Günlük arşivler: 22 Haziran 2016

HACKER DOSYASI /// VİDEO : Dünyaca Ünlü 8 Türk Hacker Grubu


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=L_bmy8Qw2yc&feature=em-subs_digest

PARAPSİKOLOJİ & GİZEM DOSYASI /// VİDEO : Çemberlitaşın Gizemi


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=V-f94uMewD4&feature=em-subs_digest

ÖZEL BÜRO NOTU : Bir Fransiz arastirmaci “Istanbul ve Çevresi” adli yapitinda Çemberlitas’tan ve altinda oldugu iddia edilen haç parçalarindan söyle söz ediyor: “Üst üste konulmus yedi adet somaki tastan olusan sütunun tepesinde basi hâleli tanri Apollon görünümünde Konstantin’in heykeli bulunuyordu. Heykelin içinde Isa’nin çarmiha çakilmasinda kullanilan çivi parçalari ile gerçek haçtan bir parça yerlestirilmisti.”

TARİH /// PROF. DR. Celal Şengör : RUSLAR’IN ATLASLARI ALMANLAR’INKİNDEN İYİYDİ


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=9xgAwqnjglY&feature=em-subs_digest

GÜNDEM ANALİZİ /// VİDEO : Gündem Özel /// 21.06.2016 /// E. Kur. Alb.- Suat Aytın – Levent Yı ldız – Kanal B


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Xf-_aCrmfFw&list=TL-YljMmI1ofEyMjA2MjAxNg

AVRUPA BİRLİĞİ DOSYASI /// Brexit : Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden Ayrılıyor mu ?


Brexit – Birleik Krallk Avrupa Birlii’nden Ayrlyor mu.pdf

İRAN DOSYASI : İran Fırsatını İyi Okumak


Türkiye’den İran’a yapılan ihracat, 2016-2021 arası dönemde %13.7 artış sergileyebilir. Buna ek olarak, yılda %8 oranında büyümeyi planlayan İran’ın Türkiye’den yatırım çekme isteği olduğunu da biliyoruz.

İran yaptırımlar sonrası dönemde küresel bir cazibe merkezi haline gelirken, Türkiye için de komşu ekonomiyle ilişkilerini geliştirmek için yeni bir pencere açıldığı malum. Bu doğrultuda ikili ticaret ilerleme potansiyeli taşırken, son yıllarda durulan karşılıklı yatırım münasebetleri de yeniden canlanmaya müsait. Ve bu çerçevede, gerek konuyla ilgili fırsatları değerlendirmenin, gerekse bu kapsamda riskleri ve sıkıntıları iyi kavramanın ehemmiyetine işaret etmenin önem taşıdığı kanaatindeyim. Dolayısıyla, İran meselesindeki söz konusu kritik noktaları çeşitli boyutlarıyla her platforma taşımayı mühim buluyorum. Ve bunun en temelinde de, ilişkilerin sağlıklı gelişmesi açısından iki hususun hayati olduğuna inanıyorum: Bilgi edinimi ve risk yönetimi.

Geçtiğimiz perşembe lansmanı yapılan ve TİM-DEİK ortaklığı ile hayata geçirilen “Ambargo Sonrası İran Ekonomik ve Ticari Etki Analizi” raporunun da bu minvalde mesajlar verdiği görülüyor. İran üzerindeki yaptırımların kaldırılmasının etkilerini analiz eden rapora göre, Türkiye’den İran’a yapılan ihracat, 2016-2021 arası dönemde %13.7 artış sergileyebilir. Buna ek olarak, yılda %8 oranında büyümeyi planlayan İran’ın Türkiye’den yatırım çekme isteği olduğunu da biliyoruz. Bu bağlamda çeşitli sektörler ilgiye açıkken, İran ekonomisinin özellikle teknoloji-bilgi transferi sağlama ve ayrıca istihdam oluşturma potansiyeli taşıyan yatırımlara kulak kabartacağını vurgulamakta fayda var.

Bu olanaklar çerçevesinde altını çizdiğim iki hususa gelecek olursak da, iş insanlarımızın İran’ı iyi okuması gereksinimi bağlamında, öncelikle pazardaki fırsatlar hakkında bilgilere sahip olmaları, bunu yaparken de bir yandan mücadele gerektirebilecek sıkıntıları çözümleriyle birlikte öğrenmeleri mühim. İşte TİM-DEİK raporu da, bu anlamda hatırlatmalarda bulunuyor. Yerel pazar hakkında niteliksel ve niceliksel görüş edinmenin önemini vurgulayan rapor, İran’da veri edinme sıkıntılarına dair de not düşüyor. Bu doğrultuda saha ziyaretleri ve uzman destekleri kapsamında, vergi yükü, lojistik yönetimi, izin ve onay süreçleri gibi temel konularda detaylı bilgilenmek şart… İran’ı iş ortamı ve kültür bağlamında iyi okumak gerekirken, finans sistemi, özel sektör yapısı ve bürokrasideki bazı zorluklar, bu anlamda farkındalık icap ettiren noktalar…

Ve bu kapsamda, yerel iş ortaklarının detaylı araştırılması mevzuu da var. Bilhassa ABD tarafından yaptırım uygulanmaya devam edilen kişi, şirket ve ilgili iştiraklere mesafeli yaklaşılmasında fayda var. Bunun yanı sıra, hem finansal ihtiyaçlara uygun hem de riskleri asgariye indirecek ödeme yöntemlerini seçmek de, firmalarımızın ihtiyatlı olması gereken hususlar arasında yer alıyor.

Bununla beraber, İran ile ekonomik ilişkilere hem hız hem de güç katabilmek adına, şirketlerimizin yanı sıra iş dünyası kuruluşlarımıza da görevler düşüyor. Bu bağlamda, yine geçtiğimiz hafta, İSO çalışmaları kapsamında İran’da bir OSB kurulması yönünde değerli bir adım geldiğine şahit olduk. Ayrıca TİM’in de Tahran’da bir Türk Ticaret Merkezi açtığını hatırlatmakta yarar var. Hatta TİM-DEİK işbirliği ile yayınlanan rapor da, bilgilenme ihtiyacı doğrultusunda önemli bir araç. Öte yandan, tüm bu gayretlerin ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak etkin çalışmalarla desteklenmesi ise, işin bir diğer kritik ayağını oluşturacak

[Dünya, 20 Haziran 2016]

GÜVENLİK DOSYASI : Çoklu İHA Uçuş Simülasyon Yer Kontrol İstasyonu


oklu HA Uu Simlasyon Yer Kontrol stasyonu.pdf

SOYKIRIMLAR DOSYASI : 1916 ÜRKNÜ KATLİAMI


Sayılarının 100 bin ile 120 bin arasında olduğu tahmin edilen Kırgızlar bugünkü Kırgızistan’ın kuzeydoğusundan Çin’e Geçmeye çalışırken önlerine Tien Şan dağlarının çıkması sonucu Çar güçlerinin ateşinden kurtulamadılar. 1916’da Kırgızistan’da tarihe adı “Ürkün” olarak geçen bir katliam yaşandı. Kırgız halkının isyanını bastırmaya çalışan Çarlık Rusyası, Çin’e kaçmaya çalışan 100 binden fazla Kırgız’ı katletti. Geçtiğimiz Ağustos ayında Ürkün kurbanları anısına Kırgısiztan’ın kuzeydoğusunda yer alan Barskun Köyü’nde ve Başkent Bişkek’te törenler düzenlendi. Ayrıca, Kırgızlar atalarına vefa borcu olarak “Ürkün 90” adı verilen bir proje ile Kırgız halkının hakları için ölen bu insanların dağılmış kemiklerini anıt mezar olacak bir alana gömdüler.

