Günlük arşivler: 17 Haziran 2016

FUTBOL & SPOR DOSYASI : Muhammed Ali KİMDİR ???? /// EFSANEVİ HA YATI


Müslüman olmadan önceki ismi Cassius Marcellus Clay Jr. olan Muhammed Ali, 17 Ocak 1942’de Kentucky Louisville’de doğdu. Afro-Amerikan ve İrlanda kökenlidir. 12 yaşındayken boksla tanıştı ve kısa zaman içinde National AAU ve Altın Eldiven Şampiyonası’nda amatör kayıtlara girdi. Yine 1960’ta Roma’da ağır hafif siklette altın madalya alarak profesyonel lige döndü. 18 yaşındayken katıldığı Roma Olimpiyatları’nda altın madalya aldıktan sonra ünü giderek artmaya başladı.

1964 yılında 22 yaşındayken, S. Liston’u yenip Dünya Şampiyonu oldu. Bu zaferden sonra dinini değiştirdiğini ve İslam’a geçtiğini açıkladı. Muhammed Ali ismini aldı ve çok sevdiği boks’a 1967’den 1970’e kadar ara vermek zorunda kaldı. "Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım." diyerek Vietnam Savaşı’na gitmediği için 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırıldı. Lisansı ve pasaportu elinden alınınca dava süresince maddi sıkıntılar yaşadı ve iflas ettiğini açıkladı. Ailesinin yardımı ve üniversitelerde para karşılığı yaptığı konuşmalarla geçimini sağladı. 1970’te temyiz davasını kazanıp tekrar boksa döndü. 1971’de Joe Frazier ile ‘Asrın maçı’na çıktı ve profesyonel boks kariyerinde ilk defa kaybetti. Uzmanlar üç buçuk sene aradan sonra sadece 2 maç yapan Muhammed Ali’nin bu kadar zor bir maça hazır olmadığı görüşünde hemfikirdi. Fakat o en kısa zamanda tekrar şampiyon olmak istiyordu. Ardından çenesinin kırıldığı maçta Ken Nortonü’a sayı ile yenilince, kendi ve yakınları dışında birçok kişi kariyerinin bittiğini sandı. Fakat o azmedip art arda unvan için rakip olan boksörleri bir bir yendi. Ken Norton’i yenip rövanşı aldı.

1973’te Joe Frazier ile unvan maçı için anlaştı. Arada sadece Joe Frazier-George Foreman maçı kalmıştı. Frazier sürpriz bir şekilde iki raund’da nakavt oldu. Ali böylece önce Fraizer ile maç yapıp arkasından da Foreman’la maç ayarladı ve iki maçı da nakavt’la kazandı. Böylece hem kaybettiği unvanını alacak hem de daha bitmediğini gösterecekti. 1974’te Foreman’ın bahisçilerde 7’ye 1 favori olduğu maçta rakibini hiç beklenmedik bir taktik ile sekizinci raundda nakavt edip hak ettiği unvanı Floyd Patterson’den sonra tekrar elde eden ikinci boksör oldu. 1978’de L. Spinks’e yenilip ardından aynı yıl rakibini yenince Dünya Şampiyonluğunu 3 kez elde eden ilk boksör oldu. O zamanlar sadece 2 Dünya Boks Federasyonu olması değerini daha da farklı kılıyordu. 2008 yılı itibari ile 8 Dünya Boks Federasyonu bulunuyordu. Muhammad Ali’nin etkin döneminde en iyi boksörler, unvanı elde edebilmek için, mutlaka karşı karşıya gelirlerdi. George Foreman’in 1994 yılında 20 sene aradan sonra tekrar Dünya Şampiyonu olması ve unvanını çok kez savunması, o dönemin boksunun birçok ülkede neden "Altın 70’li yıllar" diye anıldığını bize anlatıyor.

1978’de boksu Şampiyon olarak bıraktı. Sonra 1984’te Parkinson hastalığına yakalanmasına rağmen bunu gizleyip büyük para karşılığı iki maç daha yapıp kaybetti. İkisi de o vaktin veya sonrasının Dünya Şampiyonları idi. (eski sparring partneri Larry Holmes ve Trevor Berbick). Profesyonel döneminde sadece 5 kez yenilen, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu olan Muhammed Ali, 36 yaşına kadar bütün şampiyonlar için tek isim olmayı başardı ve 37’si nakavt olmak üzere 56 maç kazandı.

Ona sadece bir boksör olarak bakmamak gerekir. Çünkü o gücüyle olduğu kadar kişiliğiyle de hep daha iyisini yapmaya çalışmıştır. 1960 Roma Olimpiyatları’ndan döndükten iki gün sonra bir lokantada sadece beyazlara servis yapıldığını öğrenince, altın madalyasını Ohio Nehri’ne atmıştır. 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda bu madalyanın yerine başka bir altın madalya kendisine verilmiştir.

Din olarak İslamiyet’i seçmiştir ve Vietnam Savaşı’na gitmemiştir. Bu durumu şöyle dile getirmiştir: "Benim onlarla sorunum yok." (I’I ain’t got no quarrel with them Vietcong’). Bu nedenle unvanlarına el konuldu ve bokstan uzaklaştırıldı. Fakat o yılmadı. Bu süre içerisinde üniversiteleri dolaşarak İslamiyet’i anlattı. Malcolm X ile yakın ilişkileri oldu. Verimli işlerle uğraştı.

1984 yılında, Muhammed Ali Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan’ın yeniden seçilebilmesi için kendisine destek verdiğini açıkladı. 1991 yılında Ali, Körfez Savaşı sırasında Irak’a gitti ve Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmasını müzakere etmek amacıyla Saddam Hüseyin ile bir araya geldi.

1996 yılında Atlanta, Georgia’da 1996 Yaz Olimpiyatları’nda ateşini yakma onuruna vardı.

17 Kasım 2002 tarihinde, Muhammed Ali, "Barış BM Elçisi" olarak Afganistan’a gitti. BM özel konuğu olarak üç günlük bir iyi niyet misyonuna ilişkin Kabil’de bulundu.

27 Temmuz 2012 tarihinde Ali, Londra’da, 2012 Yaz Olimpiyatları Açılış törenindeki Olimpiyat Bayrağını taşıdı. Parkinson hastalığından dolayı stadyumda bayrağı taşıyamayacak hale gelince eşi Lonnie tarafından ayakta durmasına yardımcı oldu.

20 Aralık 2014 tarihinde Ali, pnömoni şikayetine muzdarip hastaneye yatırıldı. Ali bir kez daha Scottsdale, Arizona’da bir konuk evinde tepkisiz bulunduktan sonra idrar yolu enfeksiyonu rahatsızlığı ile 15 Ocak 2015 tarihinde hastaneye yatırıldı. Ertesi gün taburcu oldu.

Muhammed Ali’nin zamanının en iyisi olduğu kabul edilir. 2001 yılında Hollywood tarafından hayatı filme alındı. Ali adlı filmde Muhammed Ali’yi Will Smith canlandırdı.

Parkinson hastalığı yüzünden uzun süre Michigan’daki çiftliğinde gözlerden uzak yaşamayı tercih eden ünlü boksör, ringlerde 20 yıldır ağzından düşürmediği "Bütün zamanların en iyisiyim" lafını ispatlayarak bir efsane olmuştur.

Buna rağmen, 2001 yılındaki 11 Eylül saldırıları üzerine Muhammed Ali, başında New York İtfaiye Müdürlüğü şapkası ile Sıfır Noktasına giderek destek ve dayanışmasını göstermek gereği duymuş ve şöyle demiştir:

“Beni asıl inciten, ‘İslam’ adının bulaştırılması ve ‘Müslüman’ [adının] bulaştırılması ve sorun çıkarılıp nefret ve şiddete yol açılması. İslam, katil dini değildir. İslam, barış demektir. Evde öylece oturup insanların sorunun kaynağı olarak Müslümanları yaftalamalarına seyirci kalamazdım.”

Hayatını anlatan biyografik roman, 2002 yılında Kaknüs Yayınları tarafından yayımlanmıştır

Uzun süredir Parkinson hastalığı ile mücadele eden Muhammed Ali 3 Haziran 2016 tarihinde solunum yolu rahatsızlığı nedeniyle tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmiştir. (Vikipedi)

LİNK : http://www.yenidenergenekon.com/109-muhammed-ali/

DİN & DİYANET DOSYASI : Yaşar Nuri Öztürk’ün Sesinden Kur’an Meali


VİDEOLARA GİTMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

E-KİTAP : ANEKDOTLARLA ATATURK


ANEKDOTLARLA ATATURK E – KTAP.pdf

E-KİTAP : GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN KURAN KÜLTÜRÜ


GAZ M. KEMAL’N KUR’AN KLTR E KTAP.pdf

E-KİTAP : ATATÜRK’ÜN GÖRÜŞ VE DİREKTİFLERİ


ATATRK’N GR VE DREKTFLER.pdf

TARİH /// OSMANLI’NIN BİLİNMEYEN YAŞAMI : İÇOĞLAN VE OSMANLIDA EŞCİNSEL YAŞAM TARZI !


Yazı : 1

Tufan BOZDOĞAN: DERSİMİZ OSMANLI, KONU : İÇOĞLAN VE OSMANLIDA EŞCİNSEL YAŞAM TARZI!

Osmanlı İmparatorluğunun başşehrinin İstanbul olduğunu bilmeyen ve bu şehirdeki görkemli Topkapı sarayını görmeyen yoktur sanırım. Bütün tarih kitaplarında olduğu gibi, Osmanlı tarihçileri de Topkapıyı şatafatlı şatafatlı anlatırlarken, hiçte bu konuya değinmezler.

Osmalı’da "İÇOĞLANI" olarak bilinen padişahların eşcinsel yaşamları Osmanlının toplam 444 yıllık bölümünü kapsamaktadır. Bunu 1389 yılında Yıldırım Beyazıt saray yaşamına getirmiş ve bundan itibaren sarayda padişahların sapık eşcinsel ihtiyaçlarına cevap vermek için "İÇOĞLANI" yetiştirilmeye başlanmıştır. Ancak Sultan Mehmet bu rezalete son vermiştir.

İÇOĞLANLAR NEREDEN ALINIYORDU!

Padişahlar devşirme usulü toplanan erkek çocuklarını ilk önce saraya getirtiyorlar ve bunların arasından beğendiklerini seçip, eğitildikten sonra eşcinsel duygularını tatmin etmek için bu güzel parlak erkek çocuklarını 15 yaşına kadar kullanıyorlardı (günümüzdeki değimiyle bademliyorlardı). Bu yaştan sonra da devletin belirli kademelerinde bunlara görev veriliyordu. Bu anlatılanların masal olmadığını kanıtlamak amacıyla, bunların aralarında en ünlü olanı Eflak Prensi Vlad Besarab ve kardeşi Prens Güzel Radul’u sizlere örnek olarak göstermek mümkündür.

ULU ORTA OĞLAN KİRAYA VERİLİYOR!

Bu uygulamaya paralel olarak bir de "HAMAM OĞLANLARI" olarak adlandırılan ve genellikle hamamlarda çalışan ve para karşılığı cinsel ihtiyaçlarını bu yönde tatmin etmek isteyenlere kiralanlara bu ad verilmişti. Bu dönemin rezaletini 1696 yılında Hamamcılar Kethütası olarak tanınan ünlü İsmail Ağa Dellakname- Dil Küşa (Gönüller Açan Tellaklar) kitabında etraflıca dile getirmiştir. Şimdi sizlere bu kitaptan kısa bir alıntı sunacağım: "Gece ve gündüz seferi 70 akçadir. 20 akça da ortağı tellak alır. Gece döşek yoldaşlığı 300 akçadır. Kulamparası kaç sefere takati varsa 300 akçaya dahildir." Bu örnekte çok açık olarak görmekteyiz ki, o dönemde böylesi bir ilanın basılmasında (şeriat kanunları bu işe ne diyor acaba!) hiçbir sakınca görülmediğinden, ulu orta yapılmaktaydı.

GAZALİ’NİN KİTAB-I DAFİ’Ü L-GUMUMU (GAMLARI DEF EDEN KİTAP)!

Deli Birader adıyla tanınan bir medreseliydi. Bursa doğumlu bu zat, zamanın önemli bilginlerinden Muhyiddiin-i Acemi’den ders aldıktan sonra, Bursa’da Bayezid Paşa Medresesinde edebiyat çevrelerine girmeyi başarmış ve ondan sonra da Bursa yakınlarındaki Geyiklibaba Türbesinde şeyhlik yapmış, ardından Sivrihisar, Akşehir, Amasya’da medrese hocalığı yapmış. Bu görevler kendisini tatmin etmediğinden İstabul’a taşınıp Beşiktaş’ta bir hamam çalıştırmaya başlamıştır. Hamamında delikanlılarla yaptığı alemler halkın diline düşünce, çareyi uzaklarda olan Mekke’ye kaçmakta bulmuş ve burada 1535’ te ölmüştir. Hayret edilecek konuya şimdi şahit oluyorsunuz, bu zat Kabe’de kılınan cenaze namazından sonra Kabe yakınlarına defnediliyor. Bu tek örnekte de görüyoruz ki, Müslümanlık alemi hangi değerlere sahip çıkıyor.

PEKİ SULTANLARIN BUNA TAVRI NE OLUYOR!

Ünlü tarihçi A. Kemal Meram, Lale Devri harem yaşamını şöyle özetliyor: ". . . Erkeğin her bir çeşidine özlem içinde olan saray kadınları, zenci harem ağalarıyla yatıp kalkıyorlardı. İçinde yirmi bin yabancı soylu kadının, bini aşkın zencinin, beş binden fazla Sırp, Arnavut soylu bostancı ve içoğlanın hüküm sürdüğü bu büyük genelev, kendine özgü dünyasında yine de her zamanki gibi pırıl pırıldı. İçki, saz ve söz alemlerinin tek nedeni, cinsel içgüdülerini kamçılamak, elde edilecek zevki sonsuza ulaştırmaktı. Günah ise halk içindi . . ."

SARAY YAŞAMININ ÖZETİ!

Namık Kemal oğlu Ali Kerim’i Avrupa’da okutmak istediğini Padişah Sultan Hamit’e bildirir ve onun himayesini ister. Babasına yazdığı bir mektubunda bu konuyu şöyle dile getirir: "İstanbul’da ne okuyacak ise ben de okutabilirim. Vallahi padişaha kadar yazdım. Ben oğlumu asker olması için eğitim istiyorum, oğlan olması için değil."

Osmanlı hanedanında ve sarayında esir, köle cariyelerden ve içoğlanlardan geçilmiyordu. Padişahların yerlerinde yeller eserken, onlar eşcinsel zevklerini tatmin etmekle meşguldüler. Bu nedenle halk arasında saraylılara şu sözler sarf ediliyordu: "avradı kaltak Osmanlı/şalvarı şaltak Osmanlı/eğeri kaltak Osmanlı/ekende yok biçende yok/yiyende ortak Osmanlı." Bakın bu dizi nasıl da günümüzdeki aşılanmak istenen hayat tarzına uygun düşüyür!

Dindarların değil, din bezirganlarının hayal ettikleri yaşam tarzı işte tamı tamına budur, değerli kardeşlerim.

Tufan BOZDOĞAN

Kaynakça:

Matei Cazacu, "Prens Drakula’nın Tarihi", Droz 1988.

Mine Kırıkkanat, 9 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet gazetesi.

Ayşe Hür, 10 Kasım 2013 tarihli Radikal.

Vatanı Sattık Bir Pula, Hıfzı Topuz, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2013.

Yazı : 2

Mine G. Kırıkkanat : Osmanlı’nın En Ünlü İçoğlanı

kirikkanat

1442 yılında Osmanlı payitahtı Edirne, Sultanı ise Fatih’in babası İkinci Murat’tı.

*

Eflak Prensi Vlad Besarab, o yıl kardeşi Prens Güzel Radul’la (Radu cel Frumos) birlikte babaları Ejderha Vlad (Drakula) tarafından Osmanlı Sultanı’na rehin olarak Edirne Sarayı’na gönderildiğinde, sadece 11 yaşındaydı.

*

İki rehin prense Edirne’deki sarayda çok iyi davranıldı, ilerde Osmanlı’ya hizmet eğitimini de Sultan Murat’ın "içoğlanı" kadrosunda aldılar…

*

Ama Sultan’ın gözdesi Vlad’dı. Öyle ki genç prens sakalı bıyığı çıkıp "içoğlanı" kadrosundan emekli olunca; İkinci Murat kendisine 6 yıl süreyle duyduğu şefkatin karşılığını da cömertçe ödedi. 1448’de 17 yaşına basan Vlad’ı voyvoda unvanıyla bezeyip yanına bir ordu kattı ve Eflak tahtını fethe gönderdi.

***

Ama Osmanlı sultanları, her ne kadar aşk ile iş ilişkilerini birbirine karıştırsalar da enayi sayılmazlar… İkinci Murat da pek sevdiği Prens Vlad’ın kendisine bizzat verdiği "içoğlanı" eğitimine hoşlanarak mı, yoksa dişlerini sıkarak mı katlandığından pek emin değildi. Vlad’ı Eflak’a voyvoda gönderirken, kardeşi Güzel Radul’u rehin tutarak Osmanlı’ya bağlı kalmasını sağlama aldı.

*

Ne var ki Vlad Besarab, önce velinimetinin ordusuyla alıp iki ay sonra yitirdiği, ardından tekrar oturduğu Eflak tahtına iyice yerleşip, kaidesini artık güvencede hissettiği an… Rehin kalan kardeşi Radul’u gözden çıkararak Osmanlı’ya isyan bayrağını çekti.

*

Artık 31 yaşındaki Eflak Voyvodası Vlad’ın başkaldırdığı payitaht İstanbul olup, sahibi de "enfiye kutusunda kurutulmuş gül yaprakları koklamayı pek seven" Fatih Sultan Mehmet’ti.

***

Prens Vlad, 1462 başından itibaren İstanbul’dan gelip de karşısında sarığını çıkarmayı reddeden tüm elçi ve ulakların sarığını kafalarına çiviyle çaktırdı. Tuna boylarına ordu kaldırıp 30 binden fazla Osmanlıyı kazığa geçirdikten sonra Eflak ve Boğdan’da Romence "Kazıklı" anlamına gelen Tepeş lakabını aldı.

*

Osmanlıcada ise çocukluğunda maruz kaldığı tacize gönderme yapan Kalleş, İbne, Süzgeç, Götveren lakaplarıyla ya da Kazıglu Bey diye anılıyordu. (Kaynak: Matei Cazacu, "Prens Drakula’nın Tarihi", Droz, 1988)

*

Çoğu Batılı tarihçinin uzun zaman anlam veremediği bu lakaplardan özellikle dördüncüsü, Almanca sanılıp yüzyıllarca "Gotveren" diye söylendi!

*

Fatih Sultan Mehmet, babasının eski gözdesinin uçan kaçan Osmanlı’dan kazıkla çıkardığı "içoğlanlığı" hıncını öğrenince gazaba gelip, Eflak Voyvodası Vlad Tepeş’e karşı düzdüğü ordunun başına kimi geçirdi biliyor musunuz? İçoğlanıyken aldığı eğitime sadakat gösteren rehin kardeşi, Güzel Radul’u…

***

Osmanlı ordusu Eflak’ı aldı, Güzel Radul 15 Ağustos 1462’de voyvodalık tahtına oturdu ama, kazıkçı kardeşini ele geçiremedi. Vlad Tepeş, sığındığı Macarlar tarafından esir alındı. 12 yılın sonunda serbest bırakıldığında, yine Eflak’a dönüp 1476’ya kadar voyvoda olarak hüküm sürdü. Aralık ayında Osmanlı ordusuyla girdiği savaşta öldürüldü ve 300 askeri kazığa geçirilirken, Vlad’ın kesilen kafası Fatih Sultan Mehmet’e gönderildi.

*

Ama Vlad Tepeş’in ardında bıraktığı kazıklı ve kanlı efsane, 1897 yılında Bram Stoker’a, kurgusal romanı Drakula’daki ölümsüz kont, ancak kalbine kazık çakılarak yok edilebilen vampir karakterini esinledi. Romanya’nın Transilvanya bölgesi, Francis Ford Coppola başta olmak üzere romanın sinemaya uyarlandığı pek çok filmle birlikte dünyada Kont Drakula’nın ülkesi olarak tanındı.

*

‘G’ NOKTASI

*

Dünyadaki hiçbir imparatorluk tarihinde, Osmanlı Sarayı’ndaki kadar beşik cinayeti işlenmemiş, hiçbir imparator ve kral, Osmanlı sultanları kadar çok oğul katletmemiştir. Hatta Batılı saraylarda veliaht olmasın diye oğul ve kardeş katli parmakla gösterilecek kadar azdır. Çünkü hiçbirinin tekeşli evlilik dışı ilişkileri ve metres sayısı; odalık, cariye, nikâhlı nikâhsız eşle dolup taşan Osmanlı haremi kadar kalabalık olmayıp, peydahlanan çocuk sayısı da sultanlarınki kadar yüksek değildir. Biseksüel ve pedofil egemen sayısı da öyle…

*

2012 yılında Osmanlı tarihindeki tahta rakip oğul ve kardeş katlini vacip kılan uygulamayı "Devleti böldürmemek için akılcı bir yöntemdi" diye sunmak, gericiliğin vahşi zihniyetidir. Günümüz Türkiye’sine dayatılan genel cehalet ve özel "tarih karartması" da, zaten "Down sendromlu" olması arzulanan halkın, "Yahu İngiltere İmparatorluğu’nda tahta rakip oğul ve kardeş katli vacip değildi. Acaba Osmanlı’dan daha uzun sürmeyi, hem de bölünmeden nasıl başardı" diye sorgulamaktan bile aciz kılmaktadır.

*

Muhteşem Yüzyıl dizisine saldırmaktan "kardeş katli" yasasının övülmesine, topluma yutturulmaya çalışılan Osmanlı güzellemesinin tamamı, çokeşliliği sorgulatmamak ve hatta yakın tarihte yeniden geçerli kılmak için yapılmaktadır.

*

"İntikam, aşağılanmış benliklerin silahıdır."

*

ALICE BRUNEL ROCHE

KİTAP TAVSİYESİ /// YENİ İSTANBUL YAZILARI /// Prof. Dr.Osman Tu ran’a dair yeni bir araştırma


Sayın Grup Üyeleri,

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nasrullah Uzman tarafından yayına hazırlanan "Prof. Dr. Osman Turan-Yeni İstanbul Yazıları" isimli eser Hitabevi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır.

Esere aşağıdaki linkten ulaşılabilir;

http://www.kitapyurdu.com/index.php?route=product/product&product_id=395702

Prof. Dr. Osman Turan’ın siyasi hayatını konu edinen müstakil çalışmasını da yakın zamanda tamamlayacak olan Dr. Nasrullah Uzman’ı bu vesile ile tebrik ederiz.

Tanıtım Bülteninden; "Bu eser Prof. Dr. Osman Turan’ın, Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Trabzon Milletvekili olarak görev yaptığı dönemde, Yeni İstanbul Gazetesi’nde Başmakale olarak kaleme aldığı yazılardan oluşmaktadır. Prof. Dr. Osman Turan, Yeni İstanbul Yazıları’nda, geçmişten güncele, güncelden geleceğe uzanan geniş bir perspektifte; dış politikadan sosyal meselelere; ekonomik politikalardan eğitim sorunlarına; siyasî çekişmelerden güncel tartışmalara kadar birçok konuya ilişkin son derece önemli tespitlerde bulunmuş, siyasî ve sosyolojik değerlendirmelere yer vermiştir. Prof. Dr. Osman Turan, Yeni İstanbul Yazıları’nda Osmanlı Devleti’nin dağılma süreci; Sultan II. Abdülhamid’in dağılmayı önleme çabaları; İttihat ve Terakki politikaları; Atatürk dönemi; çok partili hayata geçiş süreci; iktidar-muhalefet ilişkileri; Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi gibi tarihe ve siyasete dair birçok konuyu, bizzat dönemi yaşayan, tarihî bilgi ve birikime sâhip, aktif siyasette bulunan bir münevver olarak değerlendirmiştir."

