Günlük arşivler: 7 Mayıs 2016

IŞİD DOSYASI /// IŞİD’in Kilis saldırıları bir başlangıç olabilir : ‘Uçakla vurabilirler’ şüphesi


İstihbarat bilgileri IŞİD’in Kilis’e yönelik eylemlerini çok daha ileriye taşıyabileceğini gösteriyor. IŞİD’in bir saldırı şûrası topladığına ve elindeki uçaklara dikkat çekiliyor

Kilis halkı haftalardır ölüm kalım mücadelesi verirken, hükümeti IŞİD’in attığı Katuşya füzelerine karşı etkin mücadele etmemekle suçlayıp “Neden” diye soruyor. 2015 yılına ait istihbarat raporları ise bu sorunun cevabını veriyor. 2011 yılında Suriye savaşına müdahil olan AKP’nin eli kolu IŞİD’e karşı bağlanmış durumda. ‘Deaş Eylem Duyumları’ başlıklı ‘Gizli’ ibareli yazı bunu açıkça gösteriyor.

Saldırı şûrası
İstihbaratın raporlarına, IŞİD’in Türkiye’ye saldırmak için bir şûra oluşturduğu, sınır köylerinde çok sayıda patlayıcı yüklü araç beklettiği, çeşitli illerdeki hücre tipi yapılanmaların merkezden saldırı emri beklediği ve gerekirse uçak kullanılacağı yansıyor. IŞİD’in olası eylemleri şöyle anlatılıyor: “DEAŞ tarafından ülkemize saldırmak için bir şûra oluşturulduğu, bu şurada ülkemizin DEAŞ’a saldırı ihtimalinin de konuşulduğu, ülkemizin DEAŞ’a saldırmayacağı düşünüldüğünden DEAŞ tarafından da saldırının düşünülmediği bilgileri elde edilmiştir.” “Saldırı düşünülmüyor” denilse de Türkiye’nin İncirlik Üssü’nü NATO’ya açması ve koalisyon uçaklarının IŞİD’i vurması dengeleri değiştiriyor. Türkiye’nin IŞİD’le bir süredir gerginlik yaşadığı tartışılıyor. Radikal cihatçı örgütün ise söz konusu gerginlikte yapmayı planladıkları, maddeler halinde sıralanıyor:

>> Tedbir amaçlı sınır köylerinde çok sayıda patlayıcı yüklü aracın hazır beklediği, ülkemizde birçok hücre tipi yapılanmalar oluşturulduğu, çok sayıda DEAŞ mensubunun ülkemizde birbirlerinden habersiz olarak kamufle olarak merkezden talimat bekledikleri,

>> DEAŞ’a ait 3 adet uçak bulunduğu, Mısır ve Suudi pilotlar tarafından eğitim merkezinde 2 aylık eğitim verildiği ve halihazırda 80 pilot olduğu, ülkemizle DEAŞ arasında bir gerginlik yaşanması durumunda bu uçakların kullanılmasının planlandığı,

>> DEAŞ’ın ülkemizde eylem grupları/timleri oluşturduğu, ülkemizde eylem grubu oluşturmak isteyen Halep Bölgesi’nin ülkemizde bağlantılı olduğu,

>> Ülkemize uzun zamandır bomba ve silah gönderilerek çeşitli illere aktarıldığı, DEAŞ’ın talimat vermesi ile ülkemizde DEAŞ’ın müzahir gruplar tarafından da timler oluşturulduğu,

>> Timler içerisindeki şahısların birbirini tanımadıkları ve kendilerini kamufle ettikleri 2’şer kişi olarak hareket ettikleri, talimat gelmesi halinde intihar eylemi yapabilecekleri yönünde bilgiler elde edilmiştir.

***

Her yer cihatçı kampı

Emniyetin raporundan Gaziantep, Adana ve Kilis’in cihatçı cennetine döndüğünü ve kamplar oluşturulduğunu bir kez daha teyit ediyoruz. IŞİD’in bu kamplara saldırılar planladığı da şu ifadelerden anlaşılıyor: “Gaziantep, Adana, Kilis’te ÖSO yanlısı şahısların yoğun bulunduğu tüm bölgelerin haritasının çıkarıldığı, ÖSO tarafından saldırı gerçekleşmesi halinde bu timlerin ÖSO kamplarına ve karargâhlarına intihar saldırısı düzenleyecekleri şeklinde bilgiler elde edilmiştir.”

Türkiye IŞİD’e karşı kara harekâtı yapabilir mi?
İstihbarat bilgilerinde birbirinden önemli satırlara rastlanıyor. Türkiye’nin Kilis’ten Carablus’a doğru bir kara harekâtının yapılmayacağı da anlaşılıyor. Konuyla ilişkili maddeler şöyle:
>> “ÖSO ve PYD’nin Türkiye yardımı ile Cerablus’tan DEAŞ’a saldırılması ihtimaline bianen bütün bölgenin mayınlandığı,
>> Amerika’nın Irak’ta kara kuvvetleri ile saldırması ihtimaline karşı, bütün sınır hattında tünel kazıldığı,
>> Sınırda askerlerin girme ihtimali olan yerlere normal mayın, tankların girme ihtimali olan yerlere ise tank mayını yerleştirildiği ve mayınlamanın sürdüğü yönünde bilgilere ulaşılmıştır.”

Tünel açma makinesi
İstihbarati bilgilere yansıyanlardan IŞİD’in, en önemli gündemlerinden birinin tünel açmak olduğu anlaşılıyor. Bununla birlikte cihatçıların, konuyla ilgili olarak Nevşehir’deki bir firma ile görüşme yaptıkları ve almayı planladıkları/aldıkları araçları rüşvetle sınırdan geçirmeyi amaçladıkları/geçirdikleri anlaşılıyor. Raporlardaki satırlar dikkat çekiyor:

“DEAŞ’ın, Nevşehir’de faaliyet gösteren Kamper Tünel Açma Makineleri ve Maden Ekipmanları İmalatı isimli şirketle görüştüğü, sınırdan geçirilmesi konusunda sıkıntılar yaşandığı ve rüşvet verilerek geçirilmesinin planlandığı yönünde teyide muhtaç bilgiler elde edilmiştir.” Öte yandan raporda, IŞİD’in casus uçaklarla (multi kopter) karakollar ve askeri noktalar hakkında bilgi topladığı da anlatılıyor.

‘Türbe’ ve NATO emri
İstihbarat raporlarından Süleyman Şah Türbesi’ne ve NATO birimlerine yönelik saldırı konusunda da bilgilere ulaşılabiliyor. İşte o bilgiler: “Adana Eyüp Baksi/Kiremithane Grubu tarafından rütbeli Amerikan askerlerini taşıyan NATO’ya ait bir araca yönelik keşif çalışmaları yapıldığı ancak Halep Bölge emirleri Şeyh Ömer ve Abu Saad (A/K) tarafından eyleme onay verilmediği şeklinde bilgilere ulaşılmıştır. Süleyman Şah operasyonu sırasında 3 adet bomba yüklü aracın hazır bulunduğu ancak Halep Valisi’nin saldırı emri vermediği bu nedenle Ebu Bekir El Bağdadi’nin valiyi görevden aldığı şeklinde veriler elde edilmiştir.”

IŞİD ÖRGÜTÜ DOSYASI : Karkamış tehlikesi


TERÖR örgütü IŞİD’in kontrolünde bulunan Gaziantep’in Karkamış ilçesinin karşısındaki Carablus bölgesinde mühimmat ve silah yığınağı yaptığı, saldırı hazırlığında bulunduğu belirlendi.

Kilis’e Katyuşa roketleriyle saldıran IŞİD’in, Karkamış’a yönelik de saldırı hazırlığı yaptığı, teröristlerin eylem için Türkiye’ye geçiş yapabileceği istihbaratı alındı.

HEDEF KAMU KURUMLARI
Son dönemlerde Kilis’e yönelik IŞİD’in roketli saldırılarından sonra bölgede istihbarat ve güvenlik çalışması yapıldı. İstihbarat birimlerinin Suriye’deki yerel unsurlardan da elde ettiği bilgiler doğrultusunda hazırlanan rapor, ilgili kurumlarla paylaşıldı. Yapılan değerlendirmede, Carablus-Çobanbey ve Azez sınır hattını kontrol eden IŞİD’in, Türkiye’ye yönelik bilinçli ve hedef gözeterek Katyuşa roketleri attığı, özellikle devlet kurumlarını hedef seçtiği kaydedildi.

SIKIŞAN IŞİD SINIRA YÖNELDİ
Raporda, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye bağlı silahlı güç olan YPG’nin IŞİD’in kontrolündeki Carablus’a ilerlediği, Esad’a bağlı rejim güçlerinin ise El Bab’a kadar dayandığı, IŞİD’in kontrolündeki bölgeye 6 kilometre yaklaştığı değerlendirildi. Bölgede sıkışan IŞİD’in Türkiye sınırına yöneldiği, bu amaç doğrultusunda kontrolündeki Carablus-Çobanbey bölgesine mühimmat, silah yığınağı yaparak saldırı hazırlığında bulunduğu kaydedildi. Kilis’e yönelik saldırıların ardından IŞİD’in Gaziantep’in Karkamış ilçesine yönelik roketli ve silahlı saldırılarının olabileceği, bu nedenle söz konusu sınıra yakın yerleşim birimlerinin tehdit altında olduğu vurgulandı.

