Günlük arşivler: 6 Mayıs 2016

İRTİCA DOSYASI /// VİDEO : İşte size Şeriat !!! Hanımlar Dikkat !!!


VİDEO LİNK :

https://youtu.be/9lQAuxewudc

DOLANDIRICILIK DOSYASI : Ardahan da G.Y. Dolandırıcılık Yaptığı İddiasıyla Tutuklandı


Ardahan’da kendisini Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) müdür olarak tanıtarak, dolandırıcılık yaptığı iddia edilen kişi tutuklandı.

Ardahan’da kendisini Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) müdür olarak tanıtarak, dolandırıcılık yaptığı iddia edilen kişi tutuklandı.

Alınan bilgiye göre, Ardahan Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi ekipleri, Hanak ilçesinde bir kişinin kendisini "MİT müdürü" olarak tanıtarak, iş vaadiyle insanlardan para topladığı yönünde yapılan ihbarlar üzerine çalışma başlattı.

Ekipler, şüpheli olarak tespit edilen G.Y’yi gözaltına aldı. Zanlının adresinde yapılan aramada av tüfeği ve kuru sıkı tabanca ele geçirildi.

Emniyetteki işlemlerin ardından adliyeye sevk edilen zanlı, çıkarıldığı mahkemece dolandırıcılık suçundan tutuklandı.

HAYVAN DÜNYASI /// VİDEO : Dünyanın En Ölümcül 15 CANLISI


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=N0Ngfsn0FwY&feature=em-uploademail

ORTADOĞU DOSYASI /// HİKMET AKSOY : Ortadoğu gerçeği ve basının tutarsızlığı…


Hikmet Aksoy

hikmetaksoy61

Önceki gün Kilis’te Suriye’den atılan Katyuşa roketleriyle dehşetli anlar yaşandı. Kent merkezine düşen roket nedeniyle dört kişi yaşamını yitirdi. Ayni gün Nusaybin ve Van’da güvenlik güçlerimiz 2 şehit verdi.

Her şey olağan gibi…

Bir kent merkezine bomba düşüyor, 4 kişi ölüyor. Sanal ortamda gazete sayfalarına bakıyorum, sadece bir gazete haberi manşetten duyurmuş. Diğerleri üzerinde durmayıp gazetenin etek diye tanımlanan bölümünde 2 ya da 3 sütun üzerinde değerlendirmiş.

Niçin böyle yapıldı diye gazetelerin haberlerini ayrı ayrı okudum.

Aman Allah’ın bu ne anlayış, bu ne insanlık hali…

Gazeteciliğimden utandım. Hala da utanıyorum. Benim camiamda böyleleri de varmış.

Katyuşa roketi atılmış, Kilis kent merkezinde 4 kişi ölmüş ya, bu dört kişi Suriye’den ülkemize sığınanlarmış… Dikkat ettim, haberi 2 – 3 sütun üzerine değerlendiren gazeteler özellikle buna vurgu yapmışlar.

Yani, yurttaşlarımızdan kayıp yok… Kalan sağlam biziz ya, sorun yok!

Peki, -hiç kimse dilemez ya- yurttaşlarımızdan ölen olsaydı, bu gazeteler nasıl bir değerlendirmeyle okurları önüne çıkacaktı acaba?

Sanmıyorum, haberi yine olağan gibi değerlendirecek… Ya da geçiştirmeye çalışmayacakları ne malum?

Kimilerinin kafaları narkozlandı bu konuda…

Oysa savaş, Güneydoğu’da bu roket atışlarıyla kapımızı çalıyor. Bir değil, iki değil… Gelecek günlerin ne getireceği için falcı olmaya gerek var mı?

Ortadoğu’da yaratılan huzursuzluğun her ülke için nasıl başladığını, nasıl geliştiğini bir düşünür müsünüz? "Büyük Ortadoğu Projesi"nin son halkaları için uygulamalar yapılırken Türkiye’de yaratılan siyasal huzursuzluklara hep dikkatler çekilmek isteniyor. Bu ortam üzerinden dinmeyen polemikler, bitmeyen bir siyasal huzursuzluk yaratmak isteyen dış odaklar planladıkları oyunu gerçekleştirmenin peşindeler.

Türkiye’yi bölgede güçsüzleştirip, bölmenin peşinde olanlar var Batı’da… Hem de bunlar sözde dostları Türkiye’nin…

Şimdi düşünelim, söz konusu Katyuşa roketlerinden biri koşusu ülkelerden birinden İsrail topraklarına düşüp bir İsrailli ölseydi, ne olurdu?

Bunu anlamaya çalışalım.

***

Ortadoğu yeniden planlama alanı seçilmiş Batılı sermayece… Terör örgütlerinin cirit attığı bir bölgenin içinde bulunan Türkiye geçmişten gelen "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinin aydınlığında geleceğe köprü kurmak durumunda/zorunda…

Birinci Büyük Savaş’ın maceracı anlayışı Osmanlı ülkesini nasıl bir badirenin içine sürükleyip milleti nasıl perişan ettiğinin bilmeliyiz.

Basın dünyası da; bölgesel durumu, ülke yararını hiç unutmadan gerçekçi yayın politikalarıyla bu kaos ortamını aşmaya yardımcı olmak durumunda bulunuyor bugün…

HRANT DİNK DOSYASI : Dink cinayeti davasında Zenit ile Mumcu tahliye edildi


Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin birleştirilen davaların ilk duruşmasında iki tahliye kararı çıktı, eski polis memurları Muhittin Zenit ile Özkan Mumcu tahliye edildi. Üç gün sürecek duruşmaların ilk gününe Zenit’in ifadeleri damga vurdu, “Devlet olarak bir insanın ölmesine göz yumduk” dedi.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin birleşen iki davanın ilk duruşması yapıldı.

Üç gün sürecek duruşmaların ilk gününde, istihbaratın eski üst düzey isimleri, Yasin Hayal ile aynı sanık sandalyesine oturdu.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, sanıklardan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç mazeret bildirerek katılmadı. Tetikçi Ogün Samast da duruşmaya getirilmedi.

Ancak kamu görevlilerinden Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer, Celalettin Cerrah, Reşat Altay ve Sabri Uzun duruşma salonundaydı.

Duruşmaya, dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli polis memuru Muhittin Zenit’in ifadeleri damgasını vurdu.

İstihbaratçıdan çarpıcı bilgiler: Göz yumduk

Tahliye talebinde bulunmak için söz alan Zenit çarpıcı bilgiler verdi.

Muhittin Zenit, Hrant Dink’in Yasin Hayal tarafından öldürüleceğini cinayetten 11 ay önce raporlarında bildirdiğini anlattı, cinayetle ilgili devleti işaret etti.

İstihbaratçı Zenit, “Kişisel olarak söylemiyorum ama devlet olarak bir insanın ölmesine göz yumduk” dedi.

Dink cinayetinden hemen sonra Erhan Tuncel’le yaptığı ve dava dosyasına giren telefon konuşmalarından bahseden Zenit, şunları söyledi:

“Düşündüğü çocuk neydi diyorum. Israrla bilgi almak istiyorum. İstihbarat taktik ve yöntemlerle bilgi almaya çalışıyorum. Devlet olarak göz yumduk. Telefon görüşmesini medyaya pazarlayan, kusurları örtmek için algı operasyonu yapanlar, devlet ahlakından yoksundur. Telefon kaydını gerçek, suçlular bulunmasın diye medyaya pazarladılar. Bu görüşmeleri sızdıranlar, dikkati bu yöne çektiler. Herkes buraya bakarken gerçek suçlular gitti. Devlet olarak göz göre göre bu adamın ölümüne göz yumduk. Benim vicdanım rahat. Yapmam gereken her şeyi yaptım.”

İki tahliye

Bu ifadelerinin ardından tahliye talebinde bulunan Zenit’e mahkeme heyeti olumlu yanıt verdi, Zenit ile o dönem komiser yardımcısı olan Özkan Mumcu tahliye edildi.

“Reddi hakim” talebi

Duruşmada, sanıklar, yargılamanın siyasi bir davaya dönüştüğünü savunarak, “reddi hakim” talebinde bulundu.

Tutuklu sanıklardan İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Ali Fuat Yılmazer’in avukatı Hüseyin Ataol da müvekkilliyle geçmiş dönemde tartışma yaşayan heyetin tarafsız davranamayacağını ileri sürerek “reddi hakim” talep etti.

Sonraki duruşma 24-26 Mayıs arasında

Tutuklu sanıkların “reddi hakim” talebi nedeniyle dava üst mahkemeye gönderildi.

Bir sonraki duruşma 24-25-26 Mayıs tarihlerinde görülecek.

Birleşen dava

Hrant Dink cinayetinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Eski Başkanı Ramazan Akyürek, İstanbul İstihbarat Şubesi Eski Müdürü Ali Fuat Yılmazer ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç, “kamu görevlilerinin ihmali olduğu” iddiasına ilişkin açılan davada yargılanıyordu.

İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ana davada ise tetikçi Ogün Samast ve Erhan Tuncel’in de aralarında bulunduğu sanıklar yer alıyordu.

Yargıtay, 26 sanık hakkında açılan davanın “örgütlü suç” olduğu gerekçesiyle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesine ve iki davanın birleştirilmesine karar vermişti.

KARA PARA DOSYASI /// NEDRET ERSANEL : ‘Panama(rikan) Belgeleri’ çöktü…


Sırrın saklandığı yer şurası; Panama belgelerinin saçıldığı Mossack Fonseca’ya yapılan polis baskını (13/04) ile ‘neden belgelerde ABD’yle ilgili bir şey yok’ merakının en üst perdeden, yani CIA-offshore şirketleri arasındaki bağın ortaya çıktığı zamanlama! (12/04)

Panama “operasyonunun” ipinin burada çekildiğini, “başarısız” damgalı dosyalara eklendiğini söyleyebiliriz.

İyice garip/saçma bir makaleden söz edeyim size.. Kaynağı o denli sağlam ama iddiası o kadar saçma ki, insan şüpheye düşüyor…

‘PANAMA BELGELERİ KREMLİN İŞİ!’

Washington’da mukim ve meşhur Amerikan düşünce kuruluşu ‘Brookings Institution’ın ABD istihbarat camiası ve özellikle de Obama yönetimi ile yakın ilişkileri açık bilgi sayılıyor. Yöneticileri ve analizcileri içinde ‘soğuk savaş’ yadigârı isimler de mevcut. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem Başbakan Davutoğlu’nun konuşma yaptıkları bir yerdir. Yani gücü ve saygınlığı kabul edilir.

Uzatmayalım, işte bu Brookings’ten Clifford Gaddy, Panama Belgeleri’nin aslında Başkan Vladimir Putin’den başkasının işi olamayacağını iddia eden bir makale yazdı ve kurum üzerinden yayınladı! (‘Are the Russians actually behind the Panama Papers‘, 07/04, Brookings.)

Gaddy’nin böyle bir metin/analiz yazması da manidar çünkü Rusya siyaset ve ekonomisine odaklanmış bir uzman kendisi. ‘Bay Putin: Yeni ve Kullanılmış’ isimli taze bir kitabın da sahibi.

İşte bu Brookings analizine göre; Putin kendisini karalayacak ve böylece kamufle edecek şekilde, Amerika’yı vuracak bir istihbarat operasyonunun talimatını verdi.