NATO DOSYASI /// Mehmet Ali Güller : NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisinde Türkiye’nin rolü


Brüksel’deki NATO Savunma Bakanları toplantısı, ittifakın Rusya’yı çevreleme stratejisinde yeni hamlelere başladığına işaret ediyor.

NATO, tıpkı daha önce SSCB’ye yaptığı gibi, Rusya’yı yine genişçe bir yayla çevrelemeye çalışıyor. Üstelik şu farkla: SSCB’ye uygulanan çevreleme yayından daha derinlere inerek…

NATO Rusya’yı birincisi Baltık’tan, ikincisi Doğu Avrupa’dan, üçüncüsü Türkiye ve Karadeniz’den, dördüncüsü Kafkasya’dan ve beşincisi Afganistan’dan çevrelemeye çalışıyor. Bu yay, SSCB zamanında özellikle NATO’nun batı kanadında daha dagerideydi. Baltık ve Doğu Avrupa’daki güç dengesi değişikliği ve NATO’nun genişlemesi, yayı daha derinlere ilerletmiş oldu.

Fakat Rusya da, Suriye ve Doğu Akdeniz üzerinden ABD-NATO’nun yayını yarmış, yayın arkasına geçmiş durumda!

NATO’DAN RUSYA’YA KARŞI 5 HAMLE

Brüksel’deki NATO Savunma Bakanları toplantısının ilk gün sonuçları, ittifakın beş önemli hamle başlattığını göstermiş oldu:

1) NATO, Doğu Avrupa’ya 4 bin asker gönderme kararı aldı. Karar, Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya’ya 4 tabur gönderilerek uygulanacak.

2) NATO Genel Sekreteri Jens Soltenberg, hazır kuvvetlerin 3 kat artırıldığı açıkladı.

3) Soltenberg, NATO bünyesinde oluşturulması kararı alınan Acil Müdahale Gücü’nün ilgili ülkelerde görevlendirilmeye hazır hale getirildiği ilan etti.

4) NATO’nun Doğu Avrupa’da 8 yeni karargâh kurduğu açıklandı.

5) Soltenberg, "NATO’nun Karadeniz bölgesindeki savunma ve caydırıcılığını güçlendirmek için ek önlemler alacağını" ilan etti!

NATO’NUN ORTADOĞU VE KAFKASYA ATAĞI

NATO’nun ve bileşenlerinin son dönemde aldıkları kimi kararlar, ittifakın Rusya’yı çevreleme stratejisinin gereğiydi.

Örneğin Alman parlamentosunun Ermeni Soykırımı kararı alması, Türkiye’den çok Rusya’yı hedef alıyordu. Batı, çevreleme stratejisi gereği, Kafkasya’da Ermenistan’a çengel atıyordu. Zira Rusya’nın liderlik ettiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne üye olan Ermenistan, son iki yıl içerinde birincisi Moskova’nın iki üssünü büyütme kararına onay verdi, ikincisi Avrasya Ekonomi Birliği’ne girdi, üçüncüsü de Rusya’yla ortak hava savunma sistemi kurma kararı aldı.

Diğer yandan Almanya’nın savunma ve güvenlik doktrini içerisinde Rusya’yı rakip ülke olarak ilan edeceği yönündeki iddialar, iddia düzeyinde kalsa bile, Moskova-Berlin ilişkisi üzerinde baskı oluşturmuş durumda.

Yine Almanya’nın Türkiye’den İncirlik üzerinde üs talep etmesi, Fransa’nın Kobani’de üs kurma kararı alması, NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisinin gereği hamlelerdir.

Yine NATO Genel Sekreter Yardımcısı Alexander Vershbow’un, ittifakın Ortadoğu’daki IŞİD’le mücadele operasyonlarına doğrudan katılabileceğini açıklamasını da, yine çevreleme stratejisi içerisinde değerlendirebiliriz.

NATO TÜRKİYE’YE YIĞINAK YAPMIŞ DURUMDA

Peki, Türkiye’nin bu strateji içerisindeki rolü ne?

Türkiye, hem NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisindeki beş cephenin üçünde kritik konuma sahip olduğu için, hem de Rusya’nın çevreleme yayını yardığı Suriye-Doğu Akdeniz eksenindeki konumu nedeniyle, önemli bir role sahiptir. Açalım:

Çevreleme yayının ikinci cephesi olan Doğu Avrupa’nın Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeleri, aynı zamanda Batı Karadeniz üzerinden Türkiye ile NATO bünyesinde eklemlidir. Nitekim bu üç ülkede eşgüdümlü çalışan NATO radarları vardır.

Çevreleme yayının üçüncü cephesi, zaten doğrudan Türkiye ve Karadeniz’dir.

Çevreleme yayının dördüncü cephesi olan Kafkasya ise Doğu Karadeniz ve Türkiye açısından doğrudan önemlidir.

İşte bu nedenle, Erdoğanlar son dönemde şu çıkışları yapmaktadır:

· Erdoğan’ın NATO Genel Sekreteri Soltenberg’e "Karadeniz’de görünmüyorsunuz. Karadeniz’de görünmeyişiniz Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor. Karadeniz’i tekrar istikrar havzası kılmalıyız." demesi…

· Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Varşova’da yapılan Türkiye, Polonya, Romanya üçlü siyasi ve askeri danışma toplantısında, NATO’nun Türkiye’de bulunan balistik füze sistemlerini genişletmesi gerektiğini söylemesi…

· Erdoğan’ın Türkiye-Suriye sınırına, NATO sınırı olduğu gerekçesiyle ittifakı çağırması…

Kaldı ki ABD-NATO açısından Türkiye cephesinde yığınak tablosu şöyledir: Ege’de ve Doğu Akdeniz’de NATO gemileri; İncirlikte ABD, Almanya ve Fransa uçakları; Malatya ve Diyarbakır’da üsler; Adana, Antep ve Maraş’ta patriot bataryaları; Kürecik’te radar…

RUSYA’YLA İLİŞKİLERİ DÜZELTME ZORUNLULUĞU

Şimdi tablo böyleyken, Erdoğan’ın bir mektubuyla Ankara-Moskova ilişkilerini düzeltmesi mümkün değildir. Zira Moskova çok iyi bilmektedir ki, düşürülen uçak, bir neden değil İncirlik Mutabakatı’nın sonucudur!

AKP hükümetinin turizm ve tarım ağırlıklı ekonomik ihtiyaçlar nedeniyle Moskova’ya el uzatmasının Türkiye’nin yararına bir anlam kazanabilmesi, Ankara’nın en azından NATO stratejisinin kenarına çekilebilmesine, strateji içerisinde öncülük yapmamasına bağladır.

Zira NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisi, aslında Türkiye’nin de zararınadır. Türkiye ABD cephesinde ve NATO stratejisi içerisinde kalarak ne terörü bitirebilir, ne de Rusya dâhil komşularla gerçek bir barışa kavuşabilir!

Mehmet Ali Güller

ERMENİ SORUNU DOSYASI : VANLI ERMENİLER VAN İSYANINI KUTLADILAR


VANLI ERMENİLER VAN İSYANINI KUTLADILAR

Ermenistan Vanlılar Derneği, yalnızca Vanlı Ermenilerin katılabildiği 1915 Van ayaklanmasını kutladı. 35 yıldır aynı yerde yapılan şenlik havasında geçen Van isyan kutlamalarına Vanlı olmayan Ermeni katılamıyor.

Ermeni Vanlılar 1915 Van isyanını Van halk oyunları, Van giysileri ile kutladılar. Kutlama öncesi Vanlı Ermenilerin Erivan’ın Bağımsızlık Meydan’ında toplanarak otobüsler ile Agarak köyünde bulunan 1981 yılında yapılan "Ardziv Vaspurakan" (Vaspurakan Kartalı- Van Kartalı- Van’da çıkan ilk gazetenin adı) ) heykelinin olduğu tepeye doğru çıktıklarını İstanbul Ermenilerinin gazetesi Agos’ta yer alan haberinde anlatan Vanlı Ermeni olan gazeteci Alin Özinan, kutlamanın 35 yıldır aynı yerde yapıldığını belirtiyor.

İstanbul’dan Ermenistan’daki kutlamaya katılan Özinan" Çoluk çocuk otobüsteyken 4 yaşındaki kızımın da yeni bir adı olmuş oldu: "Vanetsu çutik" (Vanlı civciv). Ben mesleki deformasyon gereği etrafı dinliyor, zulüm hikayeleri ne zaman ortaya çıkacak diye bekliyorken arkadaki 70’lik teyzeler Real Madrid maçını tartışmaya başladılar. Öndeki göbekli amca da yağlarını eritmek için sabahları içtiği sarımsak, limon karışımının inceliklerini anlatmaya koyuldu. Bir "gelin" kılığında bindiğim, oysa aslında Agos için "muhbirlik" yaptığım gezinin otobüs ayağı beklentilerimi doğrusu karşılamıyor diye düşündüm. Baktım olacak gibi değil, ortalığı hareketlendireyim dedim. Şöyle ortaya "Vanlılar için neden cimri diyorlar?" diye sorduğum anda yanlış bir şey yaptığımın farkındaydım ama artık çok geçti. En öndeki dondurma yiyen teyze bana ters bir bakış fırlatarak "Yoksa sen Vanlı değil misin?" dedi. Beni otobüsten atarlar mı diye düşünmedim değil, "Yok, kem küm" derken birden sonradan 88 yaşında olduğunu öğrendiğimiz amcanın "E cimriyiz de ondan!" demesiyle gerginliği noktaladık. Varana kadar bir daha ağzımı açmadım" ifadelerine yer veriyor.

Anma törenlerinin 35 senedir aynı alanda yapıldığını olup biteni gördükten sonra bu kutlamaya şenlik demenin daha doğru olacağını kaydeden Özinan, " Vanlı Ermenilerin kutlamalarından gözlemlerini şöyle aktarıyor:

Yaklaşık 3 saat süren şenlik gerçekten çok eğlenceliydi. Genç yaşlı Vanlılar konuşmalar yaptılar, birlikte oldukları için duygulandılar ama artık aralarında Van doğumlu olanlar yoktu. Van doğumlular hayatlarını kaybetmişlerdi, hemen hemen hepsi anıldı. Alandaki en yaşlılar bile Ermenistan doğumluydular. Ermenistan’ın farklı yerlerinden üşenmeden gelmişti insanlar alana.

Önce hep beraber toplanıp büyükçe bir bayrak açtılar. "Yaşasın Van" diye bağırdılar, sonra müzik, halk oyunları, fıkralar. Herkes çok mutlu oldu, Vanlıların çocuklarına yan yana olmak iyi geliyordu.

Birden mikrofonun başına oldukça yaşlı, zor zar yürüyen biri geldi, "Usta Madzo" sesleri ile şenlendi ortalık. "Geçen sene hanım yorulursun gitme dedi, gelmedim, hatta yapmışım, öldü herhalde demişler. Ölmedim gördünüz mü!" diye bir çıkış yapıp fıkralara geçti, Van fıkralarına.Fıkralar bitince Van folklor gösterisi başladı, ben Devlet Konservatuarı dans grubudur diye düşünmüştüm, yine atlamışım, burada herkes Vanlı! Vanlı gençler yan yana gelmişler, hepsi üniversiteli genelde etnografi mezunu bu gençler, Van’ın dans oyunları, Van’ın eski kıyafetleri diye araştırma yaparken kendilerini bu dans grubunun içinde bulmuşlar. "Vark Hayoc" (Ermeni Varlığı) dans grubunun kurucularından Narine Shamayan aynı zamanda Ermenistan Bilimler Akademisi’nde araştırma görevlisi, "Unutursak, bir daha hatırlayamayız" diyor. Grubun üyeleri aynı zamanda Van aksanını yaşatmak için de uğraştıklarını anlatıyorlar.

Usta Madzo

Mnacakan Sianosyan ya da Madzo Babiği (dede) tüm görevlerini bitirdikten sonra konuşmaya razı edebiliyorum. 1934′de Ararat bölgesindeki Vanaşen köyünde doğmuş. Babası Van’ın Kharakonis köyündenmiş, "Babam 1915 direnişine (isyanına) katılmış, size hikaye geliyordur bunlar, biz televizyon yerine babamın anlattıklarını dinleyerek büyüdük" diyor. Madzo dedeye aslında usta diyorlar çünkü o okullu bir marangoz, aynı zamanda elektrikçi, not aldığımı görünce tesisatçı da yaz diyor. Yazıyorum. Benim eşim de, gelinim de Vanlı diyor, pek bir gururlu. "Şart mı Usta Madzo" diyorum, "Ya torunun Yerevanlı severse?" "Van Kyalagoşu* yiyemez o zaman", diyor. "O ne?" diyorum, Sen ne biçim Vanlısın diyor, artık saklayamıyorum açık açık itiraf ediyorum. Sinirleniyor Usta "E senin adam jajik** yiyemiyor mu?" diye soruyor. "Marketten alıyoruz biz?" desem gerçekten ayıp olacak, "Yok, öğrendim yapıyorum…"diyorum. Aferin diyor Usta Madzo.

Şenliğin en güzel tarafı satranç müsabakası! Masalar kuruluyor yan yana herkes satranç oynayacak. Anneler küçük oğullarına meyve yediriyorlar, büyükler kaş göz işaretleri ile çocuklara yenilecekleri konusunda anlaşıyorlar. Açılışı Hovannes Gabuzyan yapıyor. 1995 doğumlu 2010, 2011, 2012, 2015 Avrupa, 2012 Dünya Satranç Şampiyonu Gabuzyan’a 5 yaşında satrancı dedesi öğretmiş. Gabuzyan ailesinin Vanlı olduğunu söylemeye gerek yok tabii.

29 Mayıs‘ta böyle güzel bir pazar öğleni yaşıyor Vanlılar. Vanlı olmanın gururu, Van’ı unutmamanın ümidiyle yaşayacakları konusunda sessiz bir söz veriyorlar hem kendilerine hem tüm katılanlara

*Van Kyalagoşu: Lavaş,mercimek ve tarhana ile yapılan sulu yemek.

**Jajik: Arpacık soğan ile toprağa gömülen, belirli bir süre sonra çıkartılıp yenen peynir.

Link : http://www.vansesigazetesi.com/haber-33787-vanli_ermeniler_van_isyanini_kutladilar.html

KADIN HAKLARI DOSYASI /// VİDEO : Kadınların Bilinmeyen 15 ÖZELLİĞİ


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=gwYLewoBj-o&feature=em-uploademail

AVRUPA DOSYASI : Batının İkiyüzlülüğü Ortada


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=TyP1-faq0ug

SETA İstanbul Genel Koordinatörü Fahrettin Altun, Fransa’daki gösterilerin Batı’nın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardığını belirtti.

A Haber ekranlarında yayınlanan Söz Teması programına konuk olan SETA İstanbul Genel Koordinatörü Fahrettin Altun, Fransa’daki gösterilerin Batı’nın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardığını ve gösterilerin Fransa’da ciddi bir lider eksikliği olduğunu ve Fransa’da siyasetin kitlendiğini, kitlendiği için de ciddi bir şiddetle karşı karşıya olunduğunu gösterdiğini vurguladı. Altun değerlendirmesinde şunları ifade etti: “Biz bu gösterileri görünce Gezi’yi hatırlıyoruz. Çünkü buradaki çifte standardı; ikiyüzlülüğü görüyoruz ve bu iki yüzlülük dolayısıyla da Gezi’yle bir karşılaştırma yapıyoruz. O dönemde dünyanın tutumunu, dünyanın Türkiye’ye ilişkin baskılama tavrıyla bugün Fransa’ya yönelik gösterdiği tutumu kıyaslıyoruz ve eleştiriyoruz, bu son derece doğal. Bu anlamda baktığımızda Fransa’da gerçekten bir olağanüstü durum var. Fransa’daki terör olayları sonrasında Fransa’da ciddi anlamda bir kitlenme oldu ve o panik durumu dolayısıyla da doğrudan olağanüstü hal ilan edildi ve olağanüstü hal devam ediyor. Bu süreçte de aslında baktığımızda çok ilginç bir şey var, solcular sol hükümete karşı sokakta tepki veriyor.”

AK PARTİ DOSYASI : İFLASIN İLANI


AKP Hükümeti, Türkiye’nin ve bölgenin başına büyük belalar açan Ortadoğu politikasının iflasının kabulü anlamına gelen kritik adımlar atıyor. Rusya ile ilişkileri düzeltmek için mektup siyaseti başlatan Ankara, Suriye lideri Esad ile de diyalog kurmak için fırsat kolluyor.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) eş başkanlığı etiketiyle girilen ABD güdümlü Ortadoğu politikası, hem Türkiye’nin hem de bölgenin başına büyük belalar açtı. Komşularla sıfır sorun sloganıyla çıkılan yolda terör örgütleri komşumuz oldu, kavga etmediğimiz bölge ülkesi kalmadı. Bölge üzerindeki hesapları için kendisini stratejik ortak olarak göre Ankara’dan ne istediyse alan ABD, geldiğimiz noktada Türkiye’yi değil terör örgütü PKK uzantısı PYD’yi kendisine müttefik seçmiş durumda. Bu ikili Suriye’nin kuzeyinde Büyük İsrail devletinin temellerini atma yolunda birlikte hareket ediyor. Sözde stratejik ortağı ABD tarafından da bir kez daha kandırılan Ankara ise dış politikada iflasın ilanı anlamına gelecek adımlar atıyor.

Bu anlamda ilk hedef Rusya… 24 Kasım 2015 tarihinde Rus uçağının düşürülmesiyle kopan Türkiye- Rusya ilişkilerini düzeltmek için adımlar atılıyor. İlk etapta Rusya’ya sert ifadelerle yüklenen ve ‘yine olsa yine yaparız’ şeklinde mesajlar veren Ankara, Rusya’ya şimdi de sıcak mesajlar vermeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım, Rus milli günü nedeniyle muhatapları Putin ve Medvedev’e kutlama mektubu gönderdi. Her mektupta da ilişkileri eskisi gibi olmasının umut edildiği ifade edildi. Rusya’dan bu mektuplara “Ankara belirli eylemleri gerçekleştirmeden ilişkilerin normalleşmesi mümkün değil” cevabı gelirken, dikkat çekici bir gelişme de Ankara’da yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beştepe’de büyükelçilere verdiği yemeğe Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov da katıldı. Erdoğan’ın yemekte söylediği “dış politikada karşılıklı saygı, ortak değerler ve ortak çıkarlar ekseninde kazan-kazan dengesinin kurulabileceğine inanıyoruz” sözleri Rusya’ya mesaj olarak değerlendirildi.

Esed yeniden Esad mı oluyor?

Rusya ile ilişkileri düzeltme çabası içine giren Ankara’nın tarihi bir çark da Suriye konusunda yapmaya hazırlandığı ifade ediliyor. Yerli ve yabancı basında Ankara’nın Esad ile de arasını düzeltmek için çaba harcadığı şeklinde değerlendirmeler yapılıyor. Reuters haber ajansı, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt bölgesi kurulmasını engellemek için Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın pozisyonu konusundaki tutumunu yumuşatabileceğini yazdı. Türkiye’nin dış politika manevralarının ülkenin etkisini artırmaktansa daha da izole ettiğini belirten ajans, dış politika değişikliğinin işaretlerinin Başbakan Binali Yıldırım’ın “düşmanlarımızı azaltacağız, dostlarımızı çoğaltacağız” ifadesiyle ortaya çıktığını ifade etti. Reuters’a göre bu, Ahmet Davutoğlu döneminde Türkiye’nin dış politikasının ülkeyi zora soktuğunun üstü kapalı bir ifadesi anlamına geliyor. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı sırasında Ankara, Esad’ın görevden ayrılmasının Suriye’de istikrarın tek yolu olduğunda ısrar ediyordu. Üst düzey bir AKP yetkilisi de Reuters’a yaptığı açıklamada, “Esad sonuçta bir katil. Kendi halkına işkence ediyor. Ama Kürtlerin özerkliğini desteklemiyor. Birbirimizi sevmeyebiliriz ama bu konuda aynı siyaseti savunuyoruz” dedi.

ALPEREN OCAKLARI DOSYASI /// Yiğit Karaahmet : Alperenler sabrımızı sınamasın yattıklarımızın is mini açıklarız


Eşcinsel yazar Yiğit Karaahmet, "Valla alperenler bizim sabrımızı sınamasın. bu zaman kadar yattığımız ülkücülerin listesini açıklarsak insan içine çıkamazlar" diye yazdı.

Eşcinsel yazar Yiğit Karaahmet, ‘LGBTİ Onur Yürüyüşü’nü yaptırmayacaklarını söyleyen Alperen Ocakları’na Twitter hesabından yanıt vererek "Valla alperenler bizim sabrımızı sınamasın. bu zaman kadar yattığımız ülkücülerin listesini açıklarsak insan içine çıkamazlar" diye yazdı.

Daha sonra Alperen Ocakları Başkanı yaptığı açıklamayla geri adım atınca da "Hah şöyle yola gelin. Listeyi şimdilik sakladık bi tanesi" diye yazdı.

İstanbul’da LBGTİ bireylerin düzenleyeceği ‘Onur Yürüyüşü’ne izin verilip verilmeyeceği tartışılırken, Alperen Ocakları’ndan tehdit dolu bir itiraz gelmişti. Alperen Ocakları Başkanı Kürşat Mican, basın toplantısı düzenleyerek o yürüyüşü yaptırmayacaklarını, Ramazan ayında yarı çıplak bir vaziyette düzenlenecek yürüyüşün dini değerlere saldırı anlamı taşıyacağını söyleyerek "Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir." ifadelerini kullanmıştı.

Ancak bu sözlerden sonra yoğun eleştirilerin hedefi olan Kürşat Mican, RS FM’e yaptığı açıklamada geri adım atarak "Fiili bir müdahaleyi kastetmedik" demişti.

LİSTEYİ AÇIKLARIZ

Alperen Ocakları’nın tehdidinden sonra Taraf gazetesi eski yazarı Yiğit Karaahmet, Twitter hesabından şunları yazmıştı:

"Valla alperenler bizim sabrımızı sınamasın. bu zaman kadar yattığımız ülkücülerin listesini açıklarsak insan içine çıkamazlar… Her lubunyanın çeyizinde bir alperen dosyası mutlaka vardır."

Alperen Ocaklarının geri adım atmasından sonra ise "Hah şöyle yola gelin. Listeyi şimdilik sakladık bi tanesi" diye yazdı.

Odatv.com

MİT DOSYASI : MİT’in Gözü 6 Milyar Dolarlık Fonda


Kendi bütçesi dışında örtülü ödenekten de faydalanan MİT’in, Savunma Sanayi Destekleme Fonun’daki 6,2 milyar dolardan daha fazla pay almak için hükümet nezdindeki temaslarını sıklaştırdığı belirtiliyor.

Beş yıl önce yürürlüğe giren kanun hükmünde kararnameyle, askerin kullanımındaki Savunma Sanayi Destekleme Fonu’ndan (SSDF) yararlanmaya başlayan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), pastadaki payını artırmak istiyor.

2015’te, kendi bütçesi dışında fondan 647 milyon dolar harcayan teşkilat, bu rakamın arttırılması yönünde girişimlerde bulunuyor. Yeni Hayat’ın edindiği bilgilere göre, SSDF’de 2 milyar dolar nakit var. Ayrıca fonun 4,2 milyar doları da gerektiğinde kullanılması amacıyla Hazine’de tutuluyor.