EN BÜYÜK RİSK MENBİC BÖLGESİNDE
Türkiye’nin kırmızı çizgisi olarak değerlendirdiği Carablus-Menbic ve El Bab hattında en büyük riskin ise Menbic’de yaşandığı değerlendirildi. Bu bölgede artacak çatışmalarla birlikte yeni göç dalgasının olacağı da ifade edildi. Raporda, IŞİD’in sınırdaki illere (Kilis, Gaziantep, Hatay) yönelik eylem planladığı, bu noktada canlı bomba, bombalı eylem için de örgüt unsurlarını Türkiye’ye geçirmeye çalıştığı istihbaratına yer verildi.

SURİYE DOSYASI : “Olanlar herkesten çok Rusya’ya zarar veriyor”


Katar’ın Ankara Büyükelçisi Salim Mübarek Al-Şafi, "Batılı devletlerin istihbarat raporlarına göre Rus kuvvetlerinin yaptığı bombardıman, çoğu zaman DAEŞ’i değil ılımlı muhalifleri ve sivilleri hedef aldı. Bazı kere bu saldırılar kasıtlı ve sistematik olarak, hastaneleri, okulları ve sivil halkın yaşadığı alanları hedefledi." dedi.

Büyükelçi Şafi, AA muhabirlerine yaptığı açıklamada, Esed’in insan haklarını yok saymak adına işlediği suçları ispat edecek yeteri kadar delil olduğunu, ancak uluslararası toplumun Esed’i durdurmak için sorumluluk almadığını, Suriye’nin yıkımını durdurmadığını söyledi.

Esed’in Suriye’den gitmeyi reddetmesini, halkın kabul etmeyeceğini belirten Şafi, "Halk, Esed Suriye’den gidinceye kadar savaşmaya devam edecek, Esed’in Suriye’de kalması daha fazla ölüme, daha fazla yıkıma, daha fazla teröre yol açacak. Bu yüzden büyük devletlerin kanuni, ahlaki ve tarihi sorumluluklarını yüklenerek, bunun devam etmesine izin vermemelerini istiyoruz.” diye konuştu.

Şafi, Katar’ın Suriye halkının direnişini ve ılımlı muhalifleri, özgürlüklerini kazanana ve DAEŞ’i bozguna uğratana kadar desteklemeye devam edeceğini vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Suriye Krizine yönelik izlenecek yol ilk günden beri belliydi, Esed kendi kendine gitmeliydi. Bugün Esed’e diplomasi ve siyasi yöntemlerle yol açılıyor. Bununlan beraber Esed hala vakit kaybettiriyor, oyalıyor. Halkını katletmeyi sürdürüyor. Uluslararası toplum Esed’in engellenmesi için gayret sarf etmedi ve sorumluluk almadı.”

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesini de değinen Şafi, ilk başta bazı batılı devletlerin Rusya’nın Suriye’ye girmesini ülkedeki krizi çözeceği yönünde olumlu karşıladıklarını ancak müdahale sonrasında yaşananların, bunun tam tersi yönünde olduğunu söyledi.

Şafi, “Rusya, Esed’e baskı yapmayacağını açıkça söyledi. Rusya’nın Suriye’ye girmesi Esed’in güçlenmesine yol açtı. Batılı devletlerin istihbarat raporlarına göre Rus hava kuvvetlerinin yaptığı bombardıman çoğu zaman DAEŞ’i değil ılımlı muhalifleri ve sivilleri hedef aldı. Bazı kere bu saldırılar kasıtlı ve sistematik olarak, hastaneleri, okulları ve sivil halkın yaşadığı alanları hedefledi." diye konuştu.

Rusya’ya bugün düşenin sorumluluklarını yerine getirmesi olduğunu belirten Şafi, Rusya’nın Esed’e baskı uygulamamasının Moskova yönetiminin güvenirliğini zedeleyeceğine, inandırıcılığına zarar vereceğine dikkati çekti. Şafi, “Esed rejimi sona erdi. Rusya şunu anlamalı ki şimdi bütün olanlar başkasından çok kendisine zarar veriyor, özellikle Suriye halkının gözünde." ifadesini kullandı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Katar ziyaretini "olumlu, yapıcı ve verimli" şeklinde değerlendiren Şafi, ziyarette bölgedeki gelişmeler bakımından Türkiye ve Katar’ın siyasi alanda ortak görüşte olduğunun vurgulandığını söyledi.

İki ülke arasında 1,4 milyar dolar olan ticaret hacminin önce 3 milyar dolara, sonra da 5 milyar dolara çıkarılmasına yönelik çalışmaların yoğunlaşıldığını belirten Şafi, "Katar’da altyapı yatırımlarına yönelik projelerde yatırım miktarının genişletilmesi konusu ele alındı. Ayrıca iki ülke arasında askeri iş birliği de bu konulardan biriydi. Ayrıca Yüksek Düzeyli Stratejik Komite Toplantısı’nda gündemde olmayan konularda başka anlaşmalara yönelik hazırlıklar yapıldı." dedi.

ORTADOĞU DOSYASI : “İnisiyatif Hatay” ve Orta Doğu


nisiyatif Hatay” ve Orta Dou.pdf

BİLİŞİM YAZILARI : Rus aktivistlerin Telegram hesapları hack’lendi


Teröristlerin bile kullanmaktan çekinmediği mobil mesajlaşma uygulaması Telegram‘da belki de bir ilk yaşandı. Bir grup Rus aktivist, Telegram hesaplarının izinsiz şekilde ele geçirildiğini (hack’lendiğini) açıkladı.

Kişisel gizliliğe önem veren ve güvenilir bir mobil mesajlaşma uygulaması olduğunu her fırsatta vurgulayan Telegram, ilk bakışta ciddi bir sorunla karşılaşmış gibi gözüküyor. Ancak aktivistlerin Telegram’ı suçlamadığını hemen belirtelim. Hatta iddalara göre Rus telekom grubu MTS bu olaya göz yummuş olabilir.

Financial Times‘ın haberine göre aktivistler, Telegram hesaplarına erişim için kısa mesajla onay kodu isteyen birinin veya birilerinin hesaplarını ele geçirdiğini dile getiriyor. Hesaplarına kimin/kimlerin eriştiğini bilmediklerini ifade eden aktivistler, bu ‘hack’ olayından kısa süre sonra kısa mesajlarına erişimin kısıtlandığını ifade ederek MTS’yi suçluyor. MTS’nin gerekli yasal prosedürleri uygulamayarak bu suça göz yumduğunu da ekliyorlar.

Rusya’dan sorunlu bir şekilde ayrılan Telegram’ın kurucusu ve CEO’su Pavel Durov, bunun teknik olarak her yerde mümkün olabileceğini ama demokratik ülkelerin mahkeme kararı olmadan kısa mesajları durdurmayı tercih ettiğini, aksi halde bu müdahalenin çok ses getireceğini söylüyor. Rusya Federal Güvenlik Servisi olan FSB ise konuyla ilgili bir açıklama yapmıyor.

FBI’ın gri şapkalı yazılım uzmanlarıyla San Bernardino’daki teröristin iPhone’una girebildiğini hatırlayacak olursak, yazılım korsanları, istihbarat ajansları ve yazılım/donanım üreticileri üçgeninde yeni tartışmaların çıkacağına kesin gözüyle bakabiliriz.

FBI DOSYASI : FBI, Clinton’ın Eski Özel Kalem Müdürünü Sorguladı


ABD’nin yeni başkanı olabilmek için Demokrat Parti‘den başkan aday adayı olan Hillary Clinton’ın dışişleri bakanlığı döneminde elektronik yazışmalar için özel e-posta adresini kullanması başını ağrıtmaya devam ediyor.

Clinton’ın yakın çalışma ekibinden Huma Abedin’in konuyla ilgili federal soruşturma kapsamında, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) yetkilileri tarafından geçen ay sorgulandığı ortaya çıktı.

ABD basınındaki haberlere göre, FBI ajanları, Clinton’ın eski özel kalem müdür yardımcısı Abedin’i 5 Nisan’da başkent Washington’da yaklaşık iki saat süren sorguya aldı. Sorgulamaya ilişkin bilgi verilmedi.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın, mahkeme kararı gereği açıklanan binlerce sayfalık yazışmalarının bir kısmında Abedin ile yazıştığı elektronik postalar da bulunuyor. Ancak Clinton’ın ekibinden ya da elektronik posta alışverişi yaptığı kişilerden, Abedin dışında başka birilerinin de FBI tarafından sorgulanıp sorgulanmadığı bilinmiyor.

