Günlük arşivler: 14 Haziran 2016

SOSYAL MEDYA DOSYASI /// Hanefi Avcı : Kuşçubaşıeşref hesabını Adalet bakanlığı, MİT ve Milli Damar kullandı


Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, iddia ettiği ‘Milli Damar’ soruşturmasıyla ile ilgili savcılıkta ifade verdi.

Geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, ‘Milli Damar örgütü devleti ele geçirdi’ diyen Hanefi Avcı avukatı Fidel Okkan ile birlikte, savcı Tekin Küçük’ün daveti üzerine, konuyla ilgili ifade vermek üzere savcılığa gitti.

Hanefi Avcı ‘Milli Damar’ soruşturması ile ilgili ifade verdi.

KUŞÇUBAŞIEŞREF’ HESABINI DEŞİFRE ETTİ

Hanefi Avcı ‘Milli Damar’ soruşturmasıyla ilgili ifadesinde Twitter’daki ‘Kuşçubaşıeşref’ hesabını deşifre etti. Avcı ‘Kuşçubaşıeşref’ hesabını Adalet Bakanlığı’nın MİT’in ve Milli Damar’ın kullandığını ifade etti.

Hanefi Avcı şikayet dilekçesinde yer alan iddiaları detaylarıyla savcılığa anlattı.

İŞTE HANEFİ AVCI’NIN SUÇ DUYURUSU DİLEKÇESİ

ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA

SİKAYETÇİ: Hanefi AVCI

VEKİLİ: Av.Fidel OKAN, Çankaya/ANKARA

SUÇ: Paralel Devlet Yapılanması

ŞÜPHELİLER: Devletin en etkin pozisyonlarında görev yapan Milli Damar İsimli Örgütün Yönetici ve Üyeleri.

AÇIKLAMALAR :

1-Müvekkilim Hanefi Avcı yazmış olduğu “Dün Devlet, Bugün Cemaat” isimli kitabında çok açık bir şekilde; tüm devlet kurumlarında örgütlenmeye çalışan F. Gülen Cemaatinin polis ve yargıdaki mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara karşı komplolar düzenlendiğini anlatarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin karşı karşıya olduğu örgütsel tehlikeye, 2010 yılında dikkat çekmek suretiyle, yargı ve idarenin bu yapılanma tarafından gerçekleştirilen her türlü hukuk dışı saldırıya dikkat etmesi ve önlem alması gerektiğini belirtmişti.

2-Kitabın yazılmasından hemen sonra, 23.08.2010 tarihinde Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na vermiş olduğumuz şikayet dilekçesinde, Fettullah Gülen ve onun yönetimi altındaki cemaatin illegal yapılanmasına dayalı faaliyetleri hakkında soruşturma yapılmasını talep etmiştik. Savcılık müvekkilimize ait iddiaların “kendi değerlendirmesi olduğu, soyut olduğu ve somut hiçbir bilgiye dayanmadığı” gerekçesi ile kamu adına kovuşturma yapılmamasına karar vermişti.

3- İçişleri bakanlığı tarafından yürütülen idari soruşturmada ise Emniyet içerisinde Gülen Cemaatinin yapılandığı iddiaları araştırılmış! bilgisine başvurulan emniyet müdürlerinden 4’ü dışında, diğer müdürler “Emniyet teşkilatında Gülen Cemaatinin yapılandığına ilişkin herhangi bir duyumlarının olmadığı” yönünde ifade vermişti.

4– Müvekkil Hanefi Avcı’nın bundan sonra yaşadıkları ise, bütün toplumun gözü önünde gerçekleşti ve hayatının 3 yıl 9 ayını geçireceği cezaevi süreci başladı. Müvekkilimiz cezaevine atıldıktan sonra, Fetullah Gülen “Allah taksiratını affetsin” şeklinde beyanda bulunarak yargı içerisindeki elamanlarına adeta hedef gösterdi.

5-Hanefi Avcı’ nın, Devrimci Karargah soruşturması kapsamında tutuklanmasının akabinde medya yoluyla itibarsızlaştırma süreci hızlandırıldı ve bir müddet sonra Ergenekon dosyasının kumpas ayaklarından biri olan Oda TV soruşturmasına dahil edilerek bu dosyadan da Hanefi Avcı hakkında tutuklama kararı verildi. Yazdıkları konular araştırılmadığı gibi yazdıklarından dolayı hakkında birçok ceza ve hukuk davaları açıldı, yapılan idari soruşturmalarda da 1’i memuriyetten ihraç, 10’u meslekten ihraç olmak üzere 20 den fazla disiplin cezası verildi

6-17-25 Aralık 2013 tarihlerinde gerçekleşen Hükümete Darbe / Büyük Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu adı verilen soruşturmalardan sonra müvekkil Hanefi Avcı’nın cezaevine girmesine neden olan kitabındaki iddiaları birer birer savcılıklarca soruşturmalara konu olmuş ve hepsi doğrulanmıştır.

7– Aynı süreçte Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Devrimci Karargah, Oda Tv gibi soruşturmaların birer kumpas davası olduğu ve bu kumpasların cemaatin emniyet, yargı ve basın ayakları tarafından koordineli yürütülen çalışmalarla gerçekleştirildiği bugün mahkeme kararları ile ortaya çıkmaya başlamıştır.

8– Müvekkil Hanefi Avcı cezaevinden çıktıktan sonra zamanında soruşturulmayan kıymet verilmeyen görüş ve düşüncelerini her platformda anlatarak, bir çok kişiye, devlete / hükümete yönelik gerçekleştirilmeye çalışılan saldırılara karşı mücadelesini sürdürmüş, cemaatin yaptığı suçları anlatan “ Cemaatin İflası Hocanın Ayağının Kaydığı Yer” isimli ikinci kitabını yazmış, Paralel Devlet Yapılanmasının hukuksuzlukları ile ilgili katıldığı 20 den fazla TV programı, yazılı basında röportajlar, kitap fuarları ve üniversitelerde yaptığı onlarca söyleşide de anlatarak halkın ve gençliğin duyarlı kılınması konusunda çalışmalarına devam etmiştir.

9- Hanefi Avcı, yürütülen soruşturmaların hukukun çizdiği sınırlar içerisinde kalması gerektiğini defaatle ifade edip, devlet hiyerarşisi içinde benzer tüm yapıların tasfiye edilerek ileride oluşabilecek tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesi gerektiği yönündeki görüş ve önerilerini altını çizerek kamuoyu ile paylaşmaktadır.

YENİ PARALEL DEVLET YAPILANMASI (MİLLİ DAMAR)

10- Şimdi de emniyet içerisinde kendilerini Milli Damar diye niteleyen eski Nur Cemaatinden ayrılma bir grubun örgütlendiği, devlet içerisinde özellikle emniyet teşkilatı içerisinde belli köşelere kendi elemanlarını yerleştirdiği, amaçlarına ulaşmak için;

– Önce emniyet içerisinde istihbarat, personel birimlerine kendi elemanlarını çeşitli yöntemlerle yerleştirdiği,

– Sonra kendilerinin hukuksuz durumlarına karşı olan diğer emniyet mensuplarına karşı yurt dışı ve yurt içinde birçok noktalarda sahte isimler ve uydurma iddialarla (FETO Üyesi, Paralel Yapı Mensubu, KÖZ Grubu vs) ihbar mektupları attığı,

– Kendilerinin gönderttiği bu sahte isimli ve suç uydurma içerikli ihbar mektuplarını aynı örgütte olan savcılarla paslaşarak, savcılıklara gönderip adli işlem bahanesi yarattıkları,

– Sonra dinleme, izleme kararları alıp bu yöntemle topladıkları bilgileri suistimal ederek bu kişilere kumpas kurma çalışmaları içerisine girdikleri,

(Geçmişte; Fethullah Gülen Cemaati’nin 2006 yılında ilk ihbar mektubuyla Ergenekon operasyonu diyerek başlayan komplo serisi, her bir ihbar mektubu bahanesi ile bir kuruma yönelik devam eden komplolar 10 uncu ihbar mektubu ile hükümete yönelik darbe operasyonuna ulaşmıştır)

Cemaatin Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) kendine hedef seçtiği her olay ve her gruba yönelik geçmişte uyguladığı bu yöntemin, bugün aynı benzeri ile Milli Damar Örgütü tarafından uygulamaya konduğu açıkça görünmüştür.

Klasik “F. Gülen cemaati yöntemi olarak” tescil edilmiş olan bu yöntemle ilgili olarak İstanbul Fuhuş Casusluk davası diye bilinen olayda bu davanın temelinin cemaat kumpası olduğuna karar veren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi kararının 6. Sayfa son iki paragrafında bu yöntemle kumpas kurulmasını anlatırken aynısı ile;

“Öncelikle üzerinde durulması gereken konunun yurt dışından kim yada kimler tarafından gönderildiği belli olmayan e-mail ihbarıdır, kamuoyuna da yansımış Poyrazköy, Amirallere Suikast, Kafes Eylem planı gibi davalarda da aynı yöntemin kullanıldığı, kim veya kimler olduğu tespit edilemeyen sahte hesaplardan atılan bu e-maillerle …. iddialarla soruşturmaların başlatılıp sonrasında bulunan dijital materyallerle daha ciddi suçlamaları içeren soruşturmaların yapıldığı görülmektedir.

Ülkemizin emniyet istihbaratının, jandarma istihbaratının, milli istihbarat teşkilatı ve diğer yetkili kurumların haberdar olmadıkları, suç isnatlarının yurtdışından sahte e-mail ile sahte hesaplardan tespit edilemeyen şahıslar tarafından yapılması bu suçların onlar tarafından bilinmesinin hayatın olağan akışı ile uyumlu bulunmadığı, belli bir yapı adına hareket edildiğine dair mahkememizdeki kuşkuları artırmıştır.

Diyerek bu yöntemin bir yapı/örgüt tarafından yapıldığını belirterek komplo yapan kişilerin araştırılması için suç duyurusunda bulunmuştur.

MİLLİ DAMAR GÜLEN CEMAATİ’Nİ TAKLİT EDİYOR

F. Gülen cemaatinin içindeki Paralel Yapı’yı taklit eden kendilerine “Milli Damar” diyen bu grubun emniyet içerisinde örgütlenip aynı yöntemleri kullanmaya başladıkları, hedef seçtikleri diğer emniyet mensuplarına komplo yapmak adına aynı şekilde yurt dışı ve birçok ilde uydurma isimler veya imzasız ihbar mektupları gönderip sonra bu ihbarları savcılıklara iletip soruşturma yapmaya başladıkları anlaşılmıştır.

Ülke içerisinde illegal bir yapılanma var ise bunu delileriyle birlikte tespit edip ortaya ilk çıkaracak olan MİT, Emniyet İstihbarat, Jandarma İstihbarat gibi Devletin Güvenlik ve İstihbarat birimleri olması gerekir iken, bu birimlerin hiç haberinin olmadığı konularda, yurtdışında bir kişinin veya Anadolu’nun herhangi bir ilinde kimliği belirsiz bir kişinin haberdar olup ihbar etmesi, akıl ve mantıkla izah edilemez. Yapılan bu işlemler, ihbarların devlet içerisinde örgütlenmiş bir grup tarafından organize edildiği, eğer bu işlemleri yaptığı zaman, üzerlerine gidilerek planları boşa çıkarılmaz ise aynen geçmişteki gibi her ihbarda bir başka devlet kurumu, makamı veya kendilerinin hukuka aykırı devlet içerisindeki örgütlemelerine mani olmak isteyen görevlilere kumpas hazırlayarak etkinlik kurup yine 10. ihbarda çok daha üst makamlara komplo kuracakları çok açıktır.

Devlet içerisinde örgütlenen bu grup kendi yazdıkları imzasız mektupları kendilerine gönderip sonrada sanki ciddi iddialar varmış gibi bunu işleme koyarak savcılıklarla yazışmalar yapmaya başlamışlardır. Tüm bunların dışında 7 Haziran seçimleri öncesinde ve sonrasında müvekkilim Hanefi Avcı’ya da komplo kurmaya kalkıştıklarını net bir şekilde ayrıca öğrenmiş bulunuyoruz. Bugün, öncelikle bu sahte ihbarcılar araştırıldığında Milli Damar grubuna ulaşılacaktır. Bu sahte iddialara sahip mektupları işleme koymaya kakanların aynı zamanda bunu yazanlar olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Başka türlüsü zaten imkansızdır.

MİT, Emniyet ve Jandarma’nın bunca geniş görevli ve istihbarat ağına, teşkilatı yöneten, her gün onlarla beraber olan, her iş ve işlemden haberi olan emniyet teşkilatı yöneticileri ve bakanlık yetkililerinin bilmediği, vakıf olmadığı, duymadığı üstelik emniyetin içerisinde olup biten konuları, kim oldukları belli olmayan yurt dışında veya Anadolu’nun küçük şehir ve kasabalarında bulunan sıradan insanlar tarafından ihbar mektupları ile teferruatı ile bildirilmesi, isimlerin yazılması hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi, çok açık ki bunlar sıradan iyi niyetli ihbarlar değil, emniyetin içerisinde örgütlü bir grup tarafından organize edilen kötü niyetli komplo başlangıçlarıdır. Bu dilekçeleri gerekçe göstererek soruşturma başlatmak isteyenlerin aslında bu ihbar mektuplarını gönderenlerle fiili işbirliği içerisinde olduğu sadece geçmiş tecrübelere bakıldığında bile rahatlıkla anlaşılacaktır.

MİLLİ DAMAR TÜM AYRINTILARIYLA ORTAYA ÇIKACAKTIR

Kendilerine Milli Damar adını veren bu yapının, nasıl şekillendiği, kimlerden destek aldığı ilerleyen süreçte tüm ayrıntıları ile ortaya çıkacaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, bu yapının müvekkil Hanefi Avcı, PDY’ na karşı samimi mücadele eden bazı emekli ve devlet hiyerarşisi dışında hiçbir hiyerarşi tanımayan emniyet mensuplarını ilerde kendilerine karşı tehdit olarak gördükleri için sözde bir örgüt yaratarak (KÖZ GRUBU) ve müvekkilimizle birlikte diğer kişilerin bu örgütün üyesi olduğu iddiası yayarak kumpas hazırladıkları açığa çıkmıştır.

Ülkenin iç güvenlik açısından, bir yanda Güneydoğuda Terör Örgütü PKK, diğer yanda Terör Örgütü İŞİD, başka açıdan Cemaatin içindeki Paralel Yapıyla yürütülen mücadele, bunların yanında Suriye’de yaşanan olayların ülkemize yansıması,,DHKP-C eylemleri gibi içinde bulunduğumuz vahim durum karşısında tüm emniyet teşkilatı ve diğer iç güvenlik birimleri, birbirlerine dayanışarak tek vücut bu gruplara karşı görev yapması, aralarındaki ufak sorunları bile ertelemeleri gerekirken, Milli Damar suç örgütü aynen geçmişte cemaatin yaptığı şekliyle grupçuluk, ayrımcılık yaparak, fırsattan istifade, emniyet makam ve mevkilerini ele geçirmeye çalışmış önemli ölçüde başarılı olmuştur. Devletin en üst kademeleri ile kurduğu irtibatlarda o makamları da “yanıltarak” ve“ kandırarak” bu Terör Örgütleri ve diğer yapılara karşı asıl görev yapan kişileri, KÖZ grubu vs. suçlaması ile pasifize etmeye başlamışlardır.

Geçmişte Cemaatin tüm komploları, önce Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığınca (İDB) , hukuka aykırı bir biçimde, sahte isimlerle yapılan dinlemelerle başlamış, buradan elde edilen bilgilerle, sahte ihbarlar yapılarak, komplo, adli tahkikatlara dönüştürülmüştür. Cemaatin suçlarının aydınlatılmasının en önemli anahtarının; İDB’na yapılan hukuka aykırı dinleme, izlemelerin bütün boyutu ile aydınlatılmasına bağlı olduğu çok açıktır.

2010 yılında Haliçte Yaşayan Simonlar kitabında açıkça ifade edilmesine, hatta; Emin ARSLAN, Sabri UZUN, Hüseyin ÖZALP, Celal UZUNKAYA, Mustafa ARAL, Murat NEMUTLU gibi isimler verilerek anlatıldığı gibi yine aynı kitapta binlerce insanın, İDB ve diğer il birimlerince sahte isimlerle ve uydurma suçlarla dinlendiğinin bildirilmesine rağmen;

İstihbarat Daire Başkanlığınca, çok kolayca ve bir iki dakika içinde, bu isimleri verilen kişilerin telefonlarının dinlenip dinlenmediğinin tesbit edilme imkanı varken, İDB tarafından hiçbir tesbit yapılmamış, bu durum 2015 yılında Adalet Baş Müfettişi tarafından ortaya çıkarılmıştır.

İDB hukuka aykırı dinlemeleri tespit edip ortaya çıkarmadığı gibi adalet başmüfettişi tarafından ortaya çıkarılan sahte isimlerle, İMEI numarası üzerinde uydurma suç isnatlarıyla yapılan dinlemelerle ilgili olarak Mülkiye ve polis başmüfettişlerinin ve C. Savcılığının istediği bu dinlemeleri fiilen yapan polislerin isimleri istenmiştir. Ancak bunca dinlemeye rağmen İstihbarat Daire Başkanlığınca tek bir görevli ismi bile verilmemiştir.

Böylece sahte isimli dinlemenin yapılıp yapılmadığı kesin olarak tespit edilemediği gibi, alınan dinleme kararında farklı isimler varken, fiilen konuşan kişilerin farklı kişiler olduğunun anlaşılması ile bu görevlilerin üstlerine bilgi verdiğinde ne işlem yapıldığı, daha da garibi bazı dinlemelerin karar alan birimler değil farklı yerlere yönlendirilerek cemaatin başka gruplarınca dinlendiği, ancak bu durumun tespitinin böylece engellendiği görülmüştür.

KUMPASIN BAŞLANGICI

11- Gülen Cemaatinin eski emniyet imamı olan Kemalettin Özdemir ile Hanefi Avcı, bazı emekli ve çalışan emniyet mensubu isimlerini aynı örgütün yöneticileri olarak gösterilmesinin kurulmak istenen bir kumpasın başlangıcı olduğu tartışmaya mahal vermeyecek ölçüde nettir.

12- Öncelikli olarak ne Hanefi Avcı ne de ismi geçen diğer emekli emniyet mensupları KÖZ grubunun lideri olduğu iddia edilen Kemalettin Özdemir ile hiçbir şekilde bir araya gelmemişlerdir. Hiç bir ilişki ve irtibatları, ne dün ne de bu zamanda olmamıştır. Onlar için Kemalettin Özdemir’den yada başka bir kişiden talimat almak, ona tabi olmak şeklindeki iddia bile çok ağır bir hakarettir. Bu tarz olayları kişiliksizlik olarak addeden müvekkil ve diğer emniyet müdürleri hayatları boyunca teşkilatları dışında hiç kimseden talimat değil tavsiye bile kabul etmemişlerdir.

KEMALETTİN ÖZDEMİR, BAŞBAKAN, MİT MÜSTEŞARI VE CUMHURBAŞKANI İLE GÖRÜŞTÜ

Müvekkil Hanefi Avcı, ceza evindeyken cemaatin yapısını çözmek Paralel Yapı Soruşturmaları başladıktan sonra ise Özdemir’ in emniyet imamı olduğu dönemde nasıl örgütlendiğini anlamak ve resmi makamlara ifade vermeye bir türlü yanaşmayan şahsın soruşturma makamlarına ifade vermesi için telkinde bulunmak amacıyla, Kemalettin Özdemir ile birebir ben görüştüm. Ayrıca yaptığım görüşmelerin bir bölümünde yanımda Terör Daire Başkanı, diğer bir bölümünde de KOM Daire Başkanı bulunuyordu. Üstelik Kemalettin Özdemir ile yapılan görüşmeleri, Paralel Devlet Yapılanması soruşturmasını yürüten savcı Serdar Coşkun’a söylemiştim.

Ayrıca Kemalettin Özdemir’in; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve MİT Müsteşarı ile de görüştüğü bilinen bir olaydır.

13– Hanefi Avcı, Milli Damar isimli örgütün bir faaliyet içerisinde olduğunu ilk olarak sosyal medyada kendisine yönelik yapılan algı operasyonlarından anlamıştır. Bir dönem MİT, HSYK seçim döneminde ise Adalet Bakanlığı yetkilileri tarafından kullanıldığı bilinen“Kuşçubaşıeşref” isimli sosyal medya hesabı, bir müddet sonra bu yapının eline geçmiş ve Hanefi Avcı’ nın KÖZ ekibine dahil olduğu ve ihanet çetesine katıldığı paylaşımları yapılmıştır. Örgüt bu paylaşımları yaptıktan hemen sonra rahatsızlık yaratacağını düşünmüş olacak ki hemen sonrasında silmiş ancak ilgili tweetler tarafımızdan temin edilmiştir.

14– Aynı dönemde ben de, Milli Damar isimli yapıya ilişkin bir yazı yazınca, sabahın erken saatlerde Terör Daire Başkanı aradı. Söz konusu yapıyla ilgili çok şey söylendiğini ama kendisinin görevlendirdiği Terör Daire Başkan Yardımcısının hiçbir şey bulamadığını ifade etti. Bunun üzerine görüştüğüm Terör Daire Başkan Yardımcısı, Milli Damar yapılanması hakkında soruşturmayı kendisinin yürüttüğünü önemli bulgulara ulaştığını ancak soruşturmanın devamını getiremediğini çünkü önce kendisine Hakkari İl Emniyet Müdürlüğü teklifinin yapıldığı ve kabul etmediği için teamüllere aykırı bir şekilde emekliye sevk edildiğini bildirdi

Gazeteci Abdurrahman Şimşek ise bu örgütün mensupları ile görüşmelerini ve bu örgütün faaliyetlerini gazetede ve sosyal medyada yazmış olup ayrıca benim de yanında Avukatı olarak bulunduğum şüpheli sıfatıyla ifade verdiği bir hadisede, bu örgüt ile ilgili çok önemli ipuçlarını da detaylı olarak anlatmıştır. Salt bu olay bile alenen emniyet içerisinde örgütlenmiş ayrı bir cemaat yapısı olduğunu ortaya koymaktadır.

MİLLİ DAMAR: DEVLETE İHANET EDEN ÇETE

15– Milli Damar isimli yapılanmanın, Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’a dost görünüp, devlete ve millete ihanet eden bir çete olduğundan hiçbir kuşku duymuyoruz. Bu yapının tasfiye edilen Cemaat yapılanmasının finans kaynaklarını ele geçirip, yeni bir tehdit ve illegal bir güç olduğunu/olacağını bu soruşturma vesilesi ile belirtmek istiyoruz.