FONUN AMACI ORDUNUN MODERNİZASYONU

Modern savunma sanayinin geliştirilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonunun sağlanması amacıyla 1985’te Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) kuruldu. Daha sonra bu amaçların gerçekleştirilmesi için, Merkez Bankası nezdinde ve müsteşarlık emrinde SSDF oluşturuldu. 2011’de ilgili kanunda yapılan değişiklikle, MİT’in istihbarat ve güvenliğe ilişkin ihtiyaçları da müsteşarın teklifi, Milli Savunma Bakanı’nın uygun görüşü ve Başbakan’nın onayı ile SSM tarafından tedarik edilmeye başlandı. MİT’in kendi bütçesi ve örtülü ödenek dışındaki harcamaları da artık işte bu fondan karşılanıyor.

NE ALINDIĞI BİLİNMİYOR SADECE ÖDEME YAPILIYOR

MİT görevlileri, istedikleri cihaz, platform ya da donanımlarla ilgili gerekli anlaşmayı yaptıktan sonra, fonu idare eden SSM yetkililerinden sadece parayı istiyor. Fondan harcanan meblağla ne satın alındığını bilmeyen SSM ise ödemeyi yapmakla yetiniyor. Bu durumdan duydukları rahatsızlığı daha önce hükümete ileten bürokratlar, herhangi bir sonuç alamadı.

MİT, fonu ilk kullanmaya başladığında SSM’yi de bilgilendiriyordu. O dönemde dinleme kestirme cihazları ve genel maksat helikopterleri isteyen teşkilat, SSM bürokratlarıyla görüş alış verişinde bulunuyordu. Fakat daha sonra MİT, bu uygulamadan vazgeçti ve bilgi paylaşmamaya başladı. Kendi bütçesi dışında örtülü ödenekten de faydalanan MİT’in SSDF’deki 6,2 milyar dolardan daha fazla pay almak için hükümet nezdindeki temaslarını sıklaştırdığı belirtiliyor.

PKK ÖRGÜTÜ DOSYASI : ABD teröristleri bakın nasıl bir teknoloji ile koruyor


ABD özel kuvvet unsurlarının Kandil’e telsiz ve telefon sinyallerini şaşırtan bir teknoloji kurduğu ortaya çıktı.

Üst düzey güvenlik yetki­lisi, Türk Silahlı Kuv­vetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın da PKK‘nın sözde liderine yönelik yaptık­ları operasyonlara ilişkin çok özel açıklamalar yaptı. "Bir kuvvetin, tespit edilen sinyalleri saptırdığı­nı" anlatan kişi, bu kuvvetin de ABD olduğunu söyledi.

Bölücü terör örgülünü de şehirler­den söküp atan. Kırsalda da çalışa­mayacak duruma getiren güvenlik birimleri, 22 Temmuz’dan beri PKK’nın Kandil’deki hedeflerine operasyon düzenliyor. PKK’nın da ağır kayıplar verdiği operasyonlar şöyle planlanıyor:

Operasyon ön­cesinde MİT Sinyal İstihbarat Başkan­lığı (Eski adıyla Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Ko­mutanlığı) PKK Kandil’deki kadrolarının da bulunduğu noktaları sinyal takibi ile tespit ediyor Bu tespit ile anında Genelkurmay Baş­kanlığı ile paylaşılıyor.

Türk Hava Kuvvetlerine bağlı Diyarbakır. Batman ve Malatya’da tam gün 7/24 hazır bekletilen savaş uçakları MİT’in belirlediği noktaya vakit geçir­meksizin imha ediyor.

‘Kandil’e Sistem Kurdu’

Üst düzey güvenlik yetkilisi olan kişi yaptığı açıklamada PKK’nın üst düzey kadrolarını da TSK operasyonlarında hedef ol­maktan çıkaran Kandil’e telsiz ve telefon sinyallerini fark­lı bölgelerde gösteren sistemler ku­rulduğunu söyledi.

Abd Ve İsrail Yapıyor

Güvenlik yetkilisi ayrıca telsiz ve telefon sinyalle­rini farklı noktalarda gösteren sistemleri ABD ve İsrail yapabilir. Bu teknolojik sistemi de Kandil’e kuran da zaten Amerika. Amerika’nın Kandil’de teknik personeli var.

Orada eğilim merkezi var. TSK’nın ilk operasyonlarında Kandil vurulduğunda Türkiye’ye ulaştılar. "Bizim adamlarımız var orada" dediler. Biz de "Sizin adamlarınızın ne işi var orada?" dedik. Vurmaya devam ettik.

FİLM DÜNYASI : Kevin Hart ‘Merkez İstihbarat’ ile güldürüyor


Aksiyon-komedi filmi Merkez İstihbarat “Central Intelligence“ın prömiyeri Los Angeles’ta yapıldı.

Film, eski dostuyla uzun bir aradan sonra bir araya gelen bir muhasebecinin casusluk dünyasındaki maceralarını konu alıyor.

Rawson Marshall Thurber’ın yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerinde Dwayne Johnson ve Kevin Hart bulunuyor: “Kevin Hart gülünmeyecek sahnelerde bile sizi güldürüyor. Onun söylediği her şey size eğlenceli geliyor. Yaptıkları da eğlenceli. Seyirciler filmin her anında gülüyor. Filmi yaparken de hepsini bir araya koymamaya dikkat etmeniz gerekiyor.”

Kevin Hart hedeflerinin büyük olduğunu söylüyor: “İkimiz de oldukça değerli parçaları ortaya koyduk. Bütün bunlar bir araya gelince yüksek düzeyde bir başarı da beraberinde geliyor. Biz evrensel bir başarı istiyoruz. Az bir başarı isteyen kişilere bakmıyorsunuz. Biz dünyayı istiyoruz.

Komedi-macera filmi Merkez İstihbarat 24 Haziran’da Türkiye’de vizyona girecek.

VİDEO LİNK : http://tr.euronews.com/2016/06/15/kevin-hart-merkez-istihbarat-ile-gulduruyor/

İSTİHBARAT DOSYASI : Bu F-104’ler nereden çıktı ?


Kokpit.aero için Hakan Kılıç yeni bir casus hikaye denemesi kaleme aldı. Sanal Tehlike ilk bölümüyle karşınızda…

Bir casus hikâyesi denemesi…

“Bu hikâyede tüm karakterler ve olaylar kurgudur”

SANAL TEHLİKE 1.BÖLÜM

“Uzayda doğdum,

Yüzümde asla güneşi hissetmedim,

Yada gerçek havayı solumadım. Suda yüzmedim.

Hiçbirimiz bunları yapmadık.”

The-100 Dizi filminin jeneriğinde yer alan bu ifadeler, dizinin başrol oyuncusunun uzay istasyonundaki hapishanede resim çizerken söylediği replikten alınmadır. Dizide; nükleer felaket sonucu uzayda çeşitli istasyonlarda yaşamını sürdüren bir grup insanın dünyada tekrar yaşanabilir bir ortam olup olmadığını öğrenmek için, 100 yıl sonra tutuklulardan oluşan bir ekibi dünyaya geri göndermeleri ve bu 100 kişinin dünyada başlayan serüvenleri anlatılmaktadır…

AĞUSTOS-2019, TÜRKİYE’DE

O gece, Hava Kuvvetleri ayaktaydı. Türk Hava Kuvvetleri’nin nerede ise tamamı uyanıktı. Hatta havadaydı dense yeri vardı. 2016 yılında yapılan ve tüm unsurların katılımı ile gerçekleştirilen 24 saat esasına dayalı hava tatbikatının tekrarı yapılıyordu. Tatbikata katılan tüm unsurların; filolar, radar istasyonları ve havadaki E-7T uçaklarının farkında olmadığı tek şey ise, bunun sadece bir tatbikat olmadığıydı.

Tatbikatın son saatlerine doğru yedek meydan Batman Üssü’nden kalkan on iki adet savaş uçağı ülkenin doğusuna doğru yönelerek Güneydoğu Toros Dağları üzerinde alçaktan uçuyordu. Tatbikat, 2016 yılındaki gibi tek merkezden idare edildiğinden ve senaryosunda böyle bir kurgu olmadığından bu garip olay tüm unsurların dikkatini çekmişti. Sanki birileri on iki adet savaş uçağını komşu ülkeye kaçırıyordu.

Batman’dan izinsiz ve plansız kalkmış gibi görünen uçaklar tüm trafiği ve telsiz çevrimini meşgul etmeye başlamıştı ki,

Mardin Radarı;

“Ejder 01-Mardin Radar Contact, plansız askeri trafiği gördünüz mü? IFF sorgusu pozitif ancak telsiz çağrılarımıza cevap alamıyoruz.”

Diyarbakır Radarı;

“Ejder 01-Diyarbakır radar contact, Batman kalkışlı 12 uçakla temas kuramıyoruz.”

Ejder-01-Barış Kartalı; (Üstünde radar olan erken uyarı ve kontrol uçağı, uçan radar)

“Mardin Radar-Ejder01, 12 askeri uçak Toroslar üzerinde alçak irtifadan doğuya gidiyor ve bizim çağrılarımıza da cevap vermiyor. Eskişehir ile irtibata geçip döneceğim.”

O an havada olan üç tane E-7T AEW&C Barış Kartalı uçağından biri ülkenin batısını diğeri de doğusunu kontrol etmekte ve tatbikatın yönetimine yardımcı olmakta idi. Üçüncü Ejder-03 ise tatbikatın senaryosu gereği Suriye devletine ve bu ülkedeki terör yuvalarına yapılacak 24 saatlik kesintisiz ve ani hava saldırılarını organize eden E-7 idi. Dördüncü uçak ise planlamaya dâhil olmayan “Batı” isimli Ejder-04 idi. Bu uçak tatbikat bittikten sonra görevi devralacak yada uçaklardan biri arızalanırsa devreye girecek idi. Ancak öyle olmadı. Ejder-04 “Batı” uçağı planlamada olmadığı halde sadece üs harekât subayına ve kuleye bilgi vererek Diyarbakır meydanından kalkış yapmıştı.

“Batı”da rotasını doğuya çevirmişti.

Bu arada Ejder pilotları arasında şu konuşma geçti;

“Doğu01-Kuzey02”

“Dinliyorum Kuzey02”

“Batı, Diyarbakır’dan kalkmış doğuya doğru uçuyor ve ne telsiz çağrımıza, ne de link-16 mesajlarımıza cevap vermiyor bilginiz var mı?”

“Bizimkilerde görmüş kabinden az önce söylediler. Temas kurmak istedik cevap alamadık. Ben Eskişehir’e sorup dönerim zaten sabit radarlarda da sıkıntılı bir veri var.

Batman Yedek Meydan’ından kalkan ve doğuya doğru uçan 8 adet F-16C Block50+ ile, 4 adet F-4E 2020 Terminatör (Phantom) savaş uçağının ne yapaya çalıştığı daha anlaşılamamıştı ki filo Siirt üzerinde iken diğer sürpriz Erzurum’un Kuzey Doğu’sunda konuşlu (NATO) hava trafik kontrol radarında yaşandı. Kontrolör panik içinde;

“Chief supervisor please!”

Diye bağırdı. Nöbetçi Subay kontrol konsoluna geldiğinde 2 adet F-104 Starfighter uçağının alandan kalkıp Erzurum’un güneydoğusuna doğru 2 Mach hızla irtifa alarak uzaklaştıklarını gördü. Gördü ama gözlerine inanamadı.

Derhal 15-20 km uzaktaki meydan yaklaşma kulesi ile irtibata geçti.

“Erzurum kontrol-NATO radar contact, IFF sorgusu pozitif, tipi F-104 olan iki uçak kalktı ve sesten 2 Mach hızla uzaklaşıyorlar neler oluyor?”

“NATO Radar Contact-Erz. Cont., Sorun yok. Bilgi veremeyiz. Lütfen yok sayın!”

F-104’LER NEDEN UÇUYOR?

Mesaj kısa ve netti. Zaten tatbikat devam ettiğinden havadaki tüm E-7T’ler ve NATO AWACS uçakları bunu görmüş olmalı idi. Radar mevziinde ki şef-kontrolör ve nöbetçi amirin anlamadığı ise servisten yıllar önce kaldırılmış F-104’lerin kendilerine görünmeden meydana ne zaman geldiği ve müzelerde sergilenen bu uçakların şu an neden havada oldukları idi.

En çok merak ettikleri ise bu süratle 5-10 dakika içinde yakıtları biteceğinden pilotların ne yapacağı idi. Bu uçaklarda havada ikmal imkânı var mı hatırlamıyorlardı bile. Ancak olsa bile bildikleri bir şey daha vardı ki; en yakın tanker en az 20-30 dakika uzakta ve batı hava sahasında uçuyordu.

Telsiz çevriminde konuşmalar ve diğer Link-16 mesajlarının rahatsız olan Eskişehir Harekât Merkezindeki ve aynı zamanda tatbikatı yöneten en üst rütbeli komutandan şu mesaj tüm unsurlara yine Link-16 ile kriptolu olarak iletildi.

“Güneydeki plansız trafikler Ejder-4 “Batı” uçağının kontrolüne verilmiştir. Bu mevzuda muhabereyi kesin! Tatbikat planladığı şekilde devam ediyor. Ayrıca Konya’dan kalkan “Mezc-01” ile kesinlikle kimse irtibat kurmayacak! Havada F-4E ve F-16 harici muharip uçağımız yok!”

Son kısma kimse inanmamıştı. Bölgedeki tüm radarlar 2 Mach süratte doğu istikametine giden 2 F-104 ile Batman’dan kalkıp ayni yöne giden 12 uçağı görmüştü. Tabi komşu ülke radarları da. Ancak onlar, filo çok alçak uçtuğundan şimdilik sadece yüksek irtifayı tercih eden F-104’lerden haberdar idiler ve “Türkler bu süratle nereye ulaşmaya çalışıyor” diye düşünüyorlardı.

Generalin “Mezc-01” olarak bahsettiği uçak ise Konya’dan havalanan bir Bombardier Global 5000 idi. Havadaki erken uyarı kontrol uçakları ve diğer unsurlar bu karışıklıkta Konya’dan kalkan uçağı çok önemsemeyecekti. Ancak yine de Global 5000 Business Jet’in transponderından sivil uçak yayını yapılsa da bu sivil uçağın Konya’dan, ta Van’a kadar neden alçaktan uçtuğu ve Van üzerinde niye dairler çizip dolaştığını merak edecek ve uçakla temas etmeye çalışacaklardı. Çünkü önceden sivil makamlara uçuş planını bildiren uçak Konya-Van arasında normal bir sivil uçuş yapacağını bildirmişti. Komutan temas kurulmasını özellikle bu yüzden yasaklamıştı.

Gerçeği harekât planlama ekibi haricinde “Korsanlar” ve havadaki dördüncü Ejder mürettebatından başka bilen yok idi. Amaç, yoğun hava trafiğinde “Korsanları” tatbikat bahanesi ile saklamak ve “Olimpik Sporcuların” Türk uçaklarının geldiğinden son ana kadar haberdar olmaları engellemek, kaçmak veya sığınaklara girme imkânı bulmalarını önlemek idi…

“Korsan Filo” adı verilen karma ekibin, yani 12 adet savaş uçağının hedefi ve amacı 2 F-104’den farklıydı. F-104’ler komşu ülkenin Türk sınırına en yakın hava üssü ve 2 adet balistik füze üssünü barındıran ünlü bir şehrinin 10 km kadar kuzeyine kadar hız kesmeden ses üstü hızda uçacaktı. F-4E 2020 ve F-16C Block50+’lardan oluşan korsan filo ise rotaları boyunca alçak irtifayı takip ederek onlardan dakikalarca sonra Batman meydanına kuş uçuşu 453 km mesafedeki şehrin güneyindeki hedeflerini vuracaktı.

Hiç birinin hedefinde; komşu ülkenin F-7M, F-5E, F-4D/E uçaklarının barındıran hava üssü, şehir çevresinde iki ayrı balistik füze üssü, yine üste konuşlu S-300 bataryaları, şehirde bulunan nükleer araştırma merkezi yada başka bir stratejik tesis yoktu.

Bununla beraber “Pentatlon Harekâtı” olarak isimlendirilmiş olan taarruza katılan iki F-104 Starfighter hariç diğer on iki uçağın hedefinde de; şehrin güneyinde ki olimpik yüzme havuzu(!) ve yakınında ki olimpiyat köyündeki sporcuların(!) kaldığı konaklama tesisleri vardı…

ÜÇ BUÇUK YIL ÖNCE, TEMMUZ-2016-ANKARA’DA

KORAL Elektronik Taarruz (ET) ve Elektronik Destek (ED) Kara Soj sistemini başarı ile üreten Türkiye, gözünü hava platformunda uzaktan ED/ET sistemi olan Hava Soj sistemine dikmişti. KORAL Kara Soj sistemini Suriye Krizi’nde Rus S-400 sistemine karşı kullanan Türkiye bunun yeterli olmadığının farkında idi.

Hava Soj neden gerekliydi? Çünkü savaşta düşman ülkelerin derinliklerine yapılacak saldırılarda, saldırı paketlerini korumak için Kara Soj’un menzili yetersiz kalacak idi. Ayrıca o koca kamyonları sürekli zırt-pırt sağa sola taşımak çok rantabl olmayacaktı. Havadan yayın yapan bir elektronik sistemin daha verimli olacağı vb. daha birçok sebep vardı.

Sistemin yükleneceği platform özel iş jeti tipinde küçük bir yolcu uçağı olarak direk alınacak, ancak “Stand-Off-Jammer-Procurement” yani düşmanı karıştırmak, aldatmak veya kör etmeyi sağlamak ve bunun başarmak içinde öncesinde elektronik veri toplamak için, içirişine ve altına yerleştirilecek sistemin tamamen milli olmasına karar verildi. Kısaca “Gölge” projesi adı verilen bu çok kritik sistem tıpkı KORAL gibi milli ve yerli olacaktı.

İhaleyi önce Gulfstream G-550 uçağını teklif eden firma kazansa da ihaleden çekilmesi sonucu sonradan Bombardier Global 5000 Business Jet’ini teklif eden firma seçilmişti. Uçak hazır alım yöntemi satın alınacak içindeki Soj sistemi ise HEVELSAN ve ASELSAN ile birlikte geliştirilip üretilecek idi.

ARTIK BİZİMDE”DARPA”MIZ VAR

2016 Yılının yaz aylarında yeni bir oluşuma gidildi. Bir çok ülkede gelişmiş ve ileri teknoloji içeren savunma sanayi projeleri özel kurulmuş devlet ya da yarı özerk firmalarda gerçekleştiriliyor ve bu firmalar dış istihbarata karşı özenle korunuyordu. Örneğin; ABD’de DARPA yani Savunma İleri Araştırmaları Projeleri Ajansı, Hindistan’da ise DRDO-Savunma Araştırma ve Geliştirme Kuruluşu vardı. İşte bu amaçla ASELSAN, HAVELSAN, TAI, ROKETSAN ve diğer kamu ve özel iştirak savunma sanayi firmalarından çeşitli alanlarda mühendisler ve bilim insanları transfer edilerek İleri Askeri Teknolojiler Araştırma Kurumu İATAK kuruldu.

Kurulur kurulmaz da ilk görevi verilmişti; Hava Soj sistemi namı diğer “Gölge” projesi. Birçok ayrı mühendislik dalının çalışacağı projede yazılım ekibinin lideri olan yazılım mühendisi proje lideri ve genel koordinatör olarak seçilmişti. Sebebi ise zaten Soj sisteminde daha önceki KORAL ve diğer sistemlerden elde edilen tecrübelerle birçok sistemin hazır olması sadece uçağa ve havadan görev icra edebilecek şekilde uyarlama yapılması gereğiydi. Esas iş, KORAL ve sonrasında icra edilen SIGINT uçuşları ile toplanan sinyal verileriyle oluşan tehdit kütüphanesine karşı yazılım geliştirmekti.

Projenin ekip liderliğine, kariyeri yurt için ve yurt dışı başarılarla dolu, ülke için birçok kritik projede çalışmış, Erhan isminde bir yüksek mühendis getirilmişti. Kıdemli uzman, direktör, başmühendis gibi çok sayıda ünvanı kartvizitinde barındıran 40 yaşlarında, üstün zekalı olan Erhan üniversiteden çift dalda mezun olduktan sonra yüksek lisansını yurt dışında, doktorasını ise Massachusetts Institute of Technology’de tamamlamıştı. Hem elektronik hem de yazılım/bilgisayar mühendisi olarak Amerika’da dünya devi firmalarda staj ve sonrasında mühendis olarak çalışmış ve bu yoğun eğitim ve çalışma temposu içinde kendini zar zor ülkeye geri atıp İstanbul’da işe başlamış ve geç yaşta da olsa evlenmeyi başarmıştı.

Evlilik hayatına geçince de çok sevdiği İstanbul, bir anda hayatını mahveden kendisi strese sokan bir şehre dönüşmüş ve yoğun trafiğe daha fazla dayanamayacağına kanaat getirerek Ankara’da ASELSAN’da çalışmaya karar vermişti. Burada çalıştığı yıllarda başarılı projelere imza atmış diğer milli savunma sanayi firmalarıyla ileri teknolojiye sahip ortak ürünler geliştirmişti.

KUŞ GÖZLEMİ PAHALIYA PATLADI

Sonunda İATAK’ a geldiğinde ise nihayet tam huzura kavuşmuş, nerdeyse kendi deyimi ile Nirvana’ya varmıştı. Bunu sebebi ise havacılık merakı yanında vahşi hayata özellikle yırtıcı kuşlara olan merakını giderme fırsatını bir nebze olsun giderme şansı yakalaması ve tabiat ile iç içe sakin işyeri ve lojman ortamı idi.

İstanbul’da Çamlıca tepesinde kuş gözlemcileri ile birlikte, transit geçen vahşi kuşların göçlerini izleme fırsatını yakalamıştı. Sayısız özel tür kartal, atmaca, akbaba vb. görmüştü. Ama olsun şimdi de şehrin oldukça dışından oluşturulmuş suni bir ormancığın içine kurulan İATAK tesislerinde çalışırken bir taraftan da hobisini yoğun iş mesaisinden ve özel hayatından zaman çalmadan devam ettirecekti. Sanki istediği fırsat ayağına gelmişti. Yakındaki Tepeliklerde kartal yuvası etraftaki ağaçlıklarda ise baykuşlar vardı. 24 saat internetten canlı yayın yapan yabancı vahşi doğa sitelerinde çok defa kartal yuvalarını takip ederken, bir yavrunun yumurtadan çıkmasından, yuvadan uçup gitmesine kadar olan sürece şahit olmuştu. Neden bende yapamayayım diye düşündü.

İATAK’ta ikinci haftası idi. Zaten elektronik mühendisi de olduğu için “bebek oyuncağı” dedi. Hafta sonu iki güneş panelini geniş bir jeeple dağ yoluna kadar taşıyarak önce tepeden aşağı halat salarak aracın önündeki vinç yardımı ile sallandı. Tam yuvanın karşısında ki tepeciğe güneş panellerini yerleştirdi. Kendisi halatla asılı iken yardım eden iki arkadaşının biri arabanın içinde vinç operatörlüğü yapıyor diğeri de parçaları güvenle aşağı yolluyordu. Aslında teknik olarak ta zorluklarla dolu operasyon sonunda başarılmıştı. Birbirlerine

“Yav arkadaş biz radar projelerinde bile bu kadar zorlanmıyoruz”

Diyerek şakalar yapıp zaferlerini kutladılar. Erhan acayip yorulmuş ve;

“Bebek oyuncağı değilmiş. Ama size şunu söyleyeyim dünyadaki birçok örnek gece yayın yapamıyor. Ama ben panellerin yanına bizim ASELSAN’ın İHA/MALE’ler için geliştirdiği akülerden bir tane yalvar yakar satın alıp koydum. Yanındaki ikinci gece görüş kamerası ile 24 saat canlı olacak. Çok süper oldu. Şimdiden heyecan sardı beni. Ayrıca ormandaki baykuş yuvalarının 20 metre ilerindeki ağaca bir kuş sarayı çakmıştım içi gizli kamera dolu kesin yerleşmişlerdir.