‘SOĞUK SAVAŞ DELİLİĞİNİN BİR AKLI VARDIR

Amerikan istihbarat zincirinin en kalın baklası CIA ile Panama belgeleri/skandalı arasına girmek demek bu.

Anlamamız gereken şu oluyor; Brookings, Panama Belgeleri dosyasını kapatmak için sahneye çıkarılıyor.

Nasıl ve neden?..

Gaddy, Vladimir Putin’in yozlaşmış Amerikalı siyasetçilere karşı bir karalama kampanyası başlatarak finalde onlara şantaj yapmayı planladığını söylüyor.

Kimi ‘küresel okumacılara’ göre ise-burası daha ilginç-bu iki süper devletin müesses nizamları arasında ortak bir dil!..

‘Böylece’ diyorlar, ‘Brookings Kremlin’e bir sinyal iletmiş oldu’: ‘Panama Dosyasını kapatıyoruz. Kırgınlık yok. Yolumuza devam.’ Yani bir başka deyişle; istihbarat operasyonları için paravan şirketler kurma suçlamasından yırtmak için bir tür ‘paravan Think-Tank’lar kullanılmış oluyor.

PANAMA BELGELERİ RUSYA SEÇİMİ İÇİNDİ

Kelimeleri tersinden okuyarak iletişim kurmak limon suyuyla kağıda yazmak gibi. Okuyabilmek için ateşe tutmanız gerekir. Tabii kağıdı veya elinizi yakmadan…

‘Panama Belgeleri’; ABD istihbaratının Rusya’daki parlamento seçimleri öncesi Putin’in itibarını yok etmeyi amaçlayan havalı bir projeydi. (‘US government, Soros funded Panama Papers to attack Putin‘, 11/04, Reuters.) Şimdi ‘geri çekilmiş’ oluyor.

Çökmesinin sebepleri belli; dünya gündemini kasıp-kavuracak, Putin’in ‘imajını’ yerle-yeksan edecekti. Fakat daha başından bir akıl karışıklığı ortaya çıktı. Suçlamaların “suç” olduğu bile şüpheliydi. Kimse meseleyi tam anlamadı.

Mesele daha anlaşılmamışken, Batı’nın Putin’i şeytanlaştırma girişimlerini kanıksamış hatta umursamayan Rus halkını sandığa bu gazya götürmek imkansızlaştı. Hatta tersi hal ortaya çıkmaya başladı. Ruslar burada bir “tuzak” kokladılar ve yollarını değiştirdiler.

İNTİKAM: RUSYA’DA ZATEN SOĞUK SERVİS EDİLİR

Moskova’nın karakteri, “denedik olmadı, pardon”u anlamaya müsait değil. Hiç olmadı da.

Rusya’nın karşılık vermeyeceğini düşünmek zor. Kaldı ki Kremlin üzerinden atlasa bile-hadi soğuk savaş diliyle yazalım-Lubyanka Medyanı’nından geçmesi zor.

Peki siz Rus istihbaratının yerinde olsanız ne yapardınız?

Doğru cevap!

ABD’nin Kasım ayında yapacağı Başkanlık seçimleri…

Yani gelecek hamle çok muhtemelen ABD’nin başkanlık seçimlerine zarar verecek şekilde sahadaki oyuncular hakkında birkaç karanlık sırrı paylaşmak olacaktır.

Bir rezillik çıkacak ama asıl merak edilmesi gereken bu değil.. Skandal kime yarayacak? İş orada. Rusya kimi vuracağına iki kritere göre hesaplayacak; 1. En çok kimin Başkan olması ‘işimize yarar’ ve 2. ABD’yi kötü yönetme ihtimali olan aday hangisi?

Aslında bu sorulara bakınca Rusya’dan gelecek “sızıntı”nın ABD seçimlerinde hangi adayın işine yarayabileceği de az-çok kendini hissettiriyor.

Kuşkusuz uygun bir “kan bedeli” karşılığında Kremlin’den bağışlanma da isteyebilir Washington. Kabul görüp görmeyeceğini şimdiden kestirmek mümkün gözükmüyor.

Eğer bir ‘af’ söz konusu olacak ise ancak ABD-Rusya ilişkilerinde “istikrar” karşılığında/garantisinde olur. Tabii bu da yine, ‘Başkan kim olacak’ bulmacasına çıkıyor.

Panama Belgeleri’nin yarattığı siyasi sonuçlar gerçekten de cılız oldu. Denebilir ki olan İzlanda Başbakanına oldu. Kamuoyu ve medyanın iddiaları ciddiye aldığı ülkelerde bile hiç politik sonuç ortaya çıkmadı. Çıkması da beklenemez.

Bu durumda beklentilerimiz iki noktaya kilitlenebilir; a) ABD istihbarat dünyasından kayan bir yıldız olacak mı? b) Nasıl bir skandal, hangi Başkan adayını vuracak?

UKRAYNA DOSYASI : Rusya’nın Ukrayna savaşında Çeçen takviyesi


Rusya, Ukrayna’nın doğusuna yönelik gerçekleştirdiği saldırılarda Çeçenistanlıları ve Dağıstanlıları kullanıyor.

Ukrayna Savunma Bakanlığı’na bağlı İstihbarat Teşkilatı, Rusya’nın, Ukrayna’daki askeri birliklerini Dağıstan ve Çeçenistan sakinleri ile takviye ettiğini bildirdi.

İstihbarat Teşkilatı’nın açıklamasında, “Çok sayıda Rus askerin, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaşa katılmayı reddettiğinden dolayı Rusya Silahlı Kuvvetleri, Güney Kafkasya halkları mensuplarından oluşan birlikleri Donbas’a gönderiyor” diye kaydedildi.

Kırım haber ajansında yer alan habere göre, Ukrayna’nın işgal altındaki Novoazovsk şehrinde konuşlandırılan Rus ordusunun mekanize piyade tugayına 19 Nisan tarihinde Dağıstan ve Çeçenistan’dan gelen kişilerin katıldığını belirten İstihbarat Teşkilatı, “Söz konusu birliğin askerlerinden birisinin kimliği tespit edildi: 18 Temmuz 1985 doğumlu Alibatırov İslam Ramazanoviç” açıklamasında bulundu.

Bunun yanı sıra İstihbarat Teşkilatı, ateşkesin ilan edilmesine rağmen Rus askerlerin ve Rusya yanlısı teröristlerin devamlı olarak Ukrayna askerlerine saldırı düzenlediğini bildirdi.

Rusya’nın Ukrayna cephesine Dağıstanlı ve Çeçenistanlı askerlerini göndermesinin diğer bir sebebinin, Rusya’ya gönderilen asker cenazelerinin kamuoyunda yaratabileceği infial olduğu tahmin ediliyor.

TEKNİK TAKİP DOSYASI : “Sizin verdiğiniz kararla teknik takip yaptım”


El Kaide sanığı Halis Bayancuk’u tahliye eden mahkeme, polisler için aynı hassasiyeti göstermedi.

Mahkeme kararlarına rağmen ‘usulsüz teknik takip, evrakta sahtecilik, hükümeti devirmeye teşebbüs ve terör örgütü üyesi olmak’ suçlamasıyla 143 istihbaratçı polisin yargılandığı dava İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. 23 tutuklu polis, 21 ay sonra ilk kez heyet karşısında tahliye talebinde bulundu.

SİZİN MAHKEMENİZ KARAR VERDİ

Tüm dinlemelerin mahkeme kararlarıyla yapıldığını belirten polis memuru Abdulhalim Sönmez, Mahkeme Başkanı Ahmet Civelek’e yönelik, ”Sayın Başkan, sizin verdiğiniz kararla teknik takip yaptım. Benim değil sizin tahliyemi talep etmeniz gerekirdi. Verdiğiniz talimatı yerine getirmesem suç olurdu. Boş yere 21 aydır tutukluyuz” ifadelerini kullandı.

DİNLENEN KİŞİ HAKİM DEĞİL

Polis memuru Tolga Güzeltaş, ”Hakimleri dinlediğimiz iddia edildi. Ancak iddianameye baktığınız zaman o kişinin hakim olmadığını göreceksiniz” dedi. Polis Memuru Hasan Hüseyin Danacı ise “Mahkemenizin verdiği kararla işlem yaptım” diye konuştu.

21 AYDIR TUTUKLULAR

İstihbarat eski Müdürü Özgür Nikbay, hiçbir yasadışı işlem yapmadıklarını söyledi. Nikbay, aynı mahkemenin 8 ay tutuklu kalan terör örgütü El Kaide yöneticisi Halis Bayancuk için tutuklu kaldığı süreyle mağdur olmaması için verdiği tahliye kararına dikkat çekti. Bayancuk için gösterilen hassasiyetin polisler için de gösterilmesini talep etti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, ise aynı hassasiyeti 21 aydır tutuklu olan polisler için göstermedi ve tutukluluğun devamına hükmetti.

YENİ DÜNYA DÜZENİ DOSYASI /// SOLİ ÖZEL : Yeni küresel düzene doğru


sozel

Önümüzdeki dönemde, her kim başkan seçilirse seçilsin, ABD’nin nasıl bir dış politika uygulayacağına ve bu konudaki tartışmanın unsurlarına, taraflarına bakmakta yarar var. İki temel öngörüde bulunmak mümkün: Birincisi, ABD’nin bir sonraki yönetimi dünya ile fazla ilgilenmek istemeyecek ve muhtemelen çok içe dönük olacak. İkincisi ise, ABD’nin katkısı olmadan dünyada yeni bir düzen kurulamaz.

Obama dönemi bugünden geriye dönüp bakıldığında, ABD açısından kısmi bir restorasyon dönemi sayılmalı. İçeride, süregelen kutuplaşmaya, kamikazeleşmiş Cumhuriyetçi Parti’ye rağmen, derin sonuçları yıllar içinde daha iyi görülecek önemli reformlar yapıldı. Finans sermayesinin gücünü bir ölçüde kırdığı gibi, sağlık sigortası sayesinde en zayıf Amerikalıları da bir koruma şemsiyesi altına sokabildi. Ekonomisi büyüyen, teknolojik atılımları süren ve enerjide giderek kendisine yeterli hale gelen bir ABD’nin, dünya düzeninin yeniden şekillendirilmesinde belirleyici bir etkisi olacak.

Dünya sisteminde ekonomisi üretime, teknolojik yenilenmeye, dünya üretim zincirinde vazgeçilmez bir yere sahip olmaya dayanmayan ülkelerin, “büyük güç” olmaları mümkün değil. Hayallerle, laf ebeliğiyle ve ittifak kurma becerisi göstermeden dünya sistemi içinde saygın ya da etkili bir konuma gelinemiyor. ABD, bunları becerebildiği için ön plana çıkacak ve Çin ile Rusya’dan daha avantajlı bir konumda olacak. Avrupa ancak “yardımcı oyuncu” kategorisinden sahneye çıkabilir.

Harvard Üniversitesi’nden Joseph Nye, dün Burç Beşgül tarafından Türkçeye kazandırılan “Amerikan yüzyılı bitti mi?” başlıklı kitabının tanıtımı kapsamında, İstanbul’da Pera Müzesi’nde kalabalık bir öğrenci topluluğuna konuştu. Dünyaya şekil veren ülkelerden birisi olabilmek için gerekli nesnel unsurları sıralayarak Rusya’nın neden geçmişin gücü olduğunu, Çin’in geçen yüzyılda Almanya’nın çıkışına benzer bir yükselişi beceremeyeceğini, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin de daha kat edecek çok yolu olduğunu anlattı. Bu nesnel veriler ışığında da ABD’nin öncü ülke olma konumunun süreceğini savundu.