Kırgız halkının isyan etmesinin sebebi rejimin hak ve hürriyetlerdeki kısıtlamalarının hat safhaya ulaşmasının yanı sıra, Kırgız halkının I. Dünya Savaşı’na “Çar’ın askerleri” olarak katılmasının istenmesiydi. Yıllardır varı yoğu sömürülen halkın bir de canı sömürülmek isteniyordu. Savaşı Rusya kazansa bile sömürülen Orta Asya ülkelerinin hiç bir kazancı olmayacak, ölen askerlerinin adı bile anılmayacaktı. Sonuçta halk isyan etti ve bu isyan tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şekilde bastırıldı. Sayılarının 100 bin ile 120 bin arasında olduğu tahmin edilen Kırgızlar bugünkü Kırgızistan’ın kuzeydoğusundan Çin’e kaçmaya çalışırken önlerine Tien Şan dağlarının çıkması sonucu Çar güçlerinin ateşinden kurtulamadılar.

Kırgızların bir kısmı Çar güçlerince öldürüldü, geri kalanı da bu dağlarda 3000 metre yüksekliklere kadar çıkıp kaçmaya çalışırken can verdi. Şu an bu dağların etekleri, hala kemikleri dağılmış vaziyette yatan Kırgızların mezarlığı. Hayret ve dehşet uyandıracak manzaralardan biri de 4000 metre yükseklikte bulunan Bedel Geçidi ile Çin sınırı arasında akan bir nehrin yatağının insan kemikleri ile dolu olması. Sovyetler dönemi boyunca, yaşanan vahşete tanıklık etmelerini önlemek için bu bölgeye Müslümanların girmesi engellenmiştir. Ürkün, Sovyetler dönemi kitaplarında da kayıtlı değildir. Hatta Kırgız aydınlarının olayı anlatmak için yazdığı kitapların basılması dahi Kırgızistan’ın bağımsızlık tarihi olan 1991 yılına kadar engellenmiştir. Ürkün Katliamı ancak 75. yıldönümü olan 1991’de, Ürkün ile birçok insanını kaybeden Asilbaş Köyü’nde bir tören ile anılmıştır. Ancak önemli bir gerçek şu ki bu tarihten sonra Rusya, halkların bağımsızlık taleplerine çok fazla karşı koyamamıştır.

Vahim olan bir gerçek de Rusya’nın tıpkı Çeçenistan ve birçok Kafkas halkına karşı takınmış olduğu tavrın benzerini göstererek hala öldürülen 100 bin insan anısına, bu olaydan dolayı üzgün olduklarını ifade eden bir ‘özür’ dahi dilememiş olmasıdır.

http://tarihgazetesi.net/

VİDEO İZLE: https://www.youtube.com/watch?v=MjxZTgOX-rY

DiN & DiYANET DOSYASI : AK PARTİ İŞİiNE GELMEYEN DİN HOCALARINI TASFİYEYE BAŞLADI /// İŞTE BUYRUN


25 yıllık öğretmen Nazif Ay kitapları gerekçe gösterilerek kovuldu

İTÜ’de tarihi skandal

Deccal Dindarmış ve Mehdi Mesih kitaplarının yazarı, 25 yıllık öğretmen Nazif Ay’ın, yazdığı kitaplar ve katıldığı TV programları gerekçe gösterilerek işine son verildi. Nazif Ay, AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı İslam içinden eleştiren çalışmalarıyla biliniyor.

İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları Özel Dr. Natuk Birkan Ortaokulu’nda 1 yıldır Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği yapan, Kelam Anabilim Dalın’da master yapmış olan Nazif Ay’ın işine son verilirken, hakkında İTÜ rektörlüğünce de disiplin soruşturması açıldı.

Gerekçe olarak, Nazif Ay’ın Kaynak Yayınları’nca yayımlanan Deccal Dindarmış ve Mehdi Mesih kitapları, görsel medya üzerinden yaptığı röportajlar, katıldığı TV programları, kitap tanıtımlarında yaptığı konuşmalarla "bir parti lehine ve aleyhine fiilen faaliyette bulunması" gösterildi. Nazif Ay’ın hangi parti lehine veya aleyhine faaliyette bulunduğu ise belirtilmedi.

Nazif Ay’ın açılan soruşturmaya karşı Okul Müdürlüğü’ne verdiği savunmasının satır başları şu şekilde:

"- Anayasanın 26. Maddesinde karşılığını bulan "İfade Özgürlüğü" kapsamında eleştiri, kanaat, inanç ve düşüncemi açıklama ve yayma hakkımı kullandım. Bu hakkı kullanırken; millî güvenlik ve kamu düzenini bozan aykırı fiil işlemedim, genel sağlığı ve genel ahlâkı bozmadım veya ihlal etmedim, başkalarının özel yaşamına veya şahsına müdahale edip sırlarını ifşa etmedim, ayrımcılık ya da düşmanlık veya kin veyahut nefret savunuculuğu yapmadım.

– Okul idaresi, öğrencilerim, çalışma arkadaşlarım ve öğrenci velileri benden oldukça memnundur. Bu hususu müdürümüz Sayın Zeynep Akbaba önceki soruşturmayı yapan müfettişlere belirtmiştir.

– Üstelik okul içerisinde yapılan performans değerlendirmesinde en iyi notu alan öğretmenlerden biri oldum. Hiçbir sınıfta hiçbir öğrencime ne kitaplarımı duyurdum veya övdüm ne de siyasi bir düşünce aktarmaya çalıştım.

– Akademik olarak Kelam Ana Bilim Dalı’nda master yapmış birisi olarak ömrüm tüm dinî yapıları incelemekle geçti. Cemaat, tarikat ve dinci politika yandaşı radikal grupların nasıl bir anlayışa sahip olduklarının yanında ne gibi sapkın inanç ve kanaatlere sahip bulunduklarına da şahit oldum. İyi bildiğim yapı ve oluşumları en iyi ben anlatabilirdim ve anlatıyorum da.

– Amerika’da yerleşen veya Türkiye’de kamplaşan mafyatik, ayrımcı cemaatlerin adamı olmadığım gibi, dince kutsal sayılan hisleri kullanarak maddi veya manevi hırsızlık ve talan yapan partilerin gönüldaşı da değilim. Özgürüm ve özgür kalmaya devam edeceğim. Gözümü hiçbir şey korkutamaz."

Sinan Acıoğlu

Odatv.com

TARİH : NAZİLERİN 10 HAZİRAN 1942 LİDİCE KÖYÜ KATLİAMI VE VEFA ESERLERİ


Bundan 74 yıl önce, 10 Haziran 1942’de, Alman kuvvetleri Prag’ın yakınındaki Lidice köyüne gecenin ilk saatlerinde girdiler. Küçük köyün tüm çıkışları kısa sürede kapatıldı. 173 erkek Horak çiftliğinin bahçesinde öldürüldü. Kadınlar ve çocuklar Kladno okuluna götürüldü. 3 gün sonra çocuklar annelerinden alındı, uygun görülen birkaç çocuk ve 1 yaşından küçük bebekler yeniden bir eğitim görerek Almanlaştırılmak üzere ayrıldı, diğerleri gaz kamplarına götürüldü. Köyün tamamı, kilise, evler, mezarlık bile yok edildi.