MİLLİ DAMAR MEDYADA DA ETKİN

Milli Damar yapılanmasının aynı zamanda medyada etkin olduğu ve bir müddet sonra yeni algı operasyonları ile "sözde paralelle mücadele" adı altında kişi ve kurumları itibarsızlaştırıp, emniyet ve yargıdaki örgüt mensupları vasıtası ile muhalif kişilere çeşitli operasyonlar düzenleyecekleri konusundaki çok ciddi endişelerimizi açıkça belirtiyoruz. Kaldı ki bu noktada farklı bazı medya organları da bu yapının elini güçlendirecek şekilde her olayı paralele bağlayıp, hükümeti veya Sn. Erdoğan’ı eleştirmesi nedeniyle, cemaatle hiçbir ilgisi olmayan hatta cemaatin içindeki Paralel Yapının mağduru olmuş kişileri bile Paralelci ilan edip farkında olmayarak bu örgüte bahaneler yarattığı üzüntü ile izlenmektedir. Müvekkilim yıllar öncesinde devlet içerisindeki cemaat tehlikesine dikkat çekerken ve bedeller öderken bu yapı ile işbirliği içinde haysiyet cellatlığı yapıp bugün komplo ve kumpas olduğu tescilli davaların o gün medyadaki yılmaz savunucuları hiç utanmadan algı ile yönettikleri bir kitleyi uyuşturarak, önüne geleni hep birlikte paralelci ilan etmekte, kendi aralarında bir menfaat çatışması yaşadıklarında ise birbirlerini paralelci ilan edip ülkede bir “Paralel Paranoya” oluşmasına en büyük katkıyı sunmaktadırlar. Geçmişte aynı Ergenekon Soruşturmalarında olduğu gibi birçok soruşturmayı, kitleleri coşturmak amacıyla sulandırıp Milli Damar isimli yapının bir müddet sonra açıkça uygulamaya koyacağı daha büyük kumpaslara da ayrıca zemin hazırlamaktadırlar. Bu örgütün dilekçemizin ekinde isimleri açıkça yazılı basındaki en üst düzey yönetici ve emrindeki kişiler gerek medya gerekse ismini gizleyen ve gizlemeyen Twitter’ daki sosyal medya hesapları ile özellikle ve bilinçli olarak bir korku imparatorluğu yaratıp masum kişiler üzerinde de baskı kurmaktadır.

16– Gelinen noktada, Milli Damar isimli Paralel Devlet Yapılanması hakkında süratle işlem yapılması zaruret halini almıştır. Emniyette, hemen hemen üst düzey görevlerde olan herkesin adını bildiği, bir kısmının içinde olduğu bu yapı ile ilgili yürütülecek soruşturmalar sonucunda hiçbir bulgu elde edilemediği takdirde bu yapının Devlet içerisindeki yapılanmasını tamamladığı, pervasız bir şekilde kişilere ve kurumlara kumpaslar kurarak hukuksuz operasyonlara girecek düzeye geldiği hususunda hiçbir şüphemizin kalmadığını açıkça ilan ediyoruz.

Ayrıca Milli Damar isimli suç örgütü tarafından sürekli gündeme getirilen böyle bir yapılanma (KÖZ) varsa, bu işi soruşturma makamında olanlar; Kemalettin Özdemir veya başkalarını çağırıp sorgulamak gibi devlet güvenliği aleyhine faaliyet gösteren bir gruba yönelik soruşturma yürütecek kabiliyet, yetenek, basiret ve cesareti neden bulamamıştır! Dolayısı ile Milli Damar yapılanmasının kendisine sözde tehdit olarak gördüğü KÖZ grubu hakkında farklı bir çalışmanın yürütülmesi, varsa bu örgütün de tüm unsurları ile ortaya çıkartılması zorunludur.

17- Devletin kontrolünü belirli ölçüde ele geçiren Yeni Paralel Devlet Yapılanması Milli Damar suç ve çıkar örgütünün içerisinde bulunan, Örgüt lideri, yöneticileri, üyeleri ve örgüt ile irtibatta olan teyide muhta kişilerle ilgili isim listesi ve örgütün yapısı hakkında tanıklık yapacak kişilerin isimleri “kapalı zarf” içerisinde sunulmuş olup, savcılık soruşturmasında gerçekler ortaya çıkıncaya kadar tarafımızdan açıklanmayacağı gibi ayrıca soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacıyla ve varsa masum olanların zarar görmemesi açısından dilekçemize de yazılmamıştır. Kapalı zarfta bulunan, gelen bilgiler ışığında isimleri tespit edilen kişilerin “görev” ve “unvanlarına” bakıldığında nasıl çok güçlü yetkilere sahip oldukları ayrıca Devletin “en tepesinde” bulunan makamlara ne kadar yakın oldukları ve bu nedenle milletimizin nasıl bir riskle karşı karşıya kaldığı sanıyoruz ki çok daha iyi anlaşılacaktır.

SONUÇ VE İSTEM : Milli Damar isimli Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili gerekli soruşturmanın yürütülmesini, soruşturmayı yürütecek savcının örgüt ile ilişkili biri olabileceği, böyle bir durumda örgüte bilgi sızdıracağı, bazı delilleri karartabilecekleri ayrıca tanıkların hayatının tehlikeye gireceği öngörüldüğünden soruşturmanın savcısının HSYK Başkan Vekilliği ile yürütülecek istişare ile belirlenmesini ve kapalı zarfın soruşturma savcısı belirlendikten sonra sadece ilgili savcı tarafından açılmasını, soruşturma sonucunda örgüt yöneticilerinin ve üyelerinin ortaya çıkarılarak kovuşturma başlatılmasını vekil edenim adına saygılarımla talep ediyorum. 18.04.201

Hanefi AVCI
Vekili
Av. Fidel OKAN

İsimler kapalı zarfta

Hanefi Avcı’nın kapalı zarf içerisinde savcılığa sunduğu belgede onlarca örgüt yöneticisi ve üyesinin bulunduğu, üst düzey birçok emniyet müdürünün tanık olarak isminin yazıldığı öğrenildi. Şu anda devletin bu örgütün kontrolüne girdiği, birçok muhalif isme KÖZ grubu, FETÖ üyesi iddiası ile operasyon yapmaya hazırlandıkları, bunun alt yapısını oluşturmak için kumpas hazırladıkları belirtildi. Geçmişte, Gülen cemaati tarafından uygulanan yöntemlerin aynısını Milli Damar isimli örgütün de uygulamaya başladığı, yurt dışında ve Anadolu’nun herhangi bir köyünde gönderilen ihbar mektupları, mailler ile komplo başlangıçları oluşturarak, örgüt üyesi hakim ve savcılarla iş birliği içerisinde kumpas kurdukları kişilerle ilgili teknik takip kararları aldıkları, bu şekilde kişilerin özel yaşamına ilişkin bilgileri elde edip, bunları suiistimal ettikleri yakın bir gelecekte de birçok kurum, kişi ve kuruluşa yargısal operasyonlara da başlanacağının dilekçede yer aldığı emniyet kaynaklarınca ifade edildi.

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ DOSYASI /// VİDEO : Nazım Hikmet : Türk Milletini Yok Edemezler /// 1954 Budapeşte Radyosu


VİDEO LİNK :

PARAPSİKOLOJİ & GİZEM DOSYASI : Soviet and Czechoslovakian Parapsychology Research /// Defense Intelligence Ag ency


Soviet and Czechoslovakian Parapsychology Research – Defense Intelligence Agency.pdf

MK ULTRA PROJECT : Science & Technology for New DoD Capabilities


Science & Technology for New DoD Capabilities.PDF

MK ULTRA PROJECT : Interactive Neuronal and Nanoelectronic/Photonic Circuits


Interactive Neuronal and Nanoelectronicphotonic Circuits.pdf

TEKNİK TAKİP DOSYASI : Fetö’nün “VIP Dinleme” Davası


Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının siyasetçi, sanatçı, gazeteci ve iş adamı 402 kişiyi usülsüz dinledikleri iddiasıyla eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, eski emniyet müdürleri Ali Fuat Yılmazer ile Yurt Atayün’ün arasında bulunduğu 138 kişi hakkında hazırladığı iddianame, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi.

Mahkeme, davanın, sanıklardan bir kısmının da arasında bulunduğu 50 kişinin benzer iddialarla Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı davayla birleştirilmesini talep etti.

Cumhuriyet Savcısı Tekin Küçük’ün hazırladığı iddianamede, sanıklara "silahlı terör örgütü FETÖ/PDY üyesi olma", "kişiler arası aleni olmayan konuşmaları dinleme", "iftira", "evrakta sahtecilik" ve "kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği" suçlamaları yöneltildi.

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğünde yapılan usülsüz dinlemelerin esas alındığı iddianamede, bazı tanıkların ve gizli tanık "Bulut"un ifadelerine yer verildi.

İddianamede, 190 kişi mağdur, 212 kişi müşteki olarak gösterildi.

Bazı şüphelilerin firari olduğu ve hakkında yakalama kararı bulunduğu kaydedilen iddianamede, şüphelilerin hukuka aykırı dinlemeleri, FETÖ’nün amaçları doğrultusunda gerçekleştirdikleri savunuldu.

İddianame, nisan ayında Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş, eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle mahkeme iddianameyi iade etmişti.

Savcılık, iadenin ardından iddianameyi tekrar düzenleyerek, mahkemeye göndermişti.

Birleştirme talebi

Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianameyi kabul etmesi sonrasında, davanın Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ve sanıklardan bir kısmının da arasında bulunduğu 50 kişinin benzer iddialarla yargılandığı davayla birleştirilmesini talep etti.

Birleştirme talebinde, iki dava arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu belirtildi.

Ramazan Akyürek ve Lokman Kırcılı’nın arasında bulunduğu kimi kişilerin iki davada da sanık oldukları bildirilen talepte, bazı kişilerin de iki dosyada da müşteki olarak gösterildiğine dikkat çekildi.

Talep yazısında "İki dosyada yargılama konusu eylemlerin ve sanıklara atılı suçların bir kısmının aynı olduğu" ifade edilerek, "dolayısıyla yargılamanın birlikte yapılmasının usül ekonomisine uygun olacağı" belirtildi.

"Özellikle mükerrer yargılamayı önlemek bakımından birlikte yargılamanın gerekli olduğu" ifade kaydedilen yazıda, dosyanın, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesindeki davayla birleştirilmesi için onay verilmesi istendi.

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesindeki dava

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, siyasiler, gazeteciler, yargı mensupları ve iş adamları dahil 48 kişiyi usulsüz dinledikleri iddiasıyla Emniyet Genel Müdürlüğünün eski İstihbarat Daire başkanları Ramazan Akyürek ve Ömer Altıparmak‘ın da arasında yer aldığı 50 sanığı yargılıyor.

Sanıklar eski Başbakan Necmettin Erbakan, bazı Cumhurbaşkanlığı danışmanları ile Anayasa Mahkemesi üyelerinin yakınları, hakim, gazeteci, iş adamı, siyasetçi, emniyet müdürü ve insansız hava aracı projesinde yer alanların da arasında bulunduğu 48 kişiyi, dosyalara farklı isimlerle dahil ederek dinlemekle suçlanıyor.

Sanıklara, "Suç işlemek için örgüt kurmak ve yönetmek, örgüte üye olmak, resmi belgede sahtecilik, kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirme ve saklama, özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlal ve iftira" suçlamaları yöneltiliyor.

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin, birleştirme kararına onay vermesi halinde dosya bu mahkemedeki davayla birleşecek. Onay vermemesi halinde Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi davayı görebileceği gibi "birleştirme uyuşmazlığı" nedeniyle Yargıtay’a da başvurabilecek. Bu durumda davaların birleştirilip birleştirilmeyeceğine Yargıtay karar verecek.

Sanıklar

Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamedeki sanıkları şunlar:

"Aydın Altunkaya, Ömer Peker, Mustafa Çeli·k, İzzet Yılmaz, Yakup Aksoy, Oğuz Ki·remi·tci·, Erdal Argın, Emrah Doğan, Seli·m Yasdıbaş, Ali· Fuat Yılmazer, Ceyhan Berberoğlu, Yusuf Ünal, Zeki· Güven, Emre Baykal, Ahmet Kabaağaç, Nuretti·n Karaca, Murat Akkuş, Bahti·yar Peşter, Abdulvahi·t Tunçay, Ali· Ağıllı, Serkan Şahan, Evren Fırtına, Fati·h Doğan, Meti·n Oyuktaş, Ramazan Akyürek, Mehmet Aki·f Yılmaz, Ertan Arslan, Hami· Güney, Özgür Türker, Davut Ersoy, Hamdi· Egbatan, Nafi·z Yüksel, Sali·m Doğan Zengi·n, Nurullah Altınel, Yunus Yazar, Mustafa Alpteki·n, Atti·la Şengül, Özgür Öztürk, Coşgun Çakar, Ayhan Falakalı, Recep Güven, Ahmet Çoşaralp, Sadedti·n Akgüç, Mahmut Taşcı, Ahmet Ümi·t Seçgi·n, Vedat Yavuz, Şükrü Bahşı, Mustafa Çeti·n, Hurşi·t Uçak, Hakan Ki·rpi·, Muhamed Yılmaz, Özgür Özden, İsmai·l Duman, Okan Acaroğlu, Eyüp Yılmaz, Kaan Özyi·ği·t, Yusuf Dağdelen, İzzet Akdağ, Ti·murtaş Kayacı, Üstün Yukarıkır, İbrahi·m Tuka, Aydın Öğredi·k, Yunus Hazar, Sami· Uslu, Oğuz Kaan Yıldız, Osman Gülbel, İsmai·l Erol, Yurt Atayün, Hasan Uyar, Kenan Uçan, Ebubeki·r Özkan, Ufuk Kaba, Lati·f Harun Pi·şki·n, Ahmet Şentürk, Ali· Rıza Şahi·n, Murat Doğan, Ari·f Gürsoy, Hi·kmet Neci·oğlu, Nurullah Karataş, Barış Deri·k, Muharrem Durmaz, Sali·h Keski·nkılıç, Abdullah Ataş, Hasan Hüseyi·n Işık, Tamer Özbek, Ali· Özdoğan, Ali· Poyraz, Ömer Faruk Kartın, Nadi·r Bayezi·t, Hali·l Adalı, Adem Çoban, Şahi·n Çeli·k, Nesli·han Şi·mşek, Bahaddi·n Alaca, Mehmet Keleş, Selat Öztürk, Murat Ahmetoğlu, Erol Doğan, Mustafa Başer, Lokman Kırcılı, Tamer Bülent Demi·rel, Ali· Arslantaş, Yücel Aydın, Si·nan Özdemi·r, Levent Erkan, Akın Uludaş, Mustafa Gürkan, Mustafa Akşi·t, Cemal Yörübulut, Oğuzhan Yavuz, Uğur Eski·, Selami· Haskul, Dursun Böke, Gürsel Aktepe, Ali· Güler, Bayram Ali· Deveci·oğlu, Mehmet Karateki·n, Muhammet Fati·h Aktaş, Serkan Yurtçu, Yılmaz Şi·mşek, Recep I·nci·, Serap Özyi·ği·t, Yılmaz Angın, Harun Teke, Sadık Akpınarlı, Hüseyi·n Özbi·lgi·n, Ramazan Karakayalı, Serhat Kadi·m, Süleyman Aşcı, Ali· Osman Kayan, Tülay Çebi· Üçgül, Bedri· Ünal, Muhammed Mustafa Aksoy, Ahmet Kalaycı, Adi·l Bulat, Tolgahan Baydar, Adem Çağlar ve Yasi·n Akgün."

Başbakan Yardımcısı Türkeş de mağdurlar arasında

İddianamedeki mağdur ve müştekiler arasında, Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, MHP Ankara Milletvekili Erkan Haberal ve Gaziantep Milletvekili Ümit Özdağ, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yalçın Topçu, eski milletvekili Koray Aydın, eski bakanlar Abdullatif Şener ve Namık Kemal Zeybek, eski Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Ahmet Ertürk, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Faruk Ünsal, emekli Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan, eski İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun, eski Ankara Emniyet Müdürü Kadri Kartal, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un eşi Sevgi Kurtulmuş, gazeteciler Aslı Aydıntaşbaş, Ahmet Hakan Coşkun, Akif Beki, Fatih Çekirge, Sedat Ergin, Cüneyt Ülsever, Hüseyin Gülerce, Nuri Elibol, Uğur Dündar, Cüneyt Özdemir, merhum gazeteci Mehmet Ali Birand, şarkıcı Çelik Erişçi, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım, iş insanları Cavit Çağlar, Ali Koç, Rahmi Koç, Vuslat Sabancı, Nihat Özdemir, emekli Orgeneral Hurşit Tolon ile bazı bürokrat, emniyet mensubu, siyasetçi ve iş adamı bulunuyor.

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : Derin suikastlarda paralel yapı parmağı


İstihbaratın gizli raporuna göre FETÖ, 2002’den itibaren başta Necip Hablemitoğlu ve Dink cinayeti ile Zirve Yayınevi baskını olmak üzere pek çok karanlık olayda başroldeydi.

Devletin istihbarat birimlerinin hazırladığı FETÖ ile ilgili bir gizli raporda, örgütün rolünün bulunduğu suikastlar hakkında da önemli bilgilere yer verildi. Rapora göre FETÖ ya da diğer adlarıyla Gülen Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (PDY), 2002’den itibaren başta Necip Hablemitoğlu suikastı olmak üzere pek çok karanlık olayda başrol oynadı. Hablemitoğlu suikastının yanı sıra 2005’teki Şemdinli olayı, 2006’da Danıştay saldırısı ve Rahip Santoro cinayeti, 2007’deki Dink suikastı ve Zirve Yayınevi cinayetleri Gülen Örgütü’nün parmağının bulunduğu olaylar olarak gösterildi.

‘ALEYHTE TANIKLIK EDECEKTİ’
Raporda Hablemitoğlu’nun, ölümünden hemen önce bin sayfaya yakın bir kitap çalışmasının tamamlandığı ve Gülen grubu hakkında 6 Aralık 2002’de Ankara DGM’deki Gülen davasında da tanıklık yapmaya hazırlandığı için, 18 Aralık 2002’de kiralık katil tutularak öldürüldüğü belirtildi.

Raporda Şemdinli olayının ise Gülen Örgütü’nün teknik takiple izlediği jandarma personelinin, 9 Kasım 2005 günü bombalanan Umut Kitabevi’nin yakınlarında olduğu bir anda gerçekleştirildiği ve böylelikle Genelkurmay’ın töhmet altında bırakıldığı belirtilip şöyle denildi:

‘ŞEMDİNLİ, ERGENEKON TATBİKATIYDI’
"Şüpheli bir paketi soruşturmak için Umut Kitapevi’ne giden astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve PKK itirafçısı Veysel Ateş olay mahallinde bulunmaktaydı. Daha arabalarından inmeden bir patlama oldu. Daha sonra da kitapevine, penceresi kırılarak iki el bombası atıldı. İki astsubay ve itirafçı ne olduğunu anlamadan halk tarafından çevrelendi. Hemen patlama ile bu şahıslar arasında bağlantı kuruldu. Polis istihbaratta güçlü olan cemaat, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt ile ilişkisi olan Ali Kaya’yı izlemekteydi. Amaç, Kaya üzerinden Büyükanıt’ı vurmaktı. Şemdinli olayı, Ergenekon komplosuna başlamadan önce bir tatbikat niteliğindedir. Bu olay ile ordunun ve kamuoyunun tutumu ile komplocuların medya aracılığı ile psikolojik operasyon yetenekleri ölçülmüştür."

SANTORO VE ZİRVE YAYINEVİ…
İstihbarat birimlerinin raporunda Trabzon’da 6 Şubat 2006’da gerçekleştirilen Rahip Santoro suikastı ile ilgili de önemli bilgiler yer aldı. Rapora göre bu suikastın arkasında da tıpkı Hrant Dink cinayeti gibi Paralel Yapı vardı. Dink’ten önce bir gayrimüslime yönelik ilk suikast olan olay sayesinde Gülen örgütü, ‘derin devlet’i fail gösterip Ergenekon sürecinin kilometre taşlarını döşedi. Raporda Danıştay saldırısı, Hrant Dink suikastı ve Zirve Yayınevi cinayetlerindeki FETÖ parmağı ise şu cümlelerle özetlendi:

"17 Mayıs 2006’daki Danıştay saldırısını Paralel örgüt, Osman Yıldırım’ı kullanarak Alparslan Arslan’a yaptırmış, böylece Ergenekon davasının en önemli ayağını oluşturmuştur."

‘AMAÇ, DERİN DEVLETE BAĞLAMAK’
"Hrant Dink cinayetinde cemaatçi Ramazan Akyürek’in, Erhan Tuncel’in, Yasin Hayal’in rolü artık tamamen ortaya çıkmış durumda. Bu noktada eksik olan bu cinayetin siyasi yönüdür. Dink suikastı ile ‘derin devlet’in ilişkilendirilmesi kolay olduğu için Paralel Yapı Dink’i kurban seçmiştir."

Malatya’da 18 Nisan 2007’de İncil basımı yapan Zirve Yayınevi’nde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur Yüksel boğazları kesilerek öldürüldü. Zirve cinayeti derin devlet ile irtibatlandırılarak, Ergenekon komplosunun bir başka köşe taşı elde edildi."

RAKİP GÖRDÜKLERİ EĞİTİM KURUMLARINI HEDEF ALDILAR
İstihbarat birimlerinin hazırladığı FETÖ raporunda, eğitim alanında faaliyet gösteren çeşitli kesimlere mensup pek çok kurumun Gülen örgütü tarafından hedef seçildiği örnekleriyle anlatıldı. Raporda 17-25 Aralık sürecinde Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın (TÜRGEV), Ergenekon sürecinde de İSTEK Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) eğitim alanındaki rakiplerin bertaraf edilmesi planı çerçevesinde hedef seçildiği kaydedildi.

TATAR TÜRKLERİ DOSYASI : BAŞKURT-TATAR BÜYÜKLERİ ve ANNELERİ


Çocuğu dünyaya getiren kadına anne veya ana denir. Anneler, bizim gizli kahramanlarımız ve koruyucu meleklerimizdir. Şefkat, merhamet, sevgi gibi yüce duyguları annelerimiz sayesinde öğreniriz. Annelerimiz, hakkını asla ödeyemeyeceğimiz kutsal varlıklardır. Dilimizde anne kelimesinden ileri gelen birçok tabir ve atasözü bulunmaktadır. Annelerin sevgi ve sevecenlikle dolu çevresini anlatan “ana kucağı”, insanın çocukken ailesinden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dili ifade eden “ana dili”, ilk yurt edinilen yer anlamında “ana vatan”, doğup büyüdüğü yaşadığı ev anlamında “ana evi” gibi tabirler ana sözcüğünün önem ve anlamının altını çizmektedir. “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar”, “ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz” şeklindeki atasözleri ise annelerimizin içten ve katıksız sevgisini vurgulamaktadır. (Sertel 2006: 42–43). “Anay (Atay) Kebem”, yani “Annem (Babam) Kâbe’m” şeklindeki Kazan Tatar deyimi, anneyi – Mekke’de bulunan, Müslümanlarca ziyaret ve tavaf edilen kutsal yer olan Kâbe gibi kutsal görmek anlamındadır. (İsenbet 1989: 72). “Anamın aşı tandırın başı” atasözü yemeğin en güzelini annelerin pişirdiğini anlatmaktadır. Anamın çorbası, anne yemeği şeklindeki tabirler de anne yemeğinin eşsiz olduğunu kanıtlar niteliktedir. Annemizin tadı damağımızda kalan yemekleri, küçükken bize söylediği ninniler, okuduğu veya anlattığı masalları tüm hayatımız boyunca unutmayız. Yeri geldiğinde arkamıza dönüp bakıyor ve geçmişimizi, kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, köklerimizi hatırlıyoruz annelerimizin sayesinde.