American Interest Dergisi’nde “Küresel bir yeni hizalanmaya doğru” (Toward a global Realignment) başlıklı bir yazısı çıkan Zbigniew Brzezinski de benzer bir tespit yapıyor. Brzezinski’ye göre, önümüzdeki dönemin beş temel gerçekliği var: Birincisi, “ABD, dünyanın siyasi, ekonomik ve askeri açıdan en güçlü ülkesi. Ancak bölgesel dengelerdeki karmaşık jeopolitik kaymalar nedeniyle artık küresel bir emperyal güç değil”.

İkincisi, “Rusya emperyal çöküşünün sonuncu sarsıntılı dönemini yaşıyor”. Üçüncüsü, “Çin, son zamanlarda yavaşlasa da emin adımlarla Amerika’nın dengi ve muhtemel rakibi olacak şekilde yükseliyor; ancak Amerika’yı cepheden karşısına almama konusunda dikkatli.” Dördüncüsü, “Avrupa bugün bir küresel güç olmadığı gibi, yarın da olamayacak”.

Brzezinski’nin saptadığı temel gerçekliklerin beşincisi ise, dünyada yeni bir düzen kurma işinin neden çok güç ve meşakkatli olacağının da ipuçlarını veriyor. Buna göre, “Sömürgeleşme sonrası dönemin Müslümanlarının şiddetle bezenmiş siyasal uyanışları, bir bakıma Avrupalı güçler tarafından dönem dönem zalimce ezilmiş olmalarına karşı gösterdikleri gecikmiş bir tepkidir… Gecikmiş ancak derinlerde hissedilen bir adaletsizlik duygusuyla dinsel bir dürtüyü birleştirerek çok sayıda Müslümanı dış dünyaya karşı dayanışmaya sürüklüyor”. Bu tepki daha çok Batı ve Güney Batı Asya’da, yani genelde Ortadoğu diye tanımlanan alanda, kabarıyor.

Bu durumda Ortadoğu’daki krizin önce bölgesel sınırlarına çekilmesi, ardından da aşılması için büyük devletlerin işbirliği yapması gerekiyor. Bunun, ABD-Rusya-Çin işbirliğini gerektirdiği doğru, ancak bölgesel güçlerle işbirliğine girmeden gerçekleştirilmesi mümkün değil. Kısacası, krizin aşılması ince ayar, liderlik ve küresel güçlerin uyum içinde hareket etmesini, bölgesel güçlerin de yapıcı siyasetlere “Evet” demelerini gerektiriyor.

ERGENEKON DOSYASI /// VİDEO : SorguluYorum – 19 Nisan 2016 – Ergenekon Davası – KRT Kültür TV


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=mbQWXDROyqQ&feature=youtu.be

GÜNDEM ANALİZİ /// VİDEO : Gündem Özel /// 19.04.2016 /// Başar Yaltı – Nuh Hüseyin Köse – L event Yıldız – Kanal B


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Nw-d5Yd8kyw&list=TL5LKdHOfon_8wNjA1MjAxNg

IŞİD ÖRGÜTÜ DOSYASI /// VİDEO : IŞİD vurduğunu iddia ettiği Türkiye’ye ait bir tankın gö rüntülerini yayınladı


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=AF-KTssVJrQ&feature=em-subs_digest

ARAŞTIRMA DOSYASI /// Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN : BALKANLAR’DA GÖÇLER VE MÜBADELE


Bir insanın yaşadığı bir yerden kalkarak başka bir yere giderek yerleşmesi ve burada bir yeni düzene yönelmesi , bilimsel kaynaklarda göç olarak adlandırılmaktadır . İnsanlık tarihi incelendiği zaman eski insanların uzun yüzyıllar boyunca göçebe bir yaşam sürdürdükleri ve bu yüzden de yerleşik bir düzene geçmenin daha sonraları gündeme geldiği görülmektedir . Uygarlık tarihi açısından konu ele alındığında , Asya kaynaklı uygarlıklar dönemi sonrasında ilk yerleşik düzenin dünyanın ortalarında yer alan Mezopotamya bölgesinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır . Burada toplanan insan gruplarının verimli Mezopotamya ovasının ürünlerinden yararlanma amacıyla uzun süreli kalışlarının zamanla yerleşikliğe geçiş için bir aşama olmasıyla birlikte, Mezopotamya dönemi insanlığın göçebelikten yerleşikliğe geçiş tarihinin dönemeç noktası olmuştur . Bu bölgeye insanların yerleşmesi ile birlikte, Orta Doğu merkezli bir uygarlık dönemi başlamış ve daha sonraki aşamalarda da Mısır , Eski Yunan ve Roma uygarlıkları üzerinden önce Avrupa ve son olarak da Amerika kökenli bir batı uygarlığı dönemi yaşanmıştır . Milat’tan sonra iki bin yıl süren uygarlık mücadelesi bugün dünyanın merkezi coğrafyasında yeni bir yapılanmaya doğru yönlendirilmekte ve bu yüzden de bilinen tarihin sona ermesiyle birlikte, geleceğe dönük olarak yeni bir yapılanma arayışları yavaş yavaş dünya gündemine gelmektedir . Böylesine bir genel gidiş süreci içinde göç olgusunun yeniden öne çıktığı görülmektedir .

Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra , batı emperyalizmi adına merkezi coğrafyaya gelerek bölge ülkeleri üzerinden savaşlara giren ABD ordusunun yarattığı savaş ortamında, terör gelişerek bütün bölge ülkelerine yayılınca orta dünyanın her yeri savaş alanına dönmüş , Irak ve Libya devletlerinin savaş saldırıları ile çökertilmesinden sonra sıra Suriye’ye gelince, savaş saldırıları daha da artmış ve bir milyondan fazla insanın beş yıl içinde öldürülmesinden sonra, bu ülkenin insanları hayatta kalabilmek üzere ailelerini yanlarına alarak göç macerasına kalkışmışlardır . Yüz yıl önce Balkanlar’dan Orta Doğu ve Anadolu bölgelerine kitle halinde göçler olmuş ve bu doğrultuda bölge haritaları emperyalizm tarafından yeniden çizilmiştir .Merkezi coğrafyanın büyük devleti olarak Osmanlı İmparatorluğu batı emperyalizmi tarafından çökertilince , Osmanlı devleti Balkan savaşları sonrasında Balkanlar’dan çekilmek zorunda kalmış ve Avrupa kıtasının batısında yer alan emperyal güçler merkezi imparatorluğun geride bıraktığı otorite boşluğu alanında, kendi çıkarları çizgisinde yeni devletler kurdurabilmek amacıyla göçler desteklenerek büyük bir insan hareketliliği hem savaş yıllarında hem de sonrasında yönlendirilmiştir . Merkezi coğrafya tarihin ilk çağlarından bu yana sürekli olarak göçlere sahne olmuş ve kıtalar arasında yaşanan nüfus hareketlilikleri ,Balkanlar ile Kafkaslar , Karadeniz ile Akdeniz arasındaki merkezi alandaki yaşam düzenlerini ve devlet sistemlerini yakından etkilemiştir .Kafkaslar, Anadolu ve Balkanlar hattı sürekli olarak Asya kıtası ile Avrupa arasında bir geçiş yolu konumuna sahip olduğu için, her göç dalgası buralardan geçmiş ve bazı nüfus kalıntılarını bölgede bırakmıştır . Bu nedenle , Balkanizasyon kavramına uygun düşen küçük küçük etnik gruplaşmaların, tarihte yaşanan göç dalgalarının sonucu olarak ortaya çıktığı görülmektedir . Siyasal güçlerin el değiştirmesi ile birlikte ortaya çıkan yeni devlet yapılanmaları da , kendi siyasi modeline uygun toplumsal yapı ararken ,etnik toplulukları yer değişmeye zorlayarak uyumlu bir toplumsal yapıyı göçler aracılığı ile gerçekleştirmeye çalışmıştır .

Orta Doğu ‘da çeyrek yüzyıllık bir savaş dönemi sonrasında yeni bir dünya düzenine uygun devletler sistemi arayışları öne çıkarken , gene yüz yıl öncesinde olduğu gibi çeşitli göçler ortaya çıkarak var olan devlet düzenlerini tehdit etmeye başlamıştır .Bölgedeki her devlet merkezi alanda genişleme eğilimi içinde olmuş ve bu doğrultuda ya belirli etnik grupları sınırları içine alarak siyasal bir bütünleşme arayışı içine girmiş ya da farklı kimliğe sahip bulunan bazı sosyal grupları sınır dışı ederek zorunlu göç uygulamasını bu yoldan gerçekleştirmeye çalışmıştır . Devletler arası çekişmeler ya da savaşlar , belirli etnik grupların bazan yer değiştirmesine, bazan da yeni siyasal projeler doğrultusunda bu grupların haritanın bir başka bölgesinde yerleşik bir düzen arayışlarını öne çıkarınca , Balkanlar ,Anadolu ve Kafkasya hattında birbirini izleyen etnik gruplar yer değiştirmek zorunda kalmış , yeni göç dalgaları yerleşik düzenleri alt üst ederek haritaların yeniden çizilmesine giden yolu açmıştır . Osmanlı İmparatorluğunun ana ülkesi olan Balkanlar’da yenilerek, iki Balkan savaşı sonrasında bölgedeki Türk ve Müslümanların Anadolu ve Orta Doğu topraklarına doğru göçlerini gündeme getirmiştir . Anadolu toprakları üzerinde kurulu bulunan Türk ulus devleti böylesine göçler sonrasında zorla kurulabilmiş ve gene göçlerin gündeme getirmiş olduğu mübadele antlaşmaları ile de yeni bir hukuk düzeni , uluslararası hukuka göre kurulabilmiştir . Osmanlı İmparatorluğunun Viyana kapılarına kadar giderek bütün Doğu Avrupa kıtasını devletin sınırları içine alması doğrultusunda , Anadolu ve Asya kıtasının çeşitli bölgelerinden Türk ve Müslüman asıllı insanlar Avrupa kıtasına göç ederek , Osmanlı devletinin bu kıtadaki nüfusunu oluşturmuşlardır . Bu siyasal yapı Balkan savaşlarına kadar devam etmiş ve daha sonraki yenilgi aşamasında zorunlu göçler yolu ile Osmanlı devletinin Balkan nüfusunun büyük çoğunluğu Anadolu ve Asya topraklarına doğru bir göç yaşamışlardır .

