid bare assumptions by key officials about the scope of presidential power. Their views would later astonish members of Congress and members of the judicial branch by their breadth. Although Reagan rarely chose to raise the constitutional question of executive branch authority directly, there were in fact attempts by, among others, Attorney General Edwin Meese and his colleagues in the Justice Department, to press their argument, which went well beyond generally accepted interpretations (Document 05). Similar notions of presidential power were apparent in the congressional select committees’ Minority Report, which was overseen by then-committee member and future Vice President Dick Cheney, and in the Justice Department’s intervention – “unprecedented” according to presiding Judge Gerhard Gesell – against the independent counsel in support of dropping key charges in the Oliver North trial. (See the discussion in Byrne, Iran-Contra, pp. 303-304, 313.) These presumptions clearly survived in the thinking of subsequent presidential administrations, particularly that of George W. Bush.

House Iran-Contra committee chairman Lee H. Hamilton swears in former National Security Adviser John M. Poindexter, July 15, 1987. To Hamilton’s right is ranking member Dick Cheney (R-WY); to Hamilton’s left is Senate Iran-Contra committee chairman Daniel K. Inouye (D-HI). (Source: Byrne, Iran-Contra, Wally McNamee/CORBIS)

While much of Iran-Contra’s obfuscation and maneuvering took place behind closed doors, the full force of the deceptions (and self-deceptions) perpetrated by Reagan administration officials would eventually come out in the congressional hearings of Summer 1987. Televised to the nation, the proceedings started out with broad expectations of a Watergate-style exposure of wrongdoing and Congress’ dressing down of White House overreach. Instead, witness after witness took the offensive, defending their actions – even their acknowledged lies and potentially criminal acts – as morally justified, as acts of patriotism, or as selfless deeds in support of the president. For many viewers, the legal and ethical implications of the offenses Congress did expose were obliterated by the emotional appeals of the witnesses.

No-one outperformed Oliver North in the role of true-believing scapegoat. The Marine lieutenant colonel, bedecked in full uniform, unabashedly defended his record of serial lying to Congress, to his own professional colleagues, and to government investigators. He claimed not to be proud of what he had done then emotionally took credit for selfless service to the nation and the president. His testimony rocked the committees on their heels and drew stunned reactions from around the country even as it helped build a vocal band of supporters who called themselves “Ollie’s Army.”

The congressional hearings were an important moment in the development of the “post-truth” society. And its ramifications were significant. The build-up of loud and aggressive support for North helped bolster the administration, which had been on the defensive for months. Members of the select committees later admitted they consciously curtailed their investigation because of the overwhelming public outcry for North and the president – an irony since the former staffer and the president’s close aides were squarely at odds over who was to blame for the scandal.

The fact that much of the public accepted these self-righteous justifications by North and others reached as far as the criminal process as well. Independent Counsel Lawrence Walsh came under steady attack by the White House, supporters in Congress, and segments of the media who criticized him for hyper-partisanship and massive overspending. The wall of noise this created served to drown out many of the arguments Walsh and his supporters tried to make about the unusual nature of the investigation into potential high-level malfeasance involving sensitive intelligence operations.

Former Judge Lawrence Walsh after his appointment as independent counsel for Iran-Contra matters, December 19, 1986. (Source: Byrne, Iran-Contra, Wally McNamee/CORBIS)

Members of Walsh’s staff complained about White House unresponsiveness and obstacles to their inquiry. While many thousands of pages were turned over, the charges that critical material had been left out turned out to be true when it emerged that Vice President Bush, Defense Secretary Weinberger, White House Chief of Staff Donald T. Regan, aides to George Shultz and others had failed to turn over their personal notes to the prosecution. This obstructionism clearly contributed to other sources of delay, which in turn fed charges of unreasonableness by Walsh’s critics. Again, the legal implications of the criminal charges being filed and contemplated apparently counted for less in the eyes of many Americans than how they felt about the accused.

The final act of post-truthism came with then-President George H.W. Bush’s decision to pardon several key participants in Iran-Contra. Among them were defendants who had not even had their day in court, thus taking Bush further than other presidents have been willing to go with the pardon power. The not-so-subtle implication of the act was to make it impossible to pursue already-developed plans to investigate Bush himself in greater detail. Walsh, already disillusioned by years of overcoming political hurdles, could no longer contain his outrage, telling Newsweek: “It’s hard to find an adjective strong enough to characterize a president who has such contempt for honesty.” (Newsweek, January 4, 1993)

READ THE DOCUMENTS

Unless otherwise noted, the documents below were released at different times in the course of official investigations into the Iran-Contra affair and therefor often do not have formal archival citations. Copies are available through the Digital National Security Archive (DNSA), in various National Security Archive web postings, or by visiting the offices of the National Security Archive.