“Ne yapacağı baykuş bey bize müsaade bizim bir kamera vardı onun bağlantısını yapmaya geldik mi diyeceğiz?”

Diğer arkadaşı

“Teknik servis geldi deriz” deyince gülmeye başladılar.

“Hayır!” dedi Erhan,

“Az daha işimiz var biraz sabredin ben bağlantıları yapmış aküyü ve panelleri diğer dallara yerleştirmiş aşağıya da uzatmıştım. Sadece kabloları bağlayıp kaçacağız kuşlara ne yaptığımız bile dışarda değillerse görmeyecek. Gerisi tesiste benim bilgisayarın yanındaki alıcıyı çalıştırmak ve internet siteme bağlantıyı kurmaya kaldı. Çok sükseli olacak Türkiye’de ilk. Eee zaten bize yakışırdı ilklerin firması ve mühendisleri değil miyiz? Bizden başka kim yapacaktı makine mühendisleri değil ya?

Hep beraber mesleki gurur tavan yapmış vaziyette başlarına gelecekten habersiz kuş casusluğu serüvenini sonlandırıp internete vererek gece yayını başlattılar ve cin gibi üç kafadar sanki banka işletiyormuş gibi hacker saldırısı olamasın diye siteyi ve yayını acayip korumalı ve şifreli halde bırakıp evlerine gittiler. Zaten yazılım onların işi değil miydi?

Erhan evden hemen internet bağlanıp sitesine girdi ve “çocuklar koşun koşun” diye bağırdı. Kızı ve küçük oğluna tepedeki Anadolu Kartalı yuvasındaki yavrular ile ahşaptan yaptırdığı ve ağacın dalına sabitlediği baykuş yuvasındaki yavru baykuşları gösteriyordu.

3 GÜN SONRA

Ankara’nın dışında ormanlık alan içine kurulmuş, şehirden uzak son derece steril bir ortamda her türlü elektronik dinleme, gözleme ve istihbarat faaliyetine karşı nerede ise komutanlık karargahlarından bile iyi korunan ve gözetlenen tesise, 3 gündür yakınlardan bir yerden bir yayın yapılıyor ancak dışarı sinyal çıkmıyordu. Sinyalin şifresi kırılamadığı gibi binanın ikinci katındaki sadece ekip liderlerinin kart ve şifre ile girebildiği çalışma ofislerinin ve laboratuvarlarının olduğu yer hariç her yer didik didik aranmıştı. Bu kata bırakın güvenlik görevlilerinin girmesi güvenlik amirinin girmesi dahi mümkün değildi. Hatta İATAK’da insan kaynakları, idari işler gibi direk proje ile ilgisi olmayan genel müdür yardımcıları dahi giremiyordu. Türkiye’de realitede ne kadar uygulanırdı bilinmez milli savunma bakanı hariç sıradan bir bakan gelip tesisi gezmeye kalksa bu kısma giriş yetkisi yok idi.

Üçüncü günün sonunda bir sabah erkenden İATAK Genel müdürü, ilgili genel müdür yardımcısı, güvenlik amiri ve istihbarattan üst düzey bir yetkili ile bir emniyet amiri ile casusluk masası polisleri kapıda belirdi. Kapıyı acil durum var diyerek açmalarını istedi. Bir mühendisin kartı okutması ile kapı açılır açılmaz Erhan’ın masasına gittiler.

Erhan birden ayağı kalkmış patronu karşısında görünce şaşırmışken bir de arkasındaki kalabalığı fark edince kesin bir vukuat var demişti.

Polisler meslek icabı Erhan’ı hemen tutuklamak için tam hamle yapacakken herkesin başkan diye hitap ettiği genel müdür “bir dakika diyerek” Erhan’a,

“Erhan bey iyi niyetle gelmedik. Üç gündür dışarıdan bir yayın yapılıyor ve tesis çevresindeki alıcılar yayının alıcısının burada olduğunu tespit etti.”

Erhan zekanın da verdiği pratiklikle bir anda kafasında ampül patladığından daha ilk cümlede hemen olayı çözmüş ve rahatlamıştı. Gevşek gevşek;

“Başkanım tebrik ederim arkadaşları yayın yapanı değil de yayın alanı dahi buldularsa bu tesisin güvenliği olağan üstü demekten kendimi alamayacağım müsaadenizle.”

“Onlar çözemedi zaten. Gizli Elektronik Servis (GES) komutanlığından yardım istemek zorunda kaldık. Acayip şifrelemişsin. Onlar çözdü. Bilmem farkında mısın ama casuslukla suçlanmak üzeresin? Hala dalga geçiyorsun. Derhal tatmin edici bir cevap vermek daha doğrusu bir cihaz göstermek için üç saniyen var. Ben hala sizin yaptığınız bir deney yada cihaz olduğunu umuyorum.”

“Bence de. Güvenlik amirimiz keşke bize sorsa idi.”

“Sen iki haftalık olduğundan çoğu şeyin farkında olmayabilirsin ama burada normal kurallar geçerli değil. Güvenlik amiri bir konuda şüphe ederse kimseye soru sormaz. Derhal bana, istihbarata ve milli savunma bakanına direk bilgi aktarır. Burası ülkenin en gizli askeri projelerinin yapılacağı yer.”

Erhan pes etmişti. Derhal monitörü başkana çevirdi. Ekranda iki ayrı kuş yuvası vardı ve yavru kuşlar tam da o anda deliler gibi tıkınıyorlardı.

“İşte bu. İş te bu Türkiye cumhuriyetinin gizli servisinden ordusuna özel güvenlik teşkilatına kadar alarma geçiren işte bu.”

Hem suçlu hem güçlüyü onuyordu ama nafile idi. Olayı iyice anlayıp cihazları uzman ekipler inceleyip ikna olduktan bir saat sonra Erhan başkan ve iki genel müdür yardımcısından oluşan kurul önünde hesap vermek üzere hazırdı. Başkan direk söze daldı.

“Erhan bey, oturabilirsiniz. Ayakta kalmayın bunu bir mahkeme kendinizi de suçlu gibi görmeyin. Suçlu olduğunuz doğru ama bu bir mahkeme değil. Yargılamak için değil nasihat etmek ve sizi uyandırmak için buradayız.

“Uyandırmak?”

“Evet uyandırmak. Hala Marconi yada BAE Systems’de çalışıyor gibi davranıyorsunuz. Artık Türkiye’de ve İATAK’ da çalışmanın ne olup olmadığını anlamanız lazım. Mühendisliğinize lafımız yok ama burası Türkiye. Sorularıma cevap verin daha doğrusu sadece evet diyeceğiniz varsa söyleyin.”

“Siz daha önce Türkiye’de 6 km çevresine kadar drone yasağı olan ve içinde hiçbir yerde cep telefonu çalışmayan bir firma ve araştırma laboratuvarları gördünüz mü?”

“Etrafı elektrikli tellerle çevrili?”

“Özel güvenlikle korunan ama güvenlik elemanlarının sıradan özel güvenlik elemanı olmadığı hep asker polis malulen emeklilerinden oluşan?”

-Hayır görmedim efendim.

“Hayır, demene gerek yok! Cevabı “evet” olan bir şey sormayacağım zaten!”

“Pe ki efendim.”

“Sana nerede çalıştığın konusunda farkındalık oluşturmaya çalışıyorum sadece.”

“Muhtemelen eşini çalışacağı okulun onaya tabi olduğu, yada çocuklarının gönderildiği özel okulun yabancı devletlerin açtığı okullar olamayacağı. Ya da lojmana sık sık gelecek olan akrabaların önceden bildirilme sorunluluğu olduğu ve güvenlik taramasından geçirildiği. Çalışanlarının tamamının istihbarat ve istihbarata karşı koyma dersi aldığı?”

“Sen hiç ayni binada çalıştığı halde idari katlarda çalışan personeli gödemeyen bir Ar-Ge ekibi gördün mü? Bak evlat! Burası BAE-Systems değil. İngiltere’de değil. BAE Sys.’de çalıştığın AN/ALQ-239 Digital Electronic Warfare System-DEWS’e yakın bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Hatta daha geniş kapsamlısı daha fazla rollü olması bir şeyi değiştirmez. Orada kuşu orman yerine tesisin bahçesine koyup canlı yayına bağlasan kimse rahatsız olmaz. Zaten kimse de bunu kullanamaz. Çünkü onu kullanacak kadar sana yaklaşamaz. Ama burası Türkiye aramıza hoş geldin. Artık alışmalısın. İstanbul’un telaşlı hayatına ve trafiğine alışamayıp kaçtın ama buradaki kurallardan kaçamazsın. İstifa etmedikçe. Dedim ya burası Türkiye. Yani tüm istihbarat örgütlerinin cirit attığı, bırak senin gibi mühendislerin ayartılmaya çalışılması, kullanılmak istenmesi bakan seviyesinde… Neyse fazla dalmadan devam edeyim. Bir bakarsın kahraman ilan edilen asker yada sivil bir devlet görevlisinin, birkaç yıl sonra aslında casusluk yaptığını duyar şaşırırsın. Bir hükümet gelir, bir teşkilatın çalışanlarının bir birimini mesela bizim Soj ekibi diyelim kahraman ilan eder, başka bir hükümet gelip vatan haini ilan eder. Onlar sırları sattı der. Herkes inanır. Sonra rüzgâr tersine döner sonra yeniden kahraman olur, aslında onlar yurt dışında çok değerli hizmetler yapıp bir sürü teröristi temizlemişti derler. Sonra tekrar uyuşturucu kaçakçısı oluverirler. Anlayacağın bu kısır döngü hep böyle sürer gider. X teşkilatın Y birimindeki Z’ler bir kahraman bir vatan haini olur gider. Tıpkı tarihimiz gibi.

“Neyse siyaseti boş ver diyeceğim o ki aslında bazen ne kahramanlar kahraman ne de vatan hainleri vatan hainidir bu ülkede. Her şey aslında konjonktürel yâda gizli servisler tarafından birileri kullanılarak diğerlerinin “kaka” lanse edilip halka yutturulmasından, sanal bir illüzyondan başka bir şey değildir. Çoğu zaman casuslardan oluşan bir ekip yakayı ele verirken son anda paçayı sıyırır, onlarla ayni ofisi paylaşan masumlar hapse atılır. Çünkü sanal tehlikenin farkında değillerdir aslında telefonlarının ya da bilgisayar gibi kişisel eşyalarının kullanıldığını fark edemezler ve kendilerini aklayamazlar.

Sana tavsiyem özel ve özel olmayan hayatına çok dikkat etmendir. Ülkenin en kritik savunma sanayi firmasında ekip liderisin. Yaptığın kaygısız, tedbirsiz bir hareket idi. Biz sizin bilgisayarlarınıza USB girişini bile engelledik. Cep telefonları çalışmıyor. İnternet üçlü şifre ile gerektiğinde benim gibilere mail atmak için verilmiş iken senin yaptığın korkunçtu. İçeriden bilgi sızamasın diye, binlerce satır yazacağınız yazılımları, kaynak kodlarını, programları dışarı çıkaracak bir yöntem kalmaması için her gün elektronik taramadan geçip giriyorsunuz. Üstünde saat bile taşıyamazken, nerede ise sizi bile fanusa koyacakken sen canlı yayın yapıyorsun. Akıl alır gibi değil. Ya biz çok aptalız fark etmedik ya sen dâhisin çaktırmadan sistemi kurmuşsun.”

“Efendim tamamen benim kontrolüm de idi.”

“Ne kontrolünden bahsediyorsun. Daha geçen gün gece yarısına kadar üç mühendis kafayı MALD-J’lere taktı diye kalmıştı. Onlardan biri seni arkadan izleyip şifreni öğrenip internetten bilgi aktarsaydı ne yapacaktın.

“MALD-J’mi? Kimse bana bahsetmedi.”

“Sonra bahsederler daha yenisin çözelerse sizin projeye destek olsun diye paylaşacaklar. Geçenlerde Akdeniz üzerinde bir Amerikan uçağı bizim sahillerde tatbikat yaparken yanlışlıkla kanatları kapalı halde bıraktı. Muhtemelen paylondan yanlışlıkla sığ suya düştü. Amerikalılar hala arıyor ama bizim SAS’lar gece alıp gönderdiler kaç gündür inceliyoruz eğer bir şeyler çıkaramaz isek imha edeceğiz.

“Daha fazla uzatmaya gerek yok her yanı gece görüş kameraları ile dolu bir tesisin yanındaki dağa kamera yerleştirdin. Helal olsun sana. Hiç düşünmüyorsun adamlar gelip kameranın yanına bir tanede kendileri yerleştirip uzaktan tesisi ve girip çıkanı izlerse diye. Nasıl olsa güneş pilleri bedava. Demek ki zekâ ayrı bir şey saflık ayrı.”

Toplantının sert havası dağılmış, genel müdür yardımcıları son cümleye tebessüm etmeye başlamıştı. Başkan son olarak Erhan’a

“ Senin bu proje için çok hırslı ve istekli olduğunu biliyor ve görüyorum. Bu da beni çok umutlandırıyor”

Demiş ve gizli servislerin faaliyetleri hakkında kısa bir brifing vermişti.

Ancak en güncel ve tehlikeli olanından bahsetmemişti. Çünkü O’da eski topraktı. Yeni neslin nelerle uğraştığının farkında değildi. Sanal tehlikeden yani sosyal medyadan ve internet hesaplarındaki tehlikelerden…

Lojman ve özel hayatı dahi kontrol altında olan Erhan’a kimse ulaşamaz sanıyordu. Ne de olsa yurt dışında görmüş geçirmiş bir çocuktu. Daha doğrusu 40 yaşlarında evli, barklı adamdı. Onu ne bi bar köşesinde güzel bir Rus ajanı kandırabilir, ne bir Yunan ajanı satın alabilirdi. Ailesi zengin ve kendisi çok dolgun bir maaş alan ve yapılan güvenlik soruşturmasında da para zaafı olmayan biri olarak sınıflandırılmıştı. Eşini çok seven ahlaki vasıfları da sağlam biri olduğuna göre O’nu İran gizli servisin meşhur kaset komploları da avlayamazdı.

Başkanın bildiği bu şeylerin belki on katını ve yani Erhan’a normal yöntemlerle yaklaşılamayacağını, eski adıyla Rus gizli servisi KGB’nin faal olan askeri istihbarattan sorumlu kolu GRU ve Ruslar sayesinde İran İstihbarat Başkanlığı VEVAK’ın kolu SAVAMA, hatta Mossad bile çok iyi biliyordu. Erhan’ın sürekli takıldığı sosyal bir ortamı da yoktu. O, işkolik biriydi. Geri kalan kısıtlı boş zamanını da ailesine ayırıyor, başkaca zaman kalırsa da eski plakları ve vahşi kuşlarla ilgileniyor fırsat bulduğunda yılda birkaç kez kuş cenneti gibi milli parklara gidiyordu…

Mayıs-1979 Langley, Virginia, CIA Merkez Karargâhı

Şubat 1979 yılında meydana gelen İran devriminden sonra ABD ve İran arasındaki askeri ilişkiler, siyasi ilişkiler gibi kopmuştu. Üstüne birde ABD konsolosluğunda rehine krizi yaşanmış ve fiyasko ile sonuçlanan bir kurtarma operasyonu yapılmıştı. Daha doğrusu yapılmaya çalışılmıştı.

Devrimden sonra 3 ay geçmişti. Langley’de CIA Başkanı, İran istasyon şefi ve diğer yardımcıları ile toplantı yapıyordu. Onlara ne yapmaları gerektiğini, ileride İran’ın Ortadoğu’da Amerikan çıkarları için oluşturabileceği tehlikeler için ne gibi önlemeler alabileceklerini sordu.

Danışmalar, batı ülkelerinin uygulayacağı silah ambargosundan dolayı İran’ın konvansiyonel gücünü idame ettirmekte güçlük çekeceğini ve modern bir orduya sahip olamayacağı için tek alternatifinin balistik füzeler olduğunu ve bunu da engelleyemeyeceklerini tahmin ettiklerini söylediler. Bunu en büyük sebebinin ise, İran’ın bundan sonra modern silahlar alamayacağını görmesi ve elindeki çoğu Amerikan menşeili envanterin bir süre sonra yedek parça sıkıntısı çekeceğinin farkında olması idi.

İran’ın balistik füzeleri alternatif göreceği tahmin ediyorlardı. Ayrıca buna yatırım yapmaya şimdiden başladıklarını, isteseler de istemeseler de Çin, Kuzey Kore ve bir miktar Rus yardımı ile 20-30 yıla çok ciddi seviyeye geleceklerini tahmin ettiklerini ve en iyi yöntemin içerideki gelişmeleri haber verecek bir İranlı mühendis yerleştirmeleri olduğunu söylediler.

(CIA birinci tahmininde yanılmıştı. F-14 başka ülkeye satılmamasına rağmen 2016 yıllarda hala az miktarda olsa da uçuyor, F-4E, F-5, AH-1 Cobra, CH-47 gibi uçak ve helikopterler ise yıllarca envanterde kalmaya devam etmiş bir şekilde yedek parça üretilmiş veya bulunmuştu. Ancak ikinci tahminde yüzde yüz haklı çıkmışlar İran Ortadoğu’nun kendi başına füze geliştirip üreten balistik füze mağazası olmuştu)

CIA Başkanı;

“Bunu Rusya’da defalarca denedik. Her seferinde eninde sonunda yakayı ele verdiler. Böyle sürekli ve uzun soluklu yatırımlar istemiyorum. Para ile kısa vadeli adamlar yada bilgiler satın almak daha verimli geliyor bana. Diğer türlü ya milliyetçilik damarları ağır basıyor ya korkuyorlar yada vicdan azabından bulanıma girip hata yaparak yakayı ele veriyorlar.”

“Efendim bu kez çok farklı, uzun vadeli ve dikkat çektiğiniz hususlarda hata yapma şansı olmayan bir plan hazırladık. “

Dedi İran İstasyon Şefi.

“Tamam muhteşem(!) planınızı birazdan anlatırsın umarım rehine kurtarma planından iyidir.”

Hepsi birden gülüştüler ordunun ve özel kuvvetlerin dünyaya rezil olmasından dolayı sanki zevkten dört köşe olmuş bir halleri vardı. Devam etti CIA Başkanı;

“Çok şükür ki bu aklı evvellere (hükümeti ve kongreyi kast ediyordu) F-16 satmayın dedikte en azından onları kurtardık. F-14’ler zaten gitti. Şu an dünyanın en iyi hava üstünlüğü uçağı. Mossad başkanı iki günde bir arayıp yalvarıp duruyor. Bu saatten sonra ben ne yapacaksam? F-14 neyse, en azında başka kimseye satmayacağız. Böylece yedek parçaları bitince apışıp kalırlar. Ama F-16‘yı hükümet dünyanın her yerine satmayı planlamıştı. Eğer bizi dinlemeyip onların satışını da son anda kongreden çekmeselerdi şimdi yanmıştık. Ya uçak elimizde kalacak yada 30-40 yıl körfezde İran F-16’larına karşı ne yapacağız onu düşünüp duracaktık. Sahi F-16 ile F-14 kapışsa kim yenermiş?… Neyse sen bir plandan bahsediyordun. Önce neden asker değil mühendis yerleştireceksiniz onu izah edin! Dinliyoruz. “

“Efendim! Öncelikle amacımız İranlı yöneticilerin başlamayı düşündüğü balistik füze programını sabote etmek değil. İran ordusunda ne kadar adamımız var ise yeni yönetim tamamını idam etti, buna imkân bulamayacağız. Bulsak ta kısa vadeli olacak. Biz uzun soluklu bir proje düşünüyoruz ve imkânsız şeyleri hayal etmektense gerçekçi bir yaklaşımla önleme imkânımız olamayacaksa gelecekteki gelişimleri haber verecek birini istiyoruz. Çünkü öyle anlaşılıyor ki bundan sonra İran, SSCB’den daha kapalı bir kutu olacak. Amacımız bize kaç tane ve nerede füzeleri olduğunu söyleyecek bir asker değil, füzelerin teknik özelliklerini en önemlisi menzil kapasitesini söyleyecek biri. Hükümetimiz gelecekte bize sorduğunda onlara hep an itibari ile durumlarını söylemek yerine ilave olarak gelecek 3-5 yılda neler yapabileceklerinin söyleyebilmek istiyoruz. Bu yüzden bize asker değil mühendis lazım.”

Başkanın “Hıım dahice“ der gibi bakışlarını bir süre üzerinde tutmayı başaran İstasyon Şefi devam etti;

“Efendim! Öyle biri olmalı ki İranlı olmalı ama ABD’de yetişmiş, oranın insanı olmalı ama İran’la alakası olmamalı adeta bir İranlıyı hipnoz edip koymalıyız.”

“Sakın bana Hitlerin ve bu aralar KGB’nin yaptığı kaçık deneylerden etkilendiğini söyleme. Adam kaçırıp hipnoz yapacağını söylemeyeceksin değil mi?”

“Hayır efendim. Şu an İran’da kaçıracak balistik füze mühendisi olduğunu sanmıyorum. Kaynakların çoğunu füzelerin tedarik ve geliştirilmesine ayıralım kararını daha yeni aldılar.”

“Adam mı yaratacağız? Seni dindar sanırdım?”

Başkan, saçma bir plan duyacağından o kadar emindi ki şef ile dalga geçmeye başlamıştı. Söylenenler dâhice idi ama imkânsızdı.

“Efendim, müsaadenizle yapılan fizibilite çalışmalarımızı ve planın ayrıntılarını arz etmek istiyorum. Evvela amacımızın sabotaj değil, her an itibari ile füze geliştirme çalışmalarının evrimini ve geleceğini bilmek olduğunu tekrarlamak istiyorum. Nihai amacımız ise füze geliştirme programının üst düzey yöneticilerinden birinin bizim adamımız olası. Yani 20-30 yıl sonrasını hayal ederek yola çıkıyoruz. Belki ne siz ne ben başarımızı göremeyeceğiz.”

“Merak etme ben emeklide olsam görürüm ama sen zor. Ben çok istasyon şefi göndüm. Daha geçen ay Türkiye şefinin başyardımcısını KGB halletti, gömdük. Yazık o kadar uğraştıktan sonra darbeyi göremeden öldü. Altı ay dayanamadı.”

“Sizin bu espri anlayışınıza bayılıyorum sayın başkan”

Dedi başkan yardımcılarında biri.

“İyi güzel darbeden sonra istasyon şefi olarak seni atama kararı aldık. Bakalım Türkiye’ye gidince de gülmeye devam edecek misin?”

Bu seferde diğer yardımcısı gülmeye başlamıştı. O’na dönüp;

“Yerinde olsam her gün KGB başarılı olsun diye dua ederdim. Sol devrim yapmaları an meselesi bizden önce davranırlarsa seni kurtarmış olurlar. Hiç golf sahası olmayan bir ülkede de zaman geçmez ki…”

İran şefini sinirleri iyice gerilmiş halde söze daldı. Etrafındakilerin sahadakileri umursamaz tavırları O’nu sinir etmişti.

“Sayın başkan! Müsaadenizle devam etmek istiyorum! İran’da şu an ki mollaların ve yeni yönetime geçen bürokratların genel olarak hangi aşiretlerden köylerden, kasabalardan çıktıkları üzerine demografik bir çalışmayı acil olarak tamamladık ve gördük ki iki husus işimize yarayacak. Biri, üçüncü dünya ülkelerinde çok görülen hemşericilik, aşiret, dost akraba kayırmacılığı çok yaygın diğeri ise bürokrasi özellikle askeri bürokraside çok fazla subayı olan bir sülalenin yaşadığı yerdeki bir hastanede ajanımız olan bir kadın doğum uzmanı doktorun olması.”

“Doktoru, askeri doktor sonrada mühendis yapmanız çok mantıklı gelmedi.”

“Hayır efendim doktoru mühendis yapmayacağız doktorun doğurttuğu çocuğu yapacağız.”