Osmanlı devleti yıkılırken , Balkanlardaki nüfus Akdeniz üzerinden gemi ya da benzeri deniz araçları ile Ege’nin karşı kıyısına doğru göç ediyordu . Bu sayede , Anadolu ‘daki nüfus yapısı Türk ve Müslüman çoğunluklu bir yapıya döndürülerek , Osmanlı’nın mirasçısı olabilecek yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin temelleri atılıyordu . Aradan bir yüzyıl geçtikten sonra bugün tamamen tersi bir doğrultuda gene benzeri bir göç dalgası yaşanmaktadır. Dün Balkanlar’dan Orta Doğu bölgesine göç etmek zorunda kalan Müslüman kitlelerin bugün bütünüyle tersi bir yönde Orta Doğu ‘dan çıkarak Balkanlara doğru gemiler ve diğer deniz araçları ile göç etmeye çalıştıkları görülmektedir . Yüz yıl sonra aynı olaylar tekrar ederken , günümüzde tamamen tersi bir çizgide gelişmeler birbirini izlemiştir . Suriye savaşı uzadıkça , ölen insan sayısı hızla artmış ve bu durumdan korkan Müslüman halk kitleleri , Akdeniz üzerinden Ege adalarına ve Balkan ülkelerine doğru göç etmeye yönelmişlerdir . Göç sırasında , yeterli bir alt yapıya sahip olmayan deniz araçları kullanıldığı için yolda bir çok kaza olmuş ve bu yüzden bir çok günahsız yoksul insan , aileler ve çocuklar Akdeniz ile Ege denizinin dalgaları altında kalarak boğulmaktan kurtulamamışlardır .Yıllardır Irak,Suriye ya da Libya gibi Orta Doğu ülkelerinde yaşamlarını sürdüren Müslüman toplulukların , emperyalist ülkeler tarafından devletlerinin çökertilmesi üzerine, kendilerini kurtarma doğrultusunda göçlere yöneldikleri görülmekte ve bu durumda merkezi alanda değişen nüfus yapıları ile birlikte yeni siyasal yapılanma senaryoları öne çıkarılmaktadır .Batılıların etnik temizlik adını verdiği büyük kitlesel hareketler göçler olarak gerçekleştirilince , siyasal alanda yeni tablolar ortaya çıkmakta ve bu yüzden de siyasal çekişmeler ya da çatışmalar bir türlü bitmek bilmemektedir . Atlantik emperyalizminin yavrusu olarak İslam coğrafyasının tam ortasına bir Yahudi devleti oturtulunca bütün İslam dünyası karışmış , soğuk savaş yıllarında sürekli savaşlar yaşanırken , soğuk savaş sonrasında emperyal orduların bölgeye gelmesi üzerine ,bu kez kitlesel terör ,ölümler ve yıkımlar yaşanmaya başlanmış ve doğal olarak bu durumun sonucunda da çoluğunu ve çocuğunu yanına alan Müslüman kitleler , batıya göç doğrultusunda Ege adaları üzerinden Balkanlara geçmeyi hedeflemişlerdir .

Son yılların başta gelen sorunu olarak öne çıkan göçler ciddi bir mülteci sorunu yaratınca , göç edenlerin sığınmak istediği batı ülkeleri devreye girerek , Orta Doğu kaynaklı bu yeni göç dalgasını Balkanlar’da durdurmaya çalışmışlardır .Hızla yaşlanan bir nüfusa sahip olan Avrupa kıtasının artan işçi gereksinmesinin karşılanması doğrultusunda göçe kalkışan Müslüman kitleler , Hrıstıyan Avrupa kıtasının dinsel fanatizmi ile karşı karşıya kalınca ,Balkanların ötesine geçememiş ve bu nedenle ya Ege denizindeki Yunan adalarında ya da çeşitli Balkan ülkelerinin sınırlarında sürünmek zorunda kalmışlardır . Batı Avrupa’nın emperyal ülkeleri dünya hegemonyası ardında koşarken , hem Müslüman ülkeleri sömürgeleştirmişler hem de Müslüman halk kitlelerinin giderek köleleşme çizgisinde yaşam mücadelesi vermelerine neden olmuşlardır . Şimdi , dünyanın merkezini ele geçirme aşamasında bölge ülkelerini baskı altına almaya başladıklarında savaşlar ve sıcak çatışmalar üzerinden yirmi birinci yüzyılın en büyük göç rüzgarlarının Balkan yarımadası üzerinde esmeye başladığı görülmüştür . Yüz yıl önceki göçler , yeni devletlerin kurulmasına giden yolu açarken , bugün gelinen noktadaki göçlerin ise , yeni bölgesel yapılanmalar doğrultusunda öne çıktığı görülmektedir . Orta Doğu yeni Yahudi devletinin merkezi konumunda yeniden düzenlenirken , Birinci Dünya Savaşı sırasında Balkanlar’dan kovulan Müslümanların zorla göç ettirilerek , Avrupa kıtasının gene eskiden olduğu gibi çok dinli bir yapılanmaya doğru dönüştürülmeye çalışıldığı ortaya çıkmaktadır . Savaş tehdidi ve sıcak çatışmalar ile terör yüzünden kendisini Orta Doğu batağından kurtarmak isteyen halk kitlelerinin Balkanlar üzerinden Avrupa kıtasına gitmeye çalışması Balkan ülkelerini yeniden göç sorunları ile karşı karşıya bırakmıştır . Tarihin ilk dönemlerinden bu yana sürekli olarak göçlerin giriş kapısı ya da geçiş bölgesi olarak jeopolitik konumu ile ön planda olan Balkanların, yeni dönemde gene eski konumu ile öne çıkmasında yeni dünya düzeni doğrultusunda parçalanmış bir orta dünya arayışının önemli ölçüde payı bulunmaktadır . Orta Doğu bölgesindeki karışıklıkların Balkanları etkilemesi olayların doğal bir seyri olarak gündeme gelmiştir .

Göçler her zaman için önemli toplumsal sonuçlar yaratmıştır .Terör ve savaş gibi sıcak çatışma olgularının ötesinde göçler, asıl olarak iş bulmak ve çalışmak doğrultusunda genç ve orta yaşlı insanların başka ülkelere gitmesi sayesinde gerçekleşmektedir . Yoksulluk ve işsizlik bu doğrultuda göçlerin ana nedeni olarak önem kazanmaktadır . Ne var ki , soğuk savaş sonrasında yeryüzünde bir yeni dünya düzeni kurmak isteyen batının zengin sınıfları , yer küreye eskisinden çok farklı bir biçim vermeye kalkıştığı anda , bir çok ülkede karışıklıklar ortaya çıkmıştır . Bazı zayıf ülkelerde artan dış baskılar doğrultusunda , toplumsal karışıklıklar ya da iç savaşlar ortaya çıkmaya başladığı aşamada gene bu gibi durumların doğal sonucu olarak göç olayları ortaya çıkabilmektedir . Bulundukları ülkelerin kamu düzenlerinin bozulması ya da yaşam koşullarının gerilemesi gibi olumsuz durumlarda da göçler birbiri ardı sıra gündeme gelerek dünya devletlerini uğraştırmaktadır . Göçler iki ülke arasında olduğu için göç veren ülke ile göç alan ülke arasındaki ilişkiler de göçlerin ortaya çıkmasında önemli roller oynamaktadır . Yaşam koşullarının kötüleşmesi göç veren ülkeleri kendi nüfusundan vaz geçmeye zorladığı gibi ,göç alan ülkeleri de ek bazı sorumluluklar ile karşı karşıya getirmektedir . Göç olayları farklı kültürlerin karşılaşmasına yol açtığı için bazan bu farklıları taşıyan topluluklar arasında çekişme ve çatışma gibi yeni sorunları da beraberinde gündeme getirmektedir . Farklı kültürlerden gelen insanların göçler yüzünden bir arada yaşamaları , devletlerin kamu düzeni içinde bu farklıların gereği olan hizmetleri karşılamalarını gerektirmektedir . Osmanlı İmparatorluğu dağılırken yaşanan bu tür olayların yüz yıl sonra yeniden göçler aracılığı ile ortaya çıktığı bugünkü aşamada gene eskisi gibi devletlerin önüne çıktığı görülmektedir . Dün Balkan kültürüne sahip olan insanlar daha geride kalmış olan Müslüman toplumların içinde yaşamaya zorlanırken , bugün gelinen noktada Orta Doğu’nun Müslüman halkları göçmen konumunda Balkanların Hrıstıyan ülkelerinde yaşamaya doğru yönlendirilmektedir .Bu gibi oluşumların zaman içerisinde çekişme ya da çatışma gibi yeni sorunları da beraberinde getirdiği açıkça ortaya çıkmıştır .

Çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı devletinin çatısı altında çeşitli topluluklar tarihsel göçlerin uzantısı olarak yaşamlarını sürdürürken çok fazla bir azınlık sorunu gündeme gelmemiştir . Osmanlı yönetiminin üç kıtaya dağılmış olan bir imparatorluğu yönetirken izlemiş olduğu dikkatli yöntemler sayesinde uzun yüzyıllar boyunca azınlık sorunları ülkeyi rahatsız etmemiştir . Büyük ulus devletlerin örgütlenmesinden sonra , devletin ulusu ile bütünleşerek asimile olamayan etnik topluluklar, azınlık statüsünde ya da görünümünde devletler açısından entegrasyon sorunları yaratmışlardır . Güney Slavları birliği olarak kurulmuş olan Yugoslavya devletinin bütün eyaletlerinde azınlık konumundaki Sırplar, Sırbistan’daki çoğunluklarını esas alarak bu büyük Balkan devletini yönetmeye kalkışmışlar ama dağılma sonunda Sırbistan dışındaki bütün eyaletlerden kovulmak durumunda kalmışlardır . Sırplar bütün güney Slavlarını kendi yönetimleri altında toplarken, ülkenin her eyaletine dağılmışlar ama değişen dünya konjonktüründe Yugoslavya Federasyonu dağılırken , Sırpların dağılmış olan nüfusları bulundukları eyalet devletlerinde azınlık sorunu gündeme getirmişlerdir . Ortak devlet devam ederken , sosyalist yönetimin gösterdiği hoşgörüden yararlanan bazı Yugoslav vatandaşları yaşadıkları eyaletleri değiştirmişler ve ortak devletin çatısı altında başka eyaletlere göç ederek hem kendileri hem de ülkeleri için daha yararlı bir yaşam düzeni aramışlar ama soğuk savaşın bitimi üzerine gündeme gelen sosyalist sistem çöküntüsü yüzünden ülkedeki iç göçler zamanla tersine göçlere dönüşmüş ve hedeflenen toplumsal entegrasyon girişimleri göçler aracılığı ile sonuçsuz kalmıştır . Her eyaletin içinde yaşamakta olan farklı etnik toplulukların , federasyonun dağılması sonrasında yeniden kendi kökenlerinin çoğunlukta olduğu eyaletlere dönerek bir güvenlik arayışı içinde olduklarını , yaşanan olaylar sonucunda söyleyebilmek mümkün gözükmektedir . Yugoslavya devletinin dünya sahnesinden çekilmesinden sonra , bu devletin eski eyaletlerinin hepsinde hem azınlık sorunları gündeme gelmiş, hem de bu sorunların kısa zamanda çözümü için herkesin kendi etnik kökeninin bulunduğu bölgeye geri dönüşü, Balkanlardaki göç hareketliliğinin yeniden canlanmasına yol açmıştır .