Çocukların büyümesinde ve gelişmesinde annelerin büyük emeği vardır. Zira çocuğun her şeyi ile anneler ilgilenir, her ihtiyacını onlar karşılar. Bebekken başlayan bu ilgi, çocuklar büyüdükten sonra da yok olmaz. Anneler bir ömür boyu ilgilenir çocuklarıyla. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, derler. Başarılar kolay kazanılmıyor, onun için “her başarılı çocuğun arkasında bir anne vardır.” Anneler sadece çocuklarının günlük ihtiyaçları ile ilgilenmez, onların eğitimine de katkıda bulunurlar. Bazı anneler eğitim bakımından donanımlı, bazıları ise okuma yazma bile bilmezler. Ancak eğitim durumu ne olursa olsun, anneler çocuklarının okuyup adam olmasını isterler. Annelik içgüdüsü onları evlatları için iyi şeyler yapmaya sevk eder. Bazı anneler çocuklarının sadece eğitimine katkıda bulunmakla kalmazlar, evlatlarının geleceğinin şekillenmesine vesile olurlar. Günümüzde Başkurt-Tatar ünlüleri diye adlandırdığımız insanlar da dünün çocuklarıdır. Bu ünlüler arasında Tatar edebiyatına önemli katkılarda bulunan şair ve yazarlar, bilim ve siyaset adamları, Başkurt-Tatar tarihini derinlemesine araştıran tarihçiler de vardır. Ve onların hayatına yön veren insanlar anneleri olmuştur. XIX. yüzyıl sonlarında XX. yüzyıl başlarında dünyaya gelen bu ünlülerin yaşadıkları dönem hem karışık hem de zor bir dönemdir. Çarlık Rusya’sının çökmesi sonucu Komünistlerin iktidara gelmesi, karanlık Stalin Devri, İkinci Dünya Savaşı, savaş sonrası yıllar ve tüm olumsuzluklara rağmen pes etmeyen, çocukları için elinden geleni yapan fedakâr anneler.

Başkurt-Tatar kadınları-anneleri çok çalışkandır. Yorulmak nedir bilmezler. Çalışkanlıkları sayesinde aileyi ayakta tutan evin direğidir Başkurt-Tatar anneleri. Tataristan’ın Bua ili Aksu köyünde dünyaya gelen devlet ve bilim adamı Burhan Şehidi (1894–1989)[1] annesinin çalışkanlığı ile ilgili özgeçmişinde şunları yazmıştır: “Annem çalışkan bir Tatar hanımıydı. Tüm ailenin giysi ve yemeklerini hazırlıyordu. Başkalarına ekmek pişirip aileye maddi katkıda bulunuyordu.” (Şehidi 1986: 3). Ayrıca Burhan Şehidi’nin eğitim alması konusunda da büyük destek olmuştur annesi. Burhan’ın babası Şehidi oğlunun çalışmasını, ancak annesi Halime okuması istemiştir. Kendisi eğitimsiz olduğu halde, Burhan’da okuma arzusunu hisseden annesi babası ticaret için evden ayrıldığında oğlunu Kazan’a göndermiştir. Burhan Şehidi Kazan’da dönemin ünlü medresesi olan Möhemmediye Medrese’sinde eğitim almıştır. Annesinin girişimi ile köyden ayrılarak eğitim hayatına başlayan Burhan Şehidi 1929–1933 yılları arasında Almanya’nın Berlin Üniversite’si İktisat Fakülte’sinde eğitimine devam etmiştir. Berlin Üniversite’sini altın madalya ile tamamlayan Şehidi 1937–1938 yıllarında Sovyetler Birliği’nde Çin’in Zaysan konsolosu olarak çalışmıştır. 1938–1944 yılları arasında Şın tarafından 6 yıl hapsedilmiştir. Annesi Kazan Tatarı, babası Uygur olan Burhan Şehidi, Tatar, Uygur dillerinin dışında iyi derecede Rus, Alman ve Çin dillerini de bilmiştir. Hapishane yıllarında Burhan Şehidi bu bilgilerini bir araya getirmiş ve Uygurca-Çince-Rusça üç dilli sözlük üzerinde çalışmış, bu sözlük 1950’lı yıllarda Pekin’de yayımlanmıştır. Şehidi’nin Uygurca-Çince-Rusça Sözlüğü bu konuda hazırlanan ilk sözlüktür. 1950’lı yıllarda Burhan Şehidi Doğu Türkistan’daki tek üniversite olan Şincang Milletler Darülfünunu’nda rektörlük yapmıştır. Burhan Şehidi bir bilim adamı olmanın yanı sıra siyasete de girmiştir. Eyalet Hükümeti başkanı, Merkezi Siyasi Maslahat İdare’si başkan yardımcısı gibi görevlerde bulunan Şehidi Mao’nun başlattığı Kültür İhtilali döneminde “Rusçu Revizyonist” suçlamasıyla 1966–1976 yılları arasında hapsedilmiştir. 1980 yılında Pekin’de eski görevine getirilen Burhan Şehidi hem siyaset hem de bilim alanında döneminin önemli isimlerindendir. Şehidi, Sovyetler ve Komünist Çin arasında kalmış, ancak asla insanlığını kaybetmemiştir. Genç yaşlarında annesinin girişimiyle Kazan’a giden Burhan Şehidi yeri geldiğinde bilimin doruklarında, yeri geldiğinde siyasette, yeri geldiğinde hapishane duvarlarının arkasında bulmuş kendini, ancak asla pes etmemiştir.

Hesen Tufan

Tatar yazar ve edebiyat bilgini Möhemmet Mehdiyev (1930–1995)[2] de çalışkan Tatar kadınını kendi annesi örneğinde yansıtmıştır eserlerine. O, annelerin çalışkanlığını petrol kulesindeki durmaksızın petrol pompalayan makinelere benzetmiştir. Yazar, onlar yatarken yatmayan, onlar kalkmadan ayakta olan annesini şöyle kaleme almıştır: “Annem akşamleyin tık tık yürüyor, un eliyor, nedir karıştırıyor, sobaya odun getiriyor, kap kacak sesleri geliyor. Biz bu sesler eşliğinde uykuya dalıyoruz, uyandığımızda – yine aynı ses. Annem halen koşturuyor. O, ne zaman uyuyor – bunu biz bilmiyoruz, ama her sabah biz uykudan kalktığımızda evde herhangi bir tava yemeği hazır oluyordu ve bu yemeği severek yiyen olursa, annem gülümseyip çok huzurlu bir şekilde, mutlu oluyordu…” (Mehdiyev 1995: 339). Annesinin bu hareketlerini gözlemleyen Mehdiyev yıllar sonra bir petrol kulesine gittiğinde, her zaman televizyonda veya filmlerde izlediği petrol pompalama makinesini görünce çok şaşırmış ve makinelerin ne kadar süre çalıştığını sormuş. Mühendis, bazılarının 1944’ten beri, bazılarının 1962’den beri çalıştığını ve petrol bitene kadar aralıksız çalışacağını söylemiştir. Bunları duyan yazar, yanındaki şair arkadaşı Renat Haris’e şöyle demiş: “Biliyor musun, – dedim. – Bu – benim annem. Yok, sadece o değil. Bu – bizim annelerimiz. Bu –Tatar kadını. Hayır, bu – yalnız Tatar kadını değil, bu – ana, tüm millet analarının en önemli vasıflarını içinde barındıran ana karakteri.” (Mehdiyev 1995: 339). Gerçekten de durmaksızın çalışan makineleri, anneye – Tatar kadınına – millet anasına benzetmesi – başka bir yazarın aklına gelir miydi, bilmem. Çalışkan, temiz, titiz, yorulmak nedir bilmeyen annelerimiz, Tatar kadınları bir milleti millet olarak ayakta tutan altın direklerdir. Mehdiyev ve ailesinin de zor günlerde hayatta kalmasını sağlayan insan annesidir. Onun için yazar romanlarında annesi ile ilgili anılarında annesine olan hayranlığını, sevgi ve saygısını gizlememiştir. (Kurban 2015: 37). Mehdiyev’in hayatı da zor dönemlere denk gelmiştir. Karanlık Stalin Devri’nde 1937 yılında yazarın babası tutuklanmış ve bir daha da geri dönmemiştir. 4 çocuk ve evin tüm yükü annesi Rabiga Hanım’ın üzerinde olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü dönemde 1944 yılının sonbaharında Mehdiyev’in annesi oğlunu Arça Taşlıtau Öğretmen Okulu’na kaydını yaptırmıştır. Konuyla ilgili yazar şu satırları yazmıştır: “On dört yaşımda o beni bana sormadan Öğretmen Okulu’na verdi. “Verdi” diyorum, çünkü ben bu konuda hiçbir şey yapmadım. Savaş zamanı, her gün değerli, ben hanemiz için kışlık odun-kuru ot tedarik ediyor, kolhozda çalışıyor, çobanlık yapıyorum. Annem beni bir gün bile boş bırakmıyor. Onun için o benim yedi yıllık okul diplomamı aldı, benden dilekçe yazdırdı ve başkalarının aracılığıyla Öğretmen Okulu’na belgeleri gönderdi. Okuldan haber geldi: yedi yıllık okulu pekiyi notuyla tamamlayan öğrenci olduğunuzdan sınavsız kabul edildiniz (hayatımda ilk kez bana “siz” diye hitap ettiler!), 1 Ekim tarihinde saat 8’de okul açılıyor, gecikmeden geliniz, diye yazmışlar…1 Ekim tarihinde erkenden uyandırdı da kitap-defter, kaşık-bardak konulan küçük bir bavulu omzuna alıp beni evden alıp çıktı. Hayatımda unutamadım o sabahı… Bir de şu var: on dört yaşındaki delikanlı – bavulumu anneme taşıtıyorum. Ancak annemin burada da bir planı varmış. Orman boyunda, ormandan ayrılıp kolhoz tarlasında bulunan yeşil çimenli yuvarlak yerin ortasındaki bodur meşe yanına geldiğimde o sessizce bavulu benim omzuma koydu ve:

– Haydi, git oğlum, akıllı ol, önüne arkana bakarak yürü, dedi.

Biraz uzaklaştıktan sonra dönüp baktım. Bodur meşe dibine çömelen annem ellerini semaya kaldırmış beni dua ile uğurluyordu.” [3](Mehdiyev 1995: 333–334). Annesinin izinsiz kaydını yaptırdığı Öğretmen Okulu ile ilgili yazar eserlerinde “hayata adım attığım, gözümün açıldığı yer” şeklinde söz etmiştir. Mehdiyev’in geleceğinin şekillenmesinde annesinin büyük rolü vardır. Çalışmayı sevmesi, yaptığı her işe ciddiyetle bakması, sabır annesinden Mehdiyev’e geçen asil vasıflardandır. Kim bilir, annesi yazarı Öğretmen Okulu’na kaydettirmeseydi belki Mehdiyev Tatar büyükleri arasında yer almaz ve Tatar Edebiyatı’na “Mehdiyev üslubu” ile yazılan eserler bırakamazdı.

16 yıllık ömrünün 10 yılını Stalin zindanlarında, 6 yılını sürgünde geçiren ünlü Tatar şair Hesen Tufan (1900–1981) “Belki şair olmazdım” başlıklı yazısında: “Benim annem… ifrat derecede şiir canlı bir kişiydi. Dünyanın, doğanın güzelliklerini görmeye en önce annem öğretti bana… O beni avluya veya patates bahçesine çıkartınca dünyayı gösteriyor; yalnız göç eden veya dönen yabani kazlar, turnalarla değil, çalı, söğüt ağaçları, yel ve yıldızlarla konuşuyordu.” (Gaynetdinov 1989: 7). Hesen Tufan’ın doğaya, bitkilere ve canlılara olan ilgisi kendisinin de ifade ettiği gibi annesiyle birlikte yaptıkları gözlemlerden ileri gelmiştir. Annesi Gölzade Hanım’ın hayata ve doğaya karşı olan şiirsel yaklaşımı Tufan’ı küçük yaşlarından etkilemiş ve onun şiirler yazmasına akabinde şair olmasına neden olmuştur. Tufan’ın Tatar Edebiyatı’na kazandırdığı şiirlerindeki hiçbir şaire benzemeyen “mavi kurt”, “mavi kar” gibi tabirleri, şiirlerindeki lirizm doğadan aldığı esintilerden ileri gelmektedir.

İndus Tahirov

Başkurt-Tatar anaları, yalnız şair ve yazarları değil aynı zamanda geleceğin bilim adamlarını da okuması yönünde teşvik etmiştir. Tatar tarihçi İndus Tahirov (1936) bunun bir örneğidir. Tahirov’un annesi Emine Hanım bir eğitimcidir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında henüz çocuk olan İndus Tahirov’un babası savaşa gidip dönmemiş, annesi ise çocuklarının okumaları için çaba göstermiştir. Tahirov konuyla ilgili şöyle demiştir: “Savaş başlayınca, annemi Tüben Çırşılı (Aşağı Çamlı) okuluna müdür olarak atadılar. O, Tatar Dili öğretmeniydi. Okula gitmeden okuma yazma öğretti… Kitapları tek solukta okuyordum. Rusça bilmiyorum, annem “sözlükle oku”- diyor. Olmuyor. Çok ağladığım zamanlar oldu. Ancak o gerçek bir öğretmen olarak edebiyata, dile sevgi aşılayabildi. 5–6 çocuk büyüdük, en sevdiğimiz iş kütüphaneye gitmekti. Tatarlık orada işlemiş olsa gerek. Büyük insan olurum diye hiç düşünmedim. Kitap kurdu olduğumdan, ilk gençlik yıllarından beri, neden Tatarların devleti yok, diye şaşırıyordum.” (Bikmöhemmetova 2016: 5). Gerçek bir Tatar ailesinde yetişen İndus Tahirov günümüzde önemli Tatar tarihçilerinden birisidir. Kendinin tanınmış bir insan olacağı aklının uçundan dahi geçmezken annesi Emine Hanım Tahirov’u küçüklüğünden bu günlere hazırlamıştır.

Başkurt asıllı devlet adamı ve tarihçi Zeki Velidi Togan’ın (1890–1970) hayatında da annesi Ümmülhayat Hanım’ın büyük etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Döneminin sayılı eğitimli insanlarından birisi olan Ümmülhayat Hanım, Togan’a küçüklüğünden itibaren Fars Dili ve Edebiyatı’nı, Çağatay şairi ve devlet adamı Ali Şir Nevaî (1441–1501), Fars şairi ve mutasavvıf Ferideddin Attâr (1119–1193), şair ve düşünür Mevlâna Celâleddin Rumî (1207–1273), şair ve mutasavvıf Ahmet Yesevi ( 1093–1166), XVII-XVIII. yüzyıl Orta Asya Türk şairi Sufi Allahyar (ölümü 1713), Suriye’de yaşayan Arap şair ve düşünür Abûl Ala al-Ma’arrî (973–1057) gibi birçok şair ve düşünürün eserlerini öğretmiştir. Zeki Velidi Togan çocukken öğrendiklerinin ileride ona büyük bir avantaj sağlayacağının farkında olmamıştır. Ancak annesinin öğrettiklerini büyük bir istekle severek öğrenmiştir. Togan, “Hatıralar” adlı kitabında annesine olan sevgisini ve hayranlığını, minnettarlığını, annesinin hayatındaki önemini şu şekilde dile getirmiştir: “1918’de Orenburg’da Sovyetler ve 1944’de Türkiye’de İsmet Paşa tarafından hapse atıldığım, okunacak her şeyden mahrum edildiğim vakit en çok annemden öğrenmiş olduğum şiirleri ve Yesevi’nin “Şeb-i Yeldâ” unvanlı münacatını okurken üzerimde annemin ne kadar mühim olduğunu gördüm. 1944 hadiseleri zamanında babamın hatıraları çoktan unutulmuştu, fakat annemin hayali “hafıza ferişte”si denilen melek gibi yanımda bulunuyordu. Ben bazen, memlekette yaptığım gibi, kendi annemi kokluyormuşum gibi hissederdim. Onun cazibesi, şiirlerle dolu olan ahlak telkinlerinde idi. Ben annemin, hayatında hiçbir vakit en küçük bir günah işlemediği ve bana karşı sonsuz samimi olduğu kanaatindeyim. Onun bana öğrettiği

Zeki Velidi Togan

Farsça ve Türkçe şiirler yalnız ahlakî parçalardan ibaret değildi; bunların arasında edebî estetik şiirler de vardı… Bana Orta ve Yakın Şark’ın hayatını çok yakından öğrenmek, o diyarda çok samimi dostlar kazanmak imkânı vermiş olan Fars dilini severek öğrettiği için anneme daima minnettar kaldım. Annemin siyasetten katiyen haberi yoktu. Çok dindardı… Şiirden haz alan annemin konuşması çok fasihti. Hemen her cümlesini atalar sözü ile teyit ederek veya araya bir vecize sokarak konuşurdu.” (Togan 1999: 19–20). Zeki Velidi Togan’ın annesinden öğrendiği Farsça o kadar iyi olmuş ki, İran Hükümdarı ile karşılaşıp konuştuğunda Muhammed Reza Şah onu Fars sanmıştır. Konuyla ilgili Togan şunları yazmıştır: “Bana öğretilen şiirlerin Farsça olanlarının kimlere ait olduğunu annemin bilmediğini zannederim, bunların seçme parçalar olduğunu, bunların annemden öğrendiğim telaffuzun da düzgün olduğunu ancak sonradan öğrendim. Muasır İran hükümdarı Muhammed Reza Şah, iki defa huzurunda bulunduğumda Farsçayı nerede öğrendiğimi sordu. “Annemden” deyince “Yoksa anneniz İranlı mı idi?” dediler. Çünkü Şehinşah benim telaffuzumun Buhara Tacikçesinden farklı olduğuna dikkat etmişlerdi. İhtimal ki babamın Arapçası gibi annemin Farsçası da Küzenoğulları ve Saltıkoğullarına daha 18. asırda muallimlik etmiş olan Dağıstanlı üstatlar tarafından aşılanmış edebi Farsça idi.” (Togan 1999: 20). Hatıralardan da anlaşıldığı üzere Ümmülhayat Hanım, oğlu Zeki Velidi Togan’a eğitim vermenin dışında hayatının farklı dönemlerinde de ona destek olacak işlere imza atmış, geleceğine yatırım yapmıştır.

Yukarıda, devlet ve bilim adamı Burhan Şehidi, yazar ve edebiyat bilgini Möhemmet Mehdiyev, şair Hesen Tufan, tarihçi İndus Tahirov, devlet adamı ve tarihçi Zeki Velidi Togan gibi Başkurt-Tatar ünlülerinin anneleri ile ilgili yazdıklarını inceledik. Başkurt-Tatar büyüklerinin annelerinin çocuklarına verdiği eğitimi, çocuklarının hayatına yaptığı etkiyi gözlemledik. Annelerin çocuklarına hem koruyucu melek, hem öğretmen, hem hayatına yön veren ve yol gösteren bir rehber olduğuna tanıklık ettik. Başkurt-Tatar ünlülerinin hepsi engebeli zorlu bir hayat sürmüştür. Zira yaşadıkları dönem de karmaşık ve karanlık bir dönemdir. Çetin kararlar sonucunda vatanından, milletinden uzaklarda yaşamak zorunda kalan ünlüler annelerini daima anılarında yaşatmışlardır. Annelik kolay bir iş değildir, fedakârlık, sabır ve özveri ister. Büyüklerin anneleri çocuklarını “ünlü olsun, tanınsın, bilim adamı olsun, şair veya yazar olsun” diye büyütmemiş tabi ki. Ancak onların çocukları için yaptıkları çocuklarını edebiyat, tarih, siyaset ve bilimin zirvesine taşımış ve günümüzde bu insanlar Başkurt-Tatar büyükleri olarak anılmaktadır. Ne ekersen onu biçersin, derler. Büyüklerimizin anneleri de iyilik ekmişlerdir ki, uyguladıklarının karşılığında çocukları milletimizin saygın insanları olmuştur.

Roza KURBAN

Kaynakça:

TARİH /// VİDEO : Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı, “DANDİK TARİHÇİ” Kadir Mısıro ğlu ile alay ediyor


ÖZEL BÜRO NOTU : KADİR MISIROĞLU ADLI “SÖZDE” TARİHÇİ AKADEMİ DÜNYASINDA ATATÜRK VE REJİM DÜŞMANLIĞI İLE TANINIR. OSMANLI HAYRANLIĞI YÜZÜNDEN 7/24 FES İLE DOLAŞAN VE TARİHİ GERÇEKLERE YERİ GELDİĞİNDE HURAFELER YERİ GELDİĞİNDE EFSANELER KATARAK GEREKSİZCE ZENGİNLEŞTİREN ŞAHSINA MÜNHASIR BİRİ OLARAK TANIYORUZ. ALLAH KİMSEYİ BU DURUMLARA DÜŞÜRMESİN.

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=ie0Zv4uA-qc

TARİH /// VİDEO : Murat Bardakçı Mustafa Armağan’ı rezil etti


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=xnTrmv6r7TQ

ÖZEL BÜRO NOTU :Damat Ferit Paşa’ya hayali aile uyduran ÇAKMA Tarihçi Mustafa Armağan’ın rezil edildiği program

TARİH : AMERİKA’DAN DOST, TEK DİLİM KAŞARDAN TOST OLMAZ /// İŞTE BUYRUN


8 Eylül 1922 tarihli bir Amerikan gazetesinin İzmir ile ilgili manşeti..

"İzmir gerçek bir cehennem. Amerikan gemileri kaçanları kurtarmaya çalışıyor. Yağmacılarıyla İzmir’i harap eden Mustafa Kemal Paşa, küçük Asya, İstanbul ve Trakya kendisine teslim edilmezse adamlarını gònderip İstanbul’u zaptedeceğini ilan etti. İngilizler de endişeli. Kemal, Trakya ile ilgili ültimaton verdi. Müttefiklerinin uyarılarını elinin tersiyle itti"

BUNLAR GEÇMİŞTE DE BÖYLEYDİ, ŞİMDİ DE BÖYLE, GELECEKTE DE BÖYLE OLMAYA DEVAM EDECEKLER. AMERİKAN HAYRANLARI OKUR UMARIZ.

TARİH : MİLLİ PROJE HALKEVLERİNİN TARİHİ


Ülkemizin kalkınmasında en önemli unsurlardan biri olan Halkevlerinin kapatılmasının hikayesi

Halkevleri

Atatürk’ün Halkçılık ilkesi; modernleşme sürecindeki toplumlarda aydın-halk ilişkisi, toplumsal politika ile milletin kalkındırılması konularıyla yakından ilgilidir.

Dönemin siyasi gelişmeleri Halkevlerine duyulan ihtiyaçla yakından ilgilidir. 1929 yılında ortaya çıkan dünya iktisat buhranı ve 1930 yılındaki çok partili siyasi hayat deneyimi. Bu iki olayın Türkiye’yi yeni arayışlara yönelttiği ve Halkevlerinin kuruluşu üzerinde etkilerde bulunmuş olduğu görülmektedir. Atatürk, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapandığı gün (17 Kasım 1930) üç aylık bir yurt gezisine çıkmış ve bu geziden ülkemizin içinde bulunduğu iktisadi ve toplumsal bunalımdan çıkabilmesine yönelik bazı çözüm yollarıyla başkente dönmüştür. Halkevlerinin kurulacağı da bu gezi sırasında kamuoyuna duyurulmuştur. Atatürk, 2 Ocak 1931′de İstanbul’da gazetecilere "Halkevleri" kurulacağı haberini vermiştir. Bununla birlikte Halkevlerinin resmen kurulma kararı, 10-18 Mayıs 1931 tarihleri arasında yapılan CHF Kurultayı’nda alınmıştır.

19 Şubat 1932’de resmen açılan halkevleri, Atatürk’ün direktifleriyle kurulmuş ve kısa zamanda Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış çok önemli bir kültür kurumudur. Halkevleri çalışmaları Cumhuriyet Halk Fırkasının parti programındaki ilkeler doğrultusunda yürütülmüştür. Bu kurumlar 1932-1951 yılları arasında Türkiye’nin toplumsal ve kültürel tarihinde önemli roller oynamıştır. Başta Atatürk olmak üzere, dönemin önde gelen devlet adamları zaman zaman halkevleri çalışmalarına bizzat katılmak suretiyle bu kurumları desteklemişler, böylece geniş halk kütlelerinin halkevlerinde yapılan faaliyetlere katılımını sağlamışlardır. O dönemde Türk Ocaklarının Turancı eğilimler göstererek konferans gibi faaliyetlerde bulunması, SSCB ile denge politikalarının zarar göreceği endişesini doğurmuştur. Bu da Türk Ocaklarının kapatılması ve Halkevlerinin kurulmasına zemin hazırlamıştır.