Amerika’da ki rahatından mahrum kalıp bu yaşta casusculuk oynayacağını ve Türkiye’de sahaya çıkacağını duyan başkan yardımcısının sinirleri bozulmuştu. Bununda etkisi ile lafa daldı;

“Neden İran’da evde doğan çocukları mühendis yapmıyorlar mı?”

Yaptığı espriye kendi bile gülmemişti, ortalığı sabote etmekten başka niyeti yoktu. Başkan birden uyandı ve,

“Madem iş ciddi ve planın ayrıntılarını anlatmaya başladın şu andan itibaren herkesin duymasına gerek yok. Seni ekibin ve İran’ın bağlı olduğu başkan yardımcısı hariç herkes çıksın!”

Dedi. Nihayet ortamda iş konuşulacak bir hava doğmuştu. Plan tüm detayları ile anlatıldı. Onay alınmıştı…

BİR YIL SONRA, 1980 İRAN’DA BİR HASTANE

Doğumhanenin önünde sabırsızlıkla bekleyen baba adayının ikizlerinin olacak olması aile fertleri arasında ayrıca bir mutluluk kaynağı idi. Zengin bir aile olmasalar da soylu bir sülale idiler. Bu soyluluk, şah döneminden ailenin binlerce yıllık tarihine kadar dayanmakta idi.

Bu sülaleden sayısız devlet adamı, general, Şii din büyüğü, bilim adamı ve bürokrat çıkmıştı. İçeride doğum yapmakta olan kadın sülalenin zengin olmayan bir ailesine gelin olsa da eş ve dolayısı ile çocuklarına baba seçiminde doğru karar verdiğine inanıyordu. Bu yüzden büyüklerinin evlilik kararına hiç itiraz etmemişti. Çünkü bu aile etrafta tüm fertlerinin okumuş, iyi yerlere gelmiş ve birkaç istisna hariç ilginç bir şekilde çoğunluğunun çok zeki olduğu bir aşiret olarak bilinmekteydi.

Doğumhane önünde heyecanlı bir bekleyiş sürerken hastaneye yakın CIA’in kullandığı güvenli evde ise başka bir heyecan yaşanıyordu. İran devriminden sonra ciddi darbe almış teşkilat henüz tam manası ile toparlanamamıştı. İran’ın iç bölgelerinden Türkiye sınırına kadar ve oradan da İncirlik üssüne kadar mesafede yeni doğmuş bebeği nasıl sağ salim ve yakalanmadan getireceklerinin stresini yaşıyorlardı. Karar mercileri çocuğun yolda ölme riskini hiç umursamamış ve İran’da güvenli bir evde birkaç hafta yolculuğa hazır hale gelmesini bekleyememişlerdi. Çünkü aslında hiçbir ev tam güvenli değildi. Bir terslik olduğunda ekibin açığa çıkması ihtimali, çocuğun yaşamını yitirip yeniden bir çocuk bulma ihtimalinden daha kötü gelmişti. İran’da ikiz doğacak çocuk çok ama ajan azdı.

Doktor ameliyat ekibine ikizlerden birini, çocuğu olmayan çok asil ve dindar bir İran ailesine sattığını söyleyerek korkunç paralar dağıtmıştı. Aynı doktor doğumhanenin önünde bekleyen aileye, içerde işlerin ters gittiğini son anda sezaryen yapmaya karar verdiklerini bu kararla çocukların birinin ve annenin hayatını kurtardıklarını ancak diğerinin öldüğünü söyledi. Baba ve ailenin diğer fertleri hüzün ve mutluluğu birlikte yaşamış ve geri kalanlara şükretmişlerdi. Doktor, birazdan anne uyanınca görebileceklerini söyleyerek çocuğun birini teslim etti.

Ayrıca doktor, ölen kardeşi aile fertlerinin görmesinin psikolojik olarak iyi sonuçlar doğurmayacağını söyleyerek izin vermeyeceğini ekledi. Yarın gelip cenazenizi alabilirsiniz demişti. Ertesi gün eşini eve çıkaran talihsiz baba, yakınları ile birlikte hastaneye gidip cenazeyi alıp defnettiğinde ilk çocuğun acemiliği ile çocukların benzerliğini araştıracak hatta baksa da anlayacak psikolojide değildi. Anne zaten hiç görememişti.

Onlar, iki gün önce doktorun üstelik parada alarak kaçak kürtajla aldığı çocuğun cesedini kendi çocukları gibi defnederken, diğer tek yumurta ikizi anne-babası görünümünde ki iki CIA ajanı ile İncirlik Üssü’ne varmak üzere idi. İncirlik’te ki amirlerinin merhaba bile demeden ilk sorusu;

”Doktora sordunuz mu tek yumurta ikizi olduklarından emin miymiş?”

Oldu. Onların cevabı da;

“Evet dedi bize. Ayırılmayacak kadar benziyorlardı. %99 tek yumurta dedi.”

Enteresan bir şekilde kara yolu ile İncirliğe ulaşmaya çalışan sahte aile, müstakil arabaları ile yaptıkları yolculuk sırasında bir İran köyünün çeşmesinde su içmek için durduklarında kargaların saldırısına uğramıştı. Geçici baba rolündeki ajan “bunda bir ilahi hikmet var kargalar yavrularını çalındığında ya da yuvadan düştüğünde düşmanlarına toplu saldırır” diyerek çocuğa “Crow” (karga) göbek adını vermişti. Amerika’da normal bir isim verilecek olan çocuğa, CIA ise bu olaya izafeten “Crow” kod ismini verecekti.

32 Yaşında tekrar memleketine döndüğünde CIA iletişiminde “Crow” kod ismini kullanacaktı.

Geçici babasının söylediği ilahi işarete gelince, gerçekten de geleceğe dair çok işaretler vardı. En azından 40 yıl sonra artık emekli olmuş olan ajan Amerika’da evini bodrumunda tüm ailesi ile birlikte hayatını kaybetmiş olacaktı…

Artık CIA’in nur topu gibi İranlı ikizleri vardı. Biri Amerika’da, biri İran’da olsa da ikisinin de güvenliğinden, sağlığa, eğitiminden, önlerine çıkacak sınav vb. engellere ve rakiplerine kadar her şey artık CIA’in derdi idi.

KARGA’NIN İRAN’DAKİ İKİZİ

Karga’nın İran’da ki tek yumurta ikizi uzaktan kontrol altındaydı. Lisedeki matematik hocası da bir ajandı ve görevi onu yönlendirmek ve istedikleri yeri kazanabilmesi için desteklemekti. İdealist bir öğretmen görünümündeki matematik hocası aile ile de sıkı ilişki içinde idi.

“Bu çocukta cevher var. Ben özel ilgileneceğim okulun birincisi olacak”

Söylemleri ailenin de hoşuna gitmiş ve hiçbir şeyden şüphelenmemişlerdi. Zaten salt bakışla kötü bir niyette yoktu. Öğretmen dikkat çekmesin diye diğer okullardan başka branşlardan ekip arkadaşlarını okula çağırıp milli eğitimin bedava takviye kursu adı altında ek dersler verdiriyor çocuğa da;

“Kimseye söyleme ben rica ettim senin için geliyorlar ne kadar az kişi katılırsa o kadar iyi”

Diyordu. İleri derecede savunma ve saldırı sporları uzmanı ve birçok silahın eğitimini almış olan öğretmenin tek görevi ona göz kulak olmak, başını beladan korumak ve esas olarak ta CIA’nın istediği bölümü kazanıp İran’da başarılı bir üniversite tahsili yapmasını sağlamaktı. Nitekim istenilen bölümü kazanan öğrenci “seni arkadaşımla tanıştıracağım” bahanesi ile üniversitede başka bir profesöre aktarılmış ve lise öğretmeni devreden çıkmıştı. Bayrağı alan Profesörün tek amacı ise onu doğru yönlendirerek İran balistik füze programına girebilmesi için o alana ilgi uyandırmak, sınavlarda kalma ihtimali olan derslerde gerekirse kâğıdı ile oynamak, planlanan yüksek lisans programlarına karşı ilgi uyandırıp kazanmasını sağlamaktı.

25 YIL SONRA

Aradan 25 yıla yakın zaman geçmişti ve Karga ile hemen hemen ayni dallarda eğitim alıyorlardı. Aradaki tek fark ise Karga’ya Amerika açık ve dürüst bir şekilde neye hazırlandığı söylenmiş ve ona göre eğitim verilmekteyken, İran’da ki ikizi ise çaktırmadan yönlendirilmekteydi. Önemli bir fark daha vardı tabi. Biri İran’da diğeri ise ABD’de Massachusetts Institute of Technology’de eğitim görmekteydi.

CIA, İran’da ki kardeşin eğitim düzeyinin tam olmasa da Karga’ya yakın bir seviyeye getirilmesi için bir çare düşündü. O yıllar İran’ın da internetle yeni tanıştığı yıllardı ve ilk kullanıcılar üniversitelerdi. Çin’de ki balistik füze uzmanlarının çoğunluğunu yetiştiren ve hali hazırda bu programlarda çalışan birçok bilim adamının bulunduğu bir üniversitede hoca olan bir CIA ajanından, sürekli olarak mail grubuna yanlış ilave edilmiş gibi İranlı kardeşe mail gelmeye başladı. Yavaş yavaş üniversitenin sitesinde dolaşmaya başlamış ve kendi hocası da bir seferinde rast gelmiş gibi yapıp

“Bu üniversiteyi biliyorum sana burada bir yüksek lisans programı ayarlasak İran’da giremeyeceğin devlet firması kalmaz.”

Demişti. Sonrasında da onu üst kademelerde birçok akrabasının olmasının avantajını kullanmasını ve diyaloğa geçmesini kendisini de elinden geleni yapacağını söyledi. İran’ın füze programlarının ve yurt dışına öğrenci gönderme faaliyetlerini yoğun olduğu yıllarda CIA gerek İran gerek Çin’deki faaliyetleri ile işi başarmıştı. Esas başarı ise acayip gaza getirilen kardeşin üstün gayreti ve yurt dışı eğitim sınavlarını kazanması idi.

“B” PLANI DEVREDE

Sonuçta 6 yıl daha geçmiş Çin’in en kaliteli üniversitelerinden birinde lisans ve yüksek lisans yapan kardeşini İran’a dönmesine bir ay kalmıştı. CAI’nın kardeş değişimini için zamanı geldiğinde İran’da gerçekleştirmek üzere bir “A” planı vardı. Ancak Çin iyi bir fırsattı. Bir ayda aile ve İran’da ki eş dost bilgisini Karga’ya yükleyebilir miyiz? diye düşünmeye başladılar. Aslında operasyonun, kardeşinin İran’da iş ve şehir değiştirdiği bir anda yapılması daha mantıklı ve kolay olacaktı.

Karga, askeri üretim yapan bir firmaya girmiş olmanın bahanesi ile üniversiteden arkadaşları ile bağlantıyı da kesmiş olacaktı. Kimse şüphelenmeyeceği gibi fazla rol yapmak ve yakayı ele vermek durumunda da kalmamış olacaktı.

Ancak beklenen olmadı. “B” planı işe yaramadı. CIA’in Pekin’de eğitim gören İranlı öğrencilere bir numara çevireceğini ancak ayrıntıyı öğrenemeyen Çin istihbaratı SAVAK’ı uyardı. Tüm öğrenciler eğitimin tamamlanmasına bir ay kala ayrı sınavlara alınıp başarılı olanlara diplomaları verilerek acilen ülkelerine gönderildi.

Karga, New York-Pekin uçağına binmekten son anda vazgeçmek zorunda kalmıştı. Bu iptalin bir sonucu daha vardı; kardeşi ve dolayısı ile Karga’nın İran’da ki ailesi, anne-baba ve kardeşleri son anda ölümden dönmüştü. İki hafta sonra kardeşi diğer İranlı öğrenciler ve korumalarla birlikte İran’a döndü.

KARGA’NIN AMERİKA’DA Kİ 32 YILI. 1980-2012

Karga (Crow), CIA’e çalışan, devrimden sonra Amerika’ya kaçmış İranlı bir Hristiyan ailenin yanına verildi. Burada tam bir İranlı Hristiyan gibi yetiştirilecek ve bir taraftan da Amerikan vatandaşlığı perçinlenecekti. Göçmen bir İtalyan, Çinli veya Hintliden farkı olmayacak, Amerikan vatandaşlığı, özgürlük, insan hakları ortak paydalarında beyni yıkanarak kusursuz bir ajan olarak yetişecekti.

Karga’nın eğitimi ile özel olarak ilgileniliyor ve mücadeleci olması için hiçbir pozitif ayrımcılık yapılmıyordu.

Ancak İran’da ki ikizi için aynı şey geçerli değildi. CIA, mümkün olduğu kadar kardeşini izliyor, koruyor, iyi okullara gitmesi için sınavlarda kâğıtlarını gece değiştirmek dâhil her yolu deniyordu. İleride Karga’ya ezberletebilmek için çocukluk yıllarından beri arkadaşlarını ve önemli anılarını fotoğraflayıp arşivliyordu. İstedikleri mühendislikleri okuması için bilinç atlı çalışmalarını çeşitli yöntemlerle yapıyordu. Bir gün İran balistik füzeleri ile ilgili gazetede çıkan bir haber olduğunda minibüste yanında gazete unutuyor, bir gün matematik hocası İsrail füzelerinden bahsediyordu. Fark ettirmeden müthiş bir bilinçaltı kampanyasına kurban gidiyordu.

Eğitimini tamamlayan Karga’ya CIA başkanının vasiyetinin aksine başka çaresi ve yöntemi yok mantığı ile gerçekler anlatılmıştı. Görevinin yanı sıra gerçek ailesi de anlatılmıştı. İran’a hazırlanması için bir kadın CIA ajanı danışman olarak verilmişti.

Önce danışmanı konumundaki kadın ajan, bir süre sonra patronu olduğunu hissettirmiş sonra ise sevgili olmuşlardı. Ajan gerçekten ilişki yaşıyor rol yapmıyordu ama onun için hiçbir zaman evlenecek bir sevgili olmadı. Görevden ötesi değildi. Ailesine karşı zaten soğukluk yaşamaya başlayan Karga artık sevgilisi ile birlikte yaşıyor, bir taraftan da üniversite ve CAI merkezinde eğitimlere devam ediyordu.

Aile sayesinde Tahran aksanı ile Farsça öğrenmiş, şimdi ise bir dil kursunda haftada birkaç gün İngilizce öğretmenliği yapıyordu. CIA’in O’nu bu dil kursuna göndermesinin amacı sadece İranlı öğrencilerin olduğu sınıflara girmesini tavsiye ederek İran’dan gelen çocukları gözlemlemesi ve İngilizcesini İran aksanına göre düzeltmesi daha doğrusu bozması içindi. Çünkü kardeşi İran’da Çinliler, Ruslar ve Kuzey Koreliler ile muhatap olurken Amerikalı gibi değil İranlı gibi İngilizce konuşmalı idi. Zaten tek yumurta ikizi olduklarından tavır ve mimikleri çok benziyordu.

Son günlerde kardeşine ait videolar fazla gelmeye başlamış artık onu seyretmekten gına gelmişti. Bunlar yolculuğun yakın olduğunun işareti idi. Kardeşi Müslüman olduğu için acele tarafından Müslümanlık dersleri alması ve dıştan Müslüman gözükecek kadar öğrenmesi gerekiyordu. İran’da insanların o tarihlerde sosyal hayatı fazla olmadığından daha çok özel yaşantısını ilgilendiren dini ritüelleri fazla önemsemişlerdi. Ekip liderleri nedense İslamiyet derslerini en sona bırakmış, sadece iş yerinde Müslüman gözüksün yeter demişlerdi. Zaten kardeşini bu konuda da mükemmel bir sicili vardı.

Karga ise İslamiyet’i hiç tanımamış idi. Yetiştirildiği Amerikalı ailenin yanında Hristiyan olarak büyütülse de internet ve sosyal medya etkisi ile kendini Hristiyan olarak ta tanımlamıyordu. Aslında sevgilisinin telefonunu ele geçirene kadar Hristiyan’dı. Geceleri girdiği radikal dinci grupların siteleri ve batı ülkelerinde ki savaş karşıtları onu tüm dinlerden soğutmuştu.

CIA her şeyi düşünüş ancak işin bu tarafını iyi düşünememişti. O’nu Amerika bir ailenin yanına vermekle ve tüm internet ve telefon trafiğini kontrol etmekle sorunu çözdüğünü, standart Amerikalı gibi yetişeceğini sanmıştı. Ve yine bazı fanatik ateist sitelerinin etkisi ile artık ateist olduğunun ve onunda ötesinde radikal bir teröristten daha tehlikeli ve fanatik düşüncelere kapıldığının farkında değildi. Ancak bunu etrafındaki hiçbir CIA yetkilisine ve sevgilisine çaktırmadı…

Karga, haftada birkaç gece sevgilisi CAI ajanını uyuttuktan sonra birkaç saat önce gizlice aldığı uyarıcı ilaçların etkisi ile saatlerce uyumuyor ve tuş kilidi şifresini öğrendiği sevgilisinin telefonu ile sabahlara kadar sanal âlemde geziyor, forumlarda aşırı radikal İranlı guruplara laf yetiştiriyordu.

Canlı bomba propagandası yapan sitelerden, İsrail’in Filistin’de yaptıklarının videolarına, Amerikalıların Vietnam ve Irak maceralarındaki insan hakları ihlalleri üzerine yürek dayanmayan görüntülerden, IŞİD’i propagandası yapanlara kadar her yere giriyordu. Her ne kadar sağlam bir Hristiyan gibi yetiştirmiş olmasına rağmen sonradan gerçek anne-babasının İran’da olduğunu ve kaçırıldığını öğrenmesinin ve cep telefonunun etkisi ile artık Hristiyanlardan nefret ediyor ve Müslümanlığı zaten terörizmi destekleyen bir din olarak öğrendiğinden sevmiyordu.

Son zamanda ziplenmiş olarak verilen din dersleri ile İslamiyet’i insanları 30 gün aç bırakan, Museviliği Araplara zulmetmeyi marifet sayan, Hristiyanlığı ise tüm geri kalmış ülkeleri sömüren bir din olarak tanımıştı.

Artık ateisti bile denemezdi. Sapkınca fikirlere kapılmıştı. Hümanist bile değildi. Tüm gelişmiş ülkelerden ve dinlerden hesap sorulmalı idi. Aklı sıra dünyadaki tüm mazlum milletlere üzülüyor hangi dinden olursa olsun hepsini kurtarması gerektiğini düşünüyordu. İran, onun için iyi bir fırsat olacaktı ama bunu nasıl yapacağına dair hiçbir fikri yoktu.

Dünyada hiçbir ülkede kim olursa olsun nükleer füzeleri tek bir adam tek başına ateşleyemezdi. Eğer siyasi karar mekanizması değil ise tek başına bir ülkeyi savaşa sokacak bir asker ya da mühendis olamazdı. En fazla iki ülke arasında bir çatışma ya da krize sebep olurdu. O’nun hayali ise çok daha büyük ve ütopikti. Kafasında sapıkça ve insanlık dışı fikirler daha doğrusu saplantı oluştu. Ona göre emperyalist ve radikal söylemli devletlerden insanlığı kurtarmanın yolu büyük bir savaş çıkarmak idi. Böylece milyonlarca insan savaşta ölse bile sonraki nesil kurtulmuş olacak ve kıyamete de inanmadığı için sonsuza kadar mutlu mesut yaşayacaklardı. Bu fikirlerini telefondan girdiği hiçbir sanal dünyada hissettirmemeye özen gösterdi.

Bu arada ajanların elektronik ve diğer özel iletişim kanallarını periyodik olarak kontrol eden NSA raporlama ünitesinin gönderdiği raporları inceleyen ve sevgilisinin iki üst patronu olan CIA yetkilisi yanında oturan yardımcısına şöyle diyordu;

“Bizim bebek geceleri bile boş durmuyor. Ne kadar radikal site var ise dalıp çıkıyor ne iş çeviriyor acaba? İyi geyik yapıyor. Aferin! Buna meslek aşkı denir işte. Yöntemde güzel onları tanıma adına çok iyi. Devir değişti eskiden acemileri o dünyayı tanısın diye birkaç aylığına sahaya yollar sonra çekerdik. Şimdi bu kız bunu internetten çok kolayca yapıyor. Şu forumlarda ki arkadaşlarına bak. Araştırdım en az üç tanesi aranan radikal dinci terör örgütü militanı. Yerlerini bilip de kasıtlı almadığımız adamlar. Tebrik etmek lazım bu kızı onlarla bile irtibatı var.”

Kendi ajanlarına güvenleri sonsuzdu. Anglosakson Katolik bir ailenin sarışın kızının internette acayip işler çevirse bile kimse taraf değiştirdiğinden şüphelenmezdi. Belki KGB veya SAVAK para ile satın alabilirdi ama radikal dinci bir terörist örgüte çalışması çok zordu. Bilmedikleri, telefonu onun kullanmadığıydı. Karga dikkati üzerine çekmemek için bazı geceler kullanmıyor, bazen gündüzleri o tuvalette iken arar acele göstermelik girişler yapıyordu. Hatta bu sitelere kadının girdiği izlenimini pekiştirmek için bir seferinde ise ayrılırken telefonları karıştırmış numarası yaparak birkaç saat kimse ile konuşmadan yoğun internet girişleri yapmış ne kadar ayakkabı, çanta, kozmetik sitesi varsa girip çıkmıştı.

4.BÖLÜM

“TAKAS ZAMANI”

KARGA DOĞDUĞU TOPRAKLARDA-2012

Kod adı Crow (Karga) olan CAI ajanının doğduğu topraklara dönmesine az kalmıştı. Tıpkı İran’daki kardeşi gibi eğitimini tamamlamıştı. Aradan 32 yıl geçmişti ve İran’da ki ikizinin istenilen kariyere gelmesi fazla zaman almıştı. İstenen kariyer aslında üst düzey yöneticilik değildi. Çünkü Karga, zaten hemen kendini hissettirecek ve basamakları hızlıca çıkacaktı.

CIA’in bu konuda güveni tamdı. Ancak kardeşi birkaç yıl önce Çin’den gelmiş ve füze üretim ve geliştirme tesislerinde ayakları daha yeni sağlam basar olmuştu. İran için çok önemli ama genele bakınca füze programında alt düzey bir füze yazılım uzmanı idi.

Son yapılan toplantıda daha fazla beklemenin zaman kaybından başka bir işe yaramayacağı Karga’yı da ABD de herhangi bir hayat planı olmadan oyalamanın çok anlamlı olmayacağı düşünüldü. Plan çok ayrıntılı ve yıllarca hazırlık ve çalışma yapılmış ancak temelde basitti. Mimik, şive, espiri tarzına varana kadar ikizinin her şeyini yıllardır çalışmıştı. Tüm çevresini görsel olarak tanımış, ezberlemiş olan Karga, yine de işi şansa bırakmamak için tam iş ve şehir değiştireceği tayin olacağı bir zamanda değiştirilecekti. Yeni bir iş, yeni bir çevre ve iş arkadaşları sadece yeni bir aşk eksikti. Yeni iş yerine ilk mesaiyi Karga yapmalı idi.

Karga bir haftadır İran’da güvenli evde operasyon ekibi ile kalmakta idi. ABD’den çok duygusal ve acılı ayrılmıştı. Ne kadar da içinde saklı bir kin olsa da sahte ailesi de İran’lıydı ve yıllarca ona annelik yapmıştı. Kurtulmaya çalışsa da duygusal bir bağ vardı. En azından sütannesiydi ve etkisinden kurtulamıyordu. Anne-babası ise ondan daha ilerde kendi çocukları gibi sevmiş ve bir gün İran-ABD yakınlaşması olur ve bir fırsatını bulur görür müyüz umudunu yaşıyordu. En azından İran’da mutlu mesut hayatına devam edecek diye düşünüyorlardı. Aslında CIA’in istediği ve hayalide bu idi.