Yıllar geçti. 1969’da Marie Uchytilová "Savaşın Çocuk Kurbanları İçin Anıt" isimli eserine başladı. 1989’da öldüğünde alçı heykellerini bitirmiş ancak bronzları için yeterli parayı toplayamamış, sadece üç tanesine kendi imkanlarıyla son halini verebilmişti. Eşi bu işi devam ettirdi, 82 bronz çocuk heykeli, 1995-2000 yılları arasında Lidice köyüne yerleştirildi.

Şimdi heykelleri görenler çocukların yüzlerindeki korku, dehşet, çaresizlik ve tarif etmesi zor duygularla yüzleşiyorlar. Bugünün şehirleri yıkılmış, evlerine girilmiş, ailelerini kaybetmiş çocuklarının yüzlerindeki ifade ilerde kim bilir hangi eserlerde nasıl bir utançla anılacak.

TAZİYE MESAJI : ATATÜRKÇÜ DİN ALİMİ Yaşar Nuri Öztürk’E RAHMET, AİLESİNE SABIR DİLERİZ.


Gerçek bir aydın, din alimi, Atatürkçü, Filozof, İslam dünyasını yetiştirdiği nadir yıldızlardan biri, entelektüel, yurtsever, yobazların, gericilerin ve din istismarcıların düşmanı…

Yaşar Nuri Öztürk…

İyi ki vardın…

Seni hiç unutmayacağız…

Saygıyla minnetle ve rahmetle anacağız…

ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU

TARIM DOSYASI : TÜRK TARIMININ ASIRLIK SORUNU GDO DOSYASI


ÖZEL BÜRO NOTU : DEĞERLİ BİLGİLERİ PAYLAŞAN KOMUTANIMIZ ÖMER LÜTFİ TAŞCIOĞLU’NA TEŞEKKÜR EDERİZ.

GDO, artık ‘resmen’ soframızda

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, gıda ürünlerinde yüzde 0,9 ve altında genetik yapısı değiştirilmiş organizma bulunan gıdaların üretim ve satışına izin verdi. Çıkarılan yönetmelik, tabii olduğu yasayı dahi ihlal etti.

Resmi Gazete’de de dün yayınlanan karar ile Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik değiştirildi. Değişiklik ile yönetmeliğe, “Analiz sonucunda üründe yüzde 0.9 ve altında GDO tespit edilmesi halinde bu durum GDO bulaşanı olarak değerlendirilir” fıkrası eklendi. Yönetmeliğe eklenen bir başka fıkrada ise, “GDO bulaşanı olan ürünlerde bulaşan olarak tespit edilen genlerin Biyogüvenlik Kurulu tarafından onaylanmış olması durumunda ürünler onay amacına uygun olarak kullanılabilir” denilerek, içeriğine yüzde 0,9 ve altında GDO bulunan gıda ürünlerinin üretim ve satışına izin verilmiş oldu.

Bebek maması olayı

Hükümetin, bu tehlikeli adımı kısa bir süre önce bir bebek mamasında GDO tespit edildiğinin ortaya çıkması sonrasında atması dikkatlerden kaçmadı. Bursa İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü ekipleri piyasa denetimleri sırasında, bir markanın sütlü çocuk gıda ürününü analiz ettiklerinde GDO tespit etmişlerdi. Yetkililer, GDO’nun varlığından emin olmak için numuneleri Ankara Kontrol Laboratuarı’nda gönderdi. Ankara Kontrol Laboratuarı’nın yaptığı analizlerde de ürünün GDO içerdiği kesinleşti. Olayı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı da doğrulamıştı.

Yönetmelik, kendi yasasına bile aykırı

Uzmanlara göre, yönetmelikte yapılan değişiklikler, yönetmeliğin tabii olduğu Biyogüvenlik Kanunu’na bile aykırı. Çünkü, Biyogüvenlik Kanunu’nu, içeriğindeki GDO oranı ne olursa olsun, hiçbir GDO’lu ürüne izin vermiyor. Oysa yönetmeliğe yapılan ekler, yüzde 0,9 oranını aşmamak kaydıyla her üründe GDO’ya izin veriyor.

GDO’nun bir soykırım aracı olduğu ispatlandı

Rusya’daki Ekolojik Tehlikelere Karşı Savunma Günleri’nde sunulan bir çalışma, GDO’lu besinlerin tüketimine bağlı gizli tehlikeleri bir kez daha açığa çıkardı. Araştırmaya göre GDO’lu ürünlerle beslenen insan ve hayvanlar birkaç nesil sonra tümüyle kısırlaşıyor.

Rusya’nın Sesi’nin haberine göre ‘Gen Güvenliği Ulusal Birliği ile Ekolojik ve Gelişimsel Problemler Enstitüsü’ bilim adamları, normal beslenme düzenlerinin bir parçası olarak, GDO’lu ürünlerle beslenen hayvanların ve insanların, üreme yetilerini kaybettiklerini keşfettilerini açıkladılar.

BİRÇOK ARAŞTIRMAYI KÜRESEL SERMAYE FİNANSE EDİYOR

Gen Güvenliği Ulusal Birliği ile Ekolojik ve Gelişimsel Problemler Enstitüsü’ bilim adamlarının bulgularının, küresel sermaye tarafından finanse edilen araştırmaların aksine GDO ile kısırlık arasındaki ilişkisi çok net bir şekilde ortaya çıkardığı belirtildi.

GDO’lu ürün tüketen canlıların tüketmeyenlere oranla daha fazla kısırlaştığı tespit edilen araştırma bu konudaki iddiaları doğrulamış oldu.

GDO’LU SOYAYALA BESLENEN CANLILARIN CİNSEL OLGUNLAŞMASINDA YAVAŞLAMA GÖZLENDİ

Denek olarak hamsterların kullanıldığı çalışmada, genetiği değiştirilmiş soya fasülyesi tüketiminin sonucunda, cinsel olgunlaşmada yavaşlama eğilimi ve gittikçe üreme yeteneklerinin yok olduğu gözlemlendi. Bir kaç nesil sonra, GDO’lu soya yiyen hamsterlar, temel yetenekleri olan üremeyi kaybettiler.

Araştırmanın yazarlarından biri olan Dr. Alexei Surov:"Bir kaç grup hamster seçtik, onları çiftler halinde kafeslerde tuttuk ve alışmış oldukları besinlerinden verdik. Bir grubun besinine hiçbir şey katmadık, diğer grup genetiği değiştirilmiş bileşen içermeyen soya ile besledik. Üçüncü grup, bir miktar GDO’lu bileşenle, dördüncü grup ise yüksek miktarda GDO’lu bileşenle beslendi" dedi.

GDO’LU ÜRÜNLERLE BESLENENLER BİRKAÇ NESİL SONRA KISIRLAŞIYOR

Sonrasında Dr. Surov ve ekibi, çeşitli yavru gruplarının büyüme oranlarını ve yavrulama sıklıklarını takip etti ve bulgularını, yavruların beslenme düzenleriyle karşılaştırdı. Yavruların çiftleşmesiyle oluşan birkaç nesil sonra, GDO’lu yiyeceklerle beslenen yavruların tamamen kısır hale geldiği gözlendi.

"Yavrulardan yeni çiftler seçmeye ve onları aynı şekilde beslemeye devam ettiğimizde, çok ciddi bir etki olduğunu fark ettik. Bu grupların büyüme hızı daha yavaştı ve cinsel olgunlaşmaya daha geç eriştiler. Onların yavrularından alarak, 3. nesil çiftler oluşturduğumuzda, genetiği değiştirilmiş besinler tüketen bu grup yavrulamayı başaramadı. Ve bu çiftlerin, yavrulama yeteneğini kaybetmiş olduğu kanıtlandı."