Halkevleri her şeyden önce, halka yeni Türkiye’nin hedeflediği çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma amacına uygun bir eğitim vermeyi hedefleyen yaygın eğitim kurumlarıdır.

Halkevleri Mustafa Kemal Atatürk’ün "aydınlanma devrimi"ni üstlenmek gibi önemli bir işlevi vardı ve bu işlevini kitaplıkların oluşturulması, sanat ve kültür etkinlikleriyle kitlelere taşıyor o nedenle Anadolu insanının kültür susamışlığına çağdaş olanaklar sunmaktaydı.

Bugün folklorumuzun ve halk ezgilerinin yeniden diriltilmesi, canlandırılması, Halkevlerinin halkçılık ilkesini, teori-den uygulamaya dönüştürmesi çabalarının ürünüdür. Zaten tüzüğün 33. maddesinde, "musiki ve müsamerelerde uluslararası modern musiki ile milli (ulusal) musikimizin esas tutulması " öngörülmüştü. Yüzyıllar boyu göz ardı edilen ve gelişme olanaklarından yoksun bırakılan folklorumuzun ve halk ezgilerimizin çağdaş boyutlarda gelişmesine Halkevleri öncülük etmekle yetinmemiş ulusun müziği ve ezgileriyle kendisini anlata-bilmesini de sağlamıştır. Tüzüğün 36. maddesinde "köylerde ve aşiretlerde söylenen milli türkülerin notalarının sözleriyle, oyunların tarz ve ahenkleriyle tespit edilmesi" ön görülmüştü.

Halkevlerinin işlevin yalnız sanat, kültür ve spor etkinlikleriyle sınırlı kalmamıştır Tüzüğün 44. maddesi gereğince, "yardıma muhtaç, kimsesiz kadınlar, çocuklar, maluller, dermandan düşmüş ihtiyarlar hakkında içtimai (toplumsal) şefkat ve yardım hisleri uyandıracak" çabalara da yönelmişti.

1935 yılında Ankara cezaevinde bulunan 300 hükümlüye okuma yazma öğretildiği, inşa edilen bir açık hava sinemasında bir yıl içinde 148 000 kişinin film seyrettiği anlaşılmaktadır.

Bu tür sanatsal kültürel ve toplumsal uğraşların halkın desteğini büyük ölçüde kazanmasını, kısa zamanda üye sayısının artışında göstermektedir.

Vatandaşların eğilimlerine göre kendilerine bir çalışma alanı bulabilmelerini temin amacıyla halkevleri Dil, Tarih, Edebiyat Şubesi, Güzel Sanatlar Şubesi, Temsil Şubesi, Spor Şubesi, İçtimaî Yardım Şubesi, Halk Dershaneleri ve Kurslar Şubesi, Kütüphane ve Neşriyat Şubesi, Köycüler Şubesi, Müze ve Sergi Şubesi olmak üzere toplam 9 şubeye ayrılmıştır. Şubeler kendi çalışma talimatnamelerini kendileri hazırlamaktaydı.

Türkiye genelinde faydalı çalışmalar yapmasına rağmen, tipik bir tek parti dönemi kuruluşu olan halkevlerinin durumu II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte sarsılmaya başlamıştır. 7 Ocak 1946’da Demokrat Partinin faaliyete başlaması, halkevi çalışmalarında önemli bir gerilemeye yol açmıştır. Çünkü daha önce CHP saflarında ve halkevlerinde çalışan birçok bilim ve siyaset adamı, Demokrat Partiye geçmiştir. Her ne kadar CHP yöneticileri, halkevlerinin siyaset dışı bir kurum olduğunu söyleseler de bu kurumların daha çok CHP ve CHP’ye yakın teşekküllerin toplantılarına sahne olması ve belli bir partinin yan kuruluşu görüntüsünden kurtulamaması yüzünden halk, zamanla halkevlerinden uzaklaşmaya başlamıştır.

14 Mayıs 1950’de Demokrat Partinin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmesiyle, halkevlerinin durumu tamamen sarsılmış, Demokrat Parti ödenek yokluğu gerekçesiyle 18 Haziran 1950’de ilk olarak Londra Halkevi’nin faaliyetlerini durdurmuştur. Bu tarihten sonra kamuoyunda halkevleriyle ilgili tartışmalar daha da artmıştır. Nitekim Demokrat Parti milletvekilleri tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan “Halkevlerinin ve Bazı Halk Partisi Gayri Menkullerinin Hazineye İadesi Hakkındaki Kanun Lâyihası” 9 Ağustos 1951 tarihinde açık oylamaya sunulmuş ve mecliste bulunan 365 milletvekilinden 362’sinin olumlu oyuyla geçmiştir. Yasa 11 Ağustos 1951 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasa sonucunda halkevleri binalarına ve binalardaki mallara resmen el konulduğu ve bunlar hazineye iade edildiği için halkevleri de fiilen çalışamaz hale gelmiş, başka deyişle kapanmıştır.

1963’te dernek statüsünde kurulan ve 1980 darbesiyle tekrar kapatılan Halkevleri, bugün de faaliyettedir. Fakat Atatürk’ün miras bıraktığı halinden ve amacından çok uzakta olan bu kurum, terör örgütüne destek veren bazı siyasi parti ve kuruluşlara desteğini açıkça ilan etmiştir. Kendi resmi sitesinde bulunan tarihçede kurucuları Atatürk’e yer vermeyi gerek görmeyen bu kurum, bugün ilk kurulduğu dönemdeki faaliyetlerinden çok farklı konular işlemektedir.

Kaynakça
Halkevlerinin Toplumsal ve Kültürel İşlevleri, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-53/halkevlerinin-toplumsal-ve-kulturel-islevleri
Halkevlerinin Kuruluşu ve Çalışmaları,
http://w3.balikesir.edu.tr/~mozsari/Halkevleri.htm#_Toc121732267
Halkevleri’nin Kuruluşu ve Etkinlikleri, Ali Nejat Ölçen,
http://www.ismetinonu.org.tr/index.php/ismet-inonu/76-halkevlerinin-kurulusu-ve-etkinlikleri
Neden Halkevleri, Ali Nejat Ölçen,
http://www.ismetinonu.org.tr/index.php/ismet-inonu/73-neden-halkevleri

BİLGETÜRK

LAİKLİK DOSYASI /// VİDEO : AZİZ NESİN CANLI YAYINDA ERDOĞAN’A BAKIN NELER SÖYLEMİŞ !!!


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=FSe_xR8c5fc&feature=youtu.be

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Almanya Parlamentosu Soykırım kararından alınacak dersler


Degerli Arkadaslar,

Dostca selamlarimla.

Prof. Dr. Hakkı Keskin

Almanya Parlamentosu Soykırım Kararından Alınacak Dersler

Hiç kuşkusuz, Almanya Parlamentosu’nun (Bundestag) 1915 tehcir olayını, "soykırım" olarak değerlendirmesi ve karar alması, özellikle Almanya’daki Türkleri derinden yaralamıştır. Kendilerine bir çok alanda yapılan ayırımcı, dışlayıcı ve hatta Mölln, Solingen’de yakılarak öldürülen aileler ve NSU gibi daha bir çok cinayetlere, dedelerimiz tarafından "soykırım" yapıldığı suçlaması eklenmiştir. Bu karar, Neo-Nazilerin Türk ve yabancı düşmanlığını daha da artıracaktır. Özellikle de bu konu, okul ders kitaplarına girerse, çocuklarımıza ve torunlarımıza karşı kin ve düşmanlık yeni argüman ve ivme kazanacaktır. Bu karara onay veren bazı siyasiler, yaptıkları büyük yanlışı belki o zaman anlayabileceklerdir.

Bu köşede yayınlanan 4.6.2016 tarihli yazımda, Türkiye’nin soykırım iddialarına ilişkin izlemesi gereken vizyon ve stratejileri irdelemiştim. Bu önerilerimi daha da genişletmek istiyorum.

Türkiye, Ermeni diasporası ve Ermenistan’ın sözde soykırım iddiaları konusunda, genelleştirerek söylemek gerekirse, devlet politikası olarak adeta susmayı yeğlemiş, hatta bu konuda 60’lı-80’li yıllarda bilimsel çalışma yapanlara bile destek olmamıştır. Bu politika süre gelmiş, 2014 ve 2015’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı Perinçek kararlarına bile, siyasi farklılıklar nedeniyle gereğince sahip çıkmamıştır. Oysa bu konu devlet politikası olarak derhal ele alınıp yoğun bir biçimde Avrupa ülkeleri genelinde işlenebilirdi. Yapılmadı. AKP hükümetlerinin bu yöndeki sessizliğinin kanımca bir nedeni de, 1915 olaylarının Sultanlık rejimine karşı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti yetkililerinin yönetimde olduğu zamana rastlamasıdır. Osmanlı Sultanlık rejimini günümüzde bile savunan AKP yönetimi, son 14 yılda sözde "soykırımı" kabul eden ülkeler karşısında gereken tavrı göstermemiştir. Almanya ile birlikte 29 ülke 1915 olaylarını "soykırım" olarak kabul etmiştir.

TÜRKİYE`NİN İVEDİ OLARAK YAPMASI GEREKENLER

Türkiye artık 1915 olaylarının öncesi ve sonrasını, bilimsel kaynak ve verilere dayalı olarak ve hatta yabancı bilim adamlarını da kaynakça göstererek, önce okul tarih ders kitaplarında ayrıntılı olarak ortaya koymalıdır. Lise ve üniversite öğrencileri bu konuda, bilimsel ve nesnel veriler ışığında doğru bilgi sahibi olmalıdırlar. Günümüze değin bu konuda gerekli bilgilerin aktarılmaması ve hatta adeta susulması, gerçeğin ortaya çıkmasından sanki kuşku duyuluyor olmasını güçlendirmektedir. Oysa kendi öğrencisini ve insanını objektif olarak bilgilendirmeyen bir eğitim politikası, son derece yanlıştır. Bu nedenle de bazı üniversiteli gençler arasında "soykırım" iddialarına ilgi giderek artmaktadır. O halde öncelikle lise ve üniversite ders kitaplarında bu konu mutlaka ivedi olarak gereğince işlenmelidir ve tartışmaya açılmalıdır. 100 yıldır bu alanda izlenen suskunluk, Ermeni diasporası ve Türkiye karşıtları tarafından, kendi iddialarındaki haklılığın gerekçesi olarak kullanılmıştır. Bu yanlıştan artık dönülmelidir.

Yurt dışındaki Türk çocuklarının yoğun olarak bulunduğu ülkelerin dillerinde, başta Almanca, İngilizce, Fransızca olmak üzere en fazla 15-20 sayfalık, tamamen bilimsel kaynaklara dayalı olarak, Soykırım iddialarının nedenli yanlış olduğunu kanıtlayan yayınlar hazırlanmalı ve buralardaki anne-babalara ve okul öğrencilerine ulaştırılmalıdır. Böylece Türk kökenli öğrencilerin okullarda karşılaşabilecekleri soru ve suçlamalara, bu öğrencilerin yanıt verebilmelerine yardımcı olunmalıdır.

Öteden beri önerdik, tekrar üzerine vurgu yaparak söylüyorum. Türkçe, İngilizce, Almanca, İspanyolca, Rusça, Fransızca, 30-40 sayfalık bir kitapçık hazırlanmalıdır. Bu kitapçık propaganda amacıyla değil, gerçeğin objektif verilere dayalı olarak ortaya konması amacını taşımalıdır. Bu yayında kullanılan kaynaklar, veriler ve argümanlar son derece objektif ve inandırıcı olmalıdır. Ermeni diasporasının Dünya Kamuoyunu, yalan ve yanlış "belgelerle" gerçekleri nasıl çarpıttığı, kaynaklarıyla ortaya konmalıdır.

GERÇEĞİ SAVUNMAK HER DÜRÜST İNSANIN GÖREVİ OLMALIDIR

2005 yılında Almanya Parlamentosuna adaylığımın oylanacağı Sol Parti Kurultayında, 1924 yılında kurulmuş olan "Berlin Ermeni Cemaati" tarafından "soykırımı inkar ettiğim" gerekçesiyle bana karşı bildiriler dağıtıldı. Parti başkanı Bisky adaylığıma karşı kendisine onlarca mektubun yazıldığını bana söyledi. Ben bu kurultayda hiç ödün vermeden, soykırım iddialarına ilişkin görüşümü açıkça ortaya koydum. Bu konuda soykırımı reddeden Türk tarafının ve kabul eden Ermeni tarafının iki zıt görüşü olduğunun altını çizdim. Gerçeğin ortaya çıkması isteniyorsa, aralarında eşit sayıda Türk ve Ermeni uzman tarihçilerin de bulunacağı, bir uluslararası Tarihçiler Komisyonun kurulması gerektiğini anlattım. Bundan neden kaçınıldığını sorguladım. Ermeni lobi taraftarları bana karşı konuşmalar yaptılar. Sol Parti başkan Bisky kürsüye çıkarak, bu önerinin son derece doğru olduğunu, buna karşı çıkanları anlayamadığını açıkladı. Karşı adaylara rağmen, büyük bir çoğunlukla adaylığım Parti Kurultayında kabul edildi. 2005 Parlamento seçiminde de milletvekili seçildim. Bilinmesinde yarar vardır. Türk kökenli Alman vatandaşı seçmenlerin oylarıyla milletvekili seçilmesi olası değildir. Çünkü Türk kökenli Alman vatandaşı seçmenlerin oy oaranı ortalama olarak yüzde 1-2 düzeyindedir. Oysa seçilebilmek için çok daha fazla oy alınması gerkemektedir.

Ermeni lobisi ve ona destek veren PKK yanlısı Kürk kökenli ve Alman politikacılar, benimle uğraşmalarını sürdürdüler. Berlin’in en büyük gazetesi Tagesspiegel’de "Sol Parti de soykırımı inkar eden birisi nasıl kalabilir" içerikli yazılarını sürdürdüler. Parti yönetimi bu konuda beni bu görüşümle kabul etti, çünkü bunu baştan itibaren inandırıcı biçimde ben ortaya koydum. Dilerdim ki Bundestag’da kendilerine değer verdiğim bazı milletvekili arkadaşlarım, Aydan Özoğuz, Ekin Deligöz, Özcan Mutlu, Azize Tank, Almanya’nın bu tarihi yanlışlığına hayır oyu verselerdi ve bunu gerekçelendirselerdi.

Almanya Parlamentosu Soykırım Kararından Alınacak Dersler(kf),9. 6.2016.docx

DİN & DİYANET DOSYASI : Diyanet İşleri Başkanlığının Bugün Geldiği Nokta


Atatürk’ün kurduğu ve dini koruma görevi üstlenen Diyanet’in dini bugün nasıl kullandığının hikayesi…

Diyanet İşleri Başkanlığı

TBMM, savaş döneminde gerçekleşen açılışının ilk anından itibaren din konusunda da hassas davranmış, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti adı altında bir bakanlık kurulmuş ve 3 Mart 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluncaya kadar ülkede din hizmetlerini yürütmüştür. Atatürk’ün önerisiyle din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerektiği düşüncesiyle açılan bu kurum 429 sayılı Kanun’da ‘İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek’ şeklinde ifade edilmiştir.

Anayasanın 136. maddesinde; "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir" hükmü yer almaktadır.

Örgütün işleyiş şeması; Din Şurası, Merkez Disiplin Kurulu, Teftiş Kurulu, Hukuk Müşavirliği, Din İşleri Yüksek Kurulu, Dini Görevler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Müdürlüğü, il ve ilçe Müftülükleri, bucak ve köy İmamlıkları, Vaizlikler, Cami görevlileri şeklindedir.

Millî mücadeleden sonra TBMM’nin dünyevi ve uhrevi bütün yetkileri elinde bulundurduğu ilan edilerek, monarşiye ve hilafete son verilmiş, şeriye ve evkaf vekillikleri kaldırılmıştı, bunların bıraktığı boşluğu doldurmak üzere Diyanet kuruldu. Diyanet ruhani bir kurum olmak yerine, laiklik ilkesi doğrultusunda dinin bütün siyasi görüş ve düşüncelerden arındırılmasını hedeflemiştir.

Atatürk’ün önderliğinde kurulan bu kurum, dinin siyasete alet edilmesinin ve kötüye kullanılmasının önüne geçerek dini korumaktadır.

Fakat son dönemlerde birçok kurumda yaşanan amacından sapma Diyanet İşlerinde de görülmektedir. Kurumun resmi internet sitesinde Şeyhülislamlığa dayandığı açıkça yazılmaktadır. Aydınlanma Hareketi’nin hazırladığı Diyanet raporunda Diyanetin yasadışı uygulamalar gözler önüne serilmiştir.

Rapora göre Türkiye Diyanet Vakfı, açık ya da gizli yöntemlerle kamu kaynaklarından yararlandırılmaktadır. Böylelikle kamu kaynaklarının nerelere harcandığı ortaya çıkarılamamakta.

Sayıştay’ın düzenli olarak denetlemesi gereken kurumun hiçbir kurum tarafından denetlenmediği yine raporda geçiyor. TBMM’de Diyanetle ilgili verilen bir soru önergesinde ise kurban paraları ve deprem için topladığın bağışlara ne yapıldı sorusuna DİB, “Vakfa verdim, hayır işlerinde kullandılar” şeklinde yanıt verilmiş. Diyanet, vakfa para bağışlaması yasal olmadığı halde bunu açıkça resmi bir belgede belirtmiştir. Bununla birlikte ne kadar kurban bağışı toplandığı soruları yanıtsız bırakılmakta, mali şeffaflık ilkesi çiğnenmektedir. 2010 yılında çıkarılan bir yasayla daha güçlü hale getirilen Diyanetin ödenek üstü harcama yapılmasına göz yumulmaktadır.

Son olarak Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’ 1 milyon dolarlık lüks makam aracı alınması kamuoyunda tepki çekmiş ve Diyanet hükümet ilişkisini ortaya koymuştur. Tepkiler üzerine aracı iade eden Görmez’e zırhlı lüks bir araç hediye eden Cumhurbaşkanı ise şüpheleri gizlemeye gerek duymayan bir tavır sergilemiştir.

Yine Cumhurbaşkanının damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın Ahmet Davutoğlu’nun eşi Sare Davutoğlu’nun ‘elini sıkmaması’ tartışmasında Diyanet hükümetin imdadına yetişerek "erkeğin bir kadının elinin sıkmasının haram olduğuna" dair fetva açıklamıştır.

Kamuoyunun tepkisini çeken bir diğer olay da Diyanetin “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” şeklindeki fetvasıdır. Tepkiler üzerine fetvanın çarpıtıldığını iddia eden kurum basın kuruluşlarını suçlamıştır.

Bürokrat kadroları AKP’lileştirilen bu kurum, denetlenmediği takdirde hükümet yanlısı olmaya ve skandallara sebep olmaya devam edecektir.

Kaynakça
Diyanet İşleri Başkanlığı,
http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/kurulus-ve-tarihce/8
Aydınlanma Hareketi’nden çok tartışılacak Diyanet Raporu,
http://haber.sol.org.tr/toplum/aydinlanma-hareketinden-cok-tartisilacak-diyanet-raporu-158288
Diyanet’ten fetva: Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil!
http://www.birgun.net/haber-detay/diyanet-ten-fetva-babanin-oz-kizina-sehvet-duymasi-haram-degil-100117.html
Diyanet’ten Berat Albayrak fetvası: Erkeğin bir kadının elini sıkması haram,
http://www.birgun.net/haber-detay/diyanet-ten-berat-albayrak-fetvasi-erkegin-bir-kadinin-elini-sikmasi-haram-113354.html

BİLGETÜRK

ORTADOĞU DOSYASI : “Sykes-Picot’un 100. Yılında Orta Doğu’nun Siyasi Geleceğine İlişkin Yeni Harit a Tartışmaları” Raporu


Sykes-Picot’un 100. Ylnda Orta Dou’nun Siyasi Geleceine likin Yeni Harita Tartmalar Raporu.pdf

TARİH : TÜRKLERDE YILBAŞI VE BAHAR GELENEĞİ


Bir yıl içerisinde doğada baş gösteren değişiklikler insan toplumunun hayatını her zaman etkilemiş ve bunlar tarih boyunca bütün halklar tarafından çeşitli tören, ayin ve bayramlarla kutlanmıştır. Takvim merasimleri olarak bilinen bu törenler, toplum hayatındaki önemine göre şu veya bu şekilde korunmuş, bir kısmı zamanla sadece bazı motiflerini geride bırakarak kaybolmuş, en önemlileri ise günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Havaların ısındığı, tabiatın, hayvan ve bitkilerin canlandığı, dağların, ormanların, çimenlerin yeşillendiği ve özellikle hayvanların yavrulamaya başladığı ilkbahar mevsimi, doğal olarak insan toplumunun hayatını en çok etkileyen mevsimlerden birisi olmuştur. Bunun içindir ki tüm dünya halklarında ilkbahar törenleri canlı bir şekilde hâlâ yaşatılmaktadır.

Kuzeydoğu Asya’dan Merkezi Avrupa’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Şamanist, Budist, Hıristiyan, Musevi, Müslüman Türk Halkları arasında bugün de varlığını korumakta olan ve her yıl coşkuyla kutlanan Yılbaşı/Bahar bayramı değişik adlarla adlansa da, fonksiyonel, semantik (anlam) ve pratik açılardan bir bütün olarak ortaya çıkmaktadır.

Yazılı kaynaklarda ilk defa Kaşgarlı Mahmut’un “Divanı Lûgat’itTürk” eserinde “Yengi Kün” olarak geçen ve “Bedhrem” (Bayram) olarak nitelenen bu kültür mirasımız Türk Halkları tarafından şu adlarla anılmaktadır: Nevruz, Nevruzi Slutanî, Sultan Nevruz, Mart Dokuzu, Mart Bozumu (Türkiye), Bahar Bayramı, Novruz (Azerbaycan), Navröz, Yeni Kün, Nevbahar (Özbekistan), Nevruz (Türkmen), Navrız, Naurız, Ulıstın Ulı Künü, Ulıs Künü (Kazak), Navruz, Sabantoy (Nogay), Gollu, Saban Toy, Navruz (KaraçayMalkar), Nevruz (Tatar), Nardugan, İrte Yaz, Nawruz (Başkurt), Nartukan, Nurıs (Çuvaş), Cılgayak (Altay), Çılpazı (Hakas), Isıah (YakutSaha), Baba Marta, İlkyaz Yortusu (Gagauz), Mevris (Batı Trakya), Sultanı Navrız (Yugoslavya), Mart Dokuzu (Kıbrıs), Noruz, Yeni Gün (Uygur), Navrez, Gündönümü (Kırım).