Clinton’ın da sorgulanabilir

FBI ile ABD Adalet Bakanlığı, Clinton’ın bakanlığı döneminde kişisel adresinden yaptığı yazışmalardaki hassas bilgilerin kötüye kullanılıp kullanılmadığını araştırıyor.

Abedin’in sorgulanmasının FBI ajanlarının siyasi bakımdan önem taşıyan soruşturmada sona yaklaştığına işaret olarak yorumlanıyor.

Soruşturma kapsamında Demokrat Parti’nin başkan adayı olması beklenen Clinton’ın da sorgulanabileceği belirtilmişti. Clinton’ın seçim kampanyası ekibinden yapılan açıklamada, eski bakanın Adalet Bakanlığı’na yardımcı olmak için sorulacak her soruyu yanıtlamaya hazır olduğu ifade edilmişti.

MOSSAD DOSYASI : Fatih Portakal MOSSAD İddiasına Böyle Cevap Verdi


Fox TV Ana Haber Sunucusu Fatih Portakal, kendisini MOSSAD ajanı olmakla suçlayan seyirciye canlı yayında cevap verdi.

Fatih Portakal, yayınlanan bir haberin ardından Twitter’dan gelen seyirci yorumlarını okudu. Mehmet isminde bir izleyicinin ”Önündeki konuşma metni MOSSAD’dan mı geldi?” sorusuna kızan Portakal, ”Dün, Türkiye‘nin kaldırdığı veto ile İsrail NATO’nun merkezinde oda sahibi oldu. Hesap sormak istiyorsanız bana değil başkalarına sorun.” dedi.

KIBRIS DOSYASI /// Seçimlerin Gediklisi Yok Edici Lakaplı Rum Aday : Dünyaya Hükümran Olacağım


Kıbrıs Rum Kesimi’nde yarın yapılacak parlamento seçimlerinde 1998’ten beri ülkede yapılan her seçime bağımsız olarak katılan Rum çiftçi Kostas Kiraku yeniden aday.

Kıbrıs Rum yönetiminde yarın yapılacak parlamento seçimlerinde yine renkli adaylar var. 1998’den bu yana devlet başkanlığından, yerel seçimlere varıncaya kadar her seçime bağımsız aday olan Utopos lakaplı Rum çiftçi Kostas Kriaku, "2013’teki Başkanlık seçimlerini yüzde 73’le ben kazandım ama CIA ve MOSSAD sandık sonuçlarıyla oynadı. Şimdi dünyaya hükümdar olmak için adayım" dedi.

"ŞİMDİ YOK EDİCİ LAKABINI KULLANIYORUM"

Güney Kıbrıs‘ta seçimlerin gediklisi 58 yaşındaki Baflı çiftçi Kostas Kriaku, "Ütopya diye bir ülke kurmak için bugüne kadar aday oluyordum. Bu nedenle bana ‘Utopos’ diyorlardı. Ama şimdi ‘Yok edici’ lakabını kullanıyorum.

"SEÇİLİRSEM ÜLKEYE MONARŞİ GETİRECEĞİM"

Çünkü seçilirsem ülkeye monarşi getireceğim. Sadece Kıbrıs‘a değil, tüm dünyaya monarşi getireceğim ve hak eden bir lider olacağım" diye propaganda yaptı.

"CIA VE MOSSAD BENİ İSTEMİYOR"

Parlamento seçimlerine Lefkoşa’dan bağımsız aday olan Kostas Kriaku, Politis gazetesinin radyosunda yaptığı konuşmada, 2013’teki başkanlık seçimlerini de yüzde 73 oyla birinci bitirdiğini savundu ve "ABD gizli servisi CIA ve İsrail gizli servisi MOSSAD, kazanırsam, korumaya çalıştıkları dünya sistemini değiştireceğimi biliyorlar. Bu nedenle beni sürekli engelliyorlar.

"ASLINDA SON BAŞKANLIK SEÇİMLERİNİ BEN KAZANDIM"

Aslında son başkanlık seçimlerinde yüzde 73 oy alarak ben kazandım ama sandık sonuçlarıyla oynadılar" dedi.

ADAYLIĞINA İTİRAZ EDİLDİ

Bu arada, Kıbrıs Rum yönetiminde yüksek seçim kurulu görevi yürüten kurulun sözcüsü Dimitri Dimitriu, seçimler öncesinde iki adaya itiraz edildiğini belirterek, bunlardan birinin de Kriaku olduğunu açıkladı. Dimitriu, Kostas Kriaku hakkındaki itiraz gerekçesini gizli tuttu ancak Kriaku’nun adaylığının iptal edilip edilmemesi konusunda başsavcılıktan görüş istediklerini kaydetti.

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : Devleti Tehdit Eden Yapılar” Paneli


Devleti Tehdit Eden Yapılar" Paneli

Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) parasını yönetenlerin yurt dışına kaçtığını belirterek, "Cemaatin parasını yöneten 73 kişi yurt dışına kaçtı.

Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) parasını yönetenlerin yurt dışına kaçtığını belirterek, "Cemaatin parasını yöneten 73 kişi yurt dışına kaçtı. 73 kişinin içinde rahatlıkla 50 tanesinde birinin kızı öbürünün oğlu ile evli, öbürünün oğlu öbürünün kızı ile evli. Sonuçta parayı yönetenlerin çocukları da birbirleri arasında izdivaç yapmışlar. Kardeşim bu gönül izdivacı değil, bu para izdivacıdır." dedi.

Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde düzenlenen "Devleti Tehdit Eden Yapılar" konulu panelde, "Futbolda şike" davasına değinerek bu davanın para davası olduğunu öne sürdü.

Uzun, "Futbolda şike" davası başladıktan sonra bazı avukatların İstanbul Merter’de büyük bir avukatlık bürosu aldığını anlatarak, "Bazıları cip almış, milyon dolarlar dönmüş. Bakıyoruz Sivasspor Kulübü Başkanı Mecnun Otyakmaz o da şike davasından Temmuz ayında tutuklanıyor, ekim ve kasım ayında Fetullah Gülen‘in avukatı olan Orhan Erdem‘i avukat tutuyor, ondan sonra tahliye oluyor. Peki o zaman kardeşim sen bu davaya şike davası değil para davası demez misin? Basbaya para davası. Bu cemaatin parasını yöneten 73 kişi yurt dışına kaçtı. 73 kişinin içinde rahatlıkla 50 tanesinde birinin kızı öbürünün oğlu ile evli, öbürünün oğlu öbürünün kızı ile evli sonuçta parayı yönetenlerin çocukları da birbirleri arasında izdivaç yapmışlar. Kardeşim bu gönül izdivacı değil, bu para izdivacıdır. Çıksınlar desinler ki bizimkiler gönül izdivacı yaptılar. Çocuklarına para izdivacı yaptıranların 73 tanesi şu anda yurt dışında kaçak." diye konuştu.

Cemaatte karar makamı olan bir üst kurul olduğunu ve kumpas kurulması için yasa dışı dinlemelere dayalı ihbar mektupları yazıldığını, örgütün içinde seçilmiş mülkiye müfettişleri bulunduğunu anlatan Uzun, örgütün yaptığı kumpas ve karalamalar ile devletin makamlarını boşaltıp oralara kendi adamlarını yerleştirdiğini söyledi.

Ergenekon davasına da değinen Uzun, "Eğer Dink cinayeti istenildiği gibi yürümüş olsaydı Ergenekon’a gerek kalmayacaktı. Trabzonlu emekli astsubay Oktay Yıldırım‘ın Ümraniye‘deki evde bulunan 27 adet el bombası Yıldırım’ın üzerine yıkılmak suretiyle Ergenekon çuvalı hazırlandı. Bu olayın ardından 23 tane daha iddianame hazırlandı, bu iddianameler nedir Ergenekon çuvalının içine atılan düzmece planlar, programlar." ifadesini kulandı.

Uzun, Ergenekon davasının Yıldırım ile başlamasının ardından Trabzonlu Kaşif Kozinoğlu‘nun cezaevine atıldığını anlatarak, davaya bakan mahkemenin başkanı Hakim Köksal Şengün‘ün de Trabzonlu olduğunu anımsattı.

-"Dink cinayeti konusunda verdiğim ifade halen kayıp"

Uzun, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) Ergenekon sürecinde de çeşitli kumpaslar yaptığını ifade ederek, şunları kaydetti:

"Benim Hrant Dink cinayeti konusunda verdiğim 4 Aralık 2009 tarihinde verdiğim ifade halen kayıp. Yine bu müfettişlerden bir tanesi kaybediyor bunu. Bu organizasyonun alt kurulunun, icra kurulunun içinde mülkiye müfettişleri de var. Bu müfettişlerden sonra savcılara sıra geliyor. Savcı Osman’ın dediği cinayetten yargılanan Osman Yıldırım‘ı alıp gizli tanık yapıyor ve bunun tanıklığı ile Ergenekon davasından cezaevine atılan adamlar hüküm alıyorlar. Hakim Köksal Şengün‘e öyle bir hile yaptılar ki şimdi Trabzon‘un Sürmeni ilçesinin köyünde akciğer kanseri ile mücadele ediyor. Daha sonra bu raporlar bilirkişilere gidiyorlar."