GDO’lu besinlerin yaygın tüketimi, gelecek insan nesillerinin kısırlaşmasına neden olur mu?

Avusturya kaynaklı bir çalışma, genetiği değiştirilmiş mısırla beslenen farelerde benzer bir zararın oluştuğunu ortaya çıkardı. Genetiği değiştirilmiş mısır yiyen farelerde, anında ortaya çıkan etkilerden biri, yavruların normalden düşük ağırlıklı olarak doğması. GDO ile beslenen farelerden oluşan, 3. ve 4. nesiller tamamen kısır hale geldiler.

Amerika’daki bazı çiftçilerde, genetiği değiştirilmiş ürünlerle beslenen domuz ve ineklerde kısırlık oluştuğunu bildirdiler. Hindistan’da ise, genetiği değiştirilmiş pamuk tohumu ile beslenen mandalarda kısırlık ve başka ciddi problemler gözlendi.

LİNK : http://www.ilk-kursun.com/haber/263483/gdonun-bir-soykirim-araci-oldugu-ispatlandi-2/

Dünya yasakladı Türkiye’de yayılıyor

Maliyeti az diye GDO’lu mısırdan üretilen şekere göz göre göre izin veriliyor.

Üç tehlikeli beyaz olarak bilinen ’un, şeker ve tuz’un insan sağlığına etkisi tartışılırken, daha az maliyetle elde edilen ve gazozdan çikolataya pek çok üründe kullanılan nişasta bazlı şeker (NBŞ), bazı AB ülkelerinde yasaklandı. Türkiye, dünyanın en büyük 4. şeker pancarı üreticisiyken, ton başına 250-300 dolar daha ucuz olan “mısır şurubu” üretmek için sadece 2010’da 500 bin ton mısır ithal etti. Ancak içeriğinde fruktoz olan mısır şurubu ile yapılan gıdalar, doktorlara göre kronik hastalıkları salgına dönüştürüyor. Fransa, Hollanda ve İngiltere, bu nedenlerle üretimini yasakladı. En büyük üretici ABD, üretim kotasını düşürdü. Türkiye’de ise kotayı düşürmemekte ısrar ediyor.

En büyük üretici Cargill-Ülker

Türkiye’de NBŞ üreten 5 tesis var. Bunlardan Cargill’ın kapasitesi 400 bin ton, Adana’da bulunan Amylum’un kapasitesi 250 bin ton, Ülker- Cargill ortaklığındaki Pendik Nişasta’nın kapasitesi 110 bin ton, Tat firmasının kapasitesi 70 bin ton ve Sunar’ın kapasitesi 55 bin ton mısır. Bu 5 tesisten biri olan Pendik Nişasta Sanayi, Ülker Grubu’na ait. Ülker Grubu, Pendik Nişasta Sanayi tesisinde Cargill ile ortak olarak mısır şurubu üretiyor.

Kalp hastası yapıyor

Fruktozun şişmanlığa, şişmanlığın da başta kalp damar hastalığından kaynaklı inmeye ve birçok kronik hastalığa yol açtığını söyleyen Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol, “AB ülkelerinde bu ürünlerin tüketimi ve gıda ürünlerinde kullanımı azaltılırken Türkiye’de durum vahim. Denetim yok. Piyasada kayıt dışı fruktoz var. Türkiye’deki 5 ayrı üretici firma, piyasadaki kayıt dışı fruktoz olduğunu kabul ediyor ancak bu veriyi de kotayı yükseltmek amacıyla kullanmak istiyorlar. Etiketlerin üzerinde ne kadar fruktoz kullanıldığı belirtilmiyor” diyor. Obama da halkını uyarmış ve özellikle çocuklara verilmemesini istemişti.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ DOSYASI /// VİDEO : Muharrem İnce’nin 2 MİLYON kez izlenen konuşması !


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=XgYXnvqoqyE

TARİH : Atatürk dünyanın korktuğu Hitler’e nasıl meydan okudu ?


Atatürk dünyanın korktuğu Hitler’e nasıl meydan okudu?

“Soru: 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Musevi asıllı pek çok akademisyen Almanya’dan kaçarak Atatürk’ün daveti üzerine Türkiye’ye geliyor ve üniversitelerde dersler veriyor… Bildiğim kadarıyla Almanya’da istenmeyen bu Musevi akademisyenlerin müracaatını sadece Türkiye kabul ediyor. Diğer ülkeler ise Hitler’in korkusundan reddediyor…

Cevap: Hitler 1933 yılında, kendisi Musevi olan ya da ailesinde Musevi bulunan tüm eğitimcileri işlerinden atıyor. Bu anlattığım toplu katliamlardan önce yapılıyor. Bu öğretmenler işsiz, parasız kalınca, hemen İsviçre’de bir yardımlaşma derneği kurup, tüm devletlere hocalık için müracaat ediyorlar. Ancak hiçbiri kabul etmiyor. Göçmen ülkesi Amerika bile, Hitler korkusundan kabul etmiyor bunları. Sadece Albert Einstein’ı davet ediyorlar. Türkiye’de ise Atatürk, yüksek öğretimi kapsamlı hale getirmek istiyor ama elinde program yok. İsviçre’den politikacı bir profesörü, Albert Malche‘yi davet ediyor Türkiye’ye. Ancak Atatürk yine de her şeyi bir profesöre bırakmayı istemiyor. Eğitim müfredatının bizim kültürümüz çerçevesinde olmasını arzuluyor. O zamana kadar Türkiye’nin adı bile yok! Çünkü çok yeni bir devlet. Almanya’daki hocalar ismini yeni duydukları bu devlete İsviçreli Profesör Albert Malche aracılığıyla başvuruda bulunuyorlar. Atatürk derhal gelmelerini istiyor. O zamanki Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip ile bu hocalar bir anlaşma imzalıyorlar. Bundan sonra kendilerinin Türk Hükümeti’nin memuru olduğu, eğer Alman Hükümeti bir engel çıkarırsa Türk Hükümeti’nin bunu önleyeceği belirtiliyor. Ondan sonra da peş peşe gelmeye başlıyor hocalar. Bir yıl sonra Hitler uyanıyor, bilim insanlarını geri göndermemizi istiyor. Ama Türk devleti göndermiyor. Düşünün daha 10 yıllık bir Cumhuriyet, ama kendisini nasıl güçlü görüyor.

* * *

1933-1945 yılları arasında en az 1200 bilim adamı ve göçmen Türkiye’ye geldi. Bunlar İstanbul Üniversitesi’ne, Ankara’da yeni açılan Hukuk, Siyasal Bilgiler, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne, tiyatro, bale, opera, konservatuar gibi sanat okullarına yerleştirildiler. Bu bilim adamları ülkemizde çağdaş bilimin temellerini attı, kütüphaneler ve laboratuvarlar kurdular, kitaplar yazdılar, kendi alanlarında uzmanlar yetiştirdiler. Dışarıya okumaya gönderilen gençlerimiz mezun olup dönene kadar, onlar yüksek öğrenimin imdadına yetişti.

* * *

Soru: Bu hocalara dair neler hatırlıyorsunuz?