Birinci dünya savaşı sonrasında gündeme geüirilen azınlık sorunları Balkan ülkelerinde gelinen yerlere geri dönme doğrultusunda göçleri öne çıkarırken , bir yandan da küresel emperyalizmin ulus devletlere saldırılarının tırmanmasıyla milliyetçilik akımlarının da güçlenerek öne çıkmasına yol açmıştır . Yugoslavya gibi bir sosyalist devlet küresel emperyalizme karşı gelişen milliyetçilik duygularının kabarması üzerine birliğini kaybederek tarih sahnesinden çekilirken , mikro milliyetçilik hareketleri bütün ulus devletleri ve federasyon yapılarını tehdit etmeye başlamıştır . Balkanların tam ortasında yer alan Makedonya devleti , tarihten gelen çizgiler doğrultusunda Yunanistan ile aynı bölgelerde hak iddia etmek durumunda olduğu için , hem azınlık sorunları ile boğuşmak zorunda kalmış hem de çeşitli azınlıkların haritaların düzeltilmesi doğrultusunda hareket etmeleri ile göç eylemlerine karşı hoşgörülü davranarak , milliyetçi tutumların yeni savaşlara yol açmaması için çaba göstermiştir . Osmanlı döneminde Makedonya’da yaşamakta olan Yahudi nüfusun bir kısmı Balkan savaşları sonrasında Anadolu’ya göç etmediği için bu ülkede her zaman için bir Yahudi azınlık geleceğe dönük yeni yapılanmalar doğrultusunda bulunmuş ve ülkenin yazgısında etkin olmaya çalışmıştır . Osmanlı devleti yıkılırken , Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Yahudilerin bir kısmı bu ülkede kalırken , geleceğin Büyük Makedonya’sını oluşturmak üzere Yahudi asıllı bir çok Amerikan ve İngiliz Yahudi’sinin önceden devreye soktukları ekonomik yatırımlar aracılığı ile de bu ülkeye göç etmeye hazırlandıkları görülmektedir . İsrail’e güvenlik nedeniyle göç etmeyen ABD’li Yahudilerin hem İkinci dünya savaşı sırasında kovuldukları Avrupa’ya geri dönmek, hem de İsrail’in alternatifi bir Yahudi devletini Balkanların tam ortasında Makedonya denilen ülkede oluşturabilmek için , küresel Balkanlar projesine uygun düşen bir yeni siyasal yapılanma doğrultusunda geleceğe hazırlık yapılmaktadır . İsrail’e güvenlik sorunları nedeniyle göç etmeyen Amerikan Yahudilerinin ,yeni dönemde Makedonya’ya gelerek Balkanlar’daki yeni yapılanma doğrultusunda hareket etmeleriyle , Makedonya’nın eskisinden çok daha fazla savaş ve sıcak çatışma senaryolarına alet olabileceği gibi bir durum yeniden ortaya çıkmaktadır . ABD ve Britanya kökenli Yahudi nüfusun Makedonya’da yerleşmesiyle bir anlamda İsrail devletinin Balkanlara uzanması sağlanacak ,diğer yandan da dünyanın her ülkesinden yönlendirilecek yeni göçler yolu ile Büyük Orta Doğu görünümlü Büyük İsrail projesine uygun düşecek bir doğrultuda Balkanlar’da yeni bir İsrail yapılanmasının önü açılmaktadır .Balkan merkezli Osmanlı devleti aracılığı ile merkezi alanda etkin olan İbranilerin bu kez de Büyük Makedonya devleti aracılığı ile benzeri bir etkinliği Balkanlar üzerinden ele geçirmeye çalıştığı açıkça göze çarpmaktadır .

Soğuk savaş sonrası yıllarda ortaya çıkan küreselleşme eğilimleri çizgisinde Balkan ülkeleri dışa açılarak uluslararası toplum ile yakınlaşma ya da bütünleşme arayışı içine girmektedir . Azınlık sorunları ya da göç hareketleri ile sürekli olarak mücadele etmek zorunda kalan Balkan devletleri bu yüzden doğru dürüst bir biçimde uluslararası alanlara tam olarak açılamamıştır . Bölgede giderek tırmanan dinler ya da mezhepler arası çekişmeler yüzünden , bazı göçler yolu ile yeni din arayışlarının öne çıkartılması bu aşamada bir çözüm olarak sunulmaya çalışılmıştır . Göçler bir yandan göç veren ülkeleri göçertirken diğer yandan da göç alan ülkeleri yeni bir yapılanmaya doğru zorlamaktadır . Göçlerin ortaya çıkışında uluslararası gelişmelerin önde gelen rollere sahip olduğu dikkate alınarak , göçler ve bununla ilgili bütün sosyolojik gelişmelerin bütünüyle yeniden izlenmesi gerekmektedir . Balkanlar’daki göç dalgalarının ortaya çıkışını çeşitli toplum kesimleri ile eski dönemin yöntemleri ile değerlendirebilmek giderek zorlaşmaktadır . Değerlendirmelerin bu konulara dikkat edilerek tamamlanmasında sosyal yarar bulunmaktadır . Tarihin her döneminde dünya yeni bir biçim alırken , bu tür gelişmeler merkezi coğrafyaya doğrudan yansımış ve bu nedenle Balkanlar ile Kafkaslar arasında kalan merkezi bölgede iç ve dış göçler birbirini izleyerek gündeme gelmiştir . Bu doğrultuda bugünlerde ortaya çıkan göç hareketlerini geçmişteki benzeri oluşumların bir devamı olarak görmek mümkündür . Dünya değiştikçe merkezi alanda da buna paralel değişiklikler gündeme gelmekte ve iç ya da dış göçler aracılığı ile yeni döneme uyum sağlayacak bir çizgideki dönüşüme bölge ülkeleri zorlanmaktadır .

Yirminci yüzyılın başları ve sonlarında Balkanlar’da yaşanan kanlı olayların arkasında yatan ulus devlet olgusu iç ve dış göçlerin yarattığı etkiler ile karşı karşıya kalınca ,büyük sıcak çatışmalar önlenememiş ve ortaya Bosna ve Kosova katliamları çıkmıştır . Vatikan’ın emrindeki Hrıstıyan Avrupa Birliği ve balkanlardaki Hrıstıyan devletler birlikte hareket edince ortaya bir dinler arası savaş görüntüsü çıkmıştır . Balkanlar’daki Hrıstıyan nüfusun çoğunluğu Müslümanların azınlıkta kalmasından yararlanarak , Yugoslavya Federasyonunun çöküşü sonrasında bir etnik temizliğe kalkışınca hem üç yüz bin Müslümanın katliamlar ile öldürülmesine hem de katledilen Müslüman sayısından fazla miktarda Bosnalı Müslümanın yeniden Türkiye’ye göç etmesine yol açmışlardır . Benzeri bir durum Kosova’da yaşanınca bu kez duruma ABD Nato ile birlikte müdahale etmiş ama daha sonra da büyük bir askeri üs kurarak bu ülkeye yerleşmiştir . Balkan savaşları ile başlatılmış olan milliyetçilik hareketleri hem din kavgasını hem de etnik çatışmaları Balkanlar’da tırmandırınca iç ve dış göçler gene kaçınılmaz bir biçimde öne çıkmış ve bu bölgedeki nüfus hareketliliğinin giderek artmasında önemli roller oynamıştır . Osmanlı devleti gibi çok uluslu kozmopolit bir imparatorluk çökerken ,Balkanların küçük ulusları önce birinci Balkan savaşında kendi ulus devletlerini kurmaya yönelmişler ve daha sonraki aşamada da kendi aralarındaki rekabet yüzünden bu kez de kendi büyük devletlerini kurmak üzere ikinci kez bir Balkan savaşına kalkışmışlardır . Osmanlılar iki Balkan savaşı sonrasında Balkan yarımadasından çekilirken beş milyona yakın Türk ve Müslüman Türkiye ve Asya ülkelerine gelerek resmen göç etmek zorunda kalmışlardır . Bu süreçte , uluslaşma ve ulus devlet kurma eğilimi Avrupa kıtası üzerinden Balkanlar’da yayılırken, göçler doğrultusunda Anadolu yarımadası üzerinde de Türk ulus devletinin kurulması olayı gündeme gelmiştir . Fransız devrimi sonrasında bütün Avrupa ülkelerinde ulus devletler ortaya çıkarken , iki yüz yıl sonra benzeri bir süreç bu kez Balkanlar üzerinden Anadolu topraklarına gelmiştir .

Balkanizasyon bütün etnik ve dinsel toplulukları birbirlerine karşı kışkırtarak bölünme ve dağılmayı gündeme getirirken ,ortaya çıkan ulus devletler arasında da göçlere paralel bir doğrultuda nüfus mübadeleleri de gündeme gelmiştir . Yeni kurulan her ulus devlet kendi nüfus yapısını ulus devlete uygun bir duruma getirebilmek için göçler ile tamamlanamayan ulusal entegrasyonu mübadele yoluna giderek bitirmeye çalışırken , Balkan ülkeleri kendi aralarında nüfus değişimine gitmişlerdir . Fransız devrimi sonrasında Avrupa ülkelerinde de ulus devlet dönemine geçilirken benzeri nüfus değişimi ya da mübadele uygulamalarına ulus devletler yönelerek , kendi ülkelerinde bir nüfus uyumu arayışı içine girmişlerdir . Bu arada Almanya ve Fransa gibi büyük ülkelerin arasında Alsas-Loren gibi tampon bölgeler birkaç kez el değiştirmişlerdir .İç ve dış göçlerin yeterli bir homojen toplum yapısı ortaya koyamadığı ulus devletler de komşu devlet arasında nüfus değişimi ya da mübadele protokolları imzalanarak nüfus kaydırmaları ulus devlet merkezli olarak gerçekleştirilmeye çalışılmıştır . Ulus devletler kendi devletlerinin kuruluş aşaması tamamlandıktan sonra kendi uluslarını yaratmaya yöneldiklerinde , tam anlamıyla ulus devlet ile uyumlu bir ulusal toplum yapısı oluşturabilmenin çabası içine girmişlerdir . Küçük Balkan devletlerinin devletlerini büyütme doğrultusunda iç ve dış göçleri örgütlemeye başladıkları ve bununla istenen homojen ulusal toplum yapısı oluşturulamayınca da , yedekte tutulan alternatif mübadele yollarına başvurdukları ulus devletleri ortaya çıkaran uluslaşma süreci içinde zaman zaman görülmüştür . Avrupa ülkelerinin kendi aralarında uyguladıkları mübadele antlaşmalarının benzerlerinin Balkan ülkelerinde de gündeme gelmesinden sonra , Balkanların iki büyük devleti olan Türkiye ve Yunanistan devletleri arasında da yeni kurulan ulus devletleri pekiştirerek güçlendirme doğrultusunda bir mübadele antlaşması imzalanmıştır .

Türkiye Cumhuriyeti , çok uluslu kozmopolit bir Osmanlı devleti sonrasında bu büyük devletin mirasçısı olarak dünyanın tam ortasında bir ulus devlet olarak tarih sahnesine çıkarken ,devletin kurucusu olarak Türk milletini inşa ederken , hem iç ve dış göçlerden hem de bu tür nüfus hareketliklerini uyumlu bir ulusal toplum yapılanmasına dönüştürecek biçimde mübadele antlaşmaları yapmak yoluna baş vurmuştur . Osmanlılar Balkanlar’dan çekilirken başlayan göçler Balkan Türkleri ile Müslümanlarının Anadolu’ya gelmesini ama bu arada da Anadolu Hrıstıyanları ile birlikte Rumların da yeni kurulan Yunan ulus devletinin topraklarına yerleşerek yeni dönemde devlet ve millet uyumu içinde yaşayabilmelerinin sağlanması için mübadele protokolları imzalanmıştır . Türkiye Osmanlı topraklarının merkezi ülkesinde kurulurken, Balkan yarımadasından göçler yolu ile gelen Balkan asıllı eski Osmanlı ahalisini batı Anadolu’ya yerleştirirken ,benzeri bir mübadele uygulamasını da Orta Doğu bağlantılı Araplar ile Türkler arasında yapmıştır . Yunanistan ,Irak ve Suriye devletleri ile imzalanan mübadele protokolları bölgedeki iç ve dış göçleri tamamlayarak , bir imparatorluk sonrasında Orta Doğu’da ulus devlet yapılanmalarının gündeme getirilmesine yardımcı olmuştur . Protokolların imzalanmasından sonra bir geçiş dönemi uygulanarak , bölge halkının hangi yeni devletin çatısı altında yaşayacağına ve hangi devletin vatandaşı olacağına özgürce karar vermesi sağlanmaya çalışılmıştır .