Bilirkişilerin de Ergenekon sürecinde yanlışlar yaptığına, bilirkişilerin Ergenekon sürecinde 5 yıl cezaevinde hapis yatan öğretim üyesi Ruhi Abat hakkında bilgisayar delilleri ürettiğini ifade eden Uzun, "Abat hakkındaki delillerin bir tanesinin bin 601 yılında üretildiği, o tarihte ne bilgisayar vardı ne de Abat vardı. İkinci delil de 2049 yılında üretilmiş, arkadaş bir öğretim üyesi 5 sene cezaevinde yatıyor, 3 tane çocuğu Malatya‘da perişan. Abat hakkında hazırlanan 102 klasör belgenin hazırlanma süresi 27 saniye. 27 saniye de hangi dosya hazırlanır, dosyayı şurdan alıp şuraya getireyim desen getiremezsin. Bu adam 5 sene cezaevinde yattı, işte Ergenekon bu." diye konuştu.

"Ergenekon ismi operasyon yapılmadan önce konuldu"

Uzun, Ergenekon davası sürecinde uydurma tanıklar oluşturulduğuna, bazı kişilere özel hayatı sebebiyle şantajlar yapıldığına, usulsuz deliller oluşturulduğuna, Oktay Yıldırım‘ın evinde bulunduğu belirtilen el bombaları ile ilgili bombalar ele geçmeden önce bilirkişi raporu düzenlendiğine, Ergenekon operasyonunun isminin operasyon yapılmadan önce konulduğunu, bunu polis memurlarının da bildiğini ifade ederek, söz konusu süreçte kendisine getirilen ve Tuncay Güney‘in ifadesinden yola çıkılarak oluşturulduğu belirtilen ilk Ergenekon şemasındaki isimlerin hiçbirinin Güney’in ifadesinde geçmediğini de vurguladı.

Ergenekon sürecinde bazı bilgilerin cemaatin medyasına ulaştırıldığını belirterek, karanlık kurul denilen bu kurulun kamuoyunu aldatma kurulu olduğunu sözlerine ekledi.

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı da Gülen cemaatinin devlette önce polis teşkilatı içinde güçlenip belli makamları eline geçirmeye çalıştığını belirterek, "O makamları edinmek için belli bir süre çalışmanız lazım, kıdeminiz lazım. Onlar tutmayınca zorla geçmeyi denediler. Onların bu kendi adamlarını bir yere taşıma gayretlerine mani olan emniyet mensuplarına sahte iddialar ile tuzak kurdular. Bu insanları şucu bucu diye görevden aldırmaya çalıştılar, Görevden aldıramayınca bunlar aleyhine emniyette bulunan kendi adamları ile dinlemeler ile adli tahkikata dönüştürdüler ve emniyet yöneticileri hakkında tek tek davalar açılmaya başlandı. İşte ilk Emin Aslan tutuklandı." dedi.

Gülen cemaatinin böylece emniyete hakim olmaya çalıştığını, emniyette herkesin birilerinin emniyetin üst yönetiminin tek tek cezaevine konulduğunu gördüğünü anlatan Avcı, emniyetteki bu insanların çok düzgün, tertemiz insanlar olduğunu anlattı.

"Hükümet, cemaate karşı önlem almaya çalıştı"

Avcı, bu durumun ortaya çıkması üzerine bazı emniyet mensuplarının cemaatin etrafında kümelenmeye başladığını, bir süre sonra cemaatin yargıda da güçlendiğini ve cemaatin yargıdaki adamları vasıtasıyla Ergenekon, Balyoz, Ayışığı, Sarıkız adıyla bir tahkikat yapıldığını anlatan Avcı, başlangıçta kirli geçmiş ile hesaplaşıldığı düşüncesiyle bu tahkikatların kamuoyunda destek bulduğunu söyledi.

Avcı, bu süreçte hükumetin de cemaate karşı tedbir aldığını, uzun tutuklulukları önlemeye çalıştığını söyleyerek, şöyle devam etti:

"Bu cemaatin pek umurunda olmadı. Bu ülkede genelkurmay başkanı tutuklandı, bu ülkenin yüzakı olan gazetecileri içeri tıkıp bunlar da örgütçü demeye başladılar. O da olmadı. Cemaat, hükumetin desteği ile yürütülen Güneydoğu Projesi olan Barış ve Çözüm sürecini deşifre etti arkasından tüm yöneticileri içeri tıkacak operasyon başlattılar. Artık çok açıktı ki cemaatin hesabı belli sadece bu tahkikatı yapmak değil devletin tüm kurumlarına yerleşmeyi düşünüyorlardı. Bu tahkikatların büyük kısmı hukuka aykırı ve yanlış. İşte o gün hükumet uyandı açıkça tarafın kendilerini hedef aldığını gördü."

Cemaatin Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) da eline geçirmeye çalıştığını, askerde büyük moral bozukluğu olduğunu anlatan Avcı, cemaatin niyetinin iyi olmadığının anlaşılması üzerine hükümetin kanun çıkartarak, MİT müsteşarını sorgudan kurtardığını ve özel yetkili mahkemeleri kapatıp yeni mahkemeler kurduğunu anlattı.

Avcı, cemaatin bütün kurumlara yerleştiğini, her tarafa hakim olmaya başladığını ve dershanelerin kapatılması ile iktidarı devirmeye çalıştığını sözlerine ekledi.

MİT TIRLARI DOSYASI /// Pekin : Can Dündar saldırısının arkasında yabancı istihbarat örg ütleri var


Eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Ulusal Kanal’da Can Dündar saldırısını değerlendirdi.

Eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Ulusal Kanal’da Can Dündar saldırısını değerlendirdi.

Pekin’e göre Can Dündar’a saldırının arkasında yabancı istihbarat örgütleri var.

İşte Pekin’in açıklamaları

Saldırının arkasında yabancı istihbarat örgütleri var. Türkiye’yi sıkıştırmak isteyen ABD’nin işine yarayan bir olay. Vize serbestisinin gündemde olduğu Avrupa Birliği’nin de işine yarar bu saldırı olayı.

MİT DOSYASI : ‘Savcı casusluk ve darbecilik iddiasından vazgeçti’


MİT TIR’larının durdurulmasına ilişkin görüntü ve haber yayınladıkları gerekçesiyle haklarında dava açılan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilci Erdem Gül‘ün yargılandığı davanın dördüncü duruşması başladı

Adliye önünde açıklama yapan Can Dündar, "Gerçek noktaya geldik. Anayasa Mahkemesi de bunu söylemişti. Savcı sonuçta casusluk iddiasında, darbecilik iddiasından vazgeçti. Cemaatçilik suçlamasından vazgeçti. Bütün bunlar düştü, geriye yazdığımız ve arkasında durduğumuz haberlerimiz, yorumlarımız kaldı" diye konuştu.

Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda bulunan 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşma öncesi, CHP Milletvekilleri Mahmut
Tanal, Sezgin Tanrıkulu, Ali Şeker, Barış Yarkadaş, eski CHP Milletvekili Süleyman Çelebi, eski DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in kızı Nilgün Türkler, Gazeteci Mete Akyol’un da aralarında bulunduğu grup, Gül ve Dündar’a destek vermek için adliyeye geldi.

"BU HABER SUÇTUR NOKTASINA GELDİK TEKRAR"

Davaya ilişkin adliye önünde açıklama yapan Dündar, "Davada uzun bir yol geldik. Zannediyorum sonuna geldik. Herşeyi denediler baştan beri, tehditle başladı biliyorsunuz. Bunu bizim yanımıza bırakmayacaklarını söylediler. Sonra şantajlar başladı, sonra hapislik olduk, sonra bütün hesaplarımızı didiklediler. Mal varlıklarımıza baktılar. Telefonlarımızı dinlediler. Herşeyi denediler fakat en ufak bir açık bulamadılar. Sonunda başa döndük. Bu haber suçtur noktasına geldik tekrar" dedi.

"CASUSLUK, DARBECİLİK İDDİALARI DÜŞTÜ. GERİYE YAPTIĞIMIZ HABERLER KALDI"

Başından beri yaptıkları haberleri savunduklarını ve haberin konusunun asıl suç teşkil ettiğini ve bu suçu işleyenlerin yargılanması gerektiğini ifade eden Can Dündar, "Burada gazetecilik yargılanacak demiştik. Evet şimdi gazetecilik yargılanıyor. Gerçek noktaya geldik. Anayasa Mahkemesi de bunu söylemişti. Savcı sonuçta casusluk iddiasında, darbecilik iddiasından vazgeçti. Cemaatçilik suçlamasından vazgeçti. Bütün bunlar düştü, geriye yazdığımız ve arkasında durduğumuz haberlerimiz, yorumlarımız kaldı" diye konuştu.