Ayrıca bu bayram Ergenekon (Kuzeybatı Türkleri) ve Bozkurt (Azerbaycan) adlarıyla da bilinmektedir. Eski bir Türk efsanesine göre, 2000 yıl önce Türkler düşman baskınına uğrar ve iki erkek (Kıyan ve Nögüs) ile kadınları kurtulabilir. Bunlar dar bir geçitten geçerek Ergenekon adlı, etrafı dağlarla çevrili bir ovaya yerleşir. 400 yıl burada yaşayarak çoğalırlar. Bu ova onlara dar gelmeye başlar ve çıkış yolu ararlar. O zaman ovada bir Bozkurt’un dolaştığını görürler. Onu takip ederek Demir Dağı’ndaki dar bir delikten geçtiğini öğrenirler. 70 at ve öküz derisinden körük yaparak ve dağ gibi odun, kömür kullanarak bu deliği büyütürler. Binlerce insanın artık kendilerine dar gelen Ergenekon’dan çıkışı Bahar mevsimine, 21 Mart’a rastladığı için her sene bu günü kağan ve beyler önderliğinde, örs üzerinde demir döverek ve çeşitli etkinlikler düzenleyerek kutlamak bir gelenek haline dönüşür.[1]

Azerbaycan ve Anadolu’da da halk arasında bilinen bu efsane şimdi bile Kazan ve Mişer Tatarları, Başkurtlar tarafından Bahar bayramında okunmaktadır.

Bu bayram için daha sık kullanılan terim çeşitli fonetik varyantları ile “Nevruz” kelimesidir. Bu kelimenin Farsça olması, bir takım bilim adamlarının bu geleneğin Türklere, İranlılardan geçtiğini iddia etmelerine sebep olmuştur. Oysa İran ve Türk tarihi, kültürü, gelenekleri ve eski inançları ile ilgili karşılaştırmalı incelemeler bambaşka bir sonucu ortaya koymaktadır. Bu konuda özet olarak şunları söyleyebiliriz:

1. Eski İran yazılı kaynağı olan “Avesta”da Akamenid ve Aşkaniler dönemi belgelerinde Nevruz hakkında hiçbir bilgi yoktur. Sasaniler dönemine ait belgelerde ise hükümdarlarla ilgili saray geleneklerinden bahsedilmektedir.[2] Halkın da katıldığı bayram hakkında ilk bilgiler XI. yy müelliflerinden Firdevsi, Biruni, Nizamül Mülk ve Kaşgarlı’da bulunmaktadır ki bunların da İran geleneğinin mi Türk geleneğinin mi tasviri olduğu kesin olarak belirtilmemektedir.

2. İran’da yaygın olan efsaneye göre Nevruz, efsanevî hükümdar Cemşit’in Azerbaycan’a (yani İran toprakları dışına) seferinden sonra kutlanmaya başlanır.

3. 365 günlük (360+5) eski İran takvimine göre Nevruz dört yılda bir gün kayarak farklı mevsimlere rastlamıştır. İran’da yılbaşı olarak 21 Martın sabitleşmesi Selçuklu hükümdarı Melik Şah’la başlar (bu konuda daha geniş bilgi aşağıda verilecektir).

4. Eski Ön Asya kültürlerinde (örn.Sümer) olduğu gibi İran kültüründe de daha çok saray geleneği olan YılbaşıNevruz, millî bayram niteliği taşımaz.[3] Coğrafî ve dinî açıdan çeşitlilik gösteren Türklerde ise bu bayram millî özellikler kazanmıştır.

5. İran geleneğinde öncelikle yılbaşı olarak kutlanan Nevruz, Türk kültüründe hem yılbaşını hem de tabiatın canlanmasını, baharın gelişini sembolize eder, hayvancılık ve tarımla ilgili hazırlık törenlerini içerir.

6. Nevruzda yakılan ateşler de İran kaynaklı ateşperestlik ve Zerdüştîlik (Zoroastrizm) ile ilgili değildir. Bu dinlerde ateş, tapınmanın objesidir ve kutsaldır. Bir insan, özellikle yabancı birisi, bu ateşin üzerinden atlayamaz ve hatta ona yaklaşamaz. Türk kültüründe ise ateş, bir temizleme, arınma aracıdır. Kağanların yanına gelen yabancı elçilerin kötü ruhlardan arınma amacıyla iki ateş arasından geçirilmesi, hastalıkların ateşle tedavisi, kirlendiği düşünülen nesnelerin ateş üzerinde “temizlenmesi” Türk kültüründe yaygın bir olaydır.

7. Nevruz bayramı İran’da Farsların çoğunlukta olduğu güney bölgelerde Türklerdeki gibi coşkulu ve ihtişamlı bir şekilde kutlanmaz.

8. Nevruz kelimesi, yılbaşı törenlerini ifade eden bir terim olarak Farsça’ya, Türklerle temasın başlamasıyla yerleşir. O tarihlere kadar Farsların kullandığı terim “Ferverdegan Şenliği”dir.[4] Farsçanın kurallarına göre Rüzi Nev olması gereken Nevruzun, Kaşgarlı’da geçen ve bugün bile birçok Türk halkının aynı anlamda kullandığı Yeni Gün, Yeni Kün, Yangı Kün tabirinin tercümesi olduğu açıktır. Yine Kaşgarlı’da bu kelime ile ilgili olarak geçen “Bayram”[5] tabiri de İran’da kullanılmamakta, bunun yerine “eyt/ıyd” denmektedir. Azerbaycan, Orta Asya ve diğer Türk halklarında Mart ayına “Bayram ayı” denmesi bu kelimenin eskiden Nevruz yerine kullanıldığını da düşündürmektedir.

Prof. Dr. Abdülhaluk M. Çay “Türk Ergenekon Bayramı Nevruz” adlı kitabının önsözünde şöyle yazmaktadır: “Nevruz Kelimesinin Farsça olması ve aynı günün İranlılar tarafından da Bayram olarak kutlanması ister istemez Türk Yılbaşısı üzerinde şüpheler yaratmıştır. Özellikle hiçbir kültür unsurunu Türklere yakıştırmayan ve her Türk kültür unsurunun altında başka milletler arama hastalığındaki Türklük düşmanı çevreler için mesele çok basittir. Derhal o kültür unsuruna bir sahip bulabilirler.”[6] Fakat yukarıdaki karşılaştırmadan da görüldüğü gibi Türk kültürünün en derin katlarına inen bu bayramı sahiplenmeleri pek de kolay olmayacaktır.

Bu bayram için kullanılan “Mart Dokuzu” ve “Sultan Nevruz/Nevruzi Sultanî” terimlerine de kısaca değinmek gerekmektedir.

Rumi ve miladi takvimleri arasındaki 13 günlük fark, eskiden 9 Mart’ta kutlanan bu bayramın halk arasında Mart Dokuzu olarak bilinmesine sebep olmuştur.

Sultan Nevruz veya Nevruzi Sultanî tabirini ise bazı araştırmacılar Selçuklu Hükümdarı Melik Şah’ın adıyla bağlamaktadır. Prof. Dr. Reşat Genç bu tabirin ortaya çıkışını Osmanlı Sultanlarının bayram günü halkın içine karışarak onlarla bayramlaşması geleneği ile açıklıyor.[7] Hükümdarın bahar/yeni gün/yılbaşı törenlerine bizzat katılması ve halkın içine karışması olayının çok eskilerden Ön Asya ve Türk Kültürlerinde yer alması bu fikirleri doğrulamaktadır.

M.Ö. 2050 yılına ait çivi yazılı bir Sümer belgesinde İlkbahar tarla işlerinin başlaması, gece ile gündüzün eşitlenmesi ve yeni yılın gelmesiyle yapılan törenlerde hükümdarın halka hesap vermesi ve onlarla birlikte yürümesi anlatılmaktadır.[8] Selçuklu Veziri Nizamül Mülk’ün “Siyasetname” eserinde de benzeri tasvirler yer almakta ve bu bayramın Türkler arasında yaygın olduğu kaydedilmektedir.[9]

Biruni de bu bayramın ilk beş gününün padişahlara ait olduğunu yazmaktadır.[10] “Kitabı Dedem Korkut” ta Hanlar Hanı Bayundur Han’ın yılda bir kez evinin yağmalanması da büyük ihtimalle Nevruz’a rastlamaktadır. Ergenekon’dan çıkış törenlerinde ilk önce kağan ve beylerin örs üzerinde demir dövmesi, Azerbaycan’da Nevruz törenleri, Nogaylarda Sabantuy Bayramı’nı yönetmek için han seçilmesi bu eski geleneğin izlerini taşıyor.

Değişik coğrafyalarda yaşayan Türklerin Nevruz geleneklerini incelediğimizde bunların iki temel fonksiyonel özelliğinin öne çıktığı görülmektedir:

Birincisi, tüm Türklerde 21 Mart yılbaşı olarak kabul edilir. Özellikle Altay, Hakas, Karaçay, Malkar, Nogay vb. Türklerde bu fonksiyon ön plana çıkmaktadır. Örneğin, Hakas Türklerinin 22 Mart’ta kutladıkları, Bayram Çılpazı (Yılbaşı) olarak adlanmakta ve gece ile gündüzün eşit olduğu sabah güneşe tapmakla başlamaktadır. Bu törende üç bohçaya sarılı (hastalıklar, dertler, acılar) Kara çalama (ipek) ateşte yakılır. Daha sonra kutsal Akağaç’a yeşil (Hayat), kırmızı (Kan) ve beyaz (temizlik) bezler asılır.[11] Altay Türklerinin kutladığı Cılgayak bayramı da benzeri özellikler göstermektedir.[12]

Özbek, Tatar ve birçok başka Türk lehçelerinde “genç, yeşil, hayat” anlamına gelen “yaş” kelimesi de eski Türklerde yıl sayımının baharla, tabiatın yeşillenmesiyle başladığını göstermektedir. Eski Türklerin kendi yaşlarını “20-30-40 yaşıl/yeşil gördüm” şeklinde söylemesi, Uygurların yeni yılda “Yeni yaşın kutlu olsun” demesi Türk Takvim sisteminde 21 Mart’ın yılbaşı özelliğini öne çıkarmaktadır.

Yılbaşını, güneşin Koç burcuna girdiği, gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart tarihine sabitleyen Türkler, bu geleneğin diğer komşu halklarda da yerleşmesinde etkin rol oynamışlardır. Selçuklulara kadar İran’da yılbaşının farklı mevsimlere geldiğini kaydetmiştik. Selçuklu hükümdarı Celalud Devle Melik Şah’ın emriyle hazırlanan, Güneş’in hareketine dayalı ve 12 hayvanlı Türk takvimini temel alan Celali takvimine göre, 21 Mart yılbaşı olarak belirlenmiştir. Sınırları bütün Orta ve Ön Asya’yı kapsayan Selçuklular Devleti’nde tüm devlet işleri, vergi tahsilatı dahil tüm malî işler bu takvime göre ayarlanmaktaydı. Melik Şah’ın ölümünden sonra kaldırılan bu takvim Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından yeniden yürürlüğe konmuştur (Hasan Padişah Kanunları) ve Doğu Anadolu ile Azerbaycan’da bu geleneğin hala canlı kalması belki de bu yüzdendir.

Etrüsklerin bir Türk boyu olduğu varsayımını kabul edersek, bunların M.Ö. Roma’yı işgaliyle buraya getirdikleri yenilikler içinde yılbaşının 21 Mart’ta başlaması geleneğinin de bulunduğunu görürüz. Asıl bu yüzden bu ay, kendi adını Romalıların baş tanrısı Mars’tan almıştır.

Son yıllarda yapılan araştırmalarda Kuzey Amerika Kızılderili kabileleri ile Türklerin yakın ilişkileri (hatta bazılarına göre akrabalık düzeyinde) olduğu hep ön plana çıkarılmaktadır.[13] Dil, kültür, gelenek, inanç boyutlarında ortaya çıkan bu ilişkiler Kuzey Amerika Kızılderililerin 21 Mart tarihini “Yeni Yılın Başı” olarak kutlamalarıyla biraz daha güç kazanmaktadır.[14]

Nevruz kutlamalarının ikinci fonksiyonel özelliği bir bahar bayramı olmasının, tabiatın kış uykusundan sonra uyanmasının, otların, ağaçların yeşillenmesinin, hayvanların üremesinin, tarımla ilgili faaliyetlerin başlamasının kutlanmasıdır. Bu özellik de Türk halklarının hemen hemen hepsinde varlığını korumaktadır.

KaraçayMalkarlar yeni yılın ilk günü “Yıl değişti, öküze iş düştü” derler. Bu törenlerde kurbanlar kesilir, tarla işleri için dualar edilir. Saban Toy bayramı bitene kadar köyde hiç kimse bahar başlangıcındaki işlere başlamazdı. Tarlayı ilk sürecek öküzler süslenip, onlara dua edilirdi.[15]

Benzeri törenleri Kırgız Türklerinde de görebiliriz. Kızlar öküz arabasının arkasına erik ağacının dallarını, yeşil otları sararlar ve öküzleri tarlada sürmeye başlarlar. Bu sembolik bir olaydır. Baharın gelmesi ve yeni yılda tarlada ilk çalışma anlamına geliyor. Yaşlı bir kişi eteğine aldığı buğdayı tarlaya ekmeye başlar. Öküz arabasını süren yiğit “Cü canabarım. Benim kolum değil yapan, Baba Çiftçinin (Baba DıykanA.P) kolu” diyerek çalışmaya başlar.[16]

Orta Asya Türkleri arasında da Nevruz arifesinde yüzyıllardır süregelen “cuft baroron töreni” yapılmaktadır. Köyün en yaşlı ve en saygı duyulan kişisi bir çift öküzün çektiği sabanla toprağı yararak ilk izi açıp töreni başlatmaktadır.[17]

Dobruca Türkleri de benzeri törenle ilk izi açtıktan sonra, burada büyük ekmekleri yuvarlar ve bereket dileyerek onları hep birlikte yerler. Anadolu’da Kars (çift çıkarma) ve Tunceli’de (çift gömesi) de çift törenleri yapılmaktadır.[18]

Özbekistan’da kutlanan nevruz törenlerinde bu bayramın ve dolayısıyla baharın sembolü olan Baba Dehkan’ı (çiftçi) görmekteyiz.

Azerbaycan’da yapılan törenlerde “Cütçü Baba” (çiftçi baba) rolü için yaşlı, çok çocuklu ve varlıklı birisini seçerlermiş. Törende kullanılacak öküz ve saban da büyük itina ile seçilir ve dualarla ilk iz yapılırmış. Bu sırada “kadıntoprağı” uyandırmak için yarı çıplak dolaşır ve çeşitli yarışlar düzenlerlermiş.[19]

Bu makalede Türk dünyasındaki Nevruz kutlamalarına ayrı ayrı değinmeyeceğiz. Yapılan törenlerin tasvirleri Atatürk Kültür Merkezi tarafından 1995, 1996 ve 1999 yıllarında düzenlenen Üç Bilgi Şöleni’nin bildirilerinde detaylı bir şekilde yer almaktadır. Biz tüm bu yazıları kullanarak Türklerde Nevruz Bayramında’nda yer alan ortak etkinlikleri ele alacak ve bunların eski kültür, inanış, mit, efsane, gelenek, örf ve adetlerimizle ilgili yönlerini ortaya çıkarmaya çalışacağız.

1. Hazırlık Dönemi: Nevruza hazırlık genel temizlikle başlar. Evlerin etrafı çöplerden temizlenir, içi ve dışı badanalanır, halılar, kilimler, yıkanır (Hakaslar bu temizlikten sonra evin bereketi gitmesin diye bir parça çöpü saklarlar).[20] Aile üyelerine yeni elbise, akrabalara hediye alınır. Bayramda yenecek şeker ve yemişler önceden tedarik edilerek saklanır.

Bayrama birkaç gün kala ise çeşitli tatlıların yapımına başlanır. Nevruz ateşi için gerekli ot, çalı ve odun da önceden hazırlanır.

2. Bayram Yemeği: Bu gelenek tüm Türk halklarında uygulanmaktadır. Aile yemeği ve toplu ziyafetler şeklinde ortaya çıkar. Arife akşamı yemeği ailece yenir ve en uzak yerlerde bulunan aile üyeleri bile bu akşamı mutlaka evlerinde geçirmek zorundadırlar.

Eski kabile geleneklerinin bir yansıması olan toplu yemekler ise daha yaygındır. Bunlar köy, kasaba ve şehir meydanlarında veya kırlarda yapılmaktadır. Bu güne özel bazı yemekler de yapılır (Nevruz aşı, Bayram aşı, Nevruz köcö, Nevruz köje, Semeni/Sümölök/Sümelek, Köçöbotko) ve herkes buna katkıda bulunur.

Toplu yemeğin diğer şekli de gençlerin ev ev dolaşıp dua ederek yiyecek toplaması ve bunları bir arada yemesi olarak görülür.

Bu gibi toplu yemek törenleri dünyanın birçok kültüründe olduğu gibi, Türk kültüründe de önemli bir yer işgal etmektedir.

3. Mezarlık Ziyareti: Nevruz kutlamaları sırasında (bazı yörelerde önce, bazı yörelerde ise bayramın 1.,2.,3., veya 4. günü) çok önemli yeri olan bu gelenek, eski Türklerdeki Yuğ törenlerinin izlerini taşımaktadır ve bunların devamı niteliğindedir. Eski Türk ve Çin kaynaklarına göre, kışın veya yazın ölenler için geçici mezar yapılır ve ilkbaharda veya güzün düzenlenen Yuğ merasimi (toy) ile toprağa verilirlerdi. Yuğ törenleri sadece ağlama ve ağıtlar söyleme gibi yas ayinlerini ihtiva etmezdi. Aynı zamanda çeşitli yarışları, temsilî dövüşleri, ölenin kahramanlıklarını aksettiren türküleri ve toplu yemeği de içine almaktaydı.[21] Benzeri törenlerin Kuzey Azerbaycan’daki Hun Türkleri tarafından da düzenlendiğini 10. yy tarihçisi Movses Kağankatlı da kaydetmektedir.[22] Anadolu’da Şeker Bayramı’na kayan, ama Azerbaycan, Türkistan ve diğer yörelerde hâlâ Nevruzda yapılan bu gelenek, ölmüş yakın ve akrabaların mezarlarını ziyaret etmek, mezar üzerine şeker ve tatlı bırakmak, Yasin okumak, ağıt söylemek ve ağlamak, mezarların etrafını temizlemek, bazı yörelerde ise mezarlıkta kahve içmek ve yemek yemek gibi etkinliklerle devam etmektedir.

Bugün Hırıstiyan olan Gagauz ve Çuvaş Türklerinde de bu gelenek yaşatılmaktadır. Çuvaşlar kışın ölenlerin mezarını ilkbaharda, yazın ölenlerinkini ise güzün yaptırmaktadırlar.[23]

Bazı araştırmacılar bu geleneğin Atalar kültü ile bağlantılı olduğu görüşündeler. Macar Türkolog L. Rasonyi’ye göre Türklerde “Toy” tüm halkın katıldığı bir törendir. Bu törene merhumun kendisi de katılmaktadır. Tören iştirakçıları ölen kişinin gelecekte onları koruyacağına, hamîleri olacağına inanır ve onu kendilerine bağlamak için eğlendirmeye çalışırlar.[24]

Prof. Dr. Abdulhaluk Çay da “Bilinen en eski devirlerden beri Türklerin yaptıkları törende ataruhlarına tazim oldukça önemli bir yer tutmaktadır.<…> Bütün Türk dünyasında bununla ilgili olarak gerek Nevruz’da ve gerekse Hıdırellez’de bayram günlerinin gayet neşeli, birbirlerine saygılı geçirilmesi, zorunlu bir görev olarak kabul edilirdi. Çünkü ata ruhlarının evin bacası etrafında çocuklarının bayramı nasıl geçirdiklerini kontrol ettiklerine inanılmaktaydı. Bayram dolayısıyla mezarlıkların ziyaret edilmesi bunun bir sonucudur.”[25] diye yazıyor.

4. Akraba ve Eş Dost Ziyareti: Nevruz etkinliklerinin önemli kısmını oluşturan bu gelenek, bayramın millî özelliğinden kaynaklanmaktadır. Büyüklerin, akrabaların, komşu ve tanıdıkların, hasta insanların evlerine uğrayarak bayramlaşmak, birbirinden haber almak, dostlukları tazelemek insanlarda bir halk, bir millet olma duygusunu kuvvetlendiren, onları birbirine kenetleyen etken olarak ortaya çıkar. Bu, küslerin barışması, düşmanlıkların sona ermesine de vesile olmaktadır. Kazak Türklerinin Nevruzu “Ulus Günü”, “Ulusun Ulu Günü” olarak da adlandırması onun bir birlik, beraberlik, dostluk, barış, yardımlaşma bayramı olma özelliğini yansıtıyor.

5. Kır gezileri: Toplu şekilde kırlara çıkılarak eğlencelerin, şölen ve yarışların düzenlendiği bu gelenek eski Çin kaynaklarına göre, Hun Türklerinde de mevcuttu. Türk dünyasının bazı yörelerinde bu etkinlik Nevruzda gerçekleşmeye devam etse de, diğer yörelerde Hıdırellez’e kaymıştır. Kır gezileri sırasında mahalli oyunlar dışında Türklerin genel olarak gerçekleştirdiği pratikler çeşitli yarışlar (güreş, at yarışları, kökpar/gökböri veya keçi kapma, köpek, koç ve horoz dövüşleri vs.), danslar (kır gezilerinde daha fazla halay gibi kollektif danslara yer verilmiştir), müzik ve seyirlik oyunlardır (seyirlik oyunlar yukarıda kaydettiğimiz gibi, genellikle tarla, ekim işleri ve toprağın verimliliği ile ilgili olanlardır).

Altay Türkleri arasında 1930’lu yıllara kadar yılda iki defa (ilkbahar ve güzün) bütün halkın katılımıyla Kam törenlerinin yapıldığı bilinmektedir. Büyük küçük herkesin katıldığı bu törende Tanrı Ülgen’e verdiği nimetler için teşekkür edilir ve ondan yeni nimetlerbolluca hayvan, süt, arpa, ot, iyi av istenirdi.[26] Büyük bir insan kalabalığı katıldığı için köy dışında yapılan bu törenler günümüze kır gezileri şeklinde ulaşmıştır.

6. Ateşle İlgili Pratikler: Geniş Türk coğrafyasında kutlanan Nevruz törenlerinin hepsinde ateşle ilgili pratikler bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı büyük ateşler yakarak üzerinden atlama ve bu sırada “Ağırlığım uğurluğum sende kalsın”, “Kırmızılığın bana, sarılığım sana” gibi büyüsel duaların edilmesidir. Bu törene çocuktan yaşlıya, özürlüden hastaya kadar herkes katılır. İnanışa göre Nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklarından arınır ve yıl boyunca hastalanmaz.

Bir diğer pratik, hayvanları, ateş üzerinden atlatmak veya iki ateş arasından geçirmektir. Bu gelenek Anadolu, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya, Orta Asya’nın kırsal kesimlerinde yaşatılmaktadır.

Altay, Hakas, Yakut (Saha) Türkleri ateş üzerinden atlamazlar, ama kutlamalar sırasında büyük ateşler yakar ve bu ateşleri et, süt, yağ ve kımızla beslerler.

Eski Türk inanış sisteminde ateş kutsal sayılmış ve tüm Şaman gösterilerinde yer almıştır. Altay Türklerinin efsanelerinde ateşin Tanrı Ülgen tarafından çakmak taşı ile elde edildiği ve insanlara bahşedildiği anlatılmaktadır.[27] (Bu yüzdendir ki bazı yörelerde Nevruz ateşi çakmak yardımıyla yakılır). Nevruz ateşini (ve genellikle ateşi) su ile söndürmenin, onu pisletmenin yasaklanması bununla ilgilidir.

Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun en güzel örneği 1245 yılında Vatikan tarafından Batu Han’a gönderilen elçilik heyetinin ve hediyelerin iki ateş arasından geçirilmesidir.”Batu’nun karargahına vardıklarında elçilik üyelerini iki ateş arasından geçirdiler. Papazlar her ne kadar buna itiraz etseler de sonunda Tatarlara göre her türlü kötü niyetlerden temizlenmek ve belki beraberlerinde getirmiş oldukları zehirlerin tesirini gidermek maksadıyla yapılan bu garip arzuyu yerine getirmek zorunda kaldılar.”[28] Bizans imparatoru Justin’in elçisi Zemarkhas da aynı muameleye tabi tutulmuştur. 568 yılında Göktürklere elçi giden bu Bizanslı heyeti de büyük ateşler üzerinden atlamak zorunda kalmıştır.[29]

L. Gumilyov: “İran düşüncesinde ateş tapınmanın simgesidir, oysa Türk düşüncesinde temizleme vasıtasıdır.” demekte haklıdır. Görülen de şudur ki; Türk halklarının Nevruz törenlerinde geniş yer alan ateş pratikleri hiç de İran kaynaklı AteşperestlikZoroastrizm’le ilgili olmayıp, asırlardır Türk inanış sisteminde yaşatılan geleneklerin devamı niteliğindedir.

7. Su ile İlgili Pratikler: Bunlar sabah erkenden tüm su kaplarındaki suları yenileme, taze su içme ve ev hayvanlarına içirme, eski eşyaları suya atma, birbirinin üzerine su serpme ve su falına bakma şeklinde görülmektedir.

Su kültü (Iduk YerSub) eski Türk inanış sisteminde önemli bir yer işgal etmekte ve tüm pınarların, dere, ırmak, göl ve denizlerin kendi iyi ruhlarının olduğuna inanılmaktadır. Sibirya Türkleri arasında hâlâ yaşamakta olan bu inanışa göre, su özellikle pınar başlarında yüksek sesle konuşmak, küfretmek, çevreyi ve suyu kirletmek yasaktır. Burada av yapılmaz, ağaç kesilmez. Pınar başında mola verenler sudan biraz uzağa oturur ve giderken de su iyesi (su eezi) için yakın ağaçların dallarına çeşitli renklerde çalama (bez parçası) bağlarlar.[30]

Suyun şifa verici, arındırıcı gücüne inanç, Türk mit, efsane ve destanlarına da yansımıştır. “Kurt ve Su” mitinde Oğuz oğlu ile karşılaşan kurt ona: ” Dün avcılar kızımın karnını paramparça ettiler. Sabah erkenden buz pınarının suyundan alıp, onun yarasına döksen iyileşir” diyor. Oğuz oğlu su getirerek kurtun kızını iyileştiriyor ve onunla evleniyor.[31] Ama Nevruzdaki su ile ilgili pratiklerin anlaşılmasına yardımcı olacak en iyi örnek “Köroğlu” destanının Azerbaycan varyantındaki bir motiftir. Gözleri kör edilen Alı (Köroğlu’nun babası) oğluna: ” Oğul, buradaki dağların birinde bir çift pınar var. Yedi yılda bir defa batıdan ve doğudan gelen iki yıldız bu pınarların üstünde çarpışır ve bunların nuru suya düşer. O zaman sular köpüklenir. Kim bu suda yıkanırsa güçlü kuvvetli yiğit olur, suyu içen aşık olur ve güçlü sesi olur. Şimdi süre dolmak üzeredir. Git, o pınarı bul, suyundan bana da getir” diyor.[32]

Köroğlu’nun babasının tarif ettiği gün muhtemelen Güneş’in Koç burcuna girdiği 21 Mart günüdür. Çünkü birçok Türk halkı, Nevruzda suların bir anlığına durduğuna inanmaktadır. Bayram sabahı pınardan su getirerek kapları doldurma, su içme, birbirinin üzerine su serpme geleneği de bu inanışla ilgilidir. Burada önemli olan, suların durduğu anı yakalayabilmektir.

Nevruz suyuna yüzük, boncuk atarak fal bakma, kuyu, pınar başında niyet tutma gibi pratikler de su kültü ile ilgilidir.

8. Eğlenceler: Nevruz kutlamaları sırasında çeşitli yarışlar, gösteriler, seyirlik oyunlar ve müzik yer almaktadır. Türkler arasında bu eğlencelerin birbirine ne kadar benzerlik gösterdiğini kanıtlamak için Azerbaycan, Özbekistan, Doğu Türkistan ve Yakutistan’dan dört örnek vereceğiz. “Kıra çıkan gençler çeşitli yarışmalar, oyunlar düzenler, dans eder, şarkı söyler ve halay (yallı) çekerdi.

Hokkabazlar, aşıklar, dervişler, cambazlar, komedyenler, şarkıcılar, aktörler, yılan oynatanlar çeşitli gösteriler yapardı.”[33] “Bayramın ilk günü şöyle geçmekteydi: Sabahleyin pehlivan ve darbaz (ip üzerinde) gösterileri, gün ortasında şarkıcılar ve diğer sanatçıların gösterileri, akşam ise halk oyunları şenlikleri ve bezmler gerçekleştirilmekteydi.”[34] “Bu meydanda ilginç yerli millî oyunlar oynanır, ozanlar şiir ve türkü atışırlar. Şarkıcı ve çalgıcılar şarkılarını söylerler. Dansçılar dans ederler. Meddahlar destan ve kıssalarını hikâye ederler. Güreşçi gençler güreş tutup, kendilerini sınarlar. Yetenekli at cambazlarını ve güçlü atları ortaya koyarlar. Dönme dolap üstündeki genç kızlar ve oğlanlar mutluluktan bulutların üstünde uçarlar. Yüksekte ip üzerinde büyük beceri gösteren cambazlar cesaretleri ve korkusuzluklarıyla seyircilerin dikkatlerini üzerlerinde toplarlar.”[35] “Uzun süren bir kışın ardından Sakha halkı bir araya gelip eğlenir. Eğlencelerde kımız içilmesi, bayram yerinde pişirilen şiş kebapların yenmesi, millî oyunların oynanması, güreş, at ve Olonhosut (kaya atma) yarışları yapılması ve Osuohay (halay) dansı yaygındır”.[36]

Müzik, şarkı, dans, sihirbazlık (hokkabazlık veya illüzyon), hikâye anlatımı (meddahlık, kıssahanlık) eski Türklerde (ve bugün bile) Kam törenlerinin temelini oluşturmaktadır. Aşıklık, hokkabazlık, meddahlık gibi sanat türleri daha sonraki dönemlerde Şamanlıktan ayrılmış, fakat Şamanizm’le bağlantılarını da korumuştur.[37] Türklerin ilkbaharda Gök Tanrı’ya (veya Ülgen’e) teşekkür ve dua törenlerini kamların yönettiği ve kamlama ayini yaptığı göz önünde bulundurulursa Nevruz kutlamaları sırasında yapılan eğlencelerin eski gelenek ve adetlerle ilişkisi daha iyi anlaşılacaktır.

Bu eğlencelerin önemli bir kısmını da, halk seyirlik oyunları oluşturmaktadır. Bu oyunların bir kısmı günlük yaşamla ilgili güldürüyü amaçlayan halk komedileri olsa da, bazı oyunlar, avcılık, hayvancılık ve ziraatla ilgili eski kültürlerin izlerini taşıyan ritüel karakterli oyunlardır. Azerbaycan’da “KosaKosa”, Doğu Anadolu’da “Köse Oyunu” olarak bilinen oyun bu açıdan çok ilginçtir. Keçi kılığına girmiş köse ve arkadaşları (Keçel=Keloğlan, kadın; Doğu Anadolu’da ise kurt, geyik, tilki maskesi giymiş oyuncular) önce evleri dolaşarak insanların bayramını kutlar, hayırdualar eder ve hediye toplarlar. Akşam ise eğlence alanında çeşitli oyunlar sahneleyerek seyircileri güldürürler. Oyun sırasında Köse öldürülür, Kadın ve bazı seyirciler onun cesedi üzerinde ağlarlar. Sonra Köse’nin avucuna para, şeker koyarak veya kamçıyla vurarak onu diriltirler. Eğlenceler yeniden devam eder. Bir taraftan eski avcı (kurt, geyik v.s), hayvancılık (verimlilik sembolü olan keçi) ve ziraat (ölüp dirilen tabiat) kültürlerinin izlerini taşıyan bu oyun, diğer taraftan da eski Ön Asya kültürleri ile (kışın ölen ve ilk baharda dirilen Dumuzi/Tammuz ve onun için yapılan törenler) bağlantıları yansıtmaktadır.[38]

9. Edebî Pratikler: Uygur, Başkurt, Tatar, Özbek Türklerinde daha da ağırlık kazanan şiir, hikaye, destan söyleme geleneği diğer Türk halklarında da uygulanmaktadır. Bu şiirlerin en eskileri (Uygurlarda “Nevruz Koşukları”, Tatarlarda “Nevruz Takmakları” v.s) mani şeklinde olup büyüsel karakter taşımaktadır. Kapı kapı dolaşan çocuklar da bu manileri söyleyerek hediye toplarlar. Nevruzu, baharın gelişini, yeni yılı terennüm eden diğer şiirler ise çeşitli dönemlerde şairler tarafından yazılmıştır. Divan Edebiyatı’nda “Nevruziye” olarak bilinen bir tür de ortaya çıkmıştır.

10. Yardımlaşma: Nevruz kutlamalarının en önemli özelliği bir yardımlaşma, sevgi ve şefkat bayramı olmasıdır. Türk örf ve adetleri içerisinde ilk sırayı alan yardımlaşma, Nevruz kutlamaları sırasında daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Bayramdan önce fakir, hasta ve imkansız kişilere para, giyecek yardımı yapıldığı gibi, bayram günü de yapılan bayram aşından pay verilir, onları kırmayacak şekilde yardımlarda bulunulur. “Uygurlar Nevruzda paraca fakir, vücutça zayıf insanlara, yaşlılara, bakımsız ve yetimlere, kaza geçirenlere, geçim sıkıntısı çekenlere yemek, para gibi maddî yardımlar yanında çeşitli manevî yardımlarda da bulunur.”[39] Güney Azerbaycan’da da “Yoksullar unutulmaz, varlıklılar çok miktarda pilav ve et pişirir ve çevrelerindeki yoksul komşulara pay verirler.”[40]

Görüldüğü gibi, NevruzBaharYılbaşı geleneği Türk kültürünün, yaşam biçiminin, inanç, örf ve adetlerinin bir parçası olarak çok eski tarihlere dayanmakta ve hâlâ yaşatılmaktadır. Oysa bu gelenek zaman zaman yabancı iktidarlar tarafından yasaklanmış ve Türk halkının mücadelesi sonucu kutlanmaya devam etmiştir. “Muteziti Abbasi döneminde Bağdat’ta hükümet tarafından Nevruz hakkında bir bildiri yayınlanmıştır: Nevruz bayramına iki gün kala ateş yakmak ve birbirlerinin üzerine su serpmek yasaktır. Bu bildiriden sonra millet ayaklanarak hükümeti, bu adeti serbest bırakmaya mecbur bırakmışlardır. Hükümet ise mecburen yasaklamayı kaldırmış ve halk öyle sevinmiş ki sevincinden polis ve devlet memurlarının üzerine su serpmiştir.”[41]

Benzeri yasaklamayı yakın tarihte Sovyetler Birliği sınırları içindeki Türk halkları da yaşamış ve uzun yıllar boyunca geleneğini gizliden gizliye kutlayarak yaşatmayı başarmışlardır.

Türklerin içinde bulundukları coğrafî şartların da Nevruz geleneğini ne derecede etkilediğinin en güzel örneğini Yakut (Saha) Türklerinde görmekteyiz. Kuzeydoğu Asya’da, Buz Denizi sahillerinde yaşayan Yakut Türklerinde Nevruz’a denk gelen Isıah Bayramı 21-22 Haziran’da (Yılın en uzun günü) kutlanmaktadır. Bu coğrafyada tabiatın canlanması, havaların ısınması, otların ağaçların yeşillenmesi bu tarihe rastladığı için Isıah hem bahar, hem de yılbaşı bayramı olarak kutlanmaktadır. Bayramın kutlanma şekli de diğer Türklerle benzerlik gösteriyor: Tören alanına yarım daire şeklinde akağaç dikilir, ateş yakılır ve tören sonuna kadar söndürülmez. Toprağa kımız serpilir ve içilir. Toplu yemek yenir, oyunlar eğlenceler ve yarışlar düzenlenir. Tören sonunda halay çekilir.[42]

Sonuç olarak, farklı tarihlerde, farklı adlarla yapılsa da aynı kültürün, aynı tarihin, aynı kaderin ürünü olan Nevruz/Yeni Gün, Türklerin millî bayramı olup, tümüyle eski Türk inanç, gelenek, örf ve adetlerine dayanmaktadır.

Prof. Dr. Ahmet PİRVERDİOĞLU

Muğla Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 3 Sayfa: 44- 50

TÜRKMENİSTAN DOSYASI : SAPARMURAT TÜRKMENBAŞI ÖNDERLİĞİNDE TÜRKMENİSTAN VE SOSYO-EKONO MİK REFORM STRATEJİSİ


1. Giriş

Tarafsızlık statüsüne ve iyi komşuluk ilişkilerine dayalı pozitif bir dış politika, kısa bir süre zarfında sağlanan ağzı birlik (Millî birlik), dünya ekonomisine entegre olma yolunda başlatılan bir abadancılık (kalkınma) hareketi ve bunlarla birlikte Türkmenistan’ı iki binli yılların başında modern bir ülke olarak yeniden inşa etme kararlılığında bir lider. Bu ifadeler, oldukça hızlı bir zaman diliminde elde edilen başarı ve gelinen noktayı özetliyor Türkmenistan için. “Nihai hedefimiz demokratik, laik bir Türkmenistan inşa etmek ve yakın gelecekte en ileri ülkeler arasına katılmaktır” sözleriyle ülkesini yarınlara hazırlayan S. Türkmenbaşı, modern Türkmenistan için son noktayı işaret ederek, her geçen gün bu hedeflere doğru kararlı bir şekilde ilerleyen bir lider görüntüsü çizmektedir. “Ülkenin siyasi istikrarı, objektif bir dış politika ve iyi komşuluk, demokrasiyle birlikte geçiş döneminde kontrolü sağlamak için gerekli güçlü bir devlet otoritesi ve önemli finansal yatırımlar ve hammaddelere sahip olma”yı Türkmenistan’ın dört temel dayanağı olarak belirterek, “Türkmenistan istikrarlı bir şekilde kalkınabilecek mi?” sorusuna bu dört noktayı göstererek, “bugün bu soruya tereddütsüz ‘evet’ diyebiliriz” demektedir S. Türkmenbaşı.[1] Bugünkü Türkmenistan bu dört temel esası, iç barış ve siyasi istikrar içinde dünya ekonomisine entegre olma ve refah devletine ulaşma hedefine yönelik en önemli dinamikler olarak kullanmaktadır.

1985 yılından bu yana Sovyetler Birliği’nde yaşanan her türlü siyasi değişikliklerin etkilerinin hissedildiği Türkmenistan’da Ekim 1991 yılında bağımsızlık konusunda bir referandum yapıldı ve oy çoğunluyla bağımsızlık onaylandı. Bundan sonra Türkmenistan 27 Ekim 1991 yılında Sovyetler Birliği’nden resmi olarak ayrılıp, bağımsızlığını ilan etti. 21 Aralık 1991 yılında ise Bağımsız Devletler Topluluğu’na katıldı. Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkede “devlet başkanı” Bakanlar Kurulu’nun başkanı olarak yürütmenin de başında bulunmaktadır. Hükümetin dışında Halk Maslahatı adı altında devlet başkanının başkanlığında toplanan bir danışma ve karar organı bulunmaktadır. Anayasaya göre, Halk Maslahatına Türkmenistanın devlet başkanı, milletvekilleri, her bölgeden seçilen birer temsilci, yüksek mahkeme başkanı, baş savcı, şehir yöneticileri, ilçe başkanları ve bakanlar kurulunun üyeleri katılır.[2] Anayasaya göre, Halk Maslahatı Türkmenistan anayasasınında değişiklikler yapmaya yetkilidir. Referanduma gitmek, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi yönden gelişmesini sağlayacak temel stratejiler konusunda kararlar almak, komşu ülkeler ile ilgili muhtemel sınır sorunlarını çözüme kavuşturmak, savaş ve barış durumunu ilan etmek üzere kararlar alabilir.[3] Tek siyası partinin (Türkmenistan Demokrasi Partisi) bulunduğu ülkede seçimle iş başına gelmiş 50 üyeli bir parlamento bulunmaktadır. Türkmenistan’ın 18 Mayıs 1992 tarihli yeni anayasası, devlet başkanına büyük yetkiler tanımıştır. İleride parlamentonun oyuna sunmak koşuluyla devlet başkanı yasa yapma hakkına sahiptir. Devlet başkanı yardımcıları, valiler, yüksek mahkeme başkanı, devlet başkanı tarafından atanmaktadır. Ayrıca devlet başkanı gerekli gördüğü hallerde parlamentoyu feshetme yetkisini kullanabilir.

2. Makroekonomik Gelişmeler

Türkmenistan, 5 milyonu aşan nüfusuyla karalarla çevrelenmiş bir ülkedir. Topraklarının %90’ı çöl olan Türmenistan, geniş petrol ve gaz rezervlerine sahiptir. Henüz sanayi istenilen düzeye ulaşmamış olmakla birlikte, ülkenin önemli avantajlarından biri de sanayinin gereksinim duyduğu bol ve ucuz hammadde kaynaklarının varlığıdır. Bugün Türkmenistan’da dokuma-tekstil ve petro-kimya sanayi başta olmak üzere, irili ufaklı modern tesisler üretime sokulmakta ve işletilmektedir. Son yıllarda petrol rafinerileri, gaz, kimya sanayi, elektrik sanayi ve makina imalatı ürünleriyle azotlu gübre, halı ve dünya piyasalarına ihraç edilen tekstil ürünlerindeki artış sanayi sektörüne gözle görülür bir canlanma getirmiştir. Sanayi büyük ölçüde enerji, diğer doğal kaynaklar ve pamuğa dayalıdır. Ülke, ticarete bağlı ekonomide ihtisaslaşmıştır ve ihracatın %85’ini oluşturan, özellikle doğalgaz, petrol ve pamuğa dayalı bir ekonomiye sahiptir.

Ocak 1994 yılında Halk Maslahatı, Türkmenistan’ın geçiş döneminde takip edeceği iç ve dış ekonomik politikaları içeren “10 Yıl Abadancılık”[4] programını onaylamıştır. Gıda üretiminde kendi kendine yeterlilik, yapısal ekonomik değişimin tamamlanması ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi amaçlarına yönelik piyasa ilişkilerinin ve serbest girişimciliğin geliştirilmesi programın temel hedefleri olarak gösterilmiştir. Programda 1992 yılı baz alınarak, 2002 yılına kadar GSYİH’da üç kat, sanayi üretiminde üç kat, yatırım malları üretiminde beş kat, tarım üretiminde 2.4 kat, tüm yatırımlarda ise 2.4 kat büyüme hedeflemiştir. Nisan 1997’de “1000 Gün Maksatnamesi”[5] adıyla yayınlanan yeni programda bin günde yapılacak işlerin bir programı çıkarılmış ve esas itibariyle atıl durumda bulunan kamu tesislerinin özelleştirilmesine yönelik bir prosedür belirlenmiştir. Bunun yanısıra, eski İpek yolu üzerinde bulunan Tecen-Sarahs-Maşhed demiryolunun yeniden ulaşıma açılması, Türkmenistan- Pakistan gaz-petrol boru hattı projesi, 2000 yılına kadar yılda 13 milyar kw/saat elektrik enerjisi üretimi ve ihracatı, Nebitdağ gaz-petrol kompleksinin dünya pazarlarına açılması, yeni petrol sahalarında üretime geçilmesi, otomotiv sanayinin kurulması ve toprak reformuna yönelik projelerin gerçekleştirilmesi bir programa bağlanmıştır. Ayrıca, Türkmenistan-İran doğal gaz hattı tamamlanarak İran’a doğal gaz verilmeye başlanmıştır. Program için 5 milyar dolarlık bir kaynak tahsis edilmiş, 500 gün içinde devlet mağazaları, gıda ve hizmet sektörleri ve atıl tesislerin özel mülkiyete devredilmesi, ayrıca 1000 gün sonunda milli gelirin 1,5 kat arttırılması öngörülmüştür.

Türkmenistan diğer geçiş ekonomilerinden farklı olarak, yeniden yapılanma sürecini istikrar ve sosyal konsensus önceliği üzerine inşa edilecek “kademeli” reform politikasına dayandırmıştır. Politik istikrar ve sosyal uyum sağlanmadan ekonomik reformların sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilemeyeceği gerçeği devlet başkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın izlediği reform siyasetinin tutarlılığını doğrulamıştır.[6] “10 Yıl Abadancılık” ve “1000 Gün Programı” bu ekonomik ve sosyal reform siyasetine uygun olarak 1997 yılından itibaren sonuçlarını göstermeye başlamıştır. Verilere gore, ekonomik performans değerlendirildiğinde sonuçların ne kadar olumlu olduğu açık olarak görülmektedir. Son üç yılda ekonomi yönetimi önemli bir başarı elde etmiştir. Büyüme hızında 1998, 1999 ve 2000 yıllarında %5, %16 ve %17.6’lık önemli artışlar gerçekleşmiştir. Türkmenistan bu büyümeyi önemli ölçüde Ukrayna’ya yapılan gaz satışı ile pamuk satışından sağladığı gelirlerle sağlamıştır. İthalatın azaltılması, döviz kontrolüne bağlı sıkı para politikası ve kamu harcamalarının azaltılmasını içeren anti enflasyonist önlemlerle fiyat artışları, hiper enflasyon seviyelerinden 1998-2000 döneminde %20 düzeylerine başarılı bir şekilde çekilmiştir.[7]

Dış ödemeler açığı 1998 yılında 935 milyon dolardan 1999 yılında 571 milyon dolara gerilemiştir. Bu önemli ölçüde dış ticaret dengesindeki iyileşmeyle sağlanmıştır. Dış ticaret açığı aynı yıllarda 523 milyon dolardan 210 milyon dolara gerilemiştir. Dış ticaretin 2000 yılında 448 milyon dolar fazla vereceği beklenmektedir. Ukrayna’ya yapılan gaz satışından sağlanan gelir ve ithalatın azaltılması bu iyileşmenin temel etkenleri olmuştur. Ukrayna 1999 yılında yapacağı ödemelerin bir kısmını 2000 yılına sarkıtmıştır. 801 milyon dolarlık gaz satışı tahmini de buna eklendiğinde ödemeler dengesinin 2000 yılında 71 milyon dolar fazla vereceği tahminlenmiştir. 1999 yılında net dış yatırımlar 125 milyon dolar civarında gerçekleşmiştir. 1998 yılında dış yatırımlar 62 milyon dolar civarındaydı. 2000 yılında ise yaklaşık 100 milyon dolarlık bir dış yatırım gerçekleşmiştir.[8]

Aralık 1999’da Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın Türkmenistan’da 2010 yılına kadar uygulanacak sosyo-ekonomik politika ve projelerle ilgili gelişmeleri içeren “Ulusal Program”ı[9] yayınlandı. Bu programın temel amacı önümüzdeki on yıllık dönemde piyasa ekonomisinin bütün kurallarıyla uygulanabilir duruma getirilmesini ve halkın yüksek yaşam standardına ulaşmasını sağlayacak, ekonomisi güçlü ve gelişmiş bir devlete sahip olmaktır. İstikrarlı bir ekonomik büyümeyi sağlamak, Türkmenistan’ın hammadde kaynaklarını ve üretim imkanlarını daha verimli kullanmak suretiyle piyasayı esnek ve değişen pazar taleplerine uygun hale getirmek, adil bir rekabet sistemi kurmak, özelleştirmeyi yaymak, özel girişimciliği desteklemek, yabancı yatırımları teşvik etmeye yönelik projeleri içeren bu program 2010 yılının sonunda ekonomik bakımdan güçlü, halkın yüksek yaşam standartlarına ulaşacağı bir hedefe sahiptir.