İmparatorluklar tarih sahnesinden çekilirken yerlerini ulus devletlere bırakmışlardır . Türkiye Cumhuriyeti de bu aşamada tarih sahnesine çıkan yeni bir ulus devlet olarak kendi ulusal yapılanmasını tamamlamaya çalışmıştır . İmparatorluğun terk ettiği ülkelerden gelen eski Osmanlı ahalisi Türkiye’ye göçmen olarak kabül edilirken, Türk ve Müslüman olmalarına dikkat edilmiştir . Zaten Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk yeni devletin sınırlarını Misakı Milli Andı çizgisinde belirlerken Türk ve Müslüman ağırlıklı bölgelerin tek çatı altında bir araya gelmelerini sağlamaya çalışmıştır . Göçlerin yarattığı yeni toplum yapısı ulusal çizgide bir homojen yapılanmaya doğru yönlendirilirken mübadele antlaşmaları kaçınılmaz olmuştur . Bütün diğer ulus devletlerin kendi ulusal toplumlarını yaratma doğrultusunda gündeme getirdikleri mübadele antlaşmalarını Türkiye hem Balkan hem de Orta Doğu bölgelerinde kurulmuş olan yeni komşusu ulus devletler ile gündeme getirmekten çekinmemiştir . Cumhuriyetin ilanı sonrasında tamamlanan mübadele protokol ve uygulamalarının hızla tamamlanmasına öncelik verilmiş ve bu hızlı yapılanma sonrasında Türk ulusu on milyon genci yeni baştan yaratabilecek bir toplumsal güce sahip olabilmiştir . Hrıstıyan Rumlar ile Balkan Türkleri ve Müslümanları mübadele antlaşması doğrultusunda takas edilirken her iki ülkenin nüfus yapılarının daha da homojen ve uyumlu bir düzene kavuşması sağlanabilmiştir . Benzeri bir uygulama ise ,Türkiye’nin güneyinde yer alan Irak ve Suriye gibi Arap ülkeleri ile de uygulama alanına getirilerek , Anadolu Arapları ile Orta doğu Türkleri arasında karşılıklı bir takas uygulaması gerçekleştirilerek , Türkiye ile birlikte komşusu Arap ülkelerinin de, kendi içinde uyumlu bir ulusal yapılanmaya yönelmeleri süreci tamamlanmaya çalışılmıştır .

Ne var ki , ABD’nin Büyük Orta Doğu Birliği , İngiltere’nin Yakındoğu Konfederasyonu ya da İsrail’in Büyük İsrail İmparatorluğu gibi emperyal ve Siyonist yeni siyasal projeler bölgedeki yirminci yüzyılın ulus devletlerinin birliğini ve bütünlüğünü etnik ve mezhepsel çatışmalar yolu ile tehdit etmektedir . Emperyalizmin bölgeye tümüyle egemen olabilmek için kışkırttığı etnik ve dinsel çatışmaların giderek tırmandırılması sonucunda , ulus devletlerin ulusal toplum yapıları sarsılarak parçalanmakta ve böylece emperyal devletler ulus devletlerin karşılarına yeni bir güç olarak çıkmalarını önleyebilmektedir . Irak ve Suriye savaşları sonrasında , daha önce devletler arasında imzalanmış olan mübadele antlaşmalarına aykırı bir çizgide milyonlarca Arap asıllı insanın Türkiye’ye getirilmesiyle toplumun ulusal yapısı güneydoğu sorunu sonrasında ikinci kez kırılmaya uğramaktadır . Emperyalizm Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde sonradan oluşturulan bir etnik kimlik ile Türkiye’nin ulusal birliğini parçalamaya uğraşırken , şimdi de Arap devletlerinde tırmandırılan terör aracılığı ile ülkelerin ulusal bütünlüğünü tehdit edecek biçimde etnik ve dinsel çatışmalar ,hem ulusal toplum yapılarını hem de ulus devletleri parçalayarak emperyalizme hizmet etmektedir . Türkiye cumhuriyeti kuruluşu sırasında Balkanlar ve Orta Doğu komşuları ile mübadele antlaşmaları imzalayarak ulus devlet sürecini tamamlamıştır . Şimdi Orta Doğu’nun savaştan kaçan milyonlarca Arap asıllı insan Türkiye’ye doldurularak , Türkiye Cumhuriyetinin ulusal yapısı ortadan kaldırılmaktadır . Benzeri bir biçimde ekonomik olarak çöken Yunanistan’ın işsiz gençleri de Türkiye’nin batı bölgelerinde istihdam edilerek Balkan Hrıstıyanlarının yeniden Ege bölgesinde yaşamaya başlamaları ile Türk-Yunan mübadele antlaşması rafa kaldırılmaktadır . Ayrıca Müslümanların dini bayramlarında Atina şehir meydanında toplu namazlar düzenlenerek eski Osmanlı hinterlandına dönme çabaları gündeme getirilmektedir . Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi ulusal yapısını kuran mübadele antlaşmalarını uygulayamazsa , bölünmekten ve dağılmaktan kurtulamayacaktır .

Mübadele uygulamaları , ulus devletlerin kurulma aşamasında batı dünyasının önde gelen ulus devletleri tarafından uygulanarak , göç hareketleri ile başlatılmış olan uluslaşma sürecinin tamamlanması ve belirli esaslara bağlanarak ilgili devletlerin kendi nüfuslarına bir iç uyum düzeni yaratmak üzere gündeme getirilmişlerdir . Avrupa kıtasındaki bütün ülkelerde görülen bu durum , benzeri bir biçimde Balkan ülkeleri arasında da uygulama alanına getirilmiştir . On sekizinci asırda batı Avrupa ülkelerinde görülen göç hareketleri ve mübadele antlaşmaları ile batı dünyasında uluslaşma süreci tamamlanmaya çalışılmış ve daha sonra da bu gibi gelişmeler kıtanın batısına doğru gelişmeler gösterince , Balkan yarımadası üzerinde başlamış olan Balkanizasyon sürecinde küçük ulus devletler benzeri uygulamalara yönelmek durumunda kalmışlardır . Balkan yarımadasındaki küçük devletler zamanla birbirleriyle rekabet içine girince, ikinci Balkan savaşı sonrasında kendi büyük devletlerini oluşturma doğrultusunda , hem göç hareketlerini hem de mübadele protokollarını birbirlerine karşı kullanmaktan çekinmemişlerdir . Yirminci yüzyıl başlarında Balkan yarımadası Osmanlı İmparatorluğunun elinden alınarak ,etnik grupların ulus devletlerine doğru yeni bir düzenlemeye yönlendirildiğinde göçler ve mübadeleler birbirini izlemiştir . Savaşlardan kurtularak başka ülkelere göç eden insanlara , olabildiğince gereksinmelerini karşılayacak destekler mübadele antlaşmaları ile sağlanmaya çalışılmıştır .

Çok uluslu bir Osmanlı İmparatorluğundan Yunanistan ve Türkiye gibi iki ulus devlet ortaya çıkınca , eski İmparatorluk döneminden kalma farklı etnik ve dinsel gruplardan kişilerin takas edilmeleri kaçınılmazlaşmıştır . Göçler ile başlayan insan değişiminin daha sonraki aşamalarda mübadele protokolları ile tamamlanması gibi gelişmelerin benzeri Türkiye ve Yunanistan arasında gündeme getirilerek , bu doğrultuda mübadele protokolu imzalanmıştır .Ülke değiştiren herkese hem yerleşme yeri hem de iş olanakları devlet destekleri ile sağlanmıştır .Yunanistan’dan ve diğer Balkan ülkelerinden göç ederek Türkiye’ye gelen herkese devlet olanakları çerçevesinde destek sağlanmış, göçmenlerin iskanı için devlet olanakları ile belirli bölgelerde alt yapı yatırımları gerçekleştirilmiştir .Türkiye kendi ülkesini on ayrı bölgeye ayırırken , gelen göçmenleri eşit ve dengeli bir biçimde bu ülkenin on ayrı bölgesine yerleştirilmesi gerçekleştirilmiştir . Daha çok tarım alanında iş hayatına yönlendirilen göçmenlere hem toprak dağıtılmış hem de tohum,araç-gereç,hayvan ve sermaye yardımları yapılarak göçmenlerin yeni geldikleri ülke toplumu ile kaynaşarak yaşam düzenlerini yeniden oluşturabilmelerinin olanakları yaratılmaya çalışılmıştır . Göçmenler gittikleri ülkelerin vatandaşları olunca , artık geri dönülmez bir biçimde yeni ülkelerinin insanları olabilmişlerdir . Osmanlı sonrası göçlerin mübadele antlaşmaları ile tamamlanması üzerine , birbirine komşu yeni ulus devletler dünya haritası üzerindeki yeni yerlerini almışlardır . Yunanistan ile birlikte Bosna ,Bulgaristan ,Romanya ,Arnavutluk ve Kosova gibi Balkan ülkelerinden yüzbinlerce göçmen gelerek genç Türkiye Cumhuriyetinin eşit koşullarda vatandaşları olma şansını elde etmişlerdir . Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulan bir ulus devlet olarak göçler ve mübadele yolu ile kendi demografik yapısını düzeltmeye çalışırken , takas yolu ile ülke değiştiren eski Anadolu insanları da yeni gittikleri Balkan ülkelerinde uyum sağlamaya ve bu ülkede yeni bir yaşam düzeni kurmaya öncelik vermişlerdir . Göçmenler gittikleri ülkelerde yalnız kalmamışlar , kurdukları dernekler ve vakıflar aracılığı ile hem gereksinmelerini karşılamaya çalışmışlar hem de ülke nüfusu ile bütünleşebilmenin arayışı içerisinde olmuşlardır .Yeni kurulan bütün ulus devletler , göçler ya da mübadele antlaşmaları aracılığı ile gelen yeni vatandaşlarını ulusal toplum yapısı ile bütünleştirerek , uluslaşma süreçlerini tamamlayabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Geçen asırda Balkanlardan gelen göçler Orta Doğu’yu şekillendirmişti,şimdi de Orta Doğu’dan batıya doğru göçler Balkanları yeniden biçimlendirmektedir.

KİTAP TAVSİYESİ /// Partners of the Empire : The Crisis of the O ttoman Order in the Age of Revolutions (İNGİLİZCE)


Partners of the Empire: The Crisis of the Ottoman Order in the Age of Revolutions (Imparatorlugun Ortaklari: Devrimler Caginda Osmanli Nizaminin Krizi) adli kitabim Stanford Universitesi Yayinlarindan cikti. Kitapla ilgili web-sayfasini assagida gonderiyorum.