Kardeşinin izlenmesi maksimum seviyeye çıkarılmış nerede ise yaşadığı şehir CAI ekipleri ile dolmuştu. Birkaç araç dinleme cihazı ile dolu seyyar satıcı modunda, biri teknik servis kısaca o şehirde minibüs-panel van modunda ne varsa ne taşıyorsa onun kopyası vardı. Bir CIA ajanı aylardır kardeşinin girdiği her konfeksiyon mağazasına girerek ne alırsa peşinden aynısını almakta ve hemen hemen kardeşinin gardolabının tamamını bir küçük kamyonetin arkasında kopyalamıştı. İçine kadın elbiseleri de koyarak eski usul seyyar satıcı, pazarcı havası verilmişti. O kadar titiz davranıyorlardı ki bir kafede üstüne kahve dökse ayni elbiseye aynı şeyi yapıyorlardı. Amaç basitti; kaza günü aileden sağ kalan olma ihtimaline karşı o sırada kardeşi ortadan kaldırıp Karga’yı koyduklarında üzerinde ne varsa ve ne kadar eski ise aynısı olmalı idi.

Belki de CIA’ın, dolaylı sebep olacağı ve sonuçları itibari ile tarihindeki en talihsiz operasyonun başlamasına saatler kalmıştı. Cuma günü tatil olduğundan öğleden sonra tüm aile bir minibüsle pikniğe gitmeye karar vermişti. Kardeşi de kendisi gibi henüz evlenmemişti. Çünkü CAI bir şekilde her seferinde basit tezgâhlarla evlenmesine mani oluyordu. Bu işten ajanlar bile bıkmıştı. “Şu adamı ve annesini ortadan kaldıralım da çaktırmadan âşık usandırmayı nasıl yapacağız düşünmekten beynimiz patladı“ diye kendi aralarında konuşuyorlardı. İş bitince hepsi şehirden ayrılacak iz kalmasın diye Karga’nın irtibat kuracağı birkaç kişi hariç herkes yeni bir hayata başlayacaktı.

Son anda uyduruktan bir bahane ile kardeşinin pikniğe katılmasını engellediler. Eski lise hocası kısa süreliğine şehre geldiğini mutlaka görüşmek istediğini söyledi. O’na o kadar emeği geçmişti, bu günlere gelmesi birazda onun eseri idi. Her şeyden habersiz ikiz kardeş, ailesini pikniğe gönderip öğretmenini ziyarete gitti.

ÜÇ MÜHENDİS, ÜÇ AYRI ÜLKE, ÜÇ YARI GİZLİ SERVİS OPERASYONU

Bu üçlemeler 8 yıl içinde dünyanın kaderini değiştirecekti. Türkiye’de Erhan, İran’da ise Karga’nın Amerika yolunu tutmuş ikizi bu olaylar zincirinde masum olanlar idi. Ancak Karga, CIA, FSB ve SAVAK’ın yaptığı her icraat herkesi kötü sona biraz daha yaklaştıracaktı.

CIA, Karga’yı besleyerek gözünün oyulmasını hak etmiş, FSB ve SAVAK Erhan’a operasyon yapmaya kalkarak yanlış ata oynamıştı ve bedelini ağır ödeyecekti. Mossad ise dördüncü bir gizli servis olarak içlerinde belki de en talihsiz olanı olacaktı. CIA’den gizli olarak FSB ve SAVAK’ın Türkiye’de yapacağı gizli servis operasyonuna istihbarat desteği vermek sureti ile dışardan destek verirken diğer taraftan ikiz kardeşten Guantanamo ‘da aldığı istihbaratı değerlendirerek dolaylı ve çaktırmadan verdiği Karga operasyonuna desteğin ilk tokadını yiyen gizli servis ya da ülke olacaktı.

Yakın zamanda üç mühendis, üç ayrı ülkede, üç ayrı gizli servisin pençesine düşmüşken isteyerek veya istemeyerek imkânsızı başaracak ve sonunda koca gizli servisleri ellerinde oyuncağa çevirecekti. 2016 Yazından itibaren Ortadoğu, adeta gizli servisler arası futbol turnuvasına dönecekti. (zaten öyle değil mi?)

Rakipler ve oyuncular kısaca; Erhan Türkiye’de FSB-SAVAK’a karşı, Karga İran’da CIA-SAVAK-Mossad’la kimin takımında kime karşı oynuyor belli olmayan bir şekilde, ikiz kardeşi ise Küba’da ki Amerikan toprağı meşhur Guantanamo hapishanesindeki Mossad ajanına verdiği yanlış bilgiler ile İran’da Karga’yı sabote ederken.

İKİZ KARDEŞ MAÇA DÂHİL OLUYOR

CIA, en başında hiç istememişti ancak ikiz kardeşi Amerika’ya getirin talimatı yerine getirildi. Böylece ikiz kardeşi de öldürülmekten kurtulmuş ve üstelik maça dâhil olmuştu. CIA’ya ilk gölü o atacaktı.

Ailenin gittiği piknik ajanlar marifeti ile faciaya dönüşmüş ve trafik kazası sonucunda geride sağ kalan olmamıştı. Kazanın akabinde Karga, devreye girmiş ve aldığı ağlama dersleri ve ilacın etkisi ile bir taraftan elinden geldiğince iyi rol yapıyor, tanımadığı biri konuşunca şoka girmiş gibi yapıyor, konuşan akrabalarından resim ve video derslerinden tanıdıkları olunca da “hocamı ziyarete gitmiştim keşke gitmeyip bende ölseydim” ağıtları yakıyordu.

Cenazeler defnedilmiş ve acıyı unutma bahanesi ile Karga alel acele şehri terk edip iki hafta yas izni kullanıp yeni şehrinde yeni füze üretim ve geliştirme tesisinde yeni işinde iş başı yapmıştı. Artık onun için yeni bir hayat başlamıştı. İranlı bir füze mühendis olarak çok çalışmalı, evlenmeli, normal bir hayatı olmalı ve kariyer basamaklarını hızlı çıkmalı idi. Öğrendiği her bilgiyi müthiş hafızasına kaydediyor, gözleri kamera kayıt cihazı gibi çalışıyor ve periyodik görüşmelerinde CIA kuryesine faydalı bilgileri doğru şekilde aktarıyordu.

Karga, gerçekten işini mükemmel yapıyordu. Herkes çok memnundu. Çünkü herkesten çok çalışıyor ve zekâsı ve kişiliği ile dikkat çekiyordu. Hem İranlıların, hem Amerikalıların memnun ediyordu. Kısaca herkes onun başarılı bir mühendis olmasını istiyordu O’da bunu yapıyordu. Şimdiden Sejil-2 projesine kıyısından köşesinden dâhil olmayı başarmıştı.

Kardeşi yani ikizi ise kaza günü öldürülmesi gerekirken CIA, 30 yıllık planda değişiklik yaparak belki faydalanabiliriz diyerek ABD’ye istemişti. Hocasının yanında bayıltılan ikizi gözlerini açtığında bir teknenin içinde Basra körfezini geçmekteydi. Katar kıyılarına ulaştıklarında derhal Amerikan üssüne götürüldü ve CIA’e ait özel iş jeti ile Langley’e doğru yola çıktı. Üste görevli bir Mossad ajanı (Amerikan ordusunda bir subaydı) hemen Mossad’a haber uçurarak bir İranlının kaçırılıp, CAI uçağına bindirildiğini bildirmişti.

GUANTANAMO’DA

Ailesini öldüğü ve bir kardeşi olduğundan bahsedilerek hücresinde birkaç gün olayı atlatması beklendikten sonra CAI işbirliği teklif etti. Kabul etmez ise işkence yapmaya niyetleri yoktu. İşe yeni girmiş çok bir şeyden haberi olmayan bu adamdan öğrenecekleri çok bir şey olamazdı. Karga fazlası ile iletecekti. Belki Karga’nın karşılaşacağı tanıdıklar ve eski dostlar hakkında acil bilgi lazım olabilir, işe yarayabilirdi. Ancak gönüllü iş birliği yoksa işkence ile tuzak bilgi verebilirdi. O’na, İran’a haber verme riskini alamayacakları için hiçbir zaman serbest kalamayacağını, eğer iş birliği yapar ise ABD de rahat ve güvenli bir hapishanede lüks sayılabilecek şartlarda yaşayacağını, eğer kabul etmez ise Guantanamo hapishanesine gönderileceğini söylediler. ABD’de kalıp etraftaki ABD’li mahkûmlar aracılığı ile İran’a haber uçurması riskini alamazlardı. İkiz kardeş, iş birliği teklifini reddederek Guantanamo’nun yolunu tuttu.

CIA’in bilmediği bir şey vardı. Mossad, 30 yıllık planı bilmese de o sene CAI’in İran’dan füze mühendisi kaçıracağını öğrenmişti. Ancak kimi ve nasıl kaçıracakları konusunda bir fikirleri yoktu. Karga’nın tüm ailesinin ölüp kendisinin kalması ilgilerini çekmişti. Karga’yı takibe alan Mossad, CIA ajanı bir İranlı ile buluştuğunu tespit etti. Amerika’ya casusluk yapan bir İranlı mühendisin ailesinin tamamının çocuklara varana kadar ölmesi onlardaki şüpheyi artırmıştı. Katar’da gelen istihbarat iyice şüphelendirmişti. Derken iki hafta sonra Guantanamo’dan bir haber geldi. Oraya gitmeyi kabul etmiş birkaç kadın gardiyandan biri (aslında bu gardiyanlar normalde olduğu gibi adalet bakanlığı çalışanı değil, asker mi? CAI mi? belli olmayan paralı bir askerlerdi. Çünkü orada her şey kanunsuzdu. Zaten ABD dışında Küba’daki ABD toprağı idi) olan ve aslında Mossad’a çalışan bayan bir gardiyan, bir İranlının CAI tarafından getirildiğini ve izolasyona alındığını iletti. Mossad taşları birleştirince “acaba aradığımız adam bu mu? CIA işi başardı mı ?” diye düşündü ve irtibat kurması talimatını verdi.

5 Hafta süren yoğun bir gayret ve güven kazanma seansları sonucu kadın ajan adamın kim olduğunu öğrendi. Gönderdiği mesaj tek kelime idi.

”Bingo”

Mossad, yıllardır yaptığı yatırımın meyvelerini yemek üzere idi. Kadını oraya göndermelerindeki amaç çeşitli radikal grupların illegal yöntemlerle dünyanın her yerinden toplanarak turşu yapıldığı bu merkezde, onlardan istihbarat kopararak dışarda gezen İsrail düşmanlarına ulaşmaktı. Çünkü CAI her şeyi paylaşmıyor hatta benim teröristim bana lazım olur mantığı ile bazen bildiği halde yakalamayıp takipte bıraktığı çok sayıda El-Kaide militanı hatta IŞID’li vardı. Diğerlerine ulaşmak için bazen ellerini kollarını sallayarak Ortadoğu’da dolaşmalarına müsaade ediyordu. Mossad ise farklı düşünüyor buldukça imha ediyordu.

Mossad ajanı, ikiz kardeşine işbirliği yaparsa kendisini kötü muamelerden koruyacağını, adam gibi beslenebileceğinin ömrünün sonuna kadar kalacağı bu hapishanede insan gibi yaşayacağını vaat etti. Nitekim ajan sözünde durmuş olacaktı. Çünkü kardeşi bu hapishanede sadece 8 yıl yaşayıp ölmüş olacaktı. Ancak o gün için bunu hiç kimse bilemezdi, ajan boyundan büyük vaatlerde bulunuyordu.

Kardeşi, Ajana;

“Size neden yardım edeyim? Bu adamlar beni ömür boyu burada besleyecek değiller ya yakında nasıl olsa idam ederler.”

Dedi. Mossad ajanı gardiyan bayan;

“Hayır. Eğer idam edecek olsalardı buraya göndermezlerdi. İşkence ile yola getirmek isteselerdi de bunu Langley’de yaparlardı. Seni buraya bulanıma girmen, psikolojik rahatsızlık vs. sebeplerle ecelinle ölmen için göndermişler.”

“Neden ABD yasalarına göre İran’dan adam kaçırmak serbest öldürmek yasak mı?”

“Aynen öyle diyebiliriz; Artık eski devir kalmadı. Hem iletişim ve sosyal medya denen bir şey var hem de özgülükler bu ülkede aldı başını gitti. Özellikle basın özgürlüğü. Seni Amerikan toprakları dışında örneğin Katar’da sorgulayıp idam etseler ve bu basına sızmış olsa. Amerika aleyhine çalışan bir teröristti, Başkanın Deniz Piyadelerine verdiği direk yetki ile Basra körfezinde yakalandı kaçarken öldü olursun. Çünkü ABD’de Deniz piyadeleri Başkan’a bağlı ve yurt dışı operasyon yetkileri var. En fazla İran kınar ve ABD’de ciddi gündem olmazdın. Ama Langley’de idam edilsen yada işkence altında ölseydin”

Sonra devam etti;

“Sen CAI içinde de birbirini çekemeyen gruplar rakipler yok mu sanıyorsun? Birisi gammazlasa ertesi gün tüm ABD gazetelerine manşet olursun. Soruşturmaların ardı arkası kesilmez. Üstelik savcının biri elini kolunu sallaya sallaya gelip seni öldüren adamları tutuklayıp götürür emin ol.”

“Neden ABD savcıları çok mu seviyor İranlıları ya da size göre teröristleri?”

“Hayır. Basının ve savcıların sevdiği şey siz değilsiniz hukuk.”

“Anlamadım. Ben ABD düşmanıyım, onlarda öldürmüş. Bizde bir Mossad ajanının devrim muhafızları idam etti diye hiçbir savcı gidip askeri tutuklayamaz sen beni kandırmaya ve bir şeye ikna etmeye çalışıyorsun ama. Seni Amerikan adaletine teslim ettirmeye çalışıp kurtaracağım karşılığında iş birliği yapacaksın diyeceksen boşuna uğraşıyorsun.”

“Bunu diyerek işi bitirmeyi çok isterdim ama bunun imkânı olsa önce CIA denerdi. İstersen kısaca özetleyip bitireyim sen bu gece düşün yarın kararını ver. Olay duyulduğunda kardeşinin deşifre olması ve 30 yıllık operasyonun ortaya çıkıp dünyaya rezil olmaları bir yana. Mesele hukuk sen üçüncü dünya ülkesi adamı olarak anlamakta zorluk çekiyorsun.”

“Bizi aşağılıyorsun sanki İsrail’de hukuk varmış gibi.”

“Evet, aşağılıyorum doğru, İsrail’de de hukuk yok bu da doğru. Ama ben sana ABD’den bahsediyorum, İsrail’den değil. Basın CIA’in kellesini almaya başladığında savcının biri gelip; İran’da mühendis kaçırma emrini kim hangi yazılı emirle verdi? Kaçırılan mühendis suçlu neydi ve hangi savcı sorguladı? Avukatı kimdi? Hangi Mahkeme yargılandı? İdam cezasını hangi eyalet onayladı? Diye soracak kısaca Yargıç mısın? Savcı mısın? ABD düşmanını ancak ben yargılar asarım? Diyecek. Gerisini sen düşün.”

İKİZ KARDEŞİN TUZAĞI

İkiz kardeş sabaha kadar düşündü. Söylediklerinden çok etkilenmişti. Özellikle uzun uzun anlattığı hukuk devleti hikâyeleri kendisini güvende hissettirmişti.

“Madem güvendeyim ve maden söyleyeceğim her şey Karga için kullanılacak o zaman bu fırsatı değerlendirmeliyim ama kimsenin çakmayacağı şekilde”

Diye düşündü. Sonuçta O’da zeki biriydi ve sabaha kadar beyin patlattı. Süper bir fikir bulmuştu.

Ertesi gün rahat bir hapishane yaşamı karşılığında şunları yapabileceğini söyledi. CIA’in kardeşine anı, dost, akraba ve geçmişte bilmesi gerekenler hakkında destek olması teklifini reddetmişti. Ama bunlar Karga ile direk irtibatı olmadığı için Mossad’ın işine zaten yaramazdı. Ancak Karga’nın erken yükselmesine yeni terfilerine yardımcı olabilirdi. Mossad ajanı füze programında adamları olmadığını ancak askeri ve sivil bürokrasi ve özellikle savunma bakanlığında adamları olduğunu söylemişti. Ancak isim vermemişti kendi de bilmiyordu zaten. Teklif şu idi;

“Size bizim uzak akrabaların daha doğrusu eskiden yaşadığımız şehirde ki diğer aşiretin mensuplarının isimlerini vereceğim. Bunlar askeri ve sivil bürokraside İran’da çok etkinler. Eğer adamlarınız sayesinde bu adamlara kardeşimin reklamını yaptırırsanız kısa zamanda yükselir.”

Ajan, bu kadar kolay olmasına şaşırmış ve şüphe ile yaklaşmıştı ancak reklam yapmanın ne sakıncası olurdu ki? Mossad isimleri araştırdı ve İran istasyon şefliğinden gelen bilgiler çok olumlu ve mantıklı idi. Bir mühendisin terfisi için hemşerisi bir müsteşara başka bir savunma sanayi uzmanının “bizim hemşeri işini yap” demesinde nasıl bir hinlik olabilirdi ki? En fazla işe yaramazdı. Adam kayırmacılık, hemşericilik geri kalmış ülkelerde mubah sayılır hatta bazı ülkelerde (?) marifet sayılırdı.

Mossad’ın İran bürokrasisi ve savunma bakanlığında adamları vardı. Ancak füze programlarından tehdit veya para ile hiç adam devşirememişlerdi. Tıpkı CIA başkanının, İran istasyon şefine dediği gibi olmuş, vicdan azabı veya korku, hissi hareketler yaptırıp yakayı ele vermeleri ile sonuçlanmıştı. Karga gerçekten biçilmiş kaftandı ve bu sağmal ineği CIA’nın verimli sağması için Mossad çiftlikte ortamı hazırlamak için elinden geleni yapıyordu. Ya da öyle sanıyordu. Akılları sıra son ürünün hayalini kurmaktaydılar. Nasıl olsa sağılan süt bir gün mutlaka bir Musevi asıllı senatör tarafından kendilerine peynir olarak dönecekti. Aklı sıra Mossad çaktırmadan CIA’e destek olacaktı. Ama Mossad tuzağa düştüğünün, CAI’de birilerinin işine çomak soktuğunun farkında değildi ve hiçbir zamanda olamayacaktı.

Kardeşinin isim verdiği bürokratların hepsi hemşeri ve çok uzaktan akrabaydı. Ancak başka bir aşirettendi. Mossad’ın bilmediği daha doğrusu bilemediği şey çok eskilere dayanan bir kan davasından dolayı iki aşiretin veya sülalenin birbirine düşman olduğu idi. Bu çok gün yüzüne çıkan bir düşmanlık değildi. Kimse, kimseyi sürekli öldürmüyordu. Kökü 50-60 yıl öncesine dayanan bu düşmanlık birbirlerine yardım etmek şöyle dursun, çelme takmayı intikam aracı sayıyordu. Devletin haberi olursa zarar görürler endişesi ile aile fertlerinin geleneksel sırrı olmuştu. Belki SAVAK biliyordu ama Mossad ve CAI’in bilmesine imkân yoktu. Kapalı bir toplum olan İran’da tüm bürokrasiyi aşiret aşiret fişlemeleri imkânsızdı.

2017 YILININ İLK GÜNLERİ

Yıllar geçmiş ve Mossad’ın, Karga’yı çaktırmadan destekleme projesi kardeşinin sabotajına uğramış şekilde devam etmekte idi. 5 Yılda Karga, istenilen yere gelememiş her seferinde bir çelme yemişti. Ne CIA, ne Mossad olanlara bir anlam veremiyordu. CIA’in haberi olsa belki olayı çözebilirdi. Ancak bürokraside ki Mossad ajanlarının sürekli Karga lehine, dolayısı ile aleyhine çalıştığını bilmiyordu.

Derken bir sürpriz yaşandı. ABD’de aldığı mükemmel eğitimin bir sonucu olarak Karga (ikiz kardeşi hatta Erhan ile ayni dallarda lisans ve yüksek lisans eğitimi aldığından), yazılım mühendisliğinde adını mühendislik çevrelerinde duyurmuştu. Hasımlarının sürekli füze programında taktığı çelmelerin bir sonucu olarak programlardan geçici olarak uzaklaştırılacak, hem önü kesilecek hem de neyi düğü belirsiz apayrı bir projede görevlendirilerek büyük bir riske girmesi sağlanarak başarısız olması niyeti ile tayini çıkarıldı.

Türkiye’nin gizlice üretmeye çalıştığı havadan ED/ET (Hava-Soj-Hayalet Avcısı) projesinin karşı tedbirini yani onu etkisiz hale getirecek Rus-İran Hava-Soj projesi için yazılım mühendisleri lazımdı ve mühendislik çevrelerinden hep onun ismi geliyordu. İşin, platform, elektronik, mekanik, aerodinamik vb. mühendislik kısımlarını Ruslar halledecekti. FSB-SAVAK (Rus –İran gizli-kamuoyuna açıklanmamış Savunma Sanayi Projesi olacaktı) ortak projesinde Ruslar İranlılardan Elektronik Haberleşme Telekomünikasyon mühendisi, karıştırma tekniği (radar sinyal ve karıştırma tekniği) analiz yazılımı yapabilecek bir yazılımcı ve ayni zamanda elektronik ve bilgisayar mühendisliği okumuş birilerini istiyordu. Bu bahsedilen alanlarda Karga ve ikizine CIA, bazılarında lisans bazılarında yüksek ve doktora yaptırmıştı. İran’da Karga’da başka pek fazla bir adayda yoktu aslında.

GÖLGENİN GÖLGESİ

Gölgenin gölgesinin yani karşı tedbiri yapılmak isteniyordu. Sadece Amerika’da olan bu sistemi Türkler başarışa tüm NATO ve dost ülkelere satacaktı buda Rus ve İran gibi ülkeler açısından çok çok caydırıcı olacaktı. Sistemin orjinali olan “Gölge” projesinin ileride başına geçecek olan Türk’ün de aldığı eğitimler hemen hemen aynı idi. İATAK kurulunca deşifre olmaması ve kamuoyundan saklamak için yeni bir konsept ve isim alan proje önce “Boğaç Han” adı verilmiş, sonra hedefi bir adım daha yükselterek radarlara görünmeyen hayalet uçakların radar sistemlerini de karıştıracağı anlaşılınca “Hayalet Avcısı” adını almıştı. Projesinin daha o yıl bitmeden başına geçecek isim Erhan’dan başkası değildi. O ana kadar birçok yerli firmada birçok benzer projede başarı ile çalışmıştı.

Bir süre sonra birbirlerinden habersiz bir şekilde iki rakip projenin, analiz yazılımı ayağının başında M.I.T.’de (ABD) eğitim almış hatta kampüste bir partide birkaç saniyeliğine görüşmüş, ayni dallarda eğitim almış ve hemen hemen ayni zeka ve kabiliyet düzeyinde iki beyin vardı. Birisi idealist ve ülkesi için, diğeri ise başka bir ülkeye ajanlık yapmak üzere sadece kariyerini tekrar balistik füzelere çevirmek için var gücü ile çalışacaktı.

TÜRK FİLMLERİ

Karga’nın Türkler ve Türkiye ile ilgili tek bildiği ve algısı Türk dizileri ve filmleri idi. CIA, lise çağlarında sadece Amerikan dizi ve filmlerini seyredip Amerikan gençleri gibi olmasın diye evlerine tüm İran kanallarının izleneceği düzeneği kurmuştu. Anne babası ise

”Biz İranlıyız, bizim kanalları da seyret ki kültürümüzü ve dilimizi unutma”

Diyerek odasına bir televizyon yerleştirmişti. Ancak CIA ve anne-babasının gözden kaçırdığı bir ayrıntı vardı. İran televizyonlarında eski Türk filmleri ve yeni dizileri en çok izlenenler arasına girmişti. Çünkü Türkiye çok önemsenmeyen bazı dizi, film veya sanatçılar hikâye kültürünün çok önemli olduğu İran kültürü için biçilmiş kaftandı. Bazı Türk film ve dizilerinde sokalar boşalıyordu.