Cevap: Bizim Sümeroloji hocamız Prof. Benno Landsberger, Türkiye’ye gelmeden önce Almanya’da ölen bir profesörün kütüphanesinin alınmasını istiyor ve derhal o kütüphane satın alınıp getirtiliyor. Hititoloji hocamız Prof. Hans Gustav Güterbock, arkeoloji hocamız ise Yahudi olmadığı halde Hitler rejimini tasvip etmediği için Almanya’yı terk eden Prof. Von der Osten idi. Hocalarımızın hepsi Almandı. Dersler bir çevirmen aracılığı ile anlatılıyordu. Bu hocalara kütüphane ve laboratuvarlar kuruldu. Kendilerine yüksek maaş verildi.Yani Türkiye’de onlara güzel bir misafirperverlik yapıldı. Kendi vatanlarından kovuldular ama Türkiye onlara kucak açtı. Benim Atatürk’ün yabancı hocalara verdiği önemi anlatan makalemi dünya çapında saygınlığa sahip Sümerolog Prof. Samuel Noah Kramer Amerika’da çoğaltıp dağıttı. Ben Türk Amerikan Üniversiteliler Derneği’nin üyesiydim. Bir gün Amerikalı bir gazeteci benim makalemin Amerika’da elden ele dolaştığını söyledi, çok sevindim.

* * *

Düşünün yabancı hocalar olmasaydı üniversitede eğitim verecek hoca yoktu. Atatürk o kadar akıllıydı ki daha lisedeyken sınavla 150 parlak öğrenciyi seçti, yurt dışına okumak üzere gönderdi. Onlar okuyup adam olacaklardı ama uzun sürecekti. Bunun için öncelikle yabancı hocaları davet etti.

Tarihte ilk beyin göçünü yaptıran kişi Atatürk”tür…”

* * *

Muazzez İlmiye Çığ – Sedef Kabaş

Okuduğunuz röportajı, medya ve iletişim uzmanı Sedef Kabaş yaptı. Cevaplayan ise, önceki gün 103. yaşına basan dünyaca saygın Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ…
Sedef Kabaş “Muazzam Muazzez” adını verdiği nehir söyleşiyi cumartesi akşamı, yaşadığı Mersin’de düzenlenecek 103.Doğum Günü Partisi’nde kendisine takdim etmek üzere kitaplaştırdı.
Aynı gün piyasada olacak kitabın tüm geliri, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği‘ne (ÇYDD) bağışlandı.
Çok değerli tarihi bilgiler ve çarpıcı gerçeklerle dopdolu bu kitabı satın alanlar hem eğitime katkıda bulunmuş, hem de Muazzez Hanım‘ın doğum gününü kutlamış olacaklar.

* * *

Benim Sedef Kabaş’tan ricam, “Muazzam Muazzez”den bir tane de Bolu İl Milli Eğitim Müdürü Yusuf Cengiz‘e de göndermesi!..
Böylece müdür, Cumhuriyetin ilk 10 yılında yapılan mucizevi eğitim
hamlesini okuyup öğrenme fırsatını bulur!
Ondan sonra da bakarsınız, okullarda 10. Yıl Marşı’nı yasakladığı için utanır ve öğrencilerinden özür diler!
Aksi takdirde 103 yaşındaki genç kız Muazzam Muazzez onun kapısına dayanır ve “badem bıyık müdür” özür dileyene kadar, 10. Yıl Marşı’nı söyler!..

KÜRT SORUNU DOSYASI : Türkiye ile Esad ‘Kürt Devleti’ne karşı işbirliği mi yapacak ?


Habere göre, her iki taraf da Kürt meselesi ve Kürtlerin bağımsız devlet haline gelmek istemelerine karşı tutum değişikliği arzusu içerisinde.

Fransızca yayınlanan Cezayir gazetesi El Watan’ın 8 Nisan 2016 tarihli sayısında Cezayirli bir diplomatik kaynağa aktardığı habere göre, ülkesi Cezayir, geçtiğimiz haftalarda Ankara ve Şam arasında arabuluculuk rolü üstlenmeye başladı. Habere göre, her iki taraf da Kürt meselesi ve Kürtlerin bağımsız devlet haline gelmek istemelerine karşı tutum değişikliği arzusu içerisinde.

El Watan’a söylendiği kadarı ile, Cezayir‘in bu konulara dahil olması aslında 2015′in Kasım ayında Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülen Rus Su-24 jetinin Rusya ve Türkiye arasında yarattığı tansiyonun hafifletmek içindi. Suriye ve Türkiye arasında arabuluculuk rolü ise daha ileriki bir dönemde Ankara‘da ve Şam‘da bulunan Cezayir büyükelçileri aracılığı ile başladı.

El Watan Cezayir‘de saygın bir gazete olduğu halde ve Cezayir devleti içerisinde sağlam kaynakları bulunmasına rağmen bunlar doğrulanması zor iddialar. Ancak bu bahar aylarında Suriye ve Cezayir arasında yoğun bir delege hareketi gözlendi. İlk olarak 2011′de Suriye iç karışıklığı başladığında, ülkenin Dışişleri Bakanı, Walid al-Muallim, 28-29 Mart‘ta Cezayir‘e bir ziyaret düzenlemişti. İlgi çekici şekilde bu ziyaret Fransız Dış İşleri Bakanı Jean-Marc Ayrault’ın ziyareti ile aynı günlere denk gelmişti. Cezayir bu görüşmelere kendi Mağrip, Afrika Birliği ve Arap Ligi’nden sorumlu devlet bakanını göndererek yanıt vermiş, Abdülkadir Messahel 24-25 Nisan günlerinde Şam‘da Esad ile görüşmüştü.

2011 yaz aylarının sonlarına doğru Suriye ve Türkiye kanlı bıçaklı hale gelmiş, Türkiye Esad‘a daha önce verdiği desteği keserek kendisini devirmek isteyen ülkelerin kurdukları koalisyona dahil olmuştu. O günden itibaren Esad‘a karşı sürdürülen askeri operasyon sürecinde Recep Tayyip Erdoğan koalisyonun en şahin tarafı haline gelmiş ve hükümeti katı İslamcıların da dahil oldukları Sünni isyancılar ile bu maksatla güçlü bir birliktelik içerisindeydi. Fakat ABD destekli Suriyeli Demokratik Güçleri – Türkiye‘nin sürdürdüğü yıkıcı "kontrgerilla harekatı"na karşı duran PKK’ya bağlı Suriyeli bir grup – ülkenin kırsal alan kentlerinden Halep’e gürül gürül akarlarken, Erdoğan‘ın öncelikleri belki de değişmeye başlamıştır. Ve tüm bunlar Türkiye‘nin dışişlerinde önemli bir değişikliğin parçası haline gelebilir.

2011′e kadar, Türkiye‘nin Ortadoğu’da ki etkisi hızlı bir şekilde gelişti. O zamanlar Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu‘nun çatışma yaşanan komşu ülkeler ve çıkmaza girmiş bölgesel çatışmalara çözüm aramaya yönelik "komşularla sıfır sorun" doktrini öne sürülmüştü. Komşularla sürdürülen güç gösterisi eksenli oyunlar yerine Türkiye ticaret ve diplomasinin gücüne güvenen bir konumda durmayı denemeye başlamış, Erdoğan‘ın hükümeti kendisini bölgedeki Müslüman ülkelere demokratik bir İslamcı muhafazakarlık rol modeli olarak sunabilecek güce sahipti. İlk başlarda bu yumuşak güç oldukça işe yaramış ve iyi işleyen bir süreçti, "Türk modeli" sözü Ortadoğu’da günün sözü haline gelmişti.