Document 01

NSC, National Security Planning Group Minutes, "Subject: Central America," June 25, 1984

At a pivotal meeting of the highest officials in the Reagan Administration, the President and Vice President and their top aides discuss how to sustain the Contra war in the face of mounting Congressional opposition. The discussion focuses on asking third countries to fund and maintain the effort, circumventing Congressional power to curtail the CIA’s paramilitary operations. Secretary of State George P. Shultz warns the president that White House adviser James Baker has said that "if we go out and try to get money from third countries, it is an impeachable offense." But Vice President George Bush argues the contrary: "How can anyone object to the US encouraging third parties to provide help to the anti-Sandinistas…? The only problem that might come up is if the United States were to promise to give these third parties something in return so that some people could interpret this as some kind of exchange." Later, Bush participated in arranging a quid pro quo deal with Honduras in which the U.S. did provide substantial overt and covert aid to the Honduran military in return for Honduran support of the Contra war effort. Reagan ends the meeting with a tongue-in-cheek warning to all not to talk about the issue, but it is one that nevertheless reflects the administration’s determination to block information about the scandal after it broke in November 1986: "If such a story gets out, we’ll all be hanging by our thumbs in front of the White House until we find out who did it."

Document 02

CIA, Draft Presidential Finding, "Scope: Hostage Rescue – Middle East," (with cover note from William J. Casey), November 26, 1985

Of the six covert transactions with Iran in 1985-1986, the most controversial was a shipment of 18 HAWK (Homing-All-the-Way-Killer) anti-aircraft missiles in November 1985. Not only did the delivery run afoul but it took place without the required written presidential authorization. The CIA drafted this document only after Deputy Director John McMahon discovered that one had not been prepared prior to the shipment. It was considered so sensitive that once Reagan signed off retroactively on December 5, John Poindexter kept it in his office safe until the scandal erupted a year later — then tore it up, as he acknowledged, in order to spare the president "political embarrassment." The version presented here is a draft of the one Poindexter destroyed.

Document 03

Caspar Weinberger, handwritten notes of meeting in White House Family Quarters, December 7, 1985

After three separate U.S.-approved shipments of missiles via Israel to Iran in 1985, the president convened a high-level meeting in the Family Quarters of the White House to discuss continuation of the covert program. Of his top advisers, only Vice President George Bush and CIA Director William Casey were not in the room. During the discussion, Secretary of State Shultz and Secretary of Defense Weinberger objected openly to the operation, as they had in the past, arguing that it was not only bad policy but illegal since it involved sending arms to Iran, which the U.S. had declared a sponsor of international terrorism. In his notes, Weinberger captures the president’s determination to move ahead regardless of the law: "President sd. he could answer charges of illegality but he couldn’t answer charge that ‘big strong President Reagan passed up chance to free hostages.’"

Document 04

NSC, Memorandum from Oliver L. North to Robert C. McFarlane, "Fallback Plan for the Nicaraguan Resistance," March 16, 1985 (original and altered versions)

After the scandal broke, Oliver North methodically went through his files and destroyed documentation that exposed illicit and otherwise sensitive administration activities. Records in the NSC’s System IV Channel were governed by strict access rules requiring a unique numbered identification for each document and a sign-out procedure for anyone wishing to view materials. This meant North could not just shred those documents. Instead he rewrote a handful of them and returned the forgeries. This document is an example, with both the original and altered versions attached. North’s ruse was discovered by an attentive investigator who noticed that the letterhead in the altered version, which North wrote in late 1986, was not in use in early 1985 when the original document had been created.

Document 05

Justice Department, Stephen J. Markman, memorandum to Edwin Meese III, "Separation of Powers," April 30, 1986

Source: National Archives and Records Administration, Record Group 60, General Records of the Department of Justice, Box 86, Component Correspondent Files of Attorney General Edwin Meese III, Folder: OLP (April-May 1986)

This extraordinary document was the product of the Justice Department’s Domestic Policy Committee. Attorney General Edwin Meese directed it to be prepared. The memo provides a detailed justification for a novel and controversial interpretation of the constitutional separation of powers, locating virtually all authority over the executive branch with the president, at the expense of Congress and the courts. One focus of interest in this regard was the independent counsel statute, which had been enacted as part of the Ethics in Government Act of 1978, after Watergate. Its aim was to curb executive abuse of power, but Meese and others asserted that the Constitution gave no such authority to the other branches. The administration backed the filing of a judicial test case which reached the Supreme Court but was defeated by a 7-1 vote that held the independent counsel law was constitutional. Still, the memo is an example of the administration’s designs on expanding presidential powers well beyond accepted norms, an idea that certainly persisted in subsequent administrations.