CIA’in, güya doğma büyüme Türkiye’de yaşamış gibi rol yapan iki ajanı “yediden yetmiş yediye, He-Man, Hababam sınıfı” gibi çizgi film ve klasikleri ilk kez duymuş gibi yapınca deşifre olmuş ve peşlerindeki Türk istihbaratı bu şüphe üzerine takibe alınca çok kritik bir yerde iki ajanı geri çekmek zorunda kalmıştı. Güya aynı hatayı yapmayacaktı ama bu Türk filmleri pahalıya patlayacaktı.

Karga, zekasının da etkisi ile Türk filmlerini seyrettikçe;

“Hemen hemen aynı kültürden geliyoruz en azında yakın coğrafyadayken neden annem-babam filmlerdeki Türk ve İranlılar gibi değil de bana Amerikalı anne-babalar gibi davranıyor?“

Diye kendi kendine soruyor, filmlerde gördüğü sıcaklığı ve fiziksel teması anne-babasından görememesini sorguluyordu. Çocukluğun etkisi ile de gördüklerinin sadece senaryo olduğunu algılamıyordu. CIA istemeden ciddi bir bilinçaltı oluşturmuştu.

İran’a değişime gittiğinde aklında hep gerçek anne-babası ve onlara karşı özlemi vardı? Ne kadar profesyonel bir ajan olarak yetiştirilmiş olsa da, O’da insandı ve zaafları vardı. Sonradan taşları yerine koyduğunda anladığı sahte ailesi ve sahte sevgiler içindeki sevgi fakirliği, sevgilisinin cep telefonundan girdiği sanal âlemler yüzünden radikal fikirler oluşmasında dolaylı etki yapmıştı. Tıpkı psikopat seri katillerin özgeçmişlerindeki gibi küçükken görülen şiddet ve sevgi yoksunluğu O’nu da çok farklı yapmamıştı.

Ara sıra eş dost görsün diye en azından bayram öncesi ailesini mezarını akrabaları ile ziyaret etmesi gerekiyordu. Ancak o bunu rol icabı değil, hiç görmediği ebeveynini özlemle yâd etmek için yapıyordu.

Eğer birlikte yaşasaydık, bana filmlerdeki gibi bir çocukluk yaşatmış olacaklardı, düşüncesi ile CIA’e kin ve nefreti katmerlenmişti.

Bir seferinde mezarları başında yemin etti,

”Bana ve size bunu yapan herkesten intikamınızı alacağım.”

Belki de kaderin bir cilvesi olarak, insanlığın bitmez tükenmek bilmeyen aç gözlülüğü ve hırsı, karşı ırka, millete veya dini-politik görüşe tahammülsüzlüğü devletleri gizli servis operasyonlarına itiyordu. Gizli servislerin insanlıktan uzak ve sınır tanımayan operasyonlarının sonucuda onların dahi tahmin edemediği bir olaylar zincirini başlatacak ve dünya tarihini değiştirecekti…

SANAL TEHLİKE 5.BÖLÜM

Türkiye’nin “DARPA”sı İATAK tarafından geliştirilen Hava-Soj projesi, başlayalı 6-7 ay, isim ve içerik değiştireli bir ay olmuştu. Takvimler 2017 yılını gösterdiğinde “Hayalet Avcısı” (Gölge) projesi tüm hızı ile devam ediyor, direk alımı yapılan Bombardier imalatı Global 5000 serisi özel jetin kabini gerekli ekipmanlarla dolduruluyor, yapısal tadilatlar gerçekleştiriliyor ve cihazların entegrasyonu için yer testleri bitirilmiş uçuş testleri bekleniyordu.

En önemli süreç Erhan’ın ekibinin yapacağı işlerden ve bu testlerde sonra başlayacaktı. Onlar ise hala daha laboratuarlar ve bilgisayarlardan kafalarını kaldırmamış uçağı bile birkaç kez görmüşlerdi. Projenin kilit teknolojisi havadan Elektronik Taarruz (ET) ve Elektronik Destek (ED) “Stand-Off-Jammer-Procurement” cihazları ve bunların yazılımını geliştirmekti.

2017 başlarına gelindiğinde sadece ismi değil, niteliği de değişmiş, F-22 (ABD), T-50 (Rus) gibi Stealth (Radar ve IR görünürlüğü asgari düzeyde) uçakların radarlarının kör edilmesi de yetenekleri arasına dâhil edilmeye çalışılıyordu.

Asıl süper proje, daha doğrusu tüm dış istihbarat öğütlerinin ağzının suyunu akıtan yenilik ise ilkesel olarak çok basit, ancak mühendislik olarak olağanüstü zor bir çalışmaydı. F-18’den denize düşen MALD-J’nin herhangi bir şifresi kırılamamıştı. Erhan ve ekibi ise Hava-Soj projesini gerçek bir hayalet avcısına dönüştürecek yepyeni bir ürün ekleme fikrini ortaya atmıştı.

Zaten projenin en kilit kısmı olan karıştırma tekniği (radar sinyal ve karıştırma tekniği) analiz yazılımı bürosunun başında Erhan vardı. Yani düşman topraklarına girmeden Global 5000 uçağından ED/ET yapacak olan cihazların ana yazılımlarını hepsini onun ekibi yapacaktı.

Ek projeleri şuydu; Onlar projeyi bitirene kadar ASELSAN ve HAVELSAN ekipleri yerli data-link projesini bitirirler ise, bir F-4E 2020 Terminatör’ün kanat altına takılacak yakıt tankı büyüklüğünde minyatür bir Stand-Off-Jammer cihazı data-link ile havadaki ana cihazları taşıyan Global 5000’e bağlantı kuracak böylece Hava-Soj cihazının etki alanı uzayarak ana uçak dost hava sahasından ayrılmadan görev yapacaktı.

Aslında 2015’de başlayan ve o sırada geliştirme çalışmalarının sonuna gelinmiş olan bir “MEHPOD” Milli Elektronik Harp Podu projesi var idi. Erhan ve ekibi bu podun özelliklerine ilave kendi sistemlerini katıp, Hava-Soj uçağının etki menzilini artırmayı hedeflemişti. Yoksa bu pod müstakil olarak bir savaş uçağına takılıp karıştırma yapmak üzere yapılmıştı. Ancak Erhan’lar ikincil bir amaç daha gütmüştü.

Örneğin; Atina üzerindeki bir saldırı kolu, F-4E 2020 savaş uçağının taşıdığı iki pod sayesinde Çanakkale üzerinde uçan Global-5000 ile çift yönlü data-link kurarak aldığı radar sinyallerini anında iletecek, Global-5000’deki hava-Soj cihazları gerekli çalışmayı yapıp yayınlanacak frekans bilgilerini tekrar ulaştırdığında F-4’dün diğer kanadındaki pod bölgedeki Yunan S-300’lerinin radarı dahil tüm uçak ve sabit radarları karıştırmış hatta kendilerini isterlerse farklı yerde göstermiş olacaklardı. Yunan uçaklarından ateşlenen radar güdümlü havadan-havaya füzelerin karıştırılması da bu kabiliyetin içindeydi.

İşte bu kuvvet çarpanının başında İATAK, şirkette yazılım masasının başında Erhan, Erhan’ın başında ise yakın zamanda GRU, SAVAK ve dolaylı olarak Mossad olacaktı.

İRAN’IN KÂBUSU VE GİZLİ SERVİS KOALİSYONU BİR YOL ARAKEN

Şimdi Erhan’ın karşısında, gerçek efsane eski KGB’nin devamı FSB ve askeri istihbarat kanadı Rus askeri istihbarat teşkilatı GRU, İran gizli servisi VEVAK’ın dış istihbarat kolu SAVAMA ve onlara CIA’nın korkusu ile sadece gizlice istihbarat sağlayarak operasyona katılmadan dışardan destek veren Mossad vardı.

Hava-Soj yetmezmiş gibi birde havada taşınabilen karıştırma cihazını üretmeye niyetlenmiş Türkiye bu proje ile Rusya ve İran için tehdit yelpazesinde bir kademe daha ilerlemiş olacaktı. Türk Hava Kuvvetlerinin oluşturacağı tehdit bir yana Ruslar, “NATO ülkelerine satmaya kalkarlarsa ne yaparız” diye düşünmeye başlamıştı.

İran ise kâbusu yaşıyordu. Bu projenin bir şekilde panzehrinin bulamaz ise, Türk devletinin ve silahlı kuvvetlerinin öteden beri yakın ilişki içinde olduğu Azerbaycan, Türkmenistan, Pakistan, Afganistan, Suudi Arabistan, Katar ve BAE gibi ülkelerin envanterine girmesi çok yüksek ihtimalli olan sistem ile tüm komşularının hava saldırılarına açık hale gelecek, adeta kâbusu yaşayacaktı.

Bu korku, iki gizli servisi ortak bir operasyonda buluşturdu. Mossad ise, daha önce Türkiye’de SAVAMA ile birçok ortak operasyon yapmış olmasına rağmen yeniden soğuk savaşın başladığı bir dönemde bir NATO ülkesine Rus ve İranlılarla ortak bir operasyon yapmanın bedelini ağır ödemekten korktuğu için CIA’in haberi olur endişesi ile dışarıdan gizli destek vermeyi kabul etti. Karşılığında İran ve Rusya geliştirdikleri ürünü vermeseler de tüm frekans ve yazılım bilgilerini paylaşacaklardı. Zaten İsrailler gerisini hallederdi.

Amaç çok basit, hedef ise ulaşılması çok zor bir adamdı. Daha doğrusu, ulaşılması zor bir yerdeki mühendis. GRU ve SAVAMA koalisyonu, Erhan’ın yazılım masasının başında olduğunu ve kilit isim olduğunu öğrenmiş onu ele geçirirler ise geri kalan donanımların zaten Rus teknolojisinde mevcut olduğunu düşünüyorlardı.

Erhan’dan yazılım, frekans vb. kritik ne varsa alıp aynı sistemi kopyalayacak hatta kendi cihazlarını Türk sistemini bastıracak yani absorbe edecek şekilde yapacaklardı. Bunu bir sır olarak saklayabildikleri takdirde ise muhtemel ihracat sonucunda envanterine dâhil eden NATO ve diğer ülkeler, ancak Rusya, İran ve İsrail’e bir saldırı gerçekleştirdiklerinde cihazlar son aşamada hiçbir işe yaramayınca acı gerçeği fark edeceklerdi.

Bu yüzden üretim aşamasının ABD-Alman-İngiliz ve Çin gibi güçlü ülke gizli servislerinden saklanması amacı ile uçak, elektronik donanım gibi gözle görülür kısımlarını, sanki Ruslar kendi başına yapıyormuş gibi Moskova’da, yazılım ve frekans bilgilerini içeren esas kilit teknoloji ise Tahran’da Rus ve İranlı mühendislerce yapılacaktı.

İşte Erhan ve Karga’yı, birbirleri ile hiç görüşmeyecekte olsalar kaderlerini birleştiren ve rakip yapacak olan olayda bu idi. Rus mühendisleri geride bırakan Karga, bizzat Ruslar tarafından Tahran’da ki radar sinyal ve karıştırma tekniği analizi yazılımı bürosunun başına getirildi. Ruslar, tabi olarak Amerika’da ki en iyi üniversitelerde eğitim aldığını ve İran’a gelene kadar dev şirketlerde çalıştığını anlamamışlardı. Zaten İran’da bilende yoktu. Ancak Ruslarla, İranlılar arasındaki fark Rus mühendislerin ve GRU’nun ondaki cevheri keşfetmiş olmasıydı.

İATAK BİR KALEYDİ

İATAK, savunma sanayi firması değil sanki bir kale, sanki bir ordu karargâhı, gizli servis merkezi gibiydi. Fiziki tedbirle fazla olmasa da; duvarlar arkasında iki sıra tel örgü arasında elektrikli teller ve özel güvenlik görevlilerinden ibaretti. Bunlarda bildiğimiz özel güvenliklerden değil, gerçekten özel olan güvenlikti. Hepsi komando, SAT, terörle mücadele gibi birimlerden malulen emekli asker ve polislerden oluşmaktaydı.

GRU, Erhan’a ulaşmak istiyordu. Düzenli bir aile hayatı olan Erhan’ı bir gece kulübünde bulamazlardı. Yada futbolla hiç ilgisi olmayan bu adamı herhangi bir maçta yada kahvede. İATAK firmasındaki dış istihbarat servisleri için esas sorun fiziki tedbirler değil, istihbarat karşı koyma tedbirlerinin abartılarak uygulanması idi.

Lojmanlardan çocukların gideceği özel okula varana kadar her yer kontrol altında tutulmaya çalışılıyordu. Gerek dışarı istihbarat sızmaması için, gerekse dış istihbarata karşı koyabilmek için olağanüstü tedbirler alınmış ve yasaklar getirilmişti. Tüm personelin aileleri ile birlikte harp okulu öğrencisi gibi istihbarat ve istihbarat karşı koyma dersine katılması zorunlu idi. Öyle önlemler vardı ki; daha önce hiçbir sivil kuruluşta görülmemiş hatta bazı önlemler itibari ile kurmay subaylar bile, daha özgürdü. Örneğin çocukların yabancı özel okullara gitmesi, hatta Ankara’da yabancı elçiliklerde çalışan diplomatların yoğunlukla gönderdiği okullara gitmesi yasaktı. Proje bitene kadar tüm personel ve ailelerinin yurt dışına çıkışları yasaktı. Herkes tüm akraba ve arkadaşlarının listesini bildirmek zorunda idi. Liste dışında birisinin eve alınması veya dışarıda özel bir buluşma yemek vs. yapılacak ise İATAK güvenlik ve istihbarat servisine önceden haber verilmesi gerekiyordu.

Herhangi bir psikolojik rahatsızlık için askeri hastaneler haricinde özel bir yerde tedavi olma şansları yoktu. Acil durumlar haricinde diğer hastalıklar içinde askeri hastane harici tercih edilecekse mutlaka hastane ve doktor ismi önceden haber verilmek zorunda idi. Tüm personel ve eşlerinin gerçek isimleri haricinde başka bir isimle mail ve sosyal medya hesabı kullanmaları, direk suç olarak görülüyor ve soruşturma sebebi sayılıyordu.

Bina bile tuhaftı. Yedi katlı binanın acil durum çıkışları hariç tek girişi vardı. Projelerde çalışan mühendisler ile idari personel sadece ana girişte birbirlerini görebiliyordu. Aslında orada bile göremiyordu demek daha doğruydu. Çünkü servis saatleri ve yemekhaneleri faklı idi. Asansör ve merdivenler iki ayrı bölüm için ayrılmış ve birbirlerine bağlantısı olamayacak şekilde idi. Amaç; personelin birbirini hiç görmesi değil, mühendislerin diğer personel ile ilişki kuramaması idi. Böylece istihbarat, birde idari personeli elektronik izleme ve kontrolden kurtulacaktı.

İlk 5 kat proje ofisleri ve çalışanları, 6 ve 7 katlar idari katlardı. Bu iki kısımda çalışan personelin binanın çıkış kapısındaki danışma hariç hiçbir ortak alanı yoktu. 7. Kata toplantıya giden bir yönetici, önce 5’ten aşağı iniyor sonra diğer asansörden 7’ye çıkıyordu. Her şey abartılmıştı. Bundaki tek amaç izolasyon ve dış istihbarata karşı koymak değildi. Personel disipline edilmeye istihbarata karşı koymaya alıştırılmaya çalışıyordu. Sonuçta ne kadar sivil olsalar da onlar teknoloji ordusu idi.

GRU’NUN ANKARA’DAKİ ŞİRKETİ

Ankara’da yerleşik ve yedi bölgede şubeleri bulunan bir dış ticaret, ithalat ve ihracat şirketi, GRU’nun paravan firması idi. Bilançosuna bakıldığında ne çok büyüme azminde nede zararda olan kendi yağında kavrulan firma, vergisini son kuruşuna kadar ödeyen, maliye ve dış ticaret müsteşarlığı ile iyi ve normal ilişkiler kuran bir firma idi.

ABD ve İngiltere hariç dünyanın birçok ülkesi ve Rusya ile ithalat-ihracat yapan firma oradan aldığını buraya hatta bazen hiç Türkiye’ye uğramadan direk alıcıya taşıyan profesyonel bir dış ticaret firmasından farksızdı. Firmanın normal yabancı ortaklı bir firmadan tek farkı yönetim kurulu toplantı odasının sağır oda olması idi. Onun haricinde ana binasında ajanlık faaliyetlerinde kullanılan hiçbir şey yoktu. GRU ajanlarını bir kısmının çalıştığı firmanın tek amacı istasyon şefi ve diğer ajanların yabancı firmada çalışanı gibi gözükmesi ve Rusya’ya geliş gidişlerin dikkat çekmemesi idi.

Bazen direk bazen başka ülkeler üzerinden rahatlıkla girip çıkıyorlardı. Üst yönetim ve çeşitli müdürler bir taraftan işlerini yapıyor gözükse de aslında her şeyin kontrolü birkaç müdür tarafından sağlanıyor diğerleri asli işleri (ajanlık faaliyetleri) ile uğraşıyordu. Kısaca firmanın tüm alt kademe çalışanları normal bir firmada çalışıp, ekmek parası kazanan Türk vatandaşlarıydı. Gerçekte kim olduklarını bilmedikleri tüm üst yönetim ve müdür kadrosu ve yönetici asistanları ise GRU ve FSB üyesi idi. Ortak operasyon kapsamında, SAVAMA için ise bir ofis ve toplantı odası ayarlanmıştı. Burada çalışan SAVAMA ajanları, firmanın İran temsilciliği ve İran pazarlama ekibindeki İranlılar gibi gösterilmişti. Çünkü GRU’nun Türkiye’de ki sistemi onlarda yoktu. Ya bir dernek ya da vakıf merkezinde yada kendilerine yakın işadamlarının şirketlerinde ek bir ofiste çalışıyorlardı. Henüz GRU kadar kurumsallaşmamışlar desek pek yanlış olmazdı.

O günkü toplantıda GRU, SAVAMA ekibini de çağırmıştı. Yapılacak ortak operasyonun ön hazırlıklarını konuşmak üzere tüm taraflar bir araya gelmiş idi. Moskova’da ki FSB Türkiye masasının en üst düzey amiri (KGB’nin yerine geçmiş olan günümüz Rus Dış İstihbarat servisi), FSB’nin iki yöneticisini, İran ise VEVAK’ın iki yöneticisinin koordinasyon için katılmasını istemişti. Mossad ise, ortalıkta pek görünmemek için bir kişi ile katılmıştı. Zaten istihbarat desteği vermekten başka operasyona fiili olarak katılmayacaktı.

Uzun istihbarat değerlendirmeleri sonucu klasik yöntemlerin Erhan’ın kişiliği ve çalıştığı yerin yüksek güvenlikli olması sebebi ile işe yaramayacağı kanaatine varıldı. Ne SAVAMA’nın klasik günü birlik kadın komploları, nede GRU’nın güzel Rus kızları aracılığı ile kanca takma yöntemleri işe yaramazdı. Çünkü Erhan’ın bu tuzağa düşecek bir aile yapısı ve karakteri normal şartlarda yoktu. Ayni şekilde Rusların güzel bir ajanı onun yakınına sokma ihtimalide. Bu şartlarda bu yemi balığa ulaştırmaları zordu. Önce ortam ve psikolojik şartları oluşturalım diye düşündüler ancak çare bulamadılar.

Mossad ise bu ülkede bu işin en kolay yolunun para olduğunu söylese de GRU yöneticisi, Erhan’ın kabul etme ihtimalinin çok düşük olduğunu söyledi ve kabul etmezse karşı tarafı uyandırmış oluruz gerekçesi ile reddetti. Son çare tehdit ve şantajdı. Sonuçta ailesine düşkün bir insandı. “Klasik T.C. vatandaşı aile bağları güçlü kesin çözüm alırız” diye düşündüler. Ancak GRU istasyon şefi buna da karşı çıkarak şöyle dedi;

“Yazılım hayal kurmaktır. Milyonlarca satırdan oluşan bir roman yazmak gibidir. Moral ve motivasyon çok önemli. Tehdit altında bir mühendis, Japon araba fabrikasındaki robotlar gibi çalışabilir ama kafası başka yerde bir yazılımcı, bilgisayar mühendisi oturup kod yazamaz. Çocuğu ve ailesi tehdit altında bir adam bize hizmet edebilir bunu kimselere çaktırmadan başarabiliriz doğru. Ama o zamanda bu adam projeyi bitiremez. Ondaki stres kaynağı ve dozajını iyi ayarlamak gerekir. Motivasyonu bozulmamalı ve işe dört elle sarılmaya mecbur hissetmeli. Öyle bir stres oluşturmalıyız ki, gemileri yakmamalı ve işine daha çok sarılıp bir an önce bizden kurtulmaya çalışmalı. Ailesine kesinlikle dokunulmayacak. Bu konuda yapacağımız tek şey karısı ile arasını bozmak olmalı ki bunu da bizden bilmemeli. Bizim parmağımız olduğunu anlarsa yine ayni noktaya döneriz.”

Toplantı bir sonuca varılmadan sona erdi. Alınan tek karar, İATAK’a bir şekilde yeni işe alım yapılıp yapılmayacağının araştırılması ya da ilgili çevrelerdeki devlet çalışanları içinde herkesin kendi adamına haber salarak buraya eleman sokmanın bir yolunu bulmaktı.

BİR HAFTA SONRA

Üç gizli serviste, devlet teşkilatlarındaki o kadar adamlarına rağmen hiçbir sonuç alamamıştı. İATAK’a yeni mühendis alınmayacak, alınsa da zaten çok sıkı güvenlik soruşturmasından geçirilip, sıfır eleman olarak değil mutlaka başka bir savunma sanayi firmasında çalışan başarılı personellerden seçilecekti.

İkinci toplantının yapılacağı gün üçünün de imdadına İATAK’dan müsteşarlığa gönderilen bir mail yetişti. Mailde binanın ana girişteki danışmaya iki tane bayan eleman alınası gereği doğduğu gerekli şartları taşıyan adayların bakanlık veya çeşitli devlet kurumlarından yönlendirilmesi istendi. Basın yolu ile ilana çıkılmadı. Zaten gerek yoktu çok özelliği olan birileri istenmiyordu. İATAK güvenlik servisinin onayını alması yeterli idi. Çünkü bu kısım ana giriş olduğundan binadaki tüm personeli sürekli görüp tanıyacak ve muhabbet edecek nadir çalışanlardan olacaktı. İstenen diğer iki kriterde herhangi bir üniversite mezunu ve iyi derecede İngilizce idi. Kuruma yurt dışından gelen telefonlara ilk olarak ta burası cevap verecekti.

GRU istasyon şefi;

“İşte aradığımız fırsat ayağımıza geldi.”

Dedi. Yardımcısı ve SAVAK yetkilisi ikisi birden,

“Biz buluruz, tam istedikleri gibi çeşitli kurumlarda çalışan çok adamımız var. Üç dil bilen bile.

Diyerek ikisi birden atladı.

“Hayır” dedi şef;

“Daha önceki işleri nasıl berbat ettiğinizi unuttum sanmayın. Tam olarak şu niteliklerde biri lazım; güvenlik teşkilatının şüphesini çekip elenmesine sebebiyet vermemiz için sizin teklif ettiğiniz aday olmaz. Kesinlikle dört dörtlük olmamalı. Bir dilden fazla bilmeyecek, adamlar sadece İngilizce istiyorlar. Uzatmadan adayın özelliğini söylüyorum. Sıradan kolay bir bölümden mezun olmuş, sadece İngilizce bilen, çok güzel ancak aşırı çekici ve gösterişli olmayan, sade bir güzelliği olan, yıllardır devlet kurumlarında çalıştırdığımız, bekâr, dışarıya çok zeki çok eğitimli havası vermeyen ancak son derece profesyonel bize daha önce çok başarılı işler yapmış tam bir profesyonel istiyorum. Fiziksel özellikleri üzerine arkadaşımız size ayrıntılı brifing verecek. Ona göre gerekli düzenlemeleri yaparsınız saç rengi giyim tarzı vb.”