ASIL SUÇ, CUMHURBAŞKANININ İSTİHBARAT TEŞKİLATIYLA DAVAYA MÜDAHİL OLMASI…"

Bu durum üzerinden kendilerini, yargılayarak hem cezalandırmak hem de basını susturmak istediklerini dile getiren Dündar, "Buna izin vermeyeceğiz. Sonuna kadar haberimizin arkasında duracağız" diye konuştu. Can Dündar, "Bu ülkede ‘istihbarat teşkilatı silah sevk edemez’ dedik. ‘Bu suçtur’ dedik, onu söylemeye devam edeceğiz. ‘Cumhurbaşkanı davaya müdahil olamaz’ dedik, onu savunmaya devam edeceğiz. Bunu yapanlar suçludur. Bir cumhurbaşkanı parti kongresine doğrudan müdahale edebiliyorsa, bir davada istihbarat teşkilatıyla birlikte müdahil olabiliyorsa asıl suç budur" şeklinde konuştu.

ERDEM GÜL: HABERE HAPİS CEZASI İSTENİYOR

Erdem Gül de, "Davayı kazıdığımız zaman altından gazetecilik çıktı. Gerçek de bu oldu. Savcının esas hakkındaki mütalaasında bize, ‘Devletin gizli belgelerini açıklamaktan’ hapis cezası isteniyor. Devletin gizli belgeleri dediği acayip soyut, kendilerine göre tanımlanmış birşey. Bu gazetecilik… haber… Habere hapis cezası isteniyor. Dolayısıyla burada gazeteciliği yargılamak ve cezalandırmak istiyorlar. Biz ikimiz burada tekrar gazeteciliği savunamya devam edeceğiz" ifadesinde bulundu.

"DURUŞMA BAŞLADI"

Dündar ve Gül yaptıkları açıklamaların ardından beraberindekilerle birlikte adliye binasına girdi. Kapalı görülen duruşma salonuna Dündar, Gül ve aile yakınları ile avukatları alındı.

SAVCI CEZA İSTEMİŞTİ

Celse arası mütalaasını açıklayan duruşma savcısı Evliya Çalışkan, Can Dündar’ın "Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri temin edip açıklama ve bu suça iştirak" eylemleri nedeniyle, 10 yıldan 31 yıl 6 aya kadar, Erdem Gül hakkında ise 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası istedi.

CIA DOSYASI : ‘ABD Gülen’i vermez, Türkiye FETÖ’yü ayıklayamaz !’


Amerikan Merkezi İstihbarat Dairesi’nin (CIA) eski bir uzmanı, Claire Lopez Ankara’nın ısrarlarına rağmen Washington’un Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmeyeceği yorumunda bulundu.

Amerikan Merkezi İstihbarat Dairesi’nin (CIA) eski bir uzmanı, Claire Lopez Ankara’nın ısrarlarına rağmen Washington’un Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmeyeceği yorumunda bulundu.

Gülen’in Türkiye’deki yandaşlarına yönelik baskının amacına ulaşmasının zor olduğunu da söyleyen Lopez, zira Cemaat’in destekçilerinin çeşitli kurumlara çok fazla sayıda yerleştiğini, bunları ayıklamanın zor olacağını belirtti.

Amerika’nın Sesi (VOA) sitesinin haberine göre, Westminster Esntitüsü’nde "Gülen Hareketi"yle ilgili bir sunum yapan CIA eski çalışanı Claire Lopez, bu düşüncesine gerekçe olarak Türkiye’nin kanıtlarının yeterli olmadığını söyledi. Clare Lopez, Ankara’nın Gülen’e "terörist" dediğini, bunun daha fazla kanıt gerektirdiğini kaydetti.

Eski CIA çalışanı Amerikan yönetimi ile Gülen hareketi arasında bir bağlantı olduğunu da düşünmediğini belirterek “Bu belki Eğitim Bakanlığı düzeyinde olabilir” dedi ve ondan fazlasının olduğunu düşünmediğini söyledi.

OKULLARLA İLGİLİ AMERİKA’DA DA ENDİŞE VAR

Lopez, Cemaat’in okullarıyla ilgili sadece Türkiye’de değil, Amerika’da da endişelerin olduğunu kaydetti. Clare Lopez, Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI), yerel ve federal bazı kurumların da Paralel’e ait bazı okullarla ilgili soruşturma yürüttüğünü hatırlattı. Bu okullara yönelik “algı operasyonları” ve “H1B vize sistemi” de dahil bazı suçlamaların olduğunu söyledi.

PARALEL’İN AMERİKA’DA 150 OKULU 3 ÜNİVERSİTESİ VAR

Lopez, Amerika genelinde Paralel’e ait 23 eyalette 150 okul, 3 üniversite olduğunu, 60 bin öğrencinin bu kurumlarda eğitim gördüğünü açıkladı. Lopez’e göre bu kurumlar çoğunlukla Amerikalılar’ın vergileriyle kuruluyor. Kötü kamu eğitimi sisteminin Gülen’e ait charter okullarının öne çıkmasına olanak sağladığını vurgulayan Lopez, Gülen hareketinin ideolojisini Müslüman Kardeşler ideolojisine benzetti, bununla birlikte aralarında belli bir bağlantı olmadığını söyledi.

TÜRKİYE’NİN ‘PARALEL’İ AYIKLAMA’ AMACINA ULAŞMASI ZOR

Fetullah Gülen ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki gerilimin ideolojik değil, en güçlü kim olacak çekişmesi olduğunu iddia eden Lopez, Gülen’in Türkiye’deki yandaşlarına yönelik operasyonların amacına ulaşmasının zor olduğunu, zira hareketin destekçilerinin çeşitli kurumlara çok fazla sayıda yerleştiğini bunları ayıklamanın zor olacağını kaydetti.

Clare Lopez, Güvenlik Politikası Merkezi’nde başkan yardımcısı, araştırmacı ve analist olarak çalışıyor. Lopez, CIA’de 20 yıl boyunca Sovyetler Birliği, orta ve doğu Avrupa ile Balkanlar konularında uzmandı.

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Armenian Troubles And Where The Responsibility Lies, 1895 (İNGİLİZCE)


Armenian Troubles And Where The Responsibility Lies, 1895.pdf

TARİH /// VİDEO : 10. Yıl Marşı /// Orjinal Koro


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Bw4nNpImDsE&feature=youtu.be

KARA PARA DOSYASI : REZA ZARRAB DAVASINDA FLAŞ GELİŞME


ABD’deki Reza Zarrab davası mahkemeye sunulan belgeler, Başsavcı Bharara’nın açıklamaları ve ABD basınında hakkında sıkça çıkan yazılarla her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor. Şimdiye kadar basına yansımayan bazı detayları aşağıda sırasıyla aktaracağım.

Bu haftaki “The New Yorker” dergisi, başsavcı Preet Bharara ile söyleşi ve analiz içeren geniş bir yazı yayınladı. Yazıda Bharara’nın ofisi için; bazı kişilerin yarı şaka yarı ciddi, kendi dış politikası olan ABD’deki tek savcı ofisi olduğunu söyledikleri belirtiliyor.

Bharara’nın 2013 yılında Hindistan’ın New York Başkonsolos Yardımcısı’nın evinde çalıştıracağı Hintli yardımcı kadın için vize sahtekarlığı yaptığı gerekçesiyle tutuklattığı ve bunun ABD ve Hindistan arasında krize neden olduğu ve Dışişleri bakanı John Kerry’nin Hindistan’dan özür dilediği de kaydediliyor.

Bharara röportajında, bu davanın ABD Dışişleri Bakanlığı’nda hazırlanıp kendi ofisi tarafından düzgünce onaylanıp mahkemeye sunulduğunu itiraf ederek sorumluluğu üzerinden atma cesaretini de gösteriyor. Hatta, ABD’nin özrüne ve Hintli konsolosun ülkesine dönmesine rağmen, Başsavcı Bharara suçlamalardan vazgeçmiş değil.

Zarrab iddianamesine de yer veren The New Yorker Dergisi, bu davanın Bharara’ya kazandırdığı Twitter takipçisi sayısına ve Türk halkının yargıya olan güveninin azalmasına değiniyor. Bizim için yeni bir şey yok.

Buna rağmen, “Zarrab konusu da Hintli konsolos iddianamesindeki gibi ABD Dışişleri Bakanlığı kaynaklı olabilir mi?” sorusunu da aklımıza geliyor.

Öyle ki, Zarrab ABD’ye Türk pasaportu ile giriş yaptı ve giriş için bir de ABD vizesi gerekiyor. Ve bu yol da İstanbul’daki ABD Başkonsolosluğu’ndan geçiyordu. Yani herkesin kafasındaki gibi “ABD ile anlaştı!, Bu kadar saf olmaz!” safsatalarının bir anlamı yok.

Zarrab’ın yerinde siz olsanız ne yapardınız?