Beş yıl sonra tüm bunlar bir paçavra haline gelmiş vaziyette. Erdoğan‘ın hükümeti günden güne otoriterleşmiş ve içeride yaşadıkları skandallar ile çamura batmış halde, buna bir de PKK ile söz verdiği barış sürecinin yıkılmış olmasını da ekleyebilirsiniz. Erdoğan ve Davutoğlu‘nun Mısır, Libya ve Suriye‘nin iç işlerine şiddetli bir şekilde karışmaları ellerine bir şey geçmesini sağlamadığı gibi, küçük düşürücü geri dönüşleri olmasıyla birlikte Türkiye‘nin uluslararası imajını İslami bir mezhepçilik statüsüne düşürmüştü. ‘Krizdeki Suriye’ toplantısında konuşma yapan Türkiye ve Orta Asya uzmanı Bayram Balcı mevcut durumu şu sözler ile özetliyor, "Türkiye sadece Orta Doğu’da izole olarak yalnızlaşmadı, Azerbaycan ile mevcut ilişkisi hariç küresel anlamda uluslararası bir yalnızlaşma hali içerisindedir. Bölgede artık Türkiye güvenilmez bir dost ve müttefik olarak algılanmaktadır."

LİNK : http://odatv.com/turkiye-bagimsiz-kurt-devletine-razi-mi-oldu-2106161200.html

IŞİD ÖRGÜTÜ DOSYASI : Orlando Saldırısının Muhtemel Etkileri


Obama Yönetimi kasım seçimlerinden önce DAİŞ’e karşı yoğunlaştırdığı mücadelesini bir üst seviyeye çıkarmak isteyebilir. Bu, DAİŞ ile mücadeledeki koalisyon ortaklarından daha fazla angajman talep etmesi demek.

Terör bu sefer ABD’yi vurdu. Orlando kentinde pazar günü eşcinsel gece kulübüne yapılan saldırıda 50 kişi hayatını kaybetti.

"Amerikan tarihinin en kanlı silahlı saldırısı" olarak nitelendirilen eylem, Afgan kökenli ABD vatandaşı Ömer Metin tarafından gerçekleştirildi.

Eski eşi tarafından "bipolar" dengesizliği olduğu söylenen Metin, silah taşıma ruhsatı olan bir güvenlik görevlisiydi.

Saldırıyı DAİŞ’in üstlendiği iddiası medyada yer aldı.

Ancak saldırganın herhangi bir örgüt bağlantısı olup olmadığı henüz bilinmiyor.

DAİŞ türü aşırı grupların propagandasından etkilenmiş bir "yalnız kurt" olması ihtimali de var.
2007 ve 2012’de bu tür "bireysel katliam" formatında saldırılar olduysa da bu son saldırı seçimler arifesindeki ABD iç siyasetini hayli meşgul edecek.

Saldırganın "İslamcı radikalizm ile bağlantısının" olması, hedefinin "eşcinseller olması" ve"silaha kolay erişimi" tartışmanın üç boyutunu oluşturdu.

Nitekim ABD Başkanı Obama olayı "nefret ve terör eylemi" olarak niteledi ve silah sahibi olmanın "daha sıkı kontrol" altına alınması gerektiğini vurguladı.

Ancak asıl sıcak tartışma Cumhuriyetçi aday D. Trump ile Demokrat aday H. Clinton arasında başladı. Ve muhtemelen ABD başkanlık seçimlerine de damgasını vuracak.

***

Müslüman karşıtı söylemleri ile tepki çeken Trump kendisine oldukça "kullanışlı bir seçim malzemesi" bulmuş oldu.

Cumhuriyetçi partiyi kendisinin adaylığı konusunda birleştirmekte zorluk yaşayan Trump, bu saldırıyı Demokratları sıkıştırmak için kullanacak.

İlk tepkisi Twitter takipçilerinden bu tür "radikal İslami terörist" saldırıları öngördüğü için yapılan tebrikleri kabul etmek oldu.

Daha sonra da hem Başkan Obama’nın istifasını hem de H. Clinton’un başkan adaylığından çekilmesini istedi. Trump "radikal İslam’ın kadınlara, eşcinsellere,Yahudilere, Hıristiyanlara ve tüm Amerikalılara nefret dolu" olduğu iddiasını "ABD’yi yeniden büyük yapma" hülyasına bağlayıverdi.
Bu söylem Müslümanları hem nefret hem de terörle suçlayan bir formül üzerinden gidiyor. Ve Amerikalı olmanın tam karşısına yerleştiriyor.

***

DAİŞ ile mücadeleye devam edilmesinin önemine değinen Clinton’ın işi ise kolay değil. Bir yandan Paris ve Brüksel saldırılarının arkasından DAİŞ tehdidine karşı hassas olan seçmenlere terörle mücadeleyi en etkin şekilde yapacağını anlatması gerekiyor.

Diğer yandan ise Trump’ın köpürttüğü Müslüman karşıtı dalgaya da kendini kaptırmaması lazım.

Bu yüzden Obama’nın bu konuda Clinton’un yardımına koşması gerekiyor.

Üsame Bin Ladin’in öldürülmesini Clinton’un artı hanesine yazan konuşması gibi yeni adımlar atması beklenebilir.

En önemlisi de Obama Yönetimi kasım seçimlerinden önce DAİŞ’e karşı yoğunlaştırdığı mücadelesini bir üst seviyeye çıkarmak isteyebilir.

Bunun anlamı DAİŞ ile mücadeledeki koalisyon ortaklarından daha fazla angajman talep etmesi demek.

Suriye’de YPG bu ortakların başında geliyor ne yazık ki.

DAİŞ ile mücadele adına ABD’nin YPG’ye daha ileri bir destek sağlaması Türk-Amerikan ilişkilerini gerecektir. Ancak Türkiye’nin ABD ile ortaklaşa bir şekilde DAİŞ ile mücadele stratejisinde yeni unsurlar devreye sokması da mümkün.

Orlando saldırısı ile DAİŞ’in geleceği hususunda yeni bir döneme girmiş olduk.

[Sabah, Haziran 2016]

EKONOMİ DOSYASI : Tükete Tükete Büyüyoruz


Tükete tükete büyümeye meyilliyiz ancak bunun gerek gelişim kalitemiz gerekse yolumuza çıkaracağı riskler açısından çok makbul olmadığı malum.

Geçtiğimiz Cuma açıklandı. Ekonomimiz yılın ilk çeyreğinde, 2015’in aynı dönemine göre %4,8 büyüdü. Cümle âlemin vaziyetine bakıldığında, bu rakam hoş bir seda olarak çınladı kulaklarımızda. Bununla birlikte, her zaman altını çizdiğim gibi, söz konusu hoş büyümenin nereden geldiğine, bir diğer deyişle muhtevasına bakarak yorum yapmamız ve sevinç derecemizi buna göre ayarlamamız gerekiyor.

O halde şimdi, sizlere daha önce çizmeye çalıştığım tahmini görünümün, Cuma günü gelen kristal net rakamlarla belirginleşmiş halini konuşalım.

O NASIL TÜKETİM

Bu amaçla, önce harcama hesaplarından gidelim. Acaba nereye neye harcamışız da, bizi %4,8 büyütmüş?

Çok net. Yılın ilk çeyreğinde ekonomik gelişim hızımızı, hane halklarının tüketimine borçluyuz. Nitekim tam %6,9 oranında büyüme sergileyerek daha da bir canlanan kanlanan özel tüketimimiz, GSYH hızımıza 4,8 puanla en büyük desteği vermiş. O nasıl bir tüketim diye sorarsanız da; klasik güçlü tüketim eğilimimizin yanı sıra, asgari ücret artışından mültecilere kadar çeşitli ek faktörler akla geliyor. Yerleşik ve yerleşik olmayan hane halklarına dair veriler ise, katkı veren harcama grupları arasında, ulaştırma-haberleşme, sağlık ve gıdanın başı çektiğini söyleyerek bir başka ipucu veriyor. Öte taraftan, tüketime bir diğer destek de devletten geliyor. Zira ilk çeyrekte kamu tüketim harcamaları da, büyümeyi 1,2 puan yukarı yönlü etkilemiş görünüyor. Ve özelle kamuyu birleştirirsek ne ediyor?

