Yaşam biçimini oluşturan tüm sistemi kökünden değiştiren gelişme tarımın doğuşudur. M.Ö. 8000-7000 yılları arasında son Buzul Çağının sona ermesiyle birlikte Alplerin en yüksek dorukları ile bugünkü Norveç dışında kalan tüm Kuzey Avrupa’yı kaplayan buzlar erimeye başlamıştı. Bunun bir sonucu olarak bu bölgede oldukça ılıman bir iklim oluşmuş ve bunun yanı sıra çok geniş ve verimli topraklar ortaya çıkmıştı.
Buzların erimesinin diğer bir etkisi de tüm deniz ve okyanusların yükselmesiydi. Buzulların erimesiyle bugünkü Büyük Sahra’yı da içine alan ve çok sayıda hayvan türünü barındıran step benzeri geniş otlaklardan oluşan çok büyük bir alan sular altında kalmıştı. Sonuçta bu hayvanların büyük bir bölümü ölmüşse de bazı türler yeni koşullara uyum sağlayarak varlıklarını sürdürmeyi başarmışlardı. Örneğin bugün denize yaklaşık 2000 mil uzaklıkta bulunan ve hiçbir akarsuyun geçmediği, dört bir yanı çölle çevrili olan Hoggar’da çok sayıda timsah görebilirsiniz. Zamanla suların çekilmesi ve toprağın çölleşmesi üzerine ırmak kıyıları ve ırmakların denize kavuştuğu deltalar gibi sulak ve çok sayıda av hayvanını barındıran verimli topraklara göç eden insanlar buralarda doğada kendi kendine yetişen mısır bitkisiyle tanışmışlar ve bir süre sonra da bunu kendileri ekip biçmeye başlmışlardı. Zaman içinde diğer tarım ürünleri de bunu izlemiştir. Tarımın gerçek doğum yerinin neresi olduğu konusu tartışmalıdır. Bazıları bunun Dicle ırmağının kuzeyindeki bölge olduğunu söylerken diğer tarihçiler tarımın ilk kez Jericho’da başladığını öne sürmektedirler. Bunların her ikisi de gerçekten çok eski, en az 10.000 yıllık-yerleşim yerleridir ve buralarda tarihin en eski dönemlerinden beri mısır yetiştirilmektedir. Mısır saplarının kesilmesinde, tanelerinin öğütülmesinde ve mısır unundan yapılan ekmek ve yemeklerin pişirilmesinde kullanılan orak, değirmen taşı ve toprak kap gibi araç-gerece bu bölgelerde yapılan kazılarda çok sık rastlanması da bunu kanıtlamaktadır. Jericho yakınlarında ortaya çıkarılan ve “çömlekçilik öncesi Jericho”adı verilen çok eski bir yerleşim merkezinde bu toprak kaplardan bulunmamasına karşın mısırın ekildiğini ve tüketildiğini gösteren kalıntılara rastlanmış ve bunlar Taş Devrinin son dönemlerine tarihlenmiştir. Jarma adını taşıyan ve bundan daha da erken tarihlerde kurulduğu saptanan diğer bir yerleşim yerinde de yine mısırın varlığını gösteren kalıntılar bulunmuştur. Oldukça sapa bölgelerden büyük çöllerin sınırlarına dek yayılan tarımın ırmak boylarına da gelmesi için aradan uzunca bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Tarımın ırmak kıyılarında başlamamış olmasının nedenine gelince: Nil, Dicle, Fırat ve İndus gibi büyük ırmakların kıyıları boyunca yer alan dar bölgeler avlanmaktan başka bir şeye elverişli olmayan sık bir bitki örtüsü ile kaplı bataklıklardan oluşuyor ve bu koridorun dışına çıkıldığı zaman da çöl başlıyordu. Dolayısıyla ancak ırmak boylarının ağaçlardan temizlenmesi ve bataklıkların kurutulması için gereken yöntemler geliştirildikten sonra insanlar buralarda da tarım yapabilme olanağına sahip oldular. Tarıma dayalı uygarlığın Nil boyunca gelişmesini timsahlara bakarak izleyebilirsiniz: Nil deltasının yer aldığı bölgeden güneye doğru gittikçe timsahların sayısının artması bu hayvanların sürekli biçimde ilerleyen tarımın önünden kaçarak iç bölgelere sığındıklarını göstermektedir. Kaynak: J. D. Bernal- Modern Çağ Öncesi Fizik. |
www.ozelburoistihhbarat.com