LİNK : http://www.sup.org/books/title/?id=25742

Umarim ilginizi ceker. Turkce tercumesinin de onumuzdeki iki yil icinde cikmasina gayret edecegim.

Iyi calismalar diliyorum,

Ali Yaycioglu

Assistant Professor
History Department
Stanford University
450 Serra Mall, Building 200
Stanford, CA 94305

LİNK : https://history.stanford.edu/people/ali-yaycioglu

IŞİD ÖRGÜTÜ DOSYASI : İstihbarat verildi ABD IŞİD’i vurmadı


TSK, dün Kilis’i hedef alan IŞİD mevzilerini bildirmesine rağmen, İncirlik’teki silahlı İHA’lar operasyona çıkmadı.

Kilis’e dün sabah saat 09:45 sularında atılan iki roket sonucu bir vatandaş hafif yaralandı. Roket atışlarının yapıldığı Suran bölgesi insansız hava araçları (İHA)’lar ve radarlarla tespit edildi.

Belirlenen koordinatlar anında, İncirlik’te bulunan uluslararası koalisyona aktarıldı. Ancak koalisyon bu kez silahlı İHA’ları göndermeye yanaşmadı.

AMERİKA’DAN HAVA MUHALEFETİ GEREKÇESİ!

Yeni Şafak’ın haberine göre, Silahlı İHA’ların operasyona gönderilmemesinde “hava muhalefeti" gerekçesi sunuldu. Bölgedeki güvenlik kaynakları, uluslararası koalisyonun bu gerekçesini “mazeret" olarak niteledi. Uluslararası koalisyondan destek göremeyen TSK sınır birlikleri, iki adet Katyuşa roket mevziini, Fırtına obüsleri ve Çok Namlulu Roket Atar (ÇNRA) Bataryasıyla ateş altına alındı.

İSTİHBARAT PAYLAŞIMI SÖZDE KALDI

Kilis’e düşen DAEŞ roketlerine karşı uluslararası koalisyon ile işbirliğine varılmış, anlık istihbarat paylaşımı kapsamında Türkiye’nin talebiyle İncirlik’ten kalkan koalisyonun silahlı insansız hava araçlarının DAEŞ hedeflerini vurması benimsenmişti. Silahlı İHA’lar da DAEŞ’in kamyonetler üzerinden roketleri ateşleyerek olay yerinden kaçması üzerine en etkin silah olarak kullanılmaya başlanmıştı. DAEŞ’e karşı ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyon iki gün İHA kaldırarak DAEŞ hedeflerine müdahale etti. Ancak ABD varılan anlaşmayı dün uygulamadı.

PYD’NİN ÖNÜ AÇILIYOR

Son dönemde Kilis’i hedef alan DAEŞ’i ABD vurmamak için adeta ‘hava’dan bahaneler üretiyor. Türkiye DAEŞ hedeflerini vermesine rağmen ABD uçak kaldırmıyor. ABD’nin bu kadar isteksiz davranmakla PYD’yi meşrulaştırma amacı güttüğü belirtiliyor. Kaynaklar, bölgede halen gerek PYD, gerek DAEŞ gerekse Esed rejiminin saldırılarının tek hedefinin muhalifler olduğuna işaret ederken, IŞİD ile mücadelede muhalifler ile birlikte bir sonuca varılamayacağı tezi üzerinden YPG’nin de içinde bulunduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin DAEŞ ile mücadelede tek muhatap olması çabası içerisinde olunduğu kaydediliyor.

SAVAŞ UÇAKLARI KALKMALI

Güvenlik kaynakları, ABD’den gelmesi beklenen HIMARS füzelerinin de sadece bir psikolojik katkı sağlayabileceğini, ancak Türkiye’nin 100 km’ye varan menzilli füzelerinin zaten bölgede olduğunu ifade ettiler. Bölge kaynakları, DAEŞ ile mücadelede sadece silahlı İHA’ların yeterli olmadığını, savaş uçaklarıyla da DAEŞ mevzilerinin vurulması ve Türkiye sınırından uzaklaştırılması gerektiğini belirttiler. Ancak şuana kadar uluslararası koalisyona yapılan bu taleplerin karşılık bulmadığı da ifade edildi.

HRANT DİNK DOSYASI : Jandarma bir gün önce de oradaymış


Hrant Dink cinayetinde halen yürütülmekte olan savcılık soruşturmasında, Dink’in öldürüldüğü gün Agos gazetesi etrafında olduğu tespit edilen 6 jandarma istihbarat görevlisi ile ilgili yeni bulgulara ulaşıldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada olay günü tetikçi Ogün Samast’ı izleyen 6 Jandarma İstihbarat görevlisi olduğu telefon sinyal bilgilerinden tespit edilmiş ancak görüntülere ulaşılmamıştı. Savcılık, cinayet günü Agos çevresindeki bütün kameraları yeniden incelemeye aldı. Akşam gazetesinin haberine göre, İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından yapılan binlerce kamera görüntüsünün incelenmesi sonucu o dönem Jandarma İstihbaratta görevli 1 yüzbaşı ile 5 astsubayın izine ulaşıldı.

6 istihbaratçı

Görüntüler ve telefon HTS kayıtlarının incelenmesi üzerine bazıları halen görevde bazıları ise emekli olan 6 jandarma istihbaratçının ilk olarak cinayetten bir gün önce Şişli’ye gittikleri belirlendi. Cinayetten bir gün önceki kayıtlara göre 6 jandarma istihbaratçı, Dink’in öldürüldüğü Agos Gazetesi’nin bulunduğu Halaskargazi Caddesi’nde dolaşıyor.

Kamera görüntülerine göre jandarma istihbaratçılar ilk olarak cinayetten 2 saat önce yani saat 13.00’da Şişli’ye geliyor. Saat 13.00 – 14-00 arası olay yeri olan Halaskargazi Caddesi ve Şafak Sokak’ta dolaşmaya başlayan jandarma istihbaratçılar Samast’ın bölgeye gelmesiyle onu yakın takibe alıyor. Cinayet anına kadar çapraz şekilde ayrılarak takibi sürdüren jandarma istihbaratçılar cinayet sonrası bir süre takibe devam ediyor.

Cinayet gününe ait Jandarma İstihbarat görevlilerinin ortaya çıkan görüntülerini değerlendiren Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, soruşturmanın sonuçlandırılması gerektiğine dikkat çekti.

“Soruşturma tamamlansın”

Bakırcıoğlu, “Dink cinayetini işleyen örgütün üst yapılanmasına yönelik soruşturmanın muazzam derecede önemli olduğu açık. Bu soruşturmada önemli delillere ulaşıldı. Elde edilen delillere uygun olarak soruşturmada yapılması gerekli zorunlu işlemlerin bir an önce yapılması ve nihayetinde de soruşturmanın tamamlanması gerekliliği bulunmakta” diye konuştu.

İstanbul Başsavcı vekili kamu görevlileriyle ilgili hazırlanan iddianameyi 3 Kasım 2015’te iade ederken soruşturmayı yürüten savcıya hitaben yazılan yazıda “Olayın geçtiği yerde bulunan işyeri kamera kayıtlarında sanık Ogün Samast’a yardımcı-gözlemci ve takipçi olduğu düşünülen bir kısım şüpheliler ile ilgili yapılan çalışmada bu kişilerin Trabzon ve İstanbul Jandarma Personeli olduğu tespiti yapıldığı, bu kişilerin de örgütsel yapı içinde hareket ettikleri yönünde ciddi delil ve emare olduğu” ifadelerini kullanmıştı.

Dink cinayetinde kamu görevlilerinin ihmaline ilişkin yürütülen soruşturmada 26 sanık hakkında dava açılmış ancak soruşturmaya devam edilmişti.

IŞİD ÖRGÜTÜ DOSYASI : İstanbul’da DAEŞ bombacısı yakalandı


İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü, bir süre önce Suriye‘den yasa dışı yollardan Türkiye’ye geçiş yapan Suriye uyruklu Haldun R.’nin DAEŞ militanı ve bomba yapımında uzman olduğu istihbaratını aldı. Maher A. isimli şüpheli ile birlikte DAEŞ terör örgütü adına İstanbul’da eylem yapacakları iddiası üzerine şüphelileri takip altına alan istihbarat ve terör polisleri bomba yapımında uzman kişiler oldukları bilgisi üzerine adreslerine baskın yaptı.

TUTUKLANDI

"Kalhdon" kod ismini kullanan Haldun R.’nin Suriye’den kaçak yollarla Türkiye’ye girdiği belirlendi. Şüphelinin, cep telefonunda çatışma bölgelerinden fotoğraflar ve DAEŞ’in marşı yüklü olduğu belirlendi. Haldun R. tutuklanarak cezaevine gönderilirken diğer şüpheli sabit adresi bulunduğundan adli kontrol kararı verilerek serbest bırakıldı. Şüpheliler, Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak.

RUSYA – GRU DOSYASI : Polonya’da avukata casus suçlaması


Polonya’da Stanislaw S, Rusya askeri istihbarat servisi için casusluk yapmakla suçlanıyor. Avukat hakkında 10 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.

Polonya haber ajansı PAP’ın haberine göre, Varşova Başsavcısı Wlodzimierz Burkacki, 2012-2014 yıllarında Rusya’nın askeri istihbarat servisi GRU için çalıştığından şüphelenilen Stanislaw S’nin mahkemeye sevk edildiğini açıkladı.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) 1991’de ailesiyle Polonya’ya taşınan eski milli kalecinin oğlu olduğu belirtilen Stanislaw S’nin hem Polonya, hem de Rusya vatandaşlığına sahip olduğu kaydedildi.

Varşova’da avukatlık yaptığı ifade edilen Stanislaw S. için 10 yıla kadar hapis cezası talep edildiği açıklandı.

Halen tutuklu bulunan Stanislaw S’nin 2014’te, Polonya Savunma Bakanlığının Eğitim Dairesinde görev yapan Yarbay Sbigniew J. ile yakalandığı bildirildi.

YENİ DÜNYA DÜZENİ DOSYASI /// VİDEO : GİZLİ GERÇEKLER – 05.12.2015 – Ramazan Kağan Kurtoğlu


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=W8qhNpPVHlA&feature=youtu.be

SURİYE DOSYASI /// M. KEMAL SALLI : HALEP KATLİAMI


M. Kemal SALLI
mksalli

Yakın bir zamana kadar Halep’i, Arap coğrafyasının bir kenti olarak algıladık. 2011 Suriye krizi öncesinde, Halep’e gidenlerin, tercümana ihtiyaç duymadan alış-veriş yapabildikleri anlatıldığında hayret edenlerimiz oldu. Halep’in yüzlerce yıllık bir Türk yerleşim birimi olduğundan, Misak-ı Milli sınırlarımız içinde bulunduğundan habersizdik. Halep denilen kent, düne kadar, Diyarbakır gibi, Antep gibi, Musul gibi Osmanlı vilayetlerinden biriydi.

Uyanalım artık; bölgede estirilen “Arap Baharı” rüzgarları bize bir şeyler anlatıyor olmalı.. Altın Köprü, Telafer, Erbil, Emirli, Yengice, Karatepe, Kerkük, Musul, Tuzhurmatu, Tazehurmatu derken Halep katliamı.. Ortadoğu’da yeni bir Balkan faciası yaşamakta olduğumuzun farkında mıyız?