Gelire tüketimden tam 6 yüzde puanlık katkı…

İTHALAT YENİDEN SAHNEDE

Peki, ne olmuş da, hızımız %4,8 çıkmış? Aslında geçen hafta bu köşede haberini, hissi-bade’l-vuku vermiştim. Yılın ilk çeyreğinde net ihracatın büyümeye katkısı yeniden yitirilmiş ve hatta negatife dönmüştü. Ve taze rakamlar detayları veriyor: 1. çeyrekte net ihracat, büyümeyi tam 1,5 puan aşağı çekmiş. Nitekim ihracat yılın ilk çeyreğinde reel %2,4 artarken, ithalatta da %7,5 oranında artış var. Bir başka deyişle, ihracat büyümeye mütevazı bir destek vermeyi sürdürmüş ancak önceki iki çeyrek düşen ithalat da, resme yeniden sevimsiz bir artışla girmiş. Hayırlı olsun.

YATIRIMLAR CAYDI

Yatırımlarda ise görüntünün yeniden olumsuza döndüğü anlaşılıyor. 2015 son çeyreğinde bir miktar filizlenen özel sektör yatırımları, ilk çeyrekte yine cayma moduna geçerek geçen yılın aynı dönemine göre %0,3 düşüş kaydetmiş. Bu ise, büyüme hızımızda 0,1 puanlık bir kesinti anlamına geliyor. Bu noktada belirtmek gerekir ki; özel yatırımlardaki düşüş, makine ve teçhizattaki aşağı yönlü hareket nedeniyle gerçekleşmiş gözüküyor. İnşaat yatırımlarında ise artış var. Öte yandan, kamu yatırımları, ilk çeyrekteki hafif dozda artışıyla, büyüme için neredeyse etkisiz eleman rolü oynamış. Sonuç olarak, yeni yılın ilk zamanlarını yine yatırımdan totalde hayır görmeden geçirmişiz.

ARKAMIZDA SANAYİ VAR

Ve hesabı tamamlayacak olursak; bu dönemde stok değişikliklerinden de 0,4 puanlık katkıyı alıp %4,8’e ulaşıyoruz.

Harcamalara bu şekilde bakmış olduk. Şimdi bir de sektörler kanadından büyümeye göz atalım dersek, daha önce sinyallerini aldığımız üzere, ilk çeyrek büyümesine en büyük desteğin 1,5 puanla “imalat sanayii”nden geldiğine şahit oluyoruz. Onu, 0,9 puanla finans izliyor. Sonra da, toptan ve perakende ticaret geliyor.

Ana sektörler bazında ise, hizmetlerin sürüklediği ve onu sanayinin takip ettiği bir tablo var. Söz konusu dönemde tarım sektörü, büyümeye yok denecek kadar cılız bir katkı sağlamış durumda…

AHIM ŞAHIM DEĞİL

Rakamları bu şekilde ortaya koyduktan sonra neticeye bakacak olursak, yeni yıla makul ve tatmin edici bir büyüme performansıyla başladığımız ancak bunun içeriğinin yine ahım şahım bir kompozisyonda olmadığı ifade edilebilir. Açıkçası, 2016 ilk çeyrek verilerinin, bunu başımıza bu kez iyice kaktığını görüyoruz.

Tükete tükete büyümeye zaten meyilliyiz ancak bunun gerek gelişim kalitemiz gerekse yolumuza çıkaracağı riskler açısından çok makbul olmadığı malum. Hayalimizdeki yatırım ve ihracat destekli büyümeye ise, hasretiz. Bu bağlamda küresel koşulların yansımaları da elbette kaçınılmaz ancak şu bir gerçek ki, yeni hükümetin de bu konularda pek çok açıdan doğru yaklaşımlar ve özel gayretler içinde olması gerekiyor. Yoksa tükete tükete büyümekle nereye kadar? Nitekim mevcut muhteva yerini severse, kısa vadedeki yüksek sevinç derecemizin, orta ve uzun vadede pekâlâ düşebileceğini unutmamak gerek.

[Yeni Şafak, Haziran 2016]

TERÖRLE MÜCADELE DOSYASI /// Foreign Affairs : Her Şey Bir Yalan mıydı ?


Türkiye’nin hendek kazıp her tarafa EYP yerleştiren PKK’lılara karşı operasyonları, Foreign Affairs tarafından şimdiden başarısız ilan edilmiş.

Gün geçmiyor ki Türkiye’yle alakalı IQ yoksunu bir yazı yabancı basında yer almasın. Günlük yabancı basın taramamı bitirince bunlardan en az birkaç tanesine rastlıyorum. MAK Danışmanlık’ın Doğu ve Güneydoğu yaptığı son anketin sonuçlandığı an bir başka IQ yoksunu yazı dikkatimi çekti. Foreign Affairs’te geçen hafta yazılmış yazı, “bir cisim yaklaşıyor” seviyesizliğinde “Ankara’nın Kürtlerle Savaşı” başlığını atıyor; altına da sihirli ve kullananı akıllı gösterdiği düşünülen ifadeyi iliştiriyor: “Erdoğan’ın gerginliği tırmandırmasının mantığı”. Türkiye’yi, PKK terörünü herkesten iyi anlamış yazar, sorusunu sormuş, tüm varsayımlarına vahiy mesabesinde yaklaşmış ve sihirli kelime “Erdoğan’ı” söyleyerek, kendisine ayrılan sürenin sona ermesi sebebiyle “esen kalın” diyerek veda etmiş.

Foreign Affairs yazıyı Twitter’dan paylaşırken de şu mesajı iliştirmiş: “Türkiye Kürtlerle savaşmaya çalışmaya devam ediyor. Ve her operasyon bir öncekinden daha başarısız oluyor.” Tartışmayı bitirmişler yani, bize söyleyecek söz kalmamış. Türkiye’nin hendek kazıp her tarafa EYP yerleştiren PKK’lılara karşı operasyonları, Foreign Affairs tarafından şimdiden başarısız ilan edilmiş. PÖH, JÖH, Özel Kuvvetler falan tası tarağı toplayıp bulundukları bölgeleri hendekçilere teslim edip Bodrum’a tatile falan çıksınlar, ne de olsa Foreign Affairs son noktayı koymuş.

Foreign Affairs’in fevkaladenin fevkindeki (!) yazısı varken MAK Danışmanlık’ın anketinden bahsetmeye gerek yok (!) ama yine de sonuçlara bir bakalım. Anket Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşlara soruyor “Bölgede devam eden operasyonların başarılı olarak sonuçlanacağını düşünüyor musunuz?”; %31, evet bu sefer başarılı olacak diyor. %22 başarılı olarak sonuçlanması için bazı sosyal projelerle desteklenmeli diyor. Sadece %15’i, hayır başarılı olarak sonuçlanacağını düşünmüyorum diyor. Gerçi ne bilir ki bölge insanı, Foreign Affairs’in sayfalarını ayırdığı zat, okyanusun öteki tarafından tabi ki operasyonların başarılı olup olmayacağını herkesten daha iyi bilecek. İşin sırrı okyanusun diğer tarafında olmakta; rüyanda KPSS sorularını bile görebiliyorsun orada.