Türkmenistan Devleti’nin kurucusu Saparmurat Türkmenbaşı’nın piyasa ekonomisine geçişi sağlayacak 11 yıllık reform politikasını diğer geçiş ülkelerinden farklı bir biçimde kademeli olarak uygulama nedenlerinden en önemlisi bu reformların halkın yaşam standartları ve toplumun sosyal yapısı üzerinde meydana getirebileceği muhtemel tesirlerini ortadan kaldırma düşüncesidir.[10] Çünkü reformlar kademeli değil de eş zamanlı olarak uygulandığında enflasyon, işsizlik, yoksulluk gibi sosyal huzursuzluklara yol açabilecek bir takım sıkıntıların faturasını geniş halk kitleleri, eş zamanlı reformları benimseyen bir kısım geçiş ülkelerinde yaşandığı üzere, ağır bir biçimde ödemek zorunda kalabilecekti. Kademeli reform politikası her şeyden önce bu tür sıkıntıların Türkmenistan’da asgari ölçüde sadece bir geçiş dönemi sıkıntısı olarak yaşanmasında temel faktör olmuştur. Bütün bu olumsuzlukları göz önünde bulunduran S. Türkmenbaşı reformları zamana yaymak suretiyle bu tür sıkıntıları asgariye indirmiş ve reformlarını sosyal siyasetiyle desteklemek suretiyle geçiş döneminin sıkıntılarını halkına hissettirmemeye çalışmaktadır.[11]

Saparmurat Türkmenbaşı’nın sosyal reform siyaseti devlet sübvansiyonlarına dayalı olarak toplumun çeşitli kesimlerine sağladığı sosyal korumadır. Temel tüketim maddeleri ve kamu hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanma, emeklilik ve aile ödenekleri ile Türkmenistan vatandaşlarına önemli bir sosyal koruma hizmeti vermektedir. 1993 yılından bu yana konutlara doğal gaz, elektrik, suyu ücretsiz vermek suretiyle sübvanse etmektedir. Asgari ücretin altında gelire sahip olan ev halkına, fert başına köylerde 8 kg. şehirlerde ise 6 kg. aylık ücretsiz un yardımının yanısıra ekmek gibi çok sayıda temel tüketim maddesi ile ulaştırma, haberleşme, sağlık, eğitim gibi kamu hizmetlerini de ücretsiz denecek kadar düşük fiyatlarla sunmak suretiyle geniş ölçüde sübvanse etmektedir. Özellikle konut ihtiyacının ücretsiz olarak karşılanması halka sunulan en önemli sübvansiyon olarak dikkati çekmektedir.

Bütün bu devlet sübvansiyonlarının özellikle piyasa ekonomisinin halk üzerindeki etkisinin önemli ölçüde hissedildiği gelişmekte olan ülkelerde ücretli ve oldukça pahalı sunulduğu dikkate alındığında, Türkmenistan’da yapılan devlet sübvansiyonlarının ve sosyal koruma hizmetinin ne kadar önemli olduğu tartışılmayacak kadar ortada bir gerçektir. Türkmenistan’da 1995 yılından itibaren istihdam seviyesi yıllık yüzde 5 arttırılmış,[12] sağlanan sosyal koruma ve ekonomik büyümeye bağlı olarak artan refah ile de reformların halk üzerindeki etkisi önemli ölçüde düşürülerek toplumun hayat standardı giderek artan bir yükselme trendine girmiştir. Satın alma gücü paritesine göre, 1997 yılında 2,683 dolar olan kişi başına yıllık gelir 1999 yılında 3,268 dolara, 2000 yılında ise 3,856 dolara yükselmiştir.

1997 yılında istihdamı arttırmak ve bu piyasanın özelliklerini oluşturmak için “Nüfusun İstihdamı” adıyla yeni bir yasa kabul edilmiştir. 2 Haziran 1997 tarihli Başkanlık Kararnamesi ile Vilayet Hakimlikleri tarafından başkanlık edilen, işgücü değişimini sağlamak, istihdam konusunda hükümet kararları alabilmek ve işgücü piyasasını daha iyi şartlara kavuşturabilmek için bir İstihdam Komitesi oluşturulmuştur. Halkın yaşam standartlarının yükseltilmesine yönelik uygulamalar çerçevesinde, 1 Mart 2001 tarihinden geçerli olmak üzere, “Türkmenistan’da asgari ücretler, emekli aylıkları ile devlet yardımlarının arttırılması hakkındaki” Türkmenistan Devlet Başkanı kararı[13] gereğince, asgari ücret 950 bin Manat’a yükseltilmiş, çeşitli kesimlere yapılan devlet yardımı parası ise iki katına çıkarılmıştır.

3. Sosyal Koruma ve Sosyal Yardımlar

Geçiş dönemi süresince Türkmenistan; vatandaşlarının yaşamlarını garanti altına alabilmek için önemli çabalar sarf etmiştir. Ülkenin, temel tüketim malları ve ihtiyaçları için sübvansiyonları, emekli maaşını ve aile yardımlarını içeren resmi sosyal güvenlik ağı bulunmaktadır. Türkmenistan’daki sosyal güvenlik sistemi 4 öğeden oluşmaktadır; fiyat düzenlemeleri ve sübvansiyonlar, yaşlılık ve malullük aylığı, aile yadımı ve diğer yardımlar ile birlikte istihdam garantisi. Bu sistem kişisel ve aile destek düzenlemelerine yoğunlaşmıştır. Devlet, 1993 yılından beri nüfusuna oldukça yüksek limitlerde ücretsiz gaz, su, enerji ve tuz sağlamakta ve para yardımında bulunmaktadır.[14] Ekmek fiyatları ve diğer bir grup mal ve hizmet ücretleri de denetim altında tutulmaktadır. Ayrıca aylık gelirleri 500.000 manatın altında bulunan ailelere de un için para yardımında bulunulmaktadır.[15]

Sosyal güvenlik sistemindeki reformlar Türkmenistan’da yürütülen diğer sosyo-ekonomik reformlarda da önemli rol oynamıştır. “Emeklilik Yasası”[16]nın 17 Temmuz 1998 yılında kabul edilmesiyle birlikte emekli maaşlarının finanse edilmesi ve işleyişi konularında önemli değişiklikler olmuştur.[17] Bazı ayrıcalıklar kaldırılmış, emeklilik yaşı değiştirilmiş ve maaş dağıtımı konularında bazı düzenlemeler yapılmıştır. Gönüllü emekli sigortası sistemi oluşturulmuş ve emekli maaşlarının hesaplanmasında değişiklikler yapılmıştır. Bu reform sürecindeki bir diğer temel öğe ise emekli maaşı alanların ve yardım görenlerin takip edilerek bir bilgi bankası oluşturulmasıdır. Geçiş dönemi boyunca iki ayrı emeklilik sistemi uygulanmaktadır. Dayanışma sistemi, çalışanların zorunlu olarak maaşlarının %30’unu sosyal güvenlik fonuna yatırması temeli üzerine kurulmuştur. Birikim sisteminde ise, vatandaşlar kendi özel banka hesaplarına emeklilik amacıyla gönüllü olarak para yatırmaktadırlar.

1 Ağustos 1998 tarihinde yeni bir sigorta anlaşması uygulanmaya başlanmıştır. “Sigorta kaydı” “İş kaydı” ile değiştirilmiştir. Bu kayıt, yeni “Emeklilik Yasası” kabul edilmeden önceki iş dönemini ve ayrıca gönüllü emeklilik sigortası süresindeki iş dönemlerini göstermektedir. Bu sistem uzun vadeli olarak (30-40 yıl) hesaplanmaktadır. Yeni yasa onaylanmadan önce iş kaydı olan ve aynı zamanda yeni sisteme göre sigorta kaydı olan kişiler emeklilik yaşına geldiklerinde emekli maaşlarını elde edebileceklerdir. Bu maaşlar hem zorunlu olarak sosyal güvenlik fonuna yapılan ödemelerden hem de kendi kişisel emeklilik kayıtlarından oluşmaktadır. Yeni yasanın kabulünden sonra çalışma hayatına başlayan kişiler ise gönüllü emeklilik sigortası çerçevesinde maaş alacaklardır. Bu kişilerin emeklilik maaşları kişisel banka hesaplarındaki biriken fondan karşılanacaktır. Emeklilik reformundaki en önemli konulardan birisi emeklilik yaşının arttırılmasıdır. Yeni yasaya göre, erkeklerin emeklilik yaşı iki yıl daha (60 yerine 62 olmuştur) yükseltilmiştir. Ayrıca iş kaydı (emeklilik sigorta kaydı) 25 yıldan fazla olmalıdır. Kadınlarda emeklilik yaşı ise 20 yıldan fazla iş kaydına sahip olmakla birlikte 55 yaştan 57 yaşa yükseltilmiştir.

Türkmenistan’da 1 Ağustos 1998 tarihinde “Devlet Sübvansiyonları Yasası”nın benimsenmesiyle yeni gelişmiş bir devlet sübvansiyon sistemi uygulamaya konulmuştur. Sübvansiyonlar devlet bütçesinden finanse edilmektedir. Yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, devlet yardımlarının miktarı ve ölçeğinde önemli bir değişim yaşanmıştır. 1 Ocak 1999 tarihi itibariyle, 113,800 kişi sübvansiyonlardan yararlanmıştır. Bugünkü emeklilik ve sübvansiyon sistemi çoğunlukla yaşlılar için emeklilik aylığı ile sakat ve geçim kaynağı olmayan aileler için devlet sübvansiyonu sağlanmasını içermektedir. Emeklilik ve sübvansiyonlar için yapılan harcamaların %93’ü bu üç kategoriye yapılmıştır. Yeni yasa emeklilik aylığı alanların çalışmalarına izin vermektedir. 1998 yılında, emekli maaşı alanların %8.9’u hala çalışmaktaydı. 1999 yılında, bu rakam 29.300’ye ya da tüm emekli maaşı alanların sayısının %10’una ulaşmıştır.[18]

İnsan gücü gelişiminin sağlanması ve fakirliğin iyileştirilmesi için seçilmiş sosyal göstergeler aracılığıyla bu konuların takip edilerek ölçülmesi hususunda artan bir görüş birliği vardır. Sosyal göstergeler, eğitim ve sağlık konularında kamu harcamaları arttıkça gelişen bir çok ülkede ilerlemektedir. Eğitim ve sağlık için yapılan kamu harcamaları, insan sermayesi üzerindeki pozitif etkilerinden ötürü eşitliği destekleyip, fakirliği azaltırken ekonomik büyümeyi de arttırmaktadır. Türkmenistan’da eğitim sistemi yeniden örgütlenme dönemindedir. Reformlar nüfusa özgür seçime bağlı bir eğitim sistemi ve geniş çaplı bir katılım sağlamayı hedeflemektedir ve ayrıca eğitim alanında hem resmi hem de sivil bir yapı geliştirmektedir. Bunları bu sektördeki devlet direktifleri izlemektedir. Türkmenistan’ın eğitim sistemi yürürlükte bulunan “Eğitim Alanındaki Yasa”ya bağlı olarak işlemektedir.

Yasa, düzenlenmiş ihtiyaçlar çerçevesinde her kademede özgür eğitim hakkını garanti altına alır ve vatandaşlar etnik ve sosyal kimlikleri ve mali durumlarına bakılmaksızın eşit olarak kabul edilirler. Geçiş dönemi boyunca, devlet eğitim sistemini yönetmekteydi. Bu durum 26 Haziran 1998 tarihinde yapılan Eğitim Konulu Devlet Konseyi Toplantısı’nda Türkmenistan başkanı tarafından da doğrulanmıştır. Aynı dönemlerde, özel eğitim kurumları gelişmeye ve yayılmaya başlamıştır. Özel kurumların oluşturulması için eğitimsel faaliyetlere ve mesleki eğitim çalışmalarına izin verilmiştir. Türkmen-Türk kolejleri ve Uluslararası Türkmen Türk Üniversitesi[19] eğitim sisteminde gerçekleştirilen reformların önemli bir parçası olarak Türkmenistan’ın eğitim sistemi içerisinde ve sosyal transformasyonunda önemli bir rol oymaktadır.[20] Bu reform döneminin sonucunda orta ve lise eğitiminin birleştirilmesinden oluşan bir sürekli eğitim sistemi oluşturulmuştur. Tüm kurumların müfredatları yenilenmiş ve kurumsal profilleri geliştirebilmek için uzmanlar eğitilmiştir. Gayrı Safi Yurtiçi Hasılanın payı olarak, Türkmenistan’da insangücü gelişimi için eğitim alanında harcamalar artmaktadır. Hükümetin eğitim için yaptığı harcamalarla birlikte GSYİH da 1995 yılında 3.2 iken 1998 yılında %6.5 olarak artmıştır.[21]

İnsan değerleri sisteminde sağlık konusu önceliği almaktadır. Türkmenistan, toplum içindeki hassas duruma sahip olan gruplara sosyal koruma sağlamak ve nüfusun refahını ve sağlığını geliştirebilmek için sosyal sektörün gelişimine öncelik vermektedir. Böylece sağlık, gelişim için en önemli sırayı almıştır. Hükümet, Temmuz 1995 yılında Türkmenistan başkanı tarafından kabul edilen bir sağlık reform programı geliştirmiştir. “Türkmenistan Devlet Sağlık Programı”[22] sağlık reformunun prensiplerini belirlemekte ve gelecekteki politikaların altını çizmektedir. Bu programın temel hedefi nüfusun sağlık durumunu iyileştirmek ve yaşam süresini arttırmaktır. 1 Ocak 1996 tarihinde, sağlık sigortası sistemi bu programın bir öğesi olarak tanıtılmıştır. Aile doktoru sistemi de oluşturulmuştur. Bugün uygulanan sağlık reformu devlet sistemi içinde bedava tıbbi bakımı garanti altına aldığı gibi aynı zamanda özel sağlık uygulamalarının gelişmesine de imkan sağlamaktadır. Devlet sağlık sistemini daha etkin hale getirmek için hastanelerdeki yatak sisteminde yeniden yapılanma ve tıp eğitiminde reform çalışmaları devam etmektedir. Türkmenistan’da insan gücü gelişimi için yapılan sağlık harcamaları artmaktadır. Hükümetin sağlık konusunda yaptığı harcamaların GSYİH içerisindeki payı 1995 yılında %1.8ken 1998 yılında %3.3 olarak artmıştır.[23]

Nüfusun gelecekteki gelişimini değerlendirmek ve demografik politikaların işleyişini belirlemek için en önemli konu mevcut demografik durumu analiz etmektir. Demografik durum, nüfusun artışındaki uzun vadeli eğilimlerin gözlemlenmesi sonucunda belirlenebilir. 1995 yılından 1999 yılına kadar, nüfusun büyüme oranı artış eğilimi göstermiştir. 1995 yılında bu oran %2.4 ve 1998 yılında ise %3 olmuştur. Yaşam beklentisi ve bebek ölümleri oranlarını da kapsayan bir grup sağlık göstergesi de gelişme yönünde eğilim göstermiştir. Geçmiş yıllarda, Türkmenistan’ın ortalama yaşam süresi 64.6’dan 64.9’a yükselmiştir.[24]

4. 2010 Yılına Kadar Gerçekleştirilecek Temel Hedefler ve Hedeflere Ulaşma Yolları

Gelecek dönemde temel hedef serbest piyasa ekonomisini uygulayan, pozitif uluslararası işbirliği sonucunda yüksek yaşam seviyesine ulaşmış bir Türkmenistan meydana getirmekten ibarettir. Söz konusu hedefe erişebilmek için ileriye dönük görevler dört ana başlık altında belirlenmiştir:[25]

1. İktisadi Güvenlik:

  • İktisadi gelişmeyi hızlandırmak;
  • hammadde kaynaklarını ve üretim fırsatlarını tam ve verimli bir şekilde kullanmak;
  • Tarım ekonomisini, yakıt-enerji, kimya, tüketim sektörü gibi temel sektörleri geliştirmek; ekonomide mevcut sektörleri geliştirmek, ayrıca yenilerini oluşturmak;
  • Ulaşım ve haberleşme altyapısını geliştirmek; Türkmen enerjisini dünya piyasalarına çıkarmak amacıyla transmilli boru hatları sistemini geliştirmek;
  • Bilim ve teknolojinin son gelişmelerini içeren verimli bir ekonomi meydana getirmek;
  • Mülkiyet haklarını garanti altına almak, adıl rekabeti sağlayacak serbest piyasa ekonomisinin verimli bir şekilde işlemesi için gereken girişimleri bundan sonra da gerçekleştirmek;
  • İktisadi gelişmeleri, devlete ait mülkiyeti özelleştirmeye devam etmek ve özel üreticileri desteklemek;
  • Ekonominin açıklığı, karşılıklı faydaya dayanan işbirliği esasları altında (özellikle komşu devletlerle) Türkmenistan’ı dünya ekonomik sistemine entegre etmek;
  • Sermaye piyasasını geliştirmek, finans kaynaklarını ülkeye çekmek, özellikle yabancı yatırımlarla verimli iktisadi projeleri finanse etmek;
  • Dış ticarette pozitif orana ulaşmak, ülkenin ödemeler bilançosunu ve döviz rezervlerini oluşturmak;
  • Gelir düzeyi yüksek bir bütçe hazırlamak, ulusal paranın istikrarını ve konverte edilebilmesini sağlamaktan ibarettir.

2. Gıda Güvenliği:

  • Ülke içerisinde üretilen gıda maddelerine olan talebin yüksek seviyede karşılanmasına;
  • İhraç edilen gıda maddelerinin kalitesinin garanti altına alınmasına;
  • İthal edilen gıda maddelerinin kalitesinin ciddi bir şekilde denetim altına alınmasına önem vermektir.

3. Sosyal Güvenlik:

  • Vatandaşların çalışma haklarının ve halka olabildiği kadar iş imkanının temin edilmesine;
  • Sosyal yönlü serbest piyasa ekonomisinin yaratılmasına;
  • Ekonomide reel sektörde çalışan insanların gelirlerinin artırılmasına;
  • Düşük yaşam standarlarına sahip insanların sosyal güvenliğinin ve kişiliğinin güçlendirilmesine;
  • Özel mülkiyetin ve halkın kendi emeğiyle kazanmış olduğu araçların dokunulmazlığını ciddi bir şekilde garanti altına alınmasını sağlamaya yönlendirilmiştir.

4. Ekolojik Güvenlik:

  • Ülkenin endüstriyel gelişmesinin çevre koruma çalışmalarıyla birlikte gerçekleştirilmesini;
  • Aral denizi bölgesindeki ekolojik sorunlarının önlenmesini;
  • İçecek suyunun yüksek kalitede temin edilmesini;
  • Tarım üretiminde insan sağlığına zararlı maddeleri kullanma kurallarına ciddi bir şekilde uyulmasını, toprağın tuzlanmasına ve verimsizleşmesine karşı tedbirlerin alınmasını göz önünde bulundurmaktadır.

Ekonomik Gelişmenin Kaynakları

Nüfus

Ortalama yıllık nüfus 2005 yılına kadar 6.939.200 kişi, 2010 yılına kadar ise 8.630.400 kişiyi bulacaktır. Dolayısıyla, nüfus 1999 yılına göre, %36.5 ve %70 artacaktır. Çocuk doğumunun yüksek seviyesinin korunması, ölümlerin azalması ve insanların göç etmeleriyle nüfus artışı sağlanacaktır. Özellikle bebeklerin ve küçük yaştaki çocukların ölüm oranlarının azalmasıyla ortalama yaşam süresi 2010 yılında 71.4’e kadar yükselecektir. Çalışabilen insanların sayısı 2005 yılında 3.434.300 kişiye, 2010 yılında ise 4.425.200 kişiye ulaşarak 1999 yılına göre %37 ve %78 artacaktır.[26]

Doğal zenginlikler

Potansiyel çeşitli ve zengin maden hammaddelerinin çıkartılması, işletilmesi, iç talebin karşılanmasını ve ihracatının gerçekleştirilmesi önem taşımaktadır. Bunlar sanayi amaçlı petrol, gaz, hidromaden hammadde, sodyum sulfat, iyot ve bromlu sular, potasyum ve taş tuzları, kömür, kibrit, inşaat malzemeleri, betonittir. Renkli metaller (altın, bronz, bakır v.s.), mineral ve içecek suları araştırılmaktadır. 2010 yılına kadar petrol ve gaz üretimini artırmak için potansiyel sahaları araştırmak ve sondaj işlerini hazırlamak için jeolojik ve jeofizik çalışmalar gerekmektedir.

Sektörleri Geliştirme Esasları

2010 yılına kadar Türkmenistan ekonomisini geliştirmek amacıyla makro ekonomik şartların oluşturulması hedeflenmiştir. Türkmenistan’ın gelişmiş ülkelerin arasına katılarak hakettiği konuma gelebilmesi için ekonomik gelişmenin yıllık ortalama hızının %18’e ulaştırılması hedeflenmektedir. Geleceğe yönelik çalışmalar iki bölümde uygulamaya geçirilecektir:

Birinci bölüm, 2000-2005 yılları arasını içeren dönemdir. Bu dönemde temel sektörlerde inşaat ve teknoloji gelişimi, üretim verimliliği ve rekabete hazırlanmasında hızlı iktisadi gelişme sağlanacaktır. Söz konusu dönemde yakıt ve enerji sektöründe, özellikle gaz sektöründe reformlar uygulanmaya devam edecektir. Gaz sektöründe ortalama olarak yılda %22’lik artış beklenmektedir. GSYİH’daki payı 2005 yılında, 1999 yılına göre, 2 kattan daha fazla artacaktır.

Ekonomik istikrarı sürdürmek ve finans birikimini temin etmek için ihracatın bugünkü yönü korunacaktır. Gaz, petrol, pamuk ipliği ve elektrik enerjisi ihracatından gelen gelirler GSYİH’nin %14.2’sini oluşturarak 1999 yılına göre 6 kattan da fazla artacaktır. 2005 yılında yeni üretimlerin ve çağdaş teknolojinin kullanılması, tarım hammaddesinin işletilmesinin genişletilmesi hafif ve gıda sanayinin hızlı gelişimi sağlanacaktır. Kısacası, söz konusu dönemde ülkenin doğal kaynaklarının işletilmesi, sanayide katma değerin hızla artışını sağlayacaktır.

Tarım sektöründe reformlar devam ettirilecektir. Sektörün katma değerinin 2.6 kat artması neticesinde ülke gıda bağımsızlığını, diğer bir ifadeyle gıda üretiminde kendi kendine yeterliliği kazanacaktır. Diğer yandan, ülke ekonomisine yatırımların çekilmesi sonucunda inşaat sektöründe en az %14’lük bir artış sağlanacaktır.

İkinci bölümde, 2006-2010 yılları arasında, sanayinin verimli bir şekilde yapılanması sağlanacak ve söz konusu dönemin sonunda, sanayinin GSYİH’daki payı %32’yi bulacaktır. 2010 yılına kadar yeni sektörlerin ortaya çıkması sonucunda GSYİH’ daki gaz sektörünün payı %7.8’e kadar inecek, hammadde ihracatı ile ilgili gelirler ise, GSYİH’nin %8.6’sını oluşturacaktır. Programda belirlenmiş önlemlerin alınması sonucunda 2005 yılında satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen gelir 7.8 bin USD, 2010 yılında ise 14.8 bin USD’a kadar artacaktır.[27]

Üretimi arttırmak söz konusu dönemin en önemli hedeflerden birisidir. Bu bölümde sanayileşme siyasetinin temel esasları: ekonomiyi hammadde bağımlığından kurtarmak, üretim kalitesini ve rekabet yeteneğini geliştirmek, sanayi üretim miktarının ortalama yıllık %15 olabilmesi için gerekli önlemlerin alınmasıdır.