ÖN HAZILIKLAR YAPILIP, OPERASYON BAŞLIYOR

GRU ve FSB istasyon şeflerinin direktifleri ve uyarıları doğrultusunda en ince ayrıntılarına kadar planlanan gizli servis operasyonu GRU ve SAVAMA ekipleri tarafından hayata geçirilecekti. Aradan iki hafta geçmişti ki nihayet istedikleri gibi birini buldular. Ancak bir kusuru vardı, dikkat çekecek kadar fazla dil biliyordu.

Sivil sektör yanında savunma sanayine de iş yapan bir müteşebbisin yanında yönetici asistanı olarak çalışan GRU ajanı, firma sahibinin son yıllardaki Arap Yarımadası’na açılma planlarının gereği olarak seçilmişti. Mükemmel düzeyde İngilizce ve Arapça, iyi düzeyde Kürtçe biliyordu. Birde patronunun dahi haberi olmayacak şekilde Gürcü dili. Daha önce Gürcistan’da ki GRU operasyonlarında kullanılmış aslen Gürcü asıllı bir kızdı.

GRU, gündüz firmadan haberi olsun diye, gece ise ayartılması gereken bürokratlar için onu kullanıyordu. İstasyon şefine, Kürtçe bildiği bilgisinin insan kaynakları dosyasından çıkarmalarını yetkiliden rica edip halledebileceğini söyledi. O’na İATAK’A başvuracağı için bu bilginin sorun çıkarabileceğini tek dilin yeterli olduğunu söyledi. Zaten İK yetkilisi erkekti, sorun çıkarırsa kolayca ikna edebilirdi. Arapça bildiğini ise sadece firmanın patronu biliyordu. Patronda eski yıllarda İsrail ile ticaret yaparken onlardan çekindiği için İK’dan ve diğer çalışanlardan saklamasını söylemişti.

Şimdi O aynı şeyi isteyecekti. Patrona, İATAK’a gireceğini, stratejik bir yer olduğundan Arapçayı nerede öğrendin dediklerinde çocukluğunun Güney Doğu’da geçtiğini ancak babasının bir çatışmada öldüğünü söylerse sıkıntı olabileceğini söyledi. Patronu, O’nun gidişine çok üzüldüğünü ancak sırrını saklayacağını söylerken ölümle-yaşam arasında ki ince çizgide gezdiğinin farkında bile değildi.

Hala daha ellerindeki çok güzel ve her ırktan milletten kadın ajanlarla işi dışarıda halletmeyi savunan GRU-SAVAMA ekibine karşı istasyon şefinin sabrı kalmamıştı. İstasyon şefi;

“Bu operasyonu da Çeçen operasyonu gibi yüzünüze bulaştırmanıza izin vermeyeceğim. İki tane ajanı o kadar USB ve telefonla birlikte İstanbul’da güpegündüz yakalattınız. Çeçen liderleri temizlediniz daha neden aynı adamları buraya sokuyorsunuz.”

“Efendim onları başka bir operasyon için FSB göndermişti.”

“Biliyoruz. FSB sahadan anlamaz. Siz adam gibi, Türklerin ajanları tespit ettiğini fark etseydiniz onlar göndermeyecekti.”

“Şimdi işinize bakın! Hala karşınızda ki hedefin ve şirketin karakterini anlamadığınız güzel kız muhabbeti yaptığınızdan anlaşılıyor. Hala aranızda amacımızın kadın kullanarak şantaj yapmak olduğunun sanan aptallar var. Şunu kafanıza koyun; bu adam ülkesi için kendi itibarını feda eder, gider karısına pişmanım der ve boşanmayı göze alır. Zaten karısı da arkasında bizim olduğumuza inanır ise affeder ve biz avucumuzu yalarız. Sizin gibi aptallar yüzünden koca operasyonu mahvedemem.”

“Şimdi şu istihbarat raporları eşliğinde kıza yeniden format çekeceğiz. Sadece dış görünüş olarak değil. Yürüyüşünden, çalışma prensibine kadar. Örnek veriyorum; Erhan şu kargoyu gönderin diye ona bıraktığında hemen telefona sarılıp adresi hızlıca alıp, telefonda telaşlı bir şekilde kargonuz gitti efendim diye rapor vermeyecek. Neden? Çünkü Erhan, acele iş yapanları ve yalakaları sevmiyor. İşini sakince ve doğru yapmaya özen gösteren kadınları seviyor, hatta etrafında herkesi böyle istiyor. Bunun gibi sosyal medya ve kişisel mail hesaplarından öğrendiğimiz karakterine dair yüzlerce bilgi var. Bunları tetkik etmeden kızı istenen formata sokamazsınız. “

İstasyon şefi daha sonra onlara neden bu adayı seçtiklerine dair kısaca bilgi verdi ve;

“Tıpkı Bill Clinton-Monica Lewinsky skandalındaki gibi yaptık dedi. Ama sadece aday seçimin de. Mossad’da Monica’yı seçerken aylarca Clinton’un videolarını izlemiş ve girdiği bir ortam da ilk önce hangi tipteki kızlara baktığını tespit edip tam tipini Beyaz Saray’a stajyer diye yerleştirmişti. Bizde aynı şeyi yaptık. Adam Kafkas kökenlilerden hoşlanıyor çünkü lisedeki kız arkadaşı da öyle idi. Bu onun farkında olmadığı saplantısı. Kendisinin, eşinin ve kızının hatta küçük oğlunun tüm elektronik verilerinin internetten ve cep telefonlarını takip ediyoruz. Tüm sosyal medya hesaplarını, Facebook, Snapchat, Twitter aklınıza ne gelirse. Hangi sinema sanatçılarından, şarkıcılardan dolayısı ile hangi fiziksel özelliklerden hoşlanıyor. Facebook’ta karısı hangi akrabaları ve resimleri kaldırdı yani kimlere gıcık. Kocasının hangi arkadaşlarını sevmiyor. WhatsApp’tan eşinin hangi eski kadın iş arkadaşının en çok dedikodusunu yapıyor? Kendisi ve eşinin hangi parfüm ve kozmetik ürünlerini aradı. Daha aklınıza gelen her şeyi elde ettik, sevdiği eski şarkılardan ne tür saatlerden hoşlandığına varana kadar.”

Şimdi arkadaşlarımız eşi ile kavga çıkardığımız günlerde bizim kızın gireceği format için Erhan’ın sevdiği sanatçılar ve artistler üzerine çalışıp ortak yönleri alarak ajanımıza şekil çizecek. Ojesinden ayakkabısına kadar. Bazı günlerde çok özel olmalı.

2 GÜN SONRA

“Efendim ilk gün, ilk intiba olarak karısının internetten satın aldığı ve en çok kullandığı parfümü aldık.”

“İyi halt ettiniz. Adam zaten karısını çok seviyor ne diye onu hatırlatıyorsunuz amacınız ne? “Karın hep doğru tercihleri yapar”, demek mi?”

“Efendim karısı kullandığına göre seviyordur bizimkinden etkilensin istedik.”

“Hala adamınızı tanımamışsınız. Sayfalarca sosyal medya çıktısı okudunuz, izlediniz hala klasik işler peşindesiniz. Ben sizin yerinize hallettim. Bizim kız mesainin ilk gününde gayet hanım hanımcık ve sade bir makyajla benim getirttiğim parfümü kullanacak. Paris’e özel sipariş verdim.”

“Efendim mahsuru yoksa sorabilir miyiz?”

“Sorun tabi, sorunda öğrenin. Kayıtlara göre Fransa seyahatinde Paris’te bir parfüm mağazasından alışveriş yapmış. Beraber seyahat ettiği mühendis arkadaşına attığı mailde “o kadarda para verdik çokta beğenmiştim ama bizimki sevmedi attı bir köşeye” diye sitem ediyordu. Şimdi bizimki adamın en beğendiği parfümü sadece bir kere kullanacak ve daha ilk günden dikkatini çekip zevklerimiz aynı dedirtecek.”

“Efendim bir kere mi?”

“Evet tabi. Olmadı siz adamın hangi türküyü, şarkıyı, takımı, rengi, sanatçıyı, filmi her bir şeyi zaten sosyal medya hesaplarından öğrendiniz, bizim kıza söyleyin iki hafta içinde hepsini uygulayıp adama genetik kopyanım mesajını versin. Size bu adamların istihbarata karşı koyma dersi aldıklarını ve çok zeki olduklarını kaç kere söylememiz gerekiyor. Hala daha alışkanlıklarınızın etkisindesiniz. Bürokraside 3-5 milyon dolara aldığınız aptallarla bu adamı karıştırmayın. En ufak bir şüphede kadının yüzüne bile bakmayacaktır. “

OPERASYON ŞEKİLLENİYOR

Bu mantık üzerine şekillenen operasyon değişik manevralarla devam etti. Danışma görevlisi ve 3 kat mühendislerinin yönetici asistanı arası bir görev tanımı olan GRU ajanı daha ilk günde dikkatini çekmeyi başarmıştı. Kapıdan girerken klasik olarak “günaydın” diyerek geçip giden Erhan biraz ilerleyip parfüm kokusunu alınca dönüp asansöre binerken göz ucu ile tekrar bakmıştı.

Ertesi hafta en sevdiği artistin saç ve makyaj şekli ve filimde giydiği cekete benzer bir şey giydiğini görünce asansörden kapı çıkışına gözlemiş “iyi akşamlar” diyene kadar bakışlarını alamamıştı.

Bir hafta sonra ise en sevdiği Fransız şarkıcının GRU ajanının masasında çaldığını görünce çıkışta laf olsun diye,

“Hangi radyo bu?”

Diye sorunca, ajan umursamaz ve yayvan bir tavırla,

“Radyo değil, USB’den Fransızca şarkılar”

Demişti. Erhan, o kadar şaşırdı ve etkilendi ki o ana kadar çevresinde Fransızca şarklı dinleyen hiç kadın olmamıştı. Kızı bile Fransızca öğrenip İngilizce pop müzik dinliyordu. Şaşkınlıkla ve etkilenmiş olmanın kafa karışıklığı ile sadece;

“Ben de, iyi akşamlar.”

Diyebildi. GRU ajanı dikkatini hatta ilgisini çekmeyi başarmıştı. Zevkler, renkler, iş prensipleri, fiziki özellikler, sadelikten, saç rengine kadar bu kadar kendisine hoş gelen bir bayanla daha önce tanışmamıştı. Hele asansörde şahit olduğu telefon konuşması onu şok etmişti. Ama hala karısını çok seviyordu ve mutlu bir yuvası vardı. Hiçbir şeye değmezdi.

Asansörde GRU ajanı, kirayı yanlış hesaba gönderdiği için kendisine ağzına geleni sayan ev sahibine karşı kibarlığını bozmamış ve özür üstüne özür dilemiş, başka bir seferde ise durakta beklerken hızla geçen aracın yol kenarındaki birikintiyi boydan boya üstüne sıçratmasına sakin ve alışılmadık tepkiler vermesi, Erhan’ı mest etmişti. “Bu kadının sinirleri alınmış böyle kadınlar var mı?” demekten kendini alamamıştı.

GRU’nun kenara not ettiği özellikler arasında; aşırı gerçekçi bir yapısı oluşu, bu yüzden sanata düşkün olsa da kurgu olduğu için sinema ve tiyatroyu çok sevmediği, ancak resim yapamasa da resim sergilerini kaçırmadığı vardı. Müziği çok sevdiği, klasik Türk erkeği formatından biraz uzak oluşu, futbol ile hiç ilgilenmediği onun yerine eski plakçıları ve sarraflar çarşısını gezmeyi yeğlemesi. Muazzam plak koleksiyonunun yanında küçük el boyutundaki eski radyo-teyp ve wolkmen’leri topladığını da öğrenmişlerdi.

GRU istasyon şefi çevresindeki karma ekibe şunu salık veriyordu;

“Matador, boğa en güçlü iken saldırmaz. Önce zayıflatır ve yorar, sonra ölümcül darbeyi vurur ve şişleri saplamaya başlar”…

Yarın altıncı bölüm

hakan.kilic

http://hakankilicaero.blogspot.com.tr/

TERÖRLE MÜCADELE DOSYASI : Terörle Mücadele sadece MİT’in görevi değildir !


Atatürk Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, “MİT özellikle coğrafi konumu itibariyle başta FBI olmak üzere diğer yabancı istihbarat teşkilatlına göre çok daha zor bir görevi icra etmektedir.” dedi

Erzurum Güncel- Atatürk Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Dr.Savaş Eğilmez, Türkiye’nin resmî istihbarat örgütü, Millî İstihbarat Teşkilâtı yani yaygın bilindik şekliyle MİT’nın amacının Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve millî gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı muhtemel tehditleri önlemek olduğunu ifade ederek, “MİT özellikle coğrafi konumu itibariyle başta FBI olmak üzere diğer yabancı istihbarat teşkilatlına göre çok daha zor bir görevi icra etmektedir.” dedi.

“Federal Soruşturma Bürosu” yani yaygın bilindik şekliyle FBI, ABD Adalet Bakanlığı sorumluluğu altında çalışan kolluk kuvveti organizasyonu olduğunu ifade eden Dr.Savaş Eğilmez, “FBI terörle mücadele, karşı casusluk ve suç araştırma organizasyonu olmakla beraber tam 200 kategoriden fazla suç üstünde yargılama yetkisi vardır. Kısaca çok iyi organize olmuş güvenlik teşkilatıdır. Temel felsefesi özellikle terör saldırılarını başlamadan bitirmektir. Ama FBI bile kendi gibi birçok teşkilattan aldığı desteğe, kullandığı yüksek teknolojiye rağmen birçok saldırıyı önleyememiştir. Nitekim son olarak Orlando’da gerçekleştirilen terörist eylemde de 49 sivil hayatını kaybetti. Üst düzey emekli bir FBI yetkilisi, bu teşkilatın en güçlü yanının para, eleman ya da teknoloji olmadığını, bütün bu unsurların önünde Amerikan kamuoyundan aldıkları güçlü destek olduğunu ifade etmiştir.” diye konuştu.

Dr.Savaş Eğilmez, FBI, bugün özellikle terörizmle mücadelede, Amerikan basınından, sivil toplum örgütlerinden ve dolayısıyla kamuoyundan çok ciddi bir destek aldığını kaydederek, “Örneğin geçtiğimiz günlerde dünyanın en güçlü şirketlerinden Apple şirketi ile FBI arasında bir kriz yaşandı. FBI, Apple’dan San Bernardino kentinde düzenlenen terör saldırısının zanlılarından birine ait telefonun şifresinin kırılması ile ilgili yardım istemiş, bu talebe Apple yöneticileri çok da sıcak bakmamışlar ve sonuçta bu durum mahkemeye taşınmıştı. Yapılan kamuoyu araştırmalarında Amerikan kamuoyunun büyük bir kısmının Apple şirketini haksız bulduğu ortaya çıkmıştır.” dedi.
Türkiye’nin resmi istihbarat örgütü, MİT’in de amacının Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve millî gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı muhtemel tehditleri önlemek olduğunu belirten Dr.Savaş Eğilmez, şöyle konuştu:

“MİT özellikle coğrafi konumu itibariyle başta FBI olmak üzere diğer yabancı istihbarat teşkilatlına göre çok daha zor bir görevi icra etmektedir. Sorunlu bir coğrafyanın tam merkezinde, milyonlarca mültecinin yaşadığı, birden fazla çok ciddi tehditlerin gezindiği, nerdeyse bilinen tüm terör örgütlerinin ve küresel güçlerin hedefinde olan bir ülkede görev yapmaya çalışan bu kurumun en büyük destekçisi hiç şüphesiz resmi ve sivil tüm kurumlarıyla bütün Türkiye olmalıdır. Ama yazık ki ülkemizde bazı paralel ve taşeron gruplar, sahip oldukları basın yayın gücüyle her fırsatta istihbarat teşkilatımızı yıpratmak ve itibarını zedelemek amacıyla faaliyet gösteriyorlar. Terörle mücadele sadece MİT’in ya da diğer güvenlik güçlerinin görevi değildir. Terörle mücadele, bu ülkede yaşayan her bireyin, her kurumun görevidir. Güvenlik güçlerimiz, cansiparane bir şekilde eli kanlı teröristlerle mücadele ederken, bizler de siyasetçilerimizle, akademisyenlerimizle, medyamızla topyekün bu mücadelenin içinde olup, teröre çanak tutanlara ve ülkemizin geleceğini karatmaya çalışanlara karşı elimizden gelen tüm çabayı sarf etmemiz gerekiyor.

PKK ÖRGÜTÜ DOSYASI : PKK’nın tepesinde hendek kavgası !


PKK’nın hendek hezimeti, Kandil’de derin çatlak yarattı. Hendek savaşını isteyen elebaşları Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Mustafa Karasu ile karşı çıkan Murat Karayılan arasında gerilim yaşanıyor.

Temmuz 2015’ten sonra başlattığı kent kalkışmalarında ağır bir yenilgi alan terör örgütü PKK‘nın hendek kazma stratejisinin yol açtığı sonuçlar, Kandil‘de derin bir çatlak yarattı. ABD ile koşulsuz işbirliğinden yana olan PKK Başkanlık Konseyi üyeleri Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Mustafa Karasu ile hendek/barikat stratejisinin başarısız olacağını başından beri savunan Murat Karayılan‘a bağlı grup arasında sert tartışmalar yaşandığı ortaya çıktı.

2 YIL ÖNCE KARAR ÇIKTI

Sabah gazetesinin haberine göre; Devletin istihbarat birimlerinin raporlarında yer alan bilgilere göre, hendek/barikat savaşı stratejisi, Kasım 2014’te Kandil’de yapılan PKK sözde Başkanlık Konseyi toplantısında belirlendi. Sabah‘ın ulaştığı bu raporda, toplantıdan sonra konseyin, Çözüm Süreci henüz devam etmesine ve HDP parlamentoda olmasına rağmen ABD’nin desteği ve kışkırtmasıyla silaha sarılma kararı aldığı bilgisi yer alıyor.

Yaklaşık 2 yıl önce hendek stratejisinin belirlendiği toplantıda, konsey üyeleri arasında hararetli tartışmalar yaşandı. Cemil Bayık ve Duran Kalkan gibi örgüt yöneticilerinin görüşü ağır bastı ve PKK, hendek/barikat stratejisiyle Kürt gençlerini ölüme gönderme kararı aldı. Nitekim ABD’nin, örgütün Suriye kolu PYD’ye verdiği silah-mühimmat desteğini artırmayı amaçlayan PKK’nın kırsal kadroları, şehir merkezlerinde sıkışan teröristlere istediği kadar destek vermedi.

HENDEĞİN MİMARLARI…

Kandil kadrosunda hendek savaşlarının mucitleri olarak gösterilen Cemil Bayık ve Duran Kalkan’a yönelik eleştiriler yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Bu eleştirilerin arkasındaki isim ise örgütün sözde askeri kanadı HPG’nin sorumlusu Murat Karayılan. İstihbarat raporlarına göre Karayılan, Duran Kalkan tarafından geliştirilen ‘Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı Stratejisi’ni fiyasko olarak görüyor.

Karayılan’ın, Türk güvenlik güçlerinin etkin operasyonları neticesinde, ‘kırsal kadroların’ bile şehir savaşlarında etkinlik gösteremedikleri bir ortamda, 2-3 ay eğitilen ‘kasabalı gençler’le sonuç alınamayacağını en başından beri söylediği belirtiliyor. Hatta Karayılan’ın HPG’yi yönetirken Duran Kalkan’ı, masa başında uydurduğu fantezileri, ‘savaş stratejisi’ diye pazarlamak ve elini taşın altına koymadan hareket etmekle suçladığı da istihbarat raporlarında yer alıyor.

DIŞARIDAN GİZLİYORLAR

Örgütteki bu ayrışmalar şimdilik dar bir kadro tarafından biliniyor ve dışa pek yansıtılmıyor. Örgütte bir ‘yönetim zafiyeti’ olduğunun ABD ve Rusya tarafından bilinmesi istenmiyor.

HACKER DOSYASI : Rus hackerlar Trump hakkındaki araştırmaları ele geçirdi


Rus internet korsanlarının Demokrat Parti’nin veri sistemine girdiği ve partinin rakip aday Trump hakkında topladığı bilgilere eriştiği belirtildi.

ABD’de başkanlık için yarışan Cumhuriyetçi aday Donald Trump

Rusya için çalışan internet korsanlarının ABD’deki Demokrat Parti’nin bilgisayarlarına girerek Cumhuriyetçi Parti’nin başkan aday adayı Donald Trump hakkında yapılan araştırmaları ele geçirdiği kaydedildi.

ABD medyasındaki haberlere göre, Demokrat Parti Ulusal Komitesi yetkilileri ve bazı siber güvenlik uzmanları, Rus internet korsanlarının veri tabanına girdiğini doğruladı. Rus bilgisayar korsanlarının Demokrat Parti’nin sistemlerindeki tüm e-postalar ve yazışmalara da eriştiği belirtildi.

1 yıldır sisteme erişebiliyorlar

Washington Post gazetesi, Rus korsanların bir yıldır sisteme erişimlerinin bulunduğunu, bunun geçen hafta fark edilmesi üzerine tüm bilgisayar sisteminin temizlendiğini yazdı.

Erişilen veriler arasında Demokrat Parti’nin Trump hakkında yaptığı araştırmaların olduğu, buna karşın mali bilgiler, bağışçıların isimleri ya da kişisel bilgilerin bulunmadığı açıklandı. Parti yetkilileri ve siber güvenlik uzmanları, sisteme yapılan sızmayı "geleneksel casusluk" olarak değerlendirdi.

Komite Başkanı Debbie Wasserman Schultz, açıklama yayımlayarak, Rus korsanların sisteme girdiğini doğruladı. Schultz, korsanların girdiğini fark ettiklerinde hemen bir bilişim şirketini görevlendirdiklerini ve kısa sürede ağ güvenliğinin sağlanması için çalıştıklarını aktardı.

Demokrat Parti’nin bilgisayarlarına yapılan sızmayı önlemesi için CrowdStrike isimli bir bilişim şirketi görevlendirildi. Şirketin başkanı eski FBI siber bölüm yetkilisi Shawn Henry, her ülkenin istihbarat kurumlarının rakipleri hakkında bilgi edinmek amacıyla bu tür faaliyetlerde bulunduğunu söyledi. Henry, sivil kuruluşların Rusya gibi "yetenekli ve kararlı" devletlere karşı kendilerini korumasının ise çok zor olduğunu belirtti.

"Trump’ın bilgisi az"

Görüşlerine başvurulan bazı analistler, ABD başkan aday adaylarından Hillary Clinton’ın uzun süredir siyaset sahnesinde olduğunu, devlette görev aldığını, bu nedenle de hakkında birçok yabancı istihbarat kurumunun bilgi sahibi olduğunu dile getirdi. Ancak Trump’ın siyasete yeni girmiş olması nedeniyle istihbarat birimlerinin nispeten az bilgi sahibi olduğu, bu yüzden de mümkün olduğunca çok veri toplamaya çalıştığı ifade edildi.

ABD Merkezi Haberalma Teşkilatının (CIA) eski danışmanlarından Robert Deitz, bu tür istihbarat faaliyetlerinin hedefin eğilimlerini öğrenme amacı taşıdığını söyledi. Deitz, "Örneğin, başkan seçilmesi halinde Trump’ın yabancı ülkelerdeki yatırımları o ülkeye nasıl bakacağını anlamaya yardımcı olabilir." dedi.

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.