ABD Başkonsolosluğu ya da Dışişleri Bakanlığı’nda tanıdığı olan, çok güvendiği bir kaynağına ABD’ye giderse başına bir yasal sorun çıkar mı? diye sordururdunuz. Zarrab da bunu yaptı. Ancak, güvendiği kaynak farkında olmadan onu ele verdi. Yukarıdaki Hintli konsolos mevzusunda olduğu gibi, Zarrab davası da ABD Dışişleri Bakanlığı’nda hazırlanıp Bharara’nın ofisine servis edildi. Bunu mühürlü iddianamenin ABD’deki adli kayıtlara 15 Aralık tarihinde sunulmasından anlıyoruz. Zarrab, ABD’ye neredeyse 3 ay sonra 19 Mart tarihinde giriş yapmıştı. Yani Zarrab’ı yıllardır dinleyen, emaillerini okuyan ABD, kendisine turist vizesi de verip, iddianameyi çabucak hazırlayıp cebinde gizli tuttuğu ortaya çıktı.

Mahkemeden notlar

Şimdi, Zarrab’ın yargıç karşısına çıktığı New York’ta gerçekleştirilen duruşmanın notlarına bakalım.

İran’a karşı uygulanan ABD ambargosunu delme, banka sahteciliği yapma ve kara para aklama suçlamaları ile FBI tarafından tutuklanan Reza Zarrab, 27 Nisan günü New York’taki Federal Mahkeme’ye her mahkum gibi ayaklarından kelepçeli olarak yargıç karşısına çıkarıldı.

Davaya bakan yargıç Richard Berman, Zarrab’ın konuşmaları anlayabilmesi için bir tercüman da çağırmıştı. Normalde bu işi avukatlar talep eder. Belli ki bu davanın öneminin farkında.

Başsavcı Bharara, Zarrab ile yüzyüze geldi

Zarrab, Federal mahkeme’de kendisini savunması için IMF’nin eski başkanı Domique Straus-Kahn’ın (DSK) kefalet ile yargılanmasını sağlayan New York’un ünlü mafya avukatı Benjamin Brafman’ı tutmuştu. Zarrab, kendisini savunabilecek en iyi avukatı tutmuştu. İddia makamında ise o günkü görevi New York Eyaleti Güney Bölgesi Başsavcılığı’ndan yardımcı savcı Sid Kamaraju üstlenmişti.

Başsavcı Preet Bharara ise herkes Zarrab’ın ruh halini anlamaya çalışırken, sessizce salona girip 20 kadar izleyicinin arkasından çok kısa süre duruşmayı izledi. Belli ki iki taraf duruşma öncesinde bir odada yüzyüze oturup karşılıklı değerlendirme yapmışlardı. Bu zaten duruşmaya da yansıdı.

FBI da izledi

Zarrab soruşturmasını başlatan FBI New York bürosundan ajanlar Jennifer McReynolds ve Scott Giessler de salonunda hazır bulunurken, Türkiye’nin New York Başkonsolosluğu’ndan Türk vatandaşlarının mahkemelerdeki adil yargılanmalarını takip eden bir sözleşmeli memur da duruşmayı izleyenler arasındaydı.

Bağımsız ve Etkili Yargı

Yargıç Berman, 2014 yılı mayıs ayında İstanbul’da gerçekleştirilen uluslararası bir sempozyumda “Bağımsız ve Etkili Yargı” başlıklı oturumu yönettiğini anlatırken, “Bu açıklamayı olayı ifşaa etmek için yaptım. Bu panele katılımım, bu davaya adil ve tarafsız bir şekilde başkanlık etme yeteneğimi etkilemez.” dedi. Sonra da, panelde yaptığı konuşmasının metnini Zarrab’ın avukatı Benjamin Brafman’a verdi.

Brafman, ilk olarak iddianamenin okunmasından feragat edilmesini ve müvekkilinin suçlamaları reddettiğini ve savunma yapacağını söyledi.

Yüz binlerce sayfa belge

Başsavcı yardımcısı Kamaraju ise; davaya sunacakları belgelerin yoğunluğuna dikkat çekerek, e-mail yazışmaları, banka hesapları ve telefon kayıtlarından oluşan belgelerin yüzbinlerce sayfa olduğunu ve şu anda sahip oldukları belgeler üzerinde keşifleri tamamlamak için Yargıç Berman’dan en az 30 gün süre istedi.

Yeni keşifler

Avukat Brafman ise yeni keşifler ve duruşma takvimini belirlemek için 16 Haziran günü üzerinde karşılıklı karar kıldıklarını, ancak, kefalet duruşmasını bu tarihten çok daha önce gerçekleştirmek istediklerini, hazır olduklarında kararlaştırdıkları tarihi mahkemeyi bilgilendireceklerini söyledi.

Kefalet duruşması gecikti

“Süratli Muhakeme Usulü” ile davaya bakacağını söyleyen Yargıç Berman’a iki tarafta itirazda bulunmadı. Mahkeme çıkışında konuştuğum, Avukat Brafman, Bu iddianamenin “savunulabilir” olduğunu ve kefalet duruşması için 10 gün içinde mahkemeye iyi bir paket sunacaklarını söylemesine rağmen, aradan geçen 10 günün ardından yaptığı yeni açıklamada, başvurularının bir kaç hafta daha gecikebileceğini belirtti.

Belli ki, yüzbinlerce sayfadan oluşan belgeler üzerinde keşiflerini yürüten Başsavcı Bharara’nın ofisi avukat Brafman’ın işini zorlaştırdı. Kariyerini risk etmek istemeyen Avukat Brafman, Zarrab’ın kefalet ile tutuksuz yargılanması için Başsavcıyı şimdilik ikna etmiş değil.

Zarrab’a IMF paketi

2011 yılında New York’ta kaldığı otelde oda temizleyicisi kadına cinsel saldırıda bulunup, zorla alıkoyduğu iddiasıyla tutuklandıktan sonra kefalet ile serbest bırakılan dönemin IMF Başkanı Fransız DSK’ın da avukatlığını yapan Brafman, Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesine kesin gözüyle bakılan DSK’in 1 milyon dolar kefalet, 5 milyon dolar ipotek ücreti karşılığında tutuksuz yargılanmasını sağlamıştı.

Brafman’ın DSK için mahkemeye sunduğu kefalet paketinde ayrıca, ayak bileğine takılan elektronik pranga ile ev hapsini geçirdiği New York’un lüks semtlerinden SOHO’da aylık kirası 40 bin dolar olan daire ve DSK’nın yanında mahkeme tarafından onaylanan, parasını kendisi ödemek üzere 24 saat silahlı özel güvenlik ekibi bulunuyordu.

16 Haziran’da belirlenecek olan duruşma takviminde, Ekim ayından önce oturumların başlaması beklenmezken, dava sürecinin 1.5 yıl alabileceği tahmin ediliyor. Bu durumda Zarrab, kefaletle dışarı çıksa bile New York’ta maliyeti oldukça yüksek uzun süreli bir ev hapsine mahkum olacak.

AK PARTİ DOSYASI : Ne Oldu Ne Olacak ?


Ankara’da son aylarda sesli- sessiz konuşulan kritik bir konu gün yüzüne çıktı. AK Parti 22 Mayıs’ta olağanüstü kongreye gidiyor.

Ankara’da son aylarda sesli- sessiz konuşulan kritik bir konu gün yüzüne çıktı. AK Parti 22 Mayıs’ta olağanüstü kongreye gidiyor.

Başbakan Davutoğlu kongrede aday olmayacağı için genel başkanlık ve başbakanlıkta değişim olacak. Zihinlerde iki soru var:

1- Ne oldu da Cumhurbaşkanı Erdoğan- Başbakan Davutoğlu ilişkisi bu noktaya geldi? Diğer bir deyişle, aynı dava ahlakına ve vizyona sahip iki siyasetçi arasındaki sorun neydi?

2- Bundan sonra AK Parti’de neler olacak? Yani, Erdoğan’ın stratejisi nasıl şekillenecek? Aslında ilk soruya verilen cevap ikincisini de açıklayacak.

Erdoğan ve Davutoğlu ilişkisindeki kırılmalar üzerine şimdiden çok şey söylendi. 2015’in başından itibaren bazı konularda anlaşmazlık olduğu konuşuldu.

Beştepe Külliyesi’nde kabine toplantısı yapılmasından en son bürokrasi atamalarındaki tıkanıklığa ve parti atamalarına kadar.

Önümüzdeki günlerde kişisel farklılıklar üzerinden hikâye edilen birçok anekdot işiteceğiz. Ancak meselenin özü büyük ölçüde mevcut siyasal sistemin krizine ilişkin.

Yani yapısal… Cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki iktidarın paylaşımıyla irtibatlı. Aktörler arası ilişkilere dair kısmı kritik parçası değil. Hatta aksine AK Parti hareketi içinden gelen aktörlerin gösterdiği dava ve devlet adamı sorumluluğunun ikili ilişkilerdeki gerginlikleri yönetmede büyük payı olduğunu söylemeliyiz.

Erdoğan’ın Ağustos 2014’te doğrudan halkın oyuyla Cumhurbaşkanı seçilmesi önümüze üç seçenek koymuştu.