Sanayinin Temel Sektörlerinin Geliştirilmesi

Enerji ve Yakıt Sektörü

Enerji ve yakıt sektörü sanayinin en önemli kısmıdır. Bu sektör Türkmenistan’ın temel sektörüdür. Sektörü geliştirme planı, Türkmenistan’ın büyük petrol ve gaz rezervleri göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Bu plan, sondaj çalışmalarını gerçekleştirmek, kalitesini yükseltmek, yakıtın sanayi rezervlerini geliştirmek, yeni yatakları işletmeye açmak, mevcut yataklarda petrol ve gaz üretimini yeniden başlatmak, üretim miktarını artırmak, dolayısıyla hammadde temelini güçlendirmekle ilgili faaliyetlerden ibarettir. Yabancı sermayesinin çekilmesi ve söz konusu sektörün geliştirilmesi amacıyla çağdaş teknolojinin kullanımına önem verilecektir.

Türkmenistan şu anda 23 trilyon m3 gaz ve 12 milyar ton petrol rezervlerine sahiptir. Hazar bölgesinde ve Amuderya kenarlarındaki hidrokarbon yataklarını bulunduran yeni sahaları araştırmak ve kullanmak ileriye yönelik hedeflerden biridir. Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın belirlediği esaslar ve hammadde rezervleri nazara alınarak 2010 yılına kadar olan dönemde petrol, gaz ve gaz karışımının üretim miktarı artırılarak, hidrokarbon ihracatı yapılacaktır.

Gaz karışımlı petrolün çıkartılması 2005 yılında 28 milyon tonu bulacaktır. Söz konusu miktarın 16 milyon tonu ihraç edilecektir. Petrol üretimi 2010 yılında 48 milyon tona ulaşacak, bu miktarın 33 milyon tonu ihraç edilecektir. Hidrokarbon yataklarını işletme hakkı ihaleleri kazanan şirketlere tanınacaktır. ‘Mobil-Monument-Türkmennebit’ ittifakı ‘Garaşsızlık’ bölgesinde hidrokarbon kaynaklarını arama ve çıkartma çalışmalarını gerçekleştireceklerdir. Malezya’nın ‘Petronas’ şirketi Hazar denizi kenarlarında, ‘Monument’ Büyük Britanya Şirketi ise Balkanabat’ın yakınlarında çalışmalarına devam edeceklerdir. Petrol çıkartımında yabancı şirketlerinin payı %50’yi aşacaktır. Gaz üretiminin 2005 yılına kadar 85 milyar m3, 2010 yılına kadar ise 120 milyar m3’e ulaştırılması hedeflenmektedir. Böylece gaz ihracatı 2005 yılında 70 milyar m3’ü, 2010 yılında ise 100 m3’ü bulacaktır. Hidrokarbon hammaddesinin hedeflenen miktarını temin etmek ve dünya piyasalarına pazarlanmasını kolaylaştırmak amacıyla, ulaşım altyapısını genişletmek, transmilli petrol ve gaz boru hatları ile ilgili projeleri uygulamaya ilişkin çalışmalar sürdürülecektir. Batı Türkmenistan’da ulaşım altyapısının geliştirilmesi için Türkmenistan-İran gaz boru hattına yeni yatakları bağlamak, ayrıca Doğu-Batı (Şatlık-Türkmenbaşı) yönünde ortak bir gaz ulaşımını oluşturmak amacıyla, yeni gaz boru hatlarının inşaatı gerçekleştirilmelidir. Türkmen gazını Azerbaycan-Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaştırmak için Transhazar boru hattının inşaatı planlanmaktadır. Türkiye ile imzalanan anlaşma gereğince, her sene 16 milyar m3 gaz gönderilecektir. Söz konusu projeye ABD, Avrupa şirketleri ve finans kuruluşları katılmaktadır. Proje uygulamaya geçirilince, Türkmenistan ekonomisinin gelişme hızını önemli ölçüde artıracaktır.

2010 yılına kadar aşağıdaki yönlerde boru hatları projelerinin hazırlanması ve kurulması hedeflenmiştir:[28]

  • Türkmenistan-İran-Türkiye-Avrupa (Bulgaristan) gaz boru hattı 2005 yılında 23 milyar m3 ve 2010 yılında 30 milyar m3 gaz gönderilecektir.
  • Türkmenistan-Afganistan-Pakistan gaz boru hattı. Bu yönde 15 milyar m3 gaz ihracatı göz önünde bulundurulmaktadır.
  • Türkmenistan-Çin boru hattı. Söz konusu boru hattının inşaatının tutarı 9 milyar USD’dir. ‘Gözdumalak’ gaz kondensat yatağını verimli bir şekilde işletmek amacıyla, buradan Seydi şehrindeki fabrikaya boru hattı çekilecektir.

Aynı anda birçok projelerin hazırlanması, Türkmenistan kendi enerji kaynaklarını dünya piyasalarına çok taraflı bir şekilde sunmaya çalıştığını teyid etmektedir. Ayrıca, Türkmenistan Kuzey- Güney ve Doğu-Batı yönlerinde üzerinden hidrokarbon hammaddesi geçen tek ülke konumuna sahip olacaktır. Böylece, Türkmenistan dünyanın en zengin ülkeleri arasına girecektir.

Petrol İşleme Sanayi

Hidrokarbon hammaddesinin üretimini arttırmak için hedeflenen faaliyetler petrol işleme sektörünün kurumlarını geliştirmekle ilgili esas yönleri belirleyerek, önümüzdeki 5 sene içerisinde bunların üretimini arttırmaya fırsat tanıyacaktır. Bu amaçla eski üretim şeklini değiştirerek çağdaş teknolojiyle elde edilmiş üretim hedeflenmiştir. Böylece, hammadde işleme kapasitesi arttırılacaktır, üretilen ürünler çeşitlendirilecektir. Bu ürünlerin kalitesi dünya standartlarına uygun hale getirilecek ve ülkenin ihracat kapasitesi arttırılacaktır. Türkmenbaşı rafinerisinde ‘Mannesmann’ şirketinin inisyatifiyle, makina yağı üretecek tesisin projesinin gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Böylece, iç talep tamamen karşılanacaktır.

Sosyal Gelişmeler

2010 yılına kadarki dönem içerisinde Türkmenistan’ın sosyal siyasetinin stratejik hedefi, halka ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerin standartlarına uygun yüksek yaşam standardının sağlanması olarak açıklanmıştır. 2005 yılına kadar olan dönemi içeren ilk aşamada, halkın yaşam standartlarını yükseltmeye yönelik reformlar tüm sektörlerde sürdürülecektir. Yeni işletmelerin açılması için önlemler alınacak, vatandaşların yatırım sürecine katılılımı sağlanacak, sağlık ve emeklilik sigortası teşvik edilecektir.

Sağlık, eğitim, konut ve hizmetlerde devlet dışı kuruluşların teşvik edilmesi suretiyle ürcetli hizmetlerin kapsamı genişletilecektir. Bu ek finansal kaynak teminini getirecek ve 2010 yılına kadar, gelişmiş ülkeler düzeyinde, eğitimde %10 ve sağlıkta %7’ye kadar-GSYİH’dan bu sektörlere yapılacak harcamaların artışı sağlanacaktır.[29]

Gelir Düzeyi, Ücretler ve Maaşlar, Sosyal Güvenlik

Emeğin anayasal haklarına uygun olarak, ücret ve maaşlara ilişkin ulusal politikayı etkin bir şekilde gerçekleştirmek için ileriye yönelik liyakat sistemi planlanmıştır. Bu yönde ekonomi politikası devletin reel imkanlarına, toplumun farklı gruplarının çıkarlarının hep birlikte gözetilmesine, normlara, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün tavsiyelerine dayandırılmıştır.

2000-2005 yılları arasında, belirli miktarda doğal gaz, elektrik, su ve tuzun ücretsiz olarak sunumu sürdürülecektir. Gelecek on yıllık dönemde halkın yaşam standartlarının iyileştirilmesine yönelik olarak bütün koşullar sağlanacaktır. Bu standartlar nüfusun gelir düzeyindeki hızlı büyümeye, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetlerinin devlet tarafından garanti altına alınmasına dayandırılmıştır. Sonuç olarak, tahminlere göre, GSYİH içerisinde hanehalkı tüketim miktarı 2010 yılında %57’yi aşacaktır.

Emek Piyasası: İşgücü ve İstihdam Düzeyi

Gelecek on yıllık dönemde işgücü miktarında 1.7 kat artış beklenmekte ve 2010 yılı sonuna kadar işgücünün 4.5 milyona ulaşması tahminlenmektedir. İşgücündeki yıllık artış oranı uzun dönemde %5.1 olarak hesaplanmıştır. Sektörlere ve iş kollarına göre işgücü talebinin oluşumunda yapısal değişiklikler gerçekleştirilecektir. Sanayi sektöründe (sanayi, inşaat), yakıt-enerji sektöründe işgücü talebi 2010 yılına kadar 4 kat arttırılacaktır. Hizmetler sektörünün gelişimine paralel olarak işgücü talebi arttırılacaktır. İstihdam edilen nüfusun %40’ından fazlasının bu sektörde istihdamı hesaplanmaktadır. Tarım sektörü istihdamda temel sektörlerden biridir. Tarım sektöründe istihdamın %24’e ulaşması tahminlenmektedir.

Mülkiyet biçimlerine göre işgücünün yeniden dağılımı planlanmıştır. Özel sektörde istihdam edilen işgücü miktarı 2000 yılına göre, 2005 yılına kadar 1,4 kez 2010 yılına kadar 1,9 kez arttırılacaktır. İstihdam politikasının gerçekleştirilmesiyle ekonomik olarak aktif nüfus sayısında artış gerçekleştirilecek ve emek piyasasında istihdam edilemeyen nüfus sayısında azalma olacaktır. İstihdam edilmeyen nüfus 2010 yılında toplam işgücünün %2’sinin altına düşecektir.

Potansiyel İnsani Gelişme Düzeyi

Potansiyel insani gelişme endeksi (IHPD) uluslararası bir yaşam standardı göstergesi olarak kabul edilmektedir. IHPD üç önemli parametreye dayalı olarak hesaplanmaktadır: yaşam ümidi, eğitim düzeyi ve kişi başına reel gayri safi yurt içi hasıla. 1998 yılında Türkmenistan’da ortalama yaşam ümidi 64.9 yıl olarak gerçekleşmiş ve 2010 yılında 71.4 yıla yükselmesi hesaplanmıştır. Eğitim politikasının gerçekleştirilmesiyle yetişkin nüfusunun tamamının okur yazar olması sağlanmıştır. Gelecek on yıllık dönem sonunda kişi başına ulusal gelirin 14,8 bin dolar düzeyinde gerçekleşmesi tahminlenmiştir. Potansiyel insani gelişme endeksinin üç parametresinde sağlanacak gelişmeler sonucunda, 1998 yılında 0.678 olan HPD endeksi 2010 yılında 0.879 olarak gerçekleşecektir. Böylece, Türkmenistan tamamen ekonomik bakımdan gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşacaktır.[30]

Ülkenin gelişme dönemi, ulusal projenin hazırlanmasında gözönünde bulundurulmuş olan, iktisadi, aynı anda gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmanın araçlarını ve yöntemlerini belirlemede önemli çalışmalar gerektirmektedir. Ulusal ekonomik projenin tasarısı büyük teorisyen ve reformcu Saparmurat Türkmenbaşı’nın doğrudan kendisinin yönetimi ve bizzat katılmasıyla hazırlanmıştır. Ulusal ekonomik projede onun iktisadi reformlarının yaşam seviyesinin bütün yönlerini içeren ulusal ilkeleri hakkındaki bilimsel ve teorik fikirleri ve düşünceleri, pratik çözümleri bulunmaktadır. “Türkmenistan’da sosyal-iktisadi reformların 2010 yılına kadar uygulanacak temel esasları” olarak ifade edilen ekonomik projenin ana hatları ve beklenilen sonuçlarının hazırlanmasında, düzenlenmesinde bakanlıklar, kuruluşlar ile halkın katılımı yoluyla Türkmenistan vatandaşları oldukça aktif bir rol üstlenmişlerdir.

Akıllardaki soru, programda planlanan hedeflere ne kadar ulaşılabileceğidir. Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı bu soruya “Türkmenistan’ın piyasa reformlarına ilişkin projelerini güvenli ve sürekli uygulaması, demokrasi enstitüleri kurması, halkın çıkarlarına uygun bir şekilde, halk için modern devletini kurması hiç kimsede şüphe uyandırmamalıdır. Bağımsızlığımızı kazandığımız günden itibaren geçen yıllar içerisinde en büyük başarımız halk ile devlet bütünlüğünün sağlanmasıdır. En zaruri ve gerekli problemlerin çözülmesinde elde edilen başarı Türkmenistan’ın geldiği seviyenin olumlu olduğunu göstermektedir. Bu seviye, yeni asırda bundan sonra da daha hızlı gelişme için zemin hazırlamıştır. 2010 yılına kadar olan dönem içerisinde ulusal ekonomiyi geliştirmek için yeni esasları hazırlama zorunluluğu ortaya çıkmıştır” diyerek cevap vermektedir.

Türkmenistan ekonomisinin son üç yılda gösterdiği performans Saparmurat Türkmenbaşı’nın görüşlerinin ne kadar isabetli olduğunu doğrulayarak pratik olarak bu soruya verilecek cevabı kolaylaştırmıştır. Çünkü ekonominin son üç yılda gösterdiği yüksek performans Ulusal Programı uygulamada ve belirlenen hedeflere ulaşmada önemli bir faktördür ve programın başlangıç koşullarının getirdiği avantajlarla ülke ekonomisinin bu on yıllık maratona iyi bir çıkışla başladığını göstermektedir.

5. Sonuç

Türkmenistan pazar ilişkilerine göre yönlendirilmiş ekonomik reformları derinleştirme aşamasındadır. Bağımsızlığın ilanından sonraki yıllarda, insanların yaşam standardını artırmak için, ekonominin her alanında kalıcı gelişmeler elde etmeyi amaçlayan önemli adımlar atılmıştır. Bu önlemler etkin bir pazar ekonomisine taban oluşturmayı amaçlayan büyük çaplı reformlarla desteklenmiştir. Türkmenistan gelişmeye açık ekonomisine ve yeni ekonomik mekanizmaları benimseyen kişilere bağlı olarak “Aşamalı Ekonomik Reformu” strateji olarak benimsemiştir. Ekonomik reformun her aşamasında hükümetin öncelikleri makro ekonominin güçlendirilmesi, ekonominin büyümesi ve sosyal güvenlikle beraber yüksek istihdam olarak belirlenmiştir. Türkmenistan Devletbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın “10 Yıllık Abadancılık” ve “1000 Gün Maksatnamesi” gibi ana programlarının uygulanması; yüksek üretimin ve sosyal altyapının güçlendirilmesini, ulusal ekonomide diğer dünya ülkeleriyle uyumlu ilişkiler kurulmasını sağlayacak yapılaşmaya gidilmesini ve toplumun ihtiyaçlarının genel olarak kendi kaynaklarıyla giderilebilmesini sağlamıştır. Türkmenistan’da bir geçiş döneminde olan bu programların ekonomik ve sosyal sonuçları aşağıda gösterilmiştir:

  • Ekonomi istikrara kavuşmuştur. GSYİH’ın büyüme hızı 1998’de %5 iken, 1999’da %16’ya ve 2000’de %17.5’e yükselmiştir. Bu büyüme ekonominin temel sektörlerindeki yüksek büyüme hızlarına dayanmaktadır.
  • Reel ücretlerde önemli bir iyileşme ve asgari ücretin artırılması sağlanmıştır.
  • İstihdam, eğitim, sağlık, sosyal yardımlar ve diğer temel sosyal hizmetlerde devlet güvenceleri sağlanmıştır.
  • Gelişmiş pazar ekonomisine sahip ülkelerin deneyimleri, ulusal özellikler ve gelenekler göz önünde bulundurularak Temmuz 1998’de “Yeni Emeklilik Yasası” ve “Devlet Sübvansiyonları Yasası” benimsenmiştir.
  • Eğitimde reform başarıya ulaşmış, daha geniş bir kitleye erişilmiş ve seçim özgürlüğü sağlanmıştır.
  • Sağlık programı “daha sağlıklı bir toplum” ve “ortalama ömrün uzatılması” üzerine odaklanmıştır. Sağlık harcamaları 1993’te %1.8 iken, 1997’de %3.7’ye yükselmiştir. Türkmenistan’da ortalama ömür 64.6 yıldan 64.9 yıla yükselmiştir.
  • Türkmen Parlamentosunun %18’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu değer gelişmiş ülkeler ortalaması olan %11’e göre oldukça yüksektir.
  • 2010 yılına dek sürecek döneme dair Türkmenistan’ın Sosyal Politikası’nın stratejik amacı toplumun refah seviyesini yükseltmek ve ekonomik olarak gelişmiş ülkeler seviyesine ulaştırmaktır. Kişi başına düşen GSYİH 1997’de 2,683 USD iken, 2000’de 3,843 USD’ye yükselmiştir. Planlanan dönem için öngörülen ekonomik gelişmenin artış hızı kişi başına GSYİH’ı 14,800 USD’ye yükseltecektir. Bu üç bileşenin bir araya gelmesi sonucu 1998 yılında 0.678 olan İnsan Kaynakları Gelişme Endeksi 2010 yılında 0.879’a yükselecektir.

Yrd. Doç. Dr. Güngör TURAN

Uluslararası Türkmen Türk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi / Türkmenistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 776-785

ARAŞTIRMA DOSYASI : USAID’s Pandemic Influenza and Other Emerging Threats (PIOET) Program


2016-06-10_9-54-09

Background to the Pandemic Influenza and Other Emerging Threats (PIOET) Program

Nearly 75 percent of all new, emerging, or re-emerging diseases affecting humans at the beginning of the 21st century are zoonotic (i.e. originated in animals). Notable reminders of how vulnerable the increasingly interconnected world is to the global impact of new emergent diseases include HIV/AIDS, severe acute respiratory syndrome (SARS), the H5N1 strain of avian influenza, and the 2009 pandemic H1N1 influenza virus. The speed with which these diseases can emerge and spread presents serious public health, economic, and development concerns. It also underscores the need for the development of comprehensive disease detection and response capacities, particularly in “hot spot” areas such as central Africa, South and Southeast Asia, and Latin America where a confluence of risk factors may contribute to disease emergence.

The Pandemic Influenza and Other Emerging Threats (PIOET) Unit supports two major lines of work: H5N1 Avian Influenza, and Emerging Pandemic Threats. H5N1 Avian Influenza: Since 2005, USAID has strengthened the capacities of more than 50 countries for monitoring the spread of H5N1 avian influenza among wild bird populations, domestic poultry, and humans, to mount a rapid and effective containment of the virus when it is found, and to help countries prepare operational capacities in the event a pandemic capable virus emerges.

USAID’s efforts have contributed to dramatic downturns in poultry outbreaks and human infections, and a dramatic reduction in the number of countries affected; with five of these countries (Indonesia, Vietnam, China, Bangladesh and Egypt) as the primary reservoir of the virus. Although these successes are significant, the H5N1 virus remains a serious threat and sustained vigilance is required. Mindful of the need for vigilance USAID continues its efforts to build on its successes and further consolidate its programs in the highest risk countries. Emerging Pandemic Threats: As a complement to USAID’s work in H5N1, the PIOET Unit launched the Emerging Pandemic Threats program in 2009 to aggressively preempt or combat other diseases that could spark future pandemics.

This second line of work is composed of four complementary projects operating in 20 countries — PREDICT, PREVENT, IDENTIFY, and RESPOND—with technical assistance from the U.S. Centers for Disease Control and Prevention (CDC). The EPT global program draws on expertise from across the animal and human health sectors to build regional, national, and local “One Health” capacities for early disease detection, laboratory-based disease diagnosis, rapid response and containment, and risk reduction. At the country level, the EPT partners are working with governments and other key incountry and regional partners to enhance the understanding of viral distribution and key drivers of disease emergence—from deforestation and land use change to wildlife trade and livestock product demands.

This information, along with other EPT investments to strengthen country-level capacities for routine infectious disease detection and outbreak response, will be used to improve surveillance and response as well as risk-mitigation strategies.

These efforts will safeguard human and animal health and livelihoods in locations in Africa, Asia, and Latin America where new pandemic threats are likely to emerge. (Source: PIOET Fact Sheet / USAID)

PIOET Program Accomplishments

In March of 2016, I filed a FOIA to USAID for all documents pertaining to the accomplishments of this program. Although still an open FOIA request, I did start receiving documents in June of 2016. I will update this page as more records are released.

pdf.gifFirst Interim Release, June 9, 2016 [2,200 Pages, 69MB]

About USAID

U.S. foreign assistance has always had the twofold purpose of furthering America’s interests while improving lives in the developing world. USAID carries out U.S. foreign policy by promoting broad-scale human progress at the same time it expands stable, free societies, creates markets and trade partners for the United States, and fosters good will abroad.

Spending less than 1 percent of the total federal budget, USAID works in over 100 countries to:

  • Promote broadly shared economic prosperity;
  • Strengthen democracy and good governance;
  • Protect human rights;
  • Improve global health,
  • Advance food security and agriculture;
  • Improve environmental sustainability;
  • Further education;
  • Help societies prevent and recover from conflicts; and
  • Provide humanitarian assistance in the wake of natural and man-made disasters.

(Source: USAID Fact Sheet)

PANEL DUYURUSU /// Ortadoğu’da Geleneksel İttifakların Geleceği : Türkiye-İsrail-Suudi Arabistan /// 2 0.06.2016 /// SETA ANKARA


PANEL | 20 HAZİRAN 2016

TARİH: 20 HAZİRAN 2016 SAAT: 13:00 YER: SETA Ankara

LCV ve DETAYLI BİLGİ İÇİN: Bünyamin Keskin | 0312 551 21 22

Moderatör
  • Ufuk Ulutaş, SETA
Konuşmacılar
  • Kılıç Buğra Kanat, SETA DC
  • Osama Amour, Sakarya Üniversitesi
  • Abdullah al-Shammari, Riyad Diplomasi Araştırmaları Enstitüsü

Ortadoğu’daki son gelişmelere bakıldığında birçok boyutta dönüşümlerin etkin olduğu görülmüştür. Bu zamana kadar bir gelenek haline gelmiş olan bölgesel ittifaklar ise son zamanlarda oldukça önemli meydan okumalarla karşı karşıya gelmiştir. Etkin devletlerin farklı politika ve çıkarlarının karşı karşıya gelmesi, bu ittifakların sürekliliğini sorgulatmaya başlıyor. Yaşanan hadiseler bahsi geçen ittifakları nasıl etkileyecek? Mevcut ittifaklar devam edecek mi? Etmeyecekse, yeni ittifaklar kimlerden oluşacak?

Tüm bu soruların cevaplarının aranacağı ve Ortadoğu’daki gelişmelerin geleceğe yönelik projeksiyonlarının tartışılacağı panelimize SETA olarak teşriflerinizi bekleriz.

Not: Panelin dili Türkçe ve İngilizde’dir. Simultane çeviri hizmeti sunulacaktır.

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.