Tarihi Türk kenti Halep yok artık; haritadan silindi. Halep katliamı, Ortadoğu’daki Türk varlığını bölgeden silip süpürmeye yönelik en büyük, en kapsamlı saldırıdır.

Stratejik konumunun önemi nedeniyle Halep yeniden ayağa kaldırılacaktır, ama bu Halep, çarşılarında Türkçe alışveriş yapabildiğimiz bir kent olmayacaktır.

Bilgi eksikliğinin toplumsal duyarlığı dumura uğrattığı ilginç bir dönem yaşamaktayız. Bölgemizde milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, evini yurdunu terk etmesine neden olan bir büyük paylaşım savaşını, ‘Ortadoğu Askeri Olimpiyatları’ olarak algılamaktayız.

Bölgeden uzak coğrafyalarda yaşayan insanların, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” duyarsızlığının bir açıklaması vardır, ama ülkemiz insanlarının sınırımızın hemen ötesinde yaşanan gelişmeler karşısındaki “soğukkanlılığı”, çok ciddi bir araştırma konusudur. Bu saptamamızın en çarpıcı örneklerinden biri Halep’tir. Tarihi bir Türk kenti olan Halep’te Türk varlığına yönelik katliam, nedense insanlarımızı, Survivor’da elenen bir yarışmacı kadar ilgilendirmiyor.

BOP’UN İKİ ODAK NOKTASI: MUSUL VE HALEP

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında Ortadoğu coğrafyasının yeniden şekillendirilmesi operasyonlarının iki odak noktası vardır; biri Musul/Kerkük, diğeri Halep. BOP’u hayata geçirme uygulamalarının başlangıç ve bitiş noktalarıdır bu merkezler.

Ortadoğu’da I. Körfez Savaşı’dan (1991) bu yana, BOP’u hayata geçirme bağlamında sürdürülmekte olan operasyonların asıl hedefi, Musul/Kerkük ve Halep’tir. Bu iki merkezi ele geçiren güç, dünyanın en önemli enerji kaynaklarını barındıran Ortadoğu’ya egemen olacak ve bu zenginlik üzerinden dünya ekonomisine yön verme hakkı kazanmış olacaktır.

ABD Musul’u, ülkenin kuzey parselini oluşturacak Barzanistan’a bağlayarak, üç parçaya böldüğü Irak’tan koparmayı planlamaktadır. Ekonomik kriz içinde olan Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ni (IKBY) de bağımsızlık operasyonu ile kontrol altına almayı planlamaktadır. ABD Başkan yardımcısı Biden, Bağdat’tı ziyaretinde, Irak’ın yapay bir devlet olduğunu açıklarken, NewYork Times, Bağdat’taki BM görevlilerinin Irak’ın bölünmesinin uluslararası toplum tarafından nasıl karşılanacağına ilişkin çalışmalar yaptığını açıkladı. Fakat iş, Irak’ın bölünmesi ve Musul’un Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne (IKBY) bağlanmasıyla da bitmiyor. Bu zenginliğin Akdeniz’e ulaştırılıp pazarlanması, bunun için de, oluşturulacak “Kürt Koridoru” görünümlü ABD/İsrail Koridoru’nun Halep üzerinden Lazkiye’ye uzatılması gerekiyor.

Bölgede 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmesi sürecinde, Rusya ile ABD arasında sürmekte olan paylaşım kavgasının özü, özeti budur.

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında tek kutuplu kalan dünyada, küresel liderliğini Ortadoğu’nun enerji varlığı üzerinden sürdürme kararlılığında olan ABD, Kuzey Irak’ı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e bağlayacak bir koridor oluşturma operasyonlarını YPG ile elele vererek sürdürüyor. Çarlık Rusya’nın en büyük rüyasını hayata geçirerek Akdeniz kıyısında iki önemli üs kazanmış olan Rusya da, kendini Ortadoğu denklemi dışına savuracak bu koridor oluşumunu engellemeye çalışıyor; bütün gücüyle Esad’ı destekliyor.

MUSUL OPERASYONU BEKLEMEYE ALINDI, ÖNCE HALEP DÜĞÜMÜ ÇÖZÜLÜYOR

Ortadoğu’nun paylaşılması kavgasının iki odak noktasından biri olan Musul’un, emanetçi IŞİD/DEAŞ’tan alınarak Irak Kürt Bölgesi’ne bağlanması operasyonu beklemeye alındı. Çünkü Rusya, ABD’nin Irak petrollerini ve doğalgazını Akdeniz’e akıtacak koridorun önüne set çekmek amacıyla, Suriye ordusuyla birlikte Halep’i vuruyor. ABD’nin planladığı koridorun Akdeniz’e ulaştırılmasının en kısa yolu Halep’ten geçiyor. ABD, Rusya’yı ve Türkiye’yi enerji tedariki ve dağıtımı konularında devre dışı bırakabilmek için, Irak ve Suriye’nin kuzey parsellerinden Akdeniz’e uzanacak koridora çok önem veriyor. (İsrail’in, 2020’de, Anadolu üzerinden Avrupa’ya uzatmayı planladığı boru hattının BOP coğrafyasındaki gelişmelerle ilgisi ayrı bir yazının konusudur.)

BOP’un en önemli hedeflerinden biri olan ABD/İsrail koridorunun Akdeniz’e ulaşabilmesi için mutlaka Halep’ten geçmesi gerekiyor. O nedenle, Ortadoğu savaşından pay kapmak isteyen bölgesel ve küresel güçler hep Halep’i hedef aldılar.

Bölgesel ve küresel güçlerin kuşatması altında olan Halep’in bir bölümü, Rus savaş uçaklarının desteği sayesinde Esad rejiminin kontrolü altında. Halep’in doğusu muhaliflerin elinde. IŞİD/DEAŞ, Ahrar’üş Şam, El Kaide uzantısı El Nursa, Tevhid Tugayı, Fetih Tugayı ev El Asala Wataniya Halep çevresinde çevrelenmiş taşeron örgütler.. Halkın Koruyucuları Birliği PYD/YPG Halep’in kuzeyindeki Eşrefiye ve Şeyh Maksut semtlerinde etkili..

ATEŞKES VE “SESSİZLİK REJİMİ”

Suriye’de taraflar, 27 Şubatta taraflar anlaşarak ateşkes ilan etmişlerdi. Karşılıklı bombalamalar nedeniyle ateşkes anlaşması sona ermiş durumda. Cuma günü (29 Nisan) ABD ve Rusya arasında varılan anlaşmayla Şam’ın Doğu Guta ve Lazkiye’nin kuzey bölgelerinde “Sessizlik Rejimi” anlaşmasına imzanmış, Halep bu anlaşmanın dışında tutulmuştu.

Bu anlaşma, Halep’in gücü yetenin elinde kalması demekti. Nitekim öyle oldu. Amansız, acımasız hava saldırıları sonrasında, Ortadoğu’nun en güzel tarihi kentlerinden biri olan Halep tam bir harabeye döndü. Sağ kalanlar canlarını kurtarabilmek için yollara düştüler. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeid Ra’ad El Hüseyin, “Canavarca bir umursamazlık” diyerek, Suriye’de, tarihin benzerini görmediği insanlık bir insanlık dramı yaşanmasına neden olan tarafları ağır bir dille suçladı. Hüseyin, Halep katliamının sona ermediğini de haykırarak şöyle dedi: “Katliamın tırmanma hazırlığına ilişkin askeri yığınaklarla ilgili son derece rahatsız edici raporlar var!” Halep, insanlık tarihinin en acımasız saldırılarıyla haritadan siliniyor.

HALEP BİZİM İÇİN NE DEMEK?

Kağıt üzerinde oluşturulan Türkiye-Suriye sınırında, birbirlerinin bayramını tel örgüler arkasından kutlamak zorunda kalan akrabaların dramı anlatan haberlerin alıcısı olmadığından, gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında yer almıyordu. Düğün ve ölüm haberlerini tel örgüler arakasından paylaşan akrabalar, birbirlerine aldıkları hediyeleri de, çevresi mayınlı tel örgüler üzerinden savurarak gönderebiliyorlardı.

Bir ülkenin güvenlik sınırlarının siyasi sınırlarının çok ötesinde olduğunu, güneydoğumuzda hendek savaşları yaşamaya başlayınca, Kilis’e sınır ötesinden füzeler düşmeye başlayınca daha net anlamaya başladık..

Esad’ın zulmüne uğrayan Suriyelilere -içine tuzaklanmış unsurlarla birlikte- kucak açtık, ama Halep’teki, Bayır- Bucak’taki Türk varlığını sonuna kadar korumaya kararlı olan canlarımızın katlandıkları sıkıntılara, çektikleri acılara o kadar duyarlı olamadık.. Suriye dediğimiz topraklarda, Halep’te, Bayır- Bucak’ta yaşayanların yapay sınırların bizden ayırdığı canlarımız olduğunu düşünemedik nedense.. “Esad’ın zulmüne uğramış “Suriyeliler” olarak baktık onlara.. Halbuki Halep’te yakıp yıkılan bizim kültürümüzdü, katledilenler bizim canlarımızdı; “Türkmen” dememize alınmayan soydaşlarımızdı..

Yakın bir zamana kadar Halep’i, Arap coğrafyasının bir kenti olarak algıladık. 2011 Suriye krizi öncesinde, Erdoğan’la Esad’ın birbirlerine “Kardeşim” diye hitap ederek, ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptıkları dönemde, Halep’e gidenlerin, tercümana ihtiyaç duymadan alış-veriş yapabildikleri anlatıldığında hayret edenlerimiz oldu. Halep’in yüzlerce yıllık bir Türk yerleşim birimi olduğundan, Misak-ı Milli sınırlarımız içinde bulunduğundan habersizdik. Halep denilen kent, düne kadar, Diyarbakır gibi, Antep gibi, Musul gibi Osmanlı vilayetlerinden biriydi.

Uyanalım artık; bölgede estirilen “Arap Baharı” rüzgarları bize bir şeyler anlatıyor olmalı.. Altın Köprü, Telafer, Erbil, Kerkük, Yengice, Karatepe, Emirli, Musul, Tuzhurmatu, Tazehurmatu derken Halep katliamı.. Ortadoğu’da yeni bir Balkan faciası yaşamakta olduğumuzun farkında mıyız?

Tarihi Türk kenti Halep yok artık; haritadan silindi. Halep katliamı, Ortadoğu’daki Türk varlığını bölgeden silip süpürmeye yönelik en büyük, en kapsamlı saldırıdır. Stratejik konumunun önemi nedeniyle Halep yeniden ayağa kaldırılacaktır, ama bu Halep, çarşılarında Türkçe alışveriş yapabildiğimiz bir kent olmayacaktır.

GİDİN SURİYE SINIRINA, “GARDAŞ, NA HALDASIN?” DİYE BİR SESLENİN

Gidin Suriye sınırına, yüksekçe bir yere çıkıp, “Gardaş, na haldasın?” diye bir seslenin.. Sesinizin yankısı, büyük bir olasılıkla şöyle olacaktır: “Burası Bayır-Bucak, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda sözünü ettiği ‘En son ocak..’ ”

Allah, bütün olumsuzluklara rağmen, vatan bildiği topraklara sahip çıkmaya çalışan canlarımıza yardımcı olsun, inşallah..

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.