İlki, sembolik yanı ağır basan, icracı olmayan bir cumhurbaşkanı ve icracı/ güçlü başbakan.

Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanının "sembolik" olmasını beklemek makul değildi. Nitekim bunun olmayacağı da Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmeden açıkladığı "terleyen cumhurbaşkanı" nitelemesiyle belli olmuştu.

Erdoğan’ın siyasi çizgisi de, son yıllarda karşılaştığı meydan okumalar da bu seçeneğin imkânsız olduğunu gösteriyordu.

İkincisi, güçlü cumhurbaşkanı -görece güçlü başbakan formülüydü. Davutoğlu’nun 20 aylık başbakanlığı ikinci seçeneğin denenmesine karşılık geliyor. Bugün gelinen noktada bu seçeneğin de çalışmadığı anlaşıldı.

Üçüncü de şimdi önümüzde olan seçenekti: güçlü/ icracı cumhurbaşkanı- koordinatör/ görece zayıf başbakan formülü. Bu formül fiilen yarı- başkanlık sisteminin uygulanması demek.

Yeni başbakan bu kayıtla geldiğini bilecektir.

Erdoğan’ın yeni stratejisi ne olacak sorusuna gelince… İki ihtimal var:

Ya başkanlık sistemine geçişi arayacak bir siyasi hatta yürüyecek. Bunun için MHP içindeki krizin sonuçlarının görülmesi gerekir.

Ya da daha önce seslendirilen partili cumhurbaşkanlığı gündeme gelebilir. Türkiye tipi yarı başkanlık uygulaması olarak.

Önümüzdeki dönemde hükümet sistemi değişimi arayışı ve tartışmaları daha da hız kazanacak.

AK Parti Türkiye siyasetinde müstesna bir yere sahip. Başka partiler için bölünme ve büyük kavga sebebi olacak bir görev değişiminin bu olgunlukla gerçekleşmesi bunun yeni bir göstergesi. Hem de ANAP ya da DYP’de yaşananlarla kıyaslanamayacak bir hava ile…

Kuşkusuz bu geçişte AK Parti hareketinin kurucu lideri Erdoğan’ın siyasi maharetinin payı büyük.

2019’a kadar siyasetin ana mecrası olan AK Parti’nin yeni bir dönemi kucaklayacak sinerjiyle yoluna devam etmesi gerekiyor.

[Sabah, 6 Mayıs 2016]

KARA PARA DOSYASI : Bunlar da Atlantik Sızıntısı


Ortada yeni bir sızıntı var. Mevcut küresel ve yerel karmaşada gözden kaçsa da, aslında boyutu okkalı bir sızıntı. Yer ise, bu kez Atlantik.

Panama sızıntıları Pasifik’ten tüm dünyaya yayılıp ortalığı dalgalandıralı bir ay oldu. Vergi sığınaklarına dair milyonlarca belgeyi ortalığa saçan skandal, malumunuz, Avrupa’dan Amerika’ya kıtalararası ve kolay kapanmayacak birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Şimdi ise ortada yeni bir sızıntı var. Mevcut küresel ve yerel karmaşada gözden kaçsa da, aslında boyutu okkalı bir sızıntı… Yer ise, bu kez Atlantik…

Daha önce de bu köşede ele aldığım üzere; ABD, Obama’nın mirası olarak anılacak bir küresel parsellemenin peşinde. Bu parsellemenin Pasifik ayağını Transpasifik Ortaklık TPP, Atlantik ayağını ise Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı TTIP yürütüyor. TPP’de ciddi ilerlemeler kaydedildiğini izlemekle birlikte, Nisan sonunda New York’ta 13. turunu atlatan TTIP müzakerelerinin kaç arpa boyu yol kat ettiğini ise sorgulamaktaydık.

Aslında tam bu noktada, bu iki girişimin ortak bir tarafı daha olduğunu belirtmek gerek. O da, görüşmelerin karanlık bir gizlilik içinde yürütülüyor olması ve bundan ötürü dünyanın tepkisini çekmesi…

GREENPEACE CÜRETİ

İşte TTIP protestocularından Greenpeace Hollanda da, merak ile tepki karışık bir güdüyle, yememiş içmemiş ve meseleyi tırnaklamaya karar vermiş. Sonucunda ise, işi ele geçirdiği gizli TTIP belgelerini kamuoyuna sızdırmaya kadar vardırdığına, geçtiğimiz günlerde şahit olduk. Greenpeace bu cüretin masumlaştırma açıklaması olarak ise, “ihtiyaç duyulan şeffaflığı sağlamak” ve “anlaşmanın bilgili bir tartışma zemini üzerinde yürümesini tetiklemek” gibi ifadeler kullanıyor.

Nitekim Greenpeace’e göre anlaşma, 800 milyonu aşkın ABD ve AB vatandaşı için ciddi tehditler taşıyor. Dünyanın TTIP’e yükselttiği sesin haklılığına dair ise örgüt, şunu ekliyor: “TTIP, insanlardan büyük şirketlere devasa bir güç transferidir”. Zira iddialara göre anlaşma, temeline “şirketleri” oturtmak gibi bir bozuk niyet üzerine inşa ediliyor ve AB’nin zararlı ürünlere karşı uyguladığı önleyici ilkeleri zayıflatmayı amaçlıyor.

Suçlanan AB tarafı ise, şimdilik “so what?” modunda takılıyor ve sızan belgeler üzerine yaratılan skandalı anlamsızlaştırmak amacıyla, “sonuca henüz ulaşılmadı ki!” argümanını kullanıyor. Buradan hareketle de, tarafların anlaşmazlıkları olduğunu ortaya koyan belgeler için, “bu aşamada bundan tabii ne var?” diye karşılık veriyor. Ve bu doğrultuda, AB standartlarından taviz verileceğine dair suçlamaları yalanlarken, olayı “bir kaşık suda fırtına koparmak” olarak tanımlıyor. Anlaşmanın ABD kanadı ise, sızıntılı yorumların zihinleri yanlış yönlendirdiğini belirtiyor.

DÜZENLEYİCİ HEDEF

Aslında vurgulamak gerekir ki; TTIP sonrasındaki Atlantik dünyasına, gümrük mevzusundan öte, söz konusu düzenleyici uygulamalar damgasını vuracak. Bu bağlamda amaç, iki yakadaki standartları uyumlulaştırıp maliyetleri kısmak olarak tanımlansa da, bu, aslında küresel ticaret aktörlerine de bir dışlanma ya da mümkünse dönüşme zorunluluğu getirecek. Dolayısıyla TTIP, sadece ilgili tarafların topraklarında değil, dünyanın başka diyarlarında da endişe yaratıyor.

Şimdi merak edilen ise, bunca laneti üzerine çeken işbirliğinin, hele de sızıntı yaptıktan sonra hayatta kalabilme şansı. Burada ise, iki mesele var: İlki, ortaya çıkan ve zaten tahmin edilen anlaşmazlıkların ne derece törpülenebileceği. İkincisi ise, skandalın bu törpülenmeyi ne derece zorlaştıracağı…

Bu noktada her iki tarafın sözcüleri “gelir geçer” modunda olsalar da, Avrupa’da “benim suçum yok” demeye getiren bazı siyasilerden nein’lar non’lar duyulmaya başlandı bile. Endişelerin yoğunlaştığı eski kıtada, bu tür yaklaşımların en azından bir süreliğine, düğümleri sıkılaştıracağı görülüyor. Oysa ABD’nin acelesi var: Obama ofisi terk etmeden önce, bu işi nihayetlendirmek gerek. Zaten müzakerelerde verilen “yılsonu imza” öngörüsü de, bu meramı adresliyor. Dolayısıyla, kalan şu kısa sürede hem anlaşmazlıkları çözmek hem de bunu, nefretin arttığı bir ortamda yapmak, süreci hiç şüphesiz zorlaştıracak. Tabii ABD, olur da biraz geri çekilmezse…

BİZE NE?

Şimdi, olur mu olmaz mı, gecikir mi gecikmez mi derken, aslında konuyu bize getirmek istiyorum. Malumunuz, TTIP, Türkiye’yi de bir hayli ilgilendiriyor. Zira düzenleyici unsurların potansiyel yansımaları şöyle dursun, anlaşma hayata geçtiği takdirde Gümrük Birliği (GB) göbek bağımız nedeniyle rekabet dezavantajları ve türevleri kapımızı çalacak. Hatta fütursuzca, çat kapı girecek.

İşte bu nedenle de, hükümetin üzerinde çalıştığı GB güncellemesi, “3. ülkelerle yapılacak STA’lara otomatikman taraf olmamız” maddesi umuduna istinaden önem taşıyor. Lakin bunun da, TTIP için kalemler ele alınmadan yapılması gerek ki, anlamlı olsun. Zira TTIP’e sonradan müdahil olmamız ya da ABD ile bir STA imzalamamız, şimdilik daha uzak alternatifler…

Haliyle ne zamandır, yeni bir GB’ye mümkünse acilen ihtiyacımızın olduğunu konuşmaktaydık. Dolayısıyla da, yeni durumlar dâhilinde TTIP sürecinde herhangi bir aksama olması, Türkiye’yi de enterese etmiyor değil. Tabii bir yandan bizim de, skandaldı sızıntıydı demeden ilgili çalışmalara hız vermemiz gerektiği ortada.

Şiddetle umuyor ve diliyorum ki; vardığımız son nokta, bu tür kritik çalışmaları gölgelemez.

[Yenişafak, 6 Mayıs 2016]

İRAN DOSYASI : Şii Siyasetinde Sadr Faktörü


DAİŞ krizi sürerken Şii gruplar arası sıcak bir çatışma çok muhtemel değil, fakat mevcut kriz ve rekabet Sadr’ın parlamentodaki Ahrar bloğunu güçlendirebilir. Her halükarda Sadr yakından takip edilmesi gereken bir figür.

Ortadoğu’da etnik ve mezhepsel çatışmalar, terör, işgal ve dış müdahale konularında 2011’den beri genellikle Suriye gündemi domine etse de “krizlerin babası” hükmündeki ülke Irak’tır.

Amerikan işgali ile birlikte uyuyan krizler ve hücreler harekete geçmiş, etkileri geniş İslam coğrafyasında hissedilecek fay hareketliliği sismik patlamalara ve şiddetli depremlere sebep olmuştu. Ülkelerin hassas demografik dengeleriyle oynamanın ve birlikte yaşama kültürünün altını oymanın nükleer bombadan daha ölümcül olduğunun anlaşılması zaman aldı. Hisroşima ve Nagasaki’de 200.000 civarı insan hayatını kaybederken Irak işgalinin tetiklediği depremler ve artçılar, yüz binlerce insanın hayatına mal oldu.

İşgalin başlangıcından bugüne akıllarda toplu yıkım, ABD çekilmesi, mezhep güdümlü cadı avı, DAİŞ işgali ve genetik kodlarıyla oynanmış bir Irak kaldı. Nuri El-Maliki kendisini ABD ve İran’ın Irak’taki çıkarlarının birleşme noktasında konumlandırarak başbakanlık koltuğuna oturunca ülkeyi bir Malikistan’a çevirecek askeri ve siyasi müdahalelerde bulundu. Bunun sonucu Iraklılık kimliğinin çözülmesi, Sünnilerin marjinalizasyonu, İran’ın nüfuz işgali ve radikal unsurların güçlenmesi oldu. Bu süreçte parçacıklı Şii siyasetinde en aykırı seslerden birisi ise Mukteda Es-Sadr idi.

ABD işgalinde önceleri ABD’ye karşı savaşan nadir Şii gruplarından olan Mehdi Ordusu sonraki dönemlerde içerisinden hem siyasi hem de askeri bir blok çıkarıp, Irak’taki en önemli güç simsarlarından birisi oldu. Maliki’ye ve Dava Partisi’ne antipatisi oldukça güçlü olan Sadr grubu, Irak’taki Şii siyasetin iç rekabetinin önemli bir cephesini de oluşturdu. Örneğin, Sadr, Anbar’daki Sünni kesimin protestolarında da Maliki’ye karşı göstericilere destek vermişti.

Son günlerde Sadr, güçlü bir şekilde tekrar siyaset sahnesine çıktı. Başbakan Haydar El-Abbadi’nin yılan hikâyesine dönen reform programına destek veren Sadr, reformların hayata geçirilmemesini protesto ederek taraftarlarını sokağa döktü. Bağdat’taki Tahrir Meydanı’nda on binlerce kişiyle gösteri yapan Sadr, protestolarını korunaklı Yeşil Bölge’ye de yaydı. Son olarak ise Irak Parlamentosu’nu işgal ederek idarecilere de güçlü bir gözdağı vermiş oldu.

Protestoların arka planında Şiiler arasındaki güç mücadelesi var. Sadr halkın hükümet ve genel idare konusundaki öfkesini siyasi desteğe dönüştürme gayretinde. Amerikan işgali sırasında muhtemelen en güçlü milis grup olan Mehdi ordusu ve ardıllarının pabucu önce Maliki’nin milisleri ardından DAİŞ işgaliyle birlikte Haşd’al-Şaabi, Asaib-ı Ahl’al-Hak gibi milis grupları tarafından dama atıldı. Sadr mevcut krizi kendisi için bir geri dönüş olarak da kullanma niyetinde. Ayrıca, Şiiliğin siyasi okumasındaki ayrışmadan da söz etmek lazım. Zira Sadr Iraklılık hassasiyeti güçlü olan bir lider. Babası da kendisi gibi İran’ın Şii dominasyonuna şüpheyle yaklaşan, Arap kimliğine vurgu yapan birisiydi. İran’la ilişkileri de her zaman karmaşık oldu. İhtiyatlı yakınlaşmalar da ciddi fikir ayrılıkları da görüldü. Sadr taraftarlarının son gösterilerinde “İran dışarı” sloganları atmaları, Kasım Süleymani’ye “haddini bil” çağrıları yapmaları tesadüfi değil.

Sadr karmaşık ilişkiler ağı sebebiyle öngörülmesi kolay olmayan ve tutarsızlıklar da yaşayan bir siyasetçi.

Suriye’de Liva Zülfikar adı altında mezhepsel motivasyonla Kasım Süleymani ile dirsek dirseğe savaşması da bu tutarsızlıklardan birisi. Yine de Irak’ta mevcut legal sistemin içerisinde yer alma çabası, Iraklılık/Arap kimliğine yaptığı vurgu, İran’a karşı rezervasyonu, Maliki baskıcılığına karşı dengeleyici rolü Mukteda Es-Sadr’ı Irak’ın içinden geçtiği çetrefilli süreçte konuşulması gereken bir aktör yapıyor. Özellikle DAİŞ krizi sürerken Şii gruplar arası sıcak bir çatışma çok muhtemel değil, fakat mevcut kriz ve rekabet Sadr’ın parlamentodaki Ahrar bloğunu güçlendirebilir. Her halükarda Sadr yakından takip edilmesi gereken bir figür.

[Akşam, 6 Mayıs 2016]

AK PARTİ DOSYASI : Siyasi Kriz Değil Sistem Sorunu


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=lMN58jaU_2Q

Burhanettin Duran, Başbakan Davutoğlu’nun olağanüstü kongre kararı vermesi ve kongrede başkanlığa aday olmayacağını kamuoyuna açıklamasının ardından konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

A Haber ekranlarına konuk olan SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, Başbakan Davutoğlu’nun olağanüstü kongre kararı vermesi ve kongrede başkanlığa aday olmayacağını kamuoyuna açıklamasının ardından konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yaşanan süreci, siyasi kriz değil; “sistemden kaynaklanan bir iktidar paylaşımı sorunu” olarak tanımlayan Duran sürecin “bu kadar kolay bir şekilde ANAP ve DYP’nin geçmişte gördüğümüz olaylarıyla hiçbir şekilde kıyaslanamayacak bir olgunlukla yaşanıyor olması, AK Parti’nin kurumsallaşmasıyla ve Türkiye siyasetindeki yeriyle alakalı.” dedi.

Duran konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “2019’a kadar Türkiye’de siyasetin ana mecrası AK Parti’dir dolayısıyla diğer muhalefet partilerinin hepsinin kriz içerisinde olduğu hatırlanacak olursa bu partiler Türkiye siyasetini etkileyebilecek konumda değiller. Bu da ortaya şunu çıkartıyor; muhalefet partilerinin, AK Parti’ye ve Erdoğan’a yaptığı eleştirilerin AK Parti’yi bir muharebe alanı haline çevirme isteği var. Bu dava sorumluluğuyla, gösterilen vefa ile ilgili olarak söylenenler ve bundan sonra Davutoğlu’nun bu yolda yürüyecek olması çok önemli aksi takdirde partinin dışında yapılan eleştiriler partinin tabanına sızdırılacak bir nizayı doğurabilir.”

SURİYE DOSYASI : Halep’in Psikolojik Önemi


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=S_IUD3-erk0

Ufuk Ulutaş Halep savaşı üzerine değerlendirmesinde, Halep’in Türkiye ile iç içe bir şehir olduğunu, lojistik olarak olmasa da psikolojik açıdan önemli olduğunu belirtti.

SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü Ufuk Ulutaş, TRT Haber ekranlarında yayınlanan Küresel Siyaset programında Halep savaşı üzerine değerlendirmesinde, Halep’in Türkiye ile iç içe bir şehir olduğunu, lojistik olarak olmasa da psikolojik açıdan önemli olduğunu belirtti.

Rejimin Halep’e yoğunlaşmasının sebebinin Halep’in Türkiye ile olan bağını koparmak olduğunu vurgulayan Ulutaş, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Belki stratejik açıdan Halep’in kaybedilmesi Türkiye ile bağlantısı açısından çok büyük lojistik sıkıntı oluşturmayacak çünkü İdlib koridoru açık ama daha psikolojik bir etkisi olacak.”

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.