Başka şekilde ifade edelim: Son seçimde PKK’nın partisi HDP’nin birinci parti olduğu bölgede vatandaşların %53’ü projelerle de desteklenirse operasyonlar başarılı olur diyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü aynı vatandaşların %33’ü bölgede yaşanan olayların sorumlusunun PKK ve terör örgütleri olduğunu söylüyor. Devleti suçlayanlar sadece %12. Durun, burada bir yanlışlık olmalı. Foreign Affairs’teki IQ fışkıran yazı, en başta bölgedeki tırmanıştan Erdoğan’ı sorumlu tutmamış mıydı? Ne gerek vardı şimdi bu ankete? Erdoğan deyip her şeyi ne de güzel (!) açıklamıştı Foreign Affairs.

Fakat vatandaş da rahat durmuyordu ki… Ankete katılan vatandaşların %91’i Türkiye Devleti altında bir olarak yaşamak isterim diyordu, %43’ü ise bölgenin temel sorununun terör (siz PKK olarak okuyun) olduğunu düşünüyordu. Daha kötüsünü söyleyeyim mi? Vatandaşın %55’i Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği şekliyle başkanlık sistemine dair bir referandum yapılsa “evet” derim diyordu. Olamaz! Okyanus ötesinin Doğu ve Güneydoğu okumasıyla Doğu ve Güneydoğu halkının PKK, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye okuması birbiriyle tamamen zıttı.

Acaba Türkiye, Kürtlerle değil PKK ile mi savaşıyordu? Özerklik masallarıyla insanları ölüme, şehirleri yıkıma mahkûm eden PKK’ya karşı halkın nefreti zannedildiğinden de fazla artmakta mıydı? Halk, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başında olduğu devletin PKK’yla mücadelesine hiçbir zaman olmadığı seviyede destek mi veriyordu? Devletle halkın birlikte olduğu bir mücadelede PKK kaybetmeye mahkûm muydu? En önemlisi, okyanusun öteki yakasıyla Doğu ve Güneydoğu arasındaki görüş mesafesi kısa mıydı? Meşhur Yeşilçam repliğiyle bitirelim “Her şey bir yalan mıydı?”

[Akşam, 13 Haziran 2016]

HALKIN DEMOKRASİ PARTİSİ DOSYASI : Marjinalleşen HDP Siyasete Müdahale Olanaklarını Minimize Etti


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=DuXCMBGX0W8

Burhanettin Duran, HDP’nin marjinalleşmesinin Türkiye siyasal hayatına kaybettirdiklerine ve Kuzey Suriye’nin geleceği üzerine değerlendirmelerde bulundu.

SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, TRT 1 ekranlarında yayınlanan Enine Boyuna programında terörle mücadele, Kürt siyasal hareketinin geldiği nokta ve Kuzey Suriye’nin geleceği üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Duran HDP’nin marjinalleşmesinin Türkiye siyasal hayatına kaybettirdiklerine ve PKK’nın Türkiye ve bölge halkı nazarındaki sarsılan ve dağılan yerine ilişkin şunları ifade etti: “PKK’nın aslında seküler, etnik temelli, sol tandanslı bir terör örgütü olarak, hatta bölgede taşeron konumuna geldiğini -Amerika, Rusya, İran bir takım güçlerle, bölgesel güçlerle dahi temas halinde olan bir taşeron örgüt haline geldiğini- büyük oranda kamuoyu kabullenmiş oldu. PKK’nın en büyük kaybı burada oldu. Türkiye siyasetine legal düzlemde diyebileceğiminiz ya da legalleşmekte olan bir düzlemde müdahale edemez konuma geldi. Bu HDP’yi marjinalleştirdi ve Kürt milliyetçilerinin tabiri caizse Türk siyasetinin geneline olan müdahalesini oldukça minimize etti.”

PKK ÖRGÜTÜ DOSYASI : PKK Kendini Kimseye Halk İsyanının Uzantısı Olarak Anlatamaz


VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=EmvytW3IvX0

Fahrettin Altun: “Artık halk ayaklanmasının bir temsilcisi; bir uzantısı olarak PKK’yı görme devrinin kapandığını düşünüyorum.”

SETA İstanbul Genel Koordinatörü Fahrettin Altun, PKK’nın gerçekleştiği terör eylemleri ve terörle mücadele son bir senelik süreçte yaşananlarının konuşulduğu TRT 1 ekranlarındaki Enine Boyuna programında şu değerlendirmelerde bulundu: “PKK Türkiye’ye karşı; Türkiye devleti toplumuna karşı yoğun bir terör stratejisi süreci izlemeye başladıktan sonra o sıcak çatışma alanında eğer mevzi kazanabilseydi, o takdirde tezlerini uluslararası alanda daha güçlü bir şekilde dile getirebilirdi. Yine bu süreçte devrimci bir halk savaşı başladı dedikten bir ay sonra bağımsız Kürdistan’a çok yakınız diye bir açıklama yapıldı. Söylemlere baktığımız zaman o söylemlerde artık o ayrılıkçılık söyleminin gizlenmediğini, çok açık bir şekilde vurgulandığını görüyoruz. PKK Çözüm Süreci’nde de şunu söyledi, biz bugüne kadar silahlı mücadele ile kazanım elde ettik. Dolayısıyla bu kazanımların hepsi devletin bir anlamda Kürtlere sağladığı kültürel haklar dâhil olmak üzere her şey silahlı mücadele ile elde edilmişti. Bu propagandaydı ve bir anlamda PKK’nın kendisini var ederken, var etmeye çalışırken kullandığı bir unsurdu. Bunun dışında devlette şunu söyledi; biz bütün süreci bir demokratikleşme, ekonomik iyileşme sürecinin bir parçası olarak değerlendiriyoruz. Ekonomik iyileşme ile birlikte bu sorunun ortadan kalkacağını, bütünleşik entegre bir siyasetle bu sürecin ortadan kalkacağını düşünüyoruz, dedi. Şimdi burada baktığımız zaman bu süreçte PKK’nın ayrılıkçı terörü ciddi anlamda kullanarak ve büyük şehirlere de artık taşırarak bir yere varmaya çalıştığını görüyoruz fakat bu yere varması çok zor PKK’nın. Çünkü artık devamlılık Kürt toplumunda kırılmış durumda. Seksen yıllık-doksan yıllık bir çizgi var, bir ayrılıkçılık çizgisi var, kendi kaderini tayin vs. ile ilgili bir çizgi var. Bu çizgi aslında bir taraftan marjinalleşiyor, marjinalleşti. Süreç içerisinde devletin demokratikleşmesiyle birlikte marjinalleşti. İkincisi bu ayrılıkçı terör örgütünün maliyetleri çok net 7 Haziran’dan sonra görüldü. Artık hiçbir rasyonalitesi olmadan böyle bir şiddet furyasını başlatmış olması ciddi bir tepkiyle karşı karşıya bıraktı. Bence bugün gelinen noktada PKK’nın büyükşehirlerde bomba patlatmasıyla beraber bunu konuşmaya başladık. PKK artık bir kimseye halk isyanının uzantısı olarak kendisini anlatamaz. PKK bizatihi literal anlamda düpedüz terör örgütü olarak Kürtler nazarında da giderek daha fazla tescil olunmuş durumda ve burada da bu terör örgütüyle bu yönünü öne çıkararak mücadele etmek gerekiyor. Yani artık o halk ayaklanmasının bir temsilcisi bir uzantısı olarak PKK’yı görme devrinin ben kapandığını düşünüyorum.”

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.