Document 06

George H. W. Bush, Transcription of dictated notes, November 4-5, 1986

Then-Vice President George H.W. Bush became entangled in controversy over his knowledge of Iran-Contra. Although he asserted publicly that he was "out of the loop — no operational role," he was well informed of events, particularly the Iran deals, as evidenced in part by this diary excerpt just after the Iran operation was exposed: "I’m one of the few people that know fully the details …" The problem for Bush was greatly magnified because he was preparing to run for president just as the scandal burst. He managed to escape significant blame – ultimately winning the 1988 election – but he came under fire later for repeatedly failing to disclose the existence of his diary to investigators and then for pardoning several Iran-Contra figures, including former Defense Secretary Weinberger just days before his trial was set to begin. As a result of the pardons, the independent counsel’s final report pointedly noted: "The criminal investigation of Bush was regrettably incomplete."

Document 07

Charles Hill notes (excerpt), November 9, 1986

In the frantic days following the revelation of the arms-for-hostages deals on November 3, 1986, members of the administration rushed to obscure their ties to the deeply controversial and politically damaging operation. Secretary of State Shultz – along with Defense Secretary Weinberger, one of the only senior advisers to oppose the president’s wishes on the deals – seemed particularly concerned in the aftermath not to have his name associated with them. His colleagues picked up on this and pressured him intensely to join the team effort to protect Reagan – to "build[] a wall around him," as National Security Adviser John Poindexter put it later. In these scrupulous notes by Shultz’s aide, Charles Hill (which total several thousand pages, the great bulk of which has never been declassified), the two State Department officials gather to discuss the secretary’s talking points for an upcoming meeting at which Shultz plans to confront the president with the truth about his actions and their consequences. The notes are filled with grim assessments: "We have assaulted our own MidEast policy …. We appear to have violated our own laws …. There is a Watergate-like atmosphere around here …. "

Document 08

Donald Regan, Handwritten Notes of Meeting with the President and Top Aides, November 10, 1986

On November 10, the president and his close advisers met to sort out damage control after it became clear the Iran arms deal revelations were not going to go away. White House Chief of Staff Donald Regan took detailed notes of the session. According to this record, the president insisted that "We have not dealt directly w/ terrorists, no bargaining, no ransom." John Poindexter picked up the theme with a description of the Iran program. Its objectives were to establish contacts with "more moderate elements" in Iran, "stop Iran[‘s] export of terrorism," and "hostage release." He asserted that U.S. officials had "stumbled on" Israel’s involvement while "tracking down its shipments to Iran." He laid most of the responsibility for the operation on Israel and insisted that the U.S. had only found out about the first shipment of weapons in summer 1985 "after the fact." The problem with both the president’s and Poindexter’s accounts was that they were patently false. But as the independent counsel pointed out, no-one in the room disagreed, even though several were in a position to know the facts.

Document 09

Reagan speeches, November 13, 1986 & March 4, 1987

Source: https://reaganlibrary.archives.gov/archives/speeches/1986/111386c.htm and https://reaganlibrary.archives.gov/archives/speeches/1987/030487h.htm

One of the outcomes of the scandal was that it cast President Reagan in a surprising light – despite the overwhelming evidence, even early in the crisis, that his administration had been dealing with terrorists in hopes of getting American hostages released – he insisted that he had done nothing of the kind. This assertion appears repeatedly in the record of private meetings (see Document 08), but also in numerous public statements, such as his important address to the nation on November 13, 1986, ten days after the Iran revelations. It took almost four months for his closest aides, and his wife Nancy, to persuade him to acknowledge what had long been obvious to the world. His refusal to do so earlier cost him dearly – if largely temporarily – in terms of personal approval ratings.

Document 10

North congressional testimony, July 1987

Source: "Understanding the Iran-Contra Affairs,” Brown University

This compilation of transcription excerpts from North’s game-changing Iran-Contra testimony conveys the highlights of his week-long, nationally televised performance. The committees had struggled to come up with an agreement with North and his attorneys about the duration, content and other terms of his appearance. North’s recognition of his unusually strong bargaining position, based on his huge popularity among a vocal segment of the public and the committees’ belief that they needed his presence to make their case, led him to receive uncommon consideration, which set the stage for a memorable chapter in the Iran-Contra saga.

KÜRESEL ÖRGÜTLER DOSYASI /// VİDEO : Dünya Tarihinin Gizemli Örgütleri


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=y0gnp-mqr3w&feature=em-uploademail

KARİKATÜR : MUTLU AŞIK OSMAN :))))))))


KARİKATÜR : BAHTSIZ KADIN NERİMAN :)))))) (+ 18 ARGO İÇERİR)


KARİKATÜR : TÜRKÜN UZAY MACERASI :))))))


KARİKATÜR : KAPTAN ONEDIN :))))))))


KARİKATÜR : BOZGUNCU KOMŞU HAYATİ :))))))


KARİKATÜR : ZENGİN VE DELİ :)))))))))


KARİKATÜR : ACEMİ SUÇLULAR :))))